AİLENİN CEMİYETTEKİ YERİ
Ailenin Cemiyetteki yeri ve önemini yeterince ortaya koyabilmek için her şeyden önce aile kavramına açıklık getirmek, konumuzun daha iyi anlaşmasına zemin hazırlayacaktır.
Aile, cemiyeti oluşturan en küçük birimdir. Bu birimin ana unsuru da, her biri kendine has fizyolojik ve psikolojik özelliklere sahip olan karı ve kocadır. Bu iki ana unsurun her biri “aile” denen en küçük toplum birimi içinde bazı haklara karşılık, sorumluluklar taşıyan ve toplum ile kişi arasındaki bağı birinci plânda sağlama görevini yerine getiren sosyal bir birimdir.
Sosyolojik araştırmalar da gösteriyor ki, toplumun en küçük ünitesini oluşturan aile, belirli bir çağa gelmiş iki karşıt cinsin, kendi iradeleri ile hayatlarını birleştirmeleri sonucunda meydana gelir. Bu birleştirme, nikâh memurunun önünde tescil edilerek hukukî ve İçtimaî bir birim olarak toplumda yerini alır. Kur’an’da; “Kadınlar sizin için bir elbise, siz erkekler de kadınlar için bir elbiseniz”(l) buyrulmaktadır. Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) de bir Hâdis-i Şerifte; “Şüphe yoktur ki kadınlar erkeklerin dengi, benzeri ve tam bir eşidir.” (2) buyurmuştur. Buna göre erkek ve kadın her balkımdan birbirini tamamlayarak kişisel bir bütünlük oluşturuyor. Onun içindir ki, genellikle erkek kadınsız, kadın da erkeksiz yaşayamaz. Bunlar birbirini tamamlayan bütünün parçalan gibidir. Çünkü neslin devamı ve toplumların gereği buna bağlıdır. Bu, Allah’ın insanoğlu için kurduğu plânlı programlı ilâhî dir düzenin tabiî neticesine dayalı olarak tezahür eder. İnsanlar, var olandan beri bu böyle devam ederek gelmiştir. Nitekim, insanlık tarihinde bunun ilk Örneği olarak Hz. Âdem ile Havva, toplumun temel dayanağı olarak aile yuvasını kurdukları ve ilk aile temelinin de buradan başladığı görülmektedir.
İnsanoğlu yaratılışı gereği, daimi ilerleme ve gelişme yolunda olan bir varlıktır. Onun bu özelliğinden dolayı kurduğu aile hayatı bakımından da tarih boyunca birtakım gelişme ve değişmelere sahne olmuştur. Onun içindir ki bu konuda eski ve yeni veya büyük, küçük aile tipleri şeklinde ayırarak bu gelişmeler bir değerlendirmeye tabi tutulabilir. Hatta tarihi devirler itibariyle ailede ana-babanın hakimiyeti yönünden çeşitli eğriler çizerek ortaya çıkan aile tipleri üzerinde durulabilir. Aile, toplumsan gelişmelerine göre yapı ve fonksiyonellik açısından farklılıklar da gösterir. Bunun en belirgin şekli geleneksel toplumlar ile modern toplumlarda görülür. Bunlara dayalı olarak değişik tarifler de yapılabilir. Bu alandaki çalışmalar sosyologların görevi olup, bu konu ile uğraşan bilim adamları, yeteri kadar bu alan- lan değerlendirerek işlemektedirler. Bizim buradaki amacımız, tarih boyunca her devirde ailenin kutsal bir birim olarak görüldüğünü ortaya koyup, bugünkü aile düzeni üzerinde gereği şekilde durarak ailenin toplum hayatındaki yeri ve önemli hizmetlerini sergilemeye çalışmaktır.
Gerçi bir toplumda aynı zaman süreci içinde değişik aile tipleri bulunabilir. Esasen, “Sanayileşme yoluna girmiş bir cemiyette tek tip aileden söz etmek, âdeta imkânsızdır,” (3) Ama yine de insanı
mızı, bizim, toplumumuzu ve kısaca; Türk Milletinin yüce hasletleri ve karakteristik özelliği ile ülkemizin şartlarına göre ailenin bir tanımım yapmak gerekirse, “aile, kan bağlılığı, evlilik ve diğer yasal yollardan aralarında akrabalık ilişkisi bulunan ve çoğunlukla aynı evde yaşayan fertlerden oluşan, fertlerinin psikolojik, sosyal, kültürel ve ekonomik ihtiyaçlarının karşılandığı, fertlerin topluma uyum ve katılımlarının sağlandığı ve düzenlendiği temel ve toplumsal birimdir." O diyebiliriz.
Her insan bir aileye mensuptur. Bu mensubiyet kişinin elinde olmayıp, ana-babasını tercih etmek veya onu değiştirmek imkânına da sahip değildir. Bu durum, ailenin kutsallığını ortaya koymaktadır. işte insanın mensubu bulunduğu bu ailede, toplum hayatı yaşama bilinci ana babanın emeği ile kazanılır. Bu, insanı, sosyal hayata hazırlamada ilk rolü ailenin oynadığının bir göstergesidir* Onun içindir ki aile, çocuk sahibi olması ile birlikte hem kendisinin, hem de toplumun geleceği için faydalı kişiler yetiştirmek görevini de üstlenmiş olur. Buna göre, aile bütün inançlarda özel yeri olan kutsal bir yapıya sahiptir. Bütün bunlar, toplumun en önemli unsurunun aile olduğunu gösterir. Nitekim, insanlık için yapılacak her türlü iş ve işlemler, sosyal hayat, ekonomi, üretim ve eğitimin bütünü aile içinde başlamakta ve aile içinde canlılık kazanarak, sağlıklı toplumun oluşmasına zemin hazırlamaktadır. Kısaca, ailenin, her alanda gösterdiği başarı, doğrudan toplum hayatına da yansıyarak, onu da etkiler. Dolayısıyla toplumda refah seviyesinin yükselmesi, birlik ve beraberlik bağlarının kuvvetlenmesi de buna bağlı olarak gelişir.
Kişileri ayakta tutan ve hayata bağlayan inançlardır. Toplumlar da ortak değer hükümleriyle ayakta kalırlar. Bu durum toplumun en küçük grubunu oluşturan aileyi de içine alır, öyle ise, milletlerin varlık, birlik ve beraberlikleriyle değerlerini koruyarak tarihte ve dünyadaki yerlerini koruyabilmeleri, her şeyden önce bu milleti meydana getiren ailenin sağlam temellere dayalı olarak yaşamaları ile mümkündür. Çünkü böyle bir aile yapısı, geleceğin en büyük teminatıdır.
Biz bu bakımdan gerçekten şanslı bir. ülke sayılırız. Toplumu- muzun temeli olan aile yapımız çok sağlamdır. Çünkü geleneksel Türk aile yapısının ahlâk, manevî ve sosyolojik temelleri sağlam bir zemin üzerine oturtulmuştur. Bu, millî, dinî, manevî ve İnsanî değerleri içine alan geniş bir zemindir. Bu zemini oluşturan esaslar da ailenin sağlam bir şekilde kurularak devam ettirilmesine yönelik pek çok ilkelerle İslâm’ın koruyucu şemsiyesi altına alınmışla it ekim, Hz. Peygamber’in ilk tebligatı, “Allaha, şirk koşmamak, ana babaya ve yakınlara iyi davranmak” (3) mahiyetinde olmasıyla birlikte, Kur’an-ı Kerîm’in birçok ayetlerinde ve Hadis-i Şeriflerde kadın, aile hukuku, hısım akraba ilişkileri üzerinde sıkça durulması da bunun açık bir göstergesidir. Bütün bunlar, evliliğin ve aile müessesesinin yüceliğini ve mahremiyetini açıkça göstermektedir. İslâm’da inanç, hukuk ve ahlâkî hükümlerle desteklenen böyle bir aile yapısının temellerinin sağlam olması tabiîdir.
Sağlıklı, dengeli ve ahenkli bir toplum düzeninin kurulmasında, hiç şüphesiz akrabalık ve aile ilişkilerinin aynı bir önemi vardır. Hısım ve akraba ilişkilerinin devamlılığı sosyal hayata bir canlılık ve renk katar. Hatta hayatı daha güzelleştirerek bir mana kazandırır. özellikle, yakınlar arasındaki haklar, sürdürülmesi gereken ilişkiler, uzak akraba ve aile çekirdeği bütünlüğü çerçevesinde herhangi bir kopukluğa meydan vermeden sürekli bir biçimde yerine getirilirse, toplumun geleceği de o nispette sağlam ve güvenli olur. Nitekim bir kutsi hadiste de, yakınlarıyla ilişkisini kesmeyeni Allah’ın koruyacağı, ilişkisini keseni de yüzüstü bırakacağı (6) belirtilmektedir. Bu toplumda birlik ve beraberlik bağlarının güçlenmesi ve süreklilik kazanması bakımından büyük bir Önem taşır.
Çağımızda aile kapsamının sının biraz daha daralmış bulunmaktadır. Onun içindir ki, bugünün ailesi, daha çok ana-baba ve onların çocuklarından oluşur. Analık ve babalık içgüdüsü, ailenin temeli olduğu kadar, pek çok iyiliklerin ve sevgilerin de kaynağıdır.(7) Bundan dolayıdır ki, ana-baba, çocuğu için her türlü fedakârlığa katlanarak, onları hayata en iyi şekilde hazırlamaya çalışırlar. Bu konunun önemi bakımından ayrıca üzerinde durulacaktır. Yalnız şu kadarını belirtelim ki, ailelerin bütün ağırlığım üzerinde taşıyan eşlerin bağı psikolojik ve cinsî olmakla beraber, bu bağ çok sağlamdır, Çocuk sahibi olmazlısıyla da biyolojik bağla birbirine daha da sıkı bağlanmış olur. Böylece aile, biyolojik bağlarla bağlanmış toplumun en küçük birimi (grup) varlığı haline gelir. Varlığım veya neslini koruyarak devam ettirme duygusu, karşılaşılan güçlük veya engellerin aşılmasında en büyük faktördür.
Gerek köy, gerekse şehir hayatındaki gelişmeler, toplumun hızla değişmesine sebep olmaktadır. Bununla birlikte insanlarda anlayış, düşünce ve değer yargısı bakımından bir sosyal ortam oluşmaktadır. Günümüzde kadının, sadece anne olarak evde kalmaması ve erkeğine çalışarak yardımcı olması bunun açık bir örneğidir. Aslında bu yeni bir düşünce ve olay da değildir. Tarihin çeşitli devrelerinde ananın da çalışarak aile üretimine katkıda bulunduğu görülmektedir. Ne var ki bugünün şartlan daha değişik şekil ve geniş yönde yine de anayı çalışmaya ve aile bütçesine yardımcı olmaya zorlamaktadır. Hz. Muhammed (s.a.s.) harbe gittiklerinde eşlerini Kur’an usulü ile götürmesi olayı da bu konu da ibret verici bir olaydır. Anadolu’muzda “Yuvayı dişi kuş yapar” diye söylenen yaygın bir söz vardır. Bu söz aile hayatının (yuvasının) devamında, gelişmesinde, çocukların terbiyesinde ve iş hayatının çeşitli kesimlerindeki başarıda kadının çok büyük payı olduğunu göstermektedir. Her şeye rağmen, yine de kadının en büyük görevi analık olduğu unutulmamalıdır Çünkü, analık görevi, görevlerin en yücesi ve kutsalıdır. Onun içindir ki, ana hakkı, hakların başında gelir. Onun ödenmesi çok güç olup, pek çok fedakarlıklar gerektirir.
Bütün bu açıklamaların ışığında diyebiliriz ki aile, insanlık tarihinin her devrinde toplumda önemini korumuş ve yine de korumaya devam edecektir. Çünkü aile, gelişigüzel, basit bir topluluk olmayıp, temeli nikâh ile atılan, faziletin sembolü ve yüce değerlerin tamamıyla yaşatıldığı kutsal bir müessesedir. Sağlam bir nikâh akdi olmadan yapılan birleşmelerin hukukî sorumluluğu ile birlikte, manevî ve uhrevî sorumluluğu da çok büyüktür. Nikâhtan sonra, tarafların, yani eşlerin bu akde -bağlı kalmaları, aile hayatımın huzur ve sürekliliği bakımından şarttır. Yüce dinimizde buna sadakat (bağlanma) denilir. Esasen insanların en önemli duygularının başın da sevgi ve sadakat duygusu gelir. Bu duygunun en etkili olduğu yer de aile yuvasıdır. Nitekim aileyi ayakta tutan ve onun sürekliliğini sağlayan da bu iki duygudur. Onun içindir ki bu İki duygu, aile hayatı için hava ve su gibi tabiî bir ihtiyaçtır. Çünkü ailenin güven ve mutluluğu, ancak bunlarla mümkündür.
Denebilir ki, ailede sadakat olmazsa ne şefkat, ne merhamet, vazife, ne sevgi, ne terbiye ve ne de huzur kalır. Hatta sadakatin bittiği yerde, aile hayatı da son bulur, Nitekim, bunun örneklerini günümüz toplum hayatında zaman zaman görüyoruz. Eşler den birinin sadakatsizliği bir aileyi ortadan kaldırmaya yetiyor. Ailelerdeki geçimsizliklerin, ayrılmaların, boşanmaların, çocukları- «m perişan kalmalarının ve kısaca, ailenin yıkılmasının veya dağılmasının temelinde sadakatsizlik bulunmaktadır. Onun içindir ki, İslâm Dini, aile hayatında sadakati esas kılmış ve onu yok edecek her türlü davranışı da yasaklamıştır. Nitekim Kutsal Kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’de, “Ey Muhammed, mu’nıin erkeklere söyle; gözlerini bakılması yasak olandan çevirsinler, mahrem yerlerini korusunlar, Bu, onların arınmasını daha iyi sağlar. Allah yaptıklarınızdan şüphesiz haberdardır.” (8) buyrulmaktadır Yine başka bir ayette de; “Mü’min kadınlara da söyle; gözlerini bakılması yasak olandan çevirsinler, iffetlerini komşunlar...” (») buyrulmuştur. Bu hususta ¡birçok âyet ve hadis örnek olarak gösterilebilir. Demek oluyor ki ailede, eşlerin zinadan kaçınmalarının emredilmiş olması ve bu konuda hükümler getirilmesi, İslâm’da aile hayatına verilen önemi açıkça ortaya koymaktadır. Dinimizde yer alan emir ve yasaklar, filede sadakatin korunmasına ve giderek kuvvetlenmesine yöneliktir.
Aile, bir topluluk olarak ahlâkın, fedakârlığın ve faziletin temeli atılarak geliştirildiği; sağlıklı ve ahenkli bir toplumu oluşturan kutsal bir yuvadır, Bu sebeple, aile hayatının ahlâkî mahiyeti, onun aile fertlerine yüklediği sorumluluk ve diğerkâmlıktan ortaya çıkar. Bu, öyle bir ahlâkî anlayış ki, başkalarını düşünmek, kendi menfaatim gözetmeksizin başkaları için çalışma duygusuna dayalı olarak tezahür eder. Bu bakımdan, evlenen iki karşıt cinsin, yani erkek ve kadının, ilk plânda yaşayışlarını frenlemeye, hürriyetlerini sınırlamaya mecbur olmaktadır. Çünkü bu, her iki tarafın yüklenmiş bulundukları ortak sorumluluğun tabiî neticesidir. Demek oluyor ki evlilik, İktisadî, sosyal, ferdî ve nefsi sorumlulukları ile kişiyi bağlar. Meselâ bunların başında ekonomik, cinsel, üreme- çoğalma, çocuğun bakımı, eğitimi, sosyalleştirilmesi, ferde prestij sağlama, koruyuculuk, dinî görevler, eğlenme ve dinlenme için oluşturulan ortam ve psikolojik görevleri(10) gelir. Ailelerin bu görev ve sorumluluklarının bilincinde oluşu nispetinde sağlıklı toplum hayatı da oluşur. Burada aile fertleri, karşılıklı sevgi ve saygı ile birlikte, karşılıklı inanç ve anlayış; karşılıklı fedakârlıklar ile huzur, emniyet, güven ve mutluluğun sembolü olurlar. Böyle bir aile ortamında yaşayan insan, daha çok etrafını görme, düşünme, anlama ve idrak etme imkânım bularak, toplum hayatında da başarılı olur. Kendisine, ailesine ve çevresine de faydalı hizmetlerde bulunur.
Ayrıca, aile fertleri, sevgi, saygı, sadakat ve dayanışmaya esas olmak üzere bir takım sorumluluklara sahiptir. Bunu, yüce İslâm dini çeşitli değer hükümleri halinde ortaya koymuştur. Meselâ, ana- baba hakkım kutsallaştırarak, onlar için yapılan her türlü fedakârlığı ve onlara gösterilen saygıyı en yüksek fazilet saymaktadır. Yine bununla birlikte, ana-babaya, çocuk yetiştirmek için verilen emir, onların dünya ve âhiret hayatım kuşatacak kadar önemli bir değer taşımaktadır. Çünkü, hayırlı evlât yetiştiren kimsenin hayır ve sevap defterinin. Onun ölümünden sonra da devam edeceği ifade edilmiştir.” (1l) Ayrıca, geleceğin en iyi şekilde kurulması, çocukların çok iyi bir şekilde eğitilip yetiştirilmesine bağlıdır. Çocuk terbiyesinin ihmali ise, telâfisi mümkün olmayan kötü akıbetlere sebep olabilir. Nitekim Sevgili Peygamberimiz bir hadislerinde, “Kişiye günah olarak bakmakla yükümlü bulunduğu aile fertlerini ihmal etmesi yeter.”(12) buyurmuştur. Onun içindir ki ana-baba, çocuklarının her türlü ihtiyaçlarını teminle beraber, terbiyelerini de en iyi şekilde yapmaları lâzımdır.
Teknolojik gelişmelerin hızla ilerlediği günümüzde, toplumsal olaylar daha girift ve karmaşık olarak tezahür etmektedir. Bu durum aileyi de yakından etkilemektedir. Aslında ilk insanlardan me- deni insan toplumluna kadar, ailesiz ve hatta aile problemlerinin ekseriyette olmadığı herhangi bir toplum görülmemiştir. Bu, insanlık tarihinin değişmez bir kaderidir. Ancak, çağımızda aileyi yakından ilgilendiren gençlik problemleri çok çeşitli ve çok boyutlu ele alarak kendini gösteriyor. Yetkili ve ilgili kurum ve kuruluşlar bu konuda alınacak tedbirler üzerinde çok ciddi olarak çalışmalarını sürdürüyorlar. Burada esas görev ve sorumluluk yüklenmiş olan kuramların başında aile gelir. Çünkü çocuk, Allah’ın ana-babaya en büyük ihsanıdır. Buna İlâhî emanet de diyebiliriz. Bu emanet ana- babanın olduğu kadar toplumun da evlâdıdır. İnsanlık için yetiştirilecek bir elemandır. Bunları ne kadar kişilikli, bilinçli, kendine güvenen, yapıcı, birleştirici ve sağlam karakterli yetiştirirsek o nispette geleceğimizi de sağlam temeller üzerine kurmuş oluruz. Çünkü onlar, kademe kademe geleceğin aydını, idarecisi, bürokratı, esnafı ve toplum hayatındaki iş bölümlerinin çeşitli yerlerinde görev alacak olanlardır. Kısaca; memleket hizmetini üstlenecek kimselerdir. Günümüz dünyası ise, değişen çağla beraber daha hızlı, daha baş döndürücü ve ürkütücü bir şekilde değişmektedir. O nispette de sıkıntılar ve problemlerle karşılaşıyor insan. O halde, bu hızı bizi ürküten ve düşündüren dünyada, yerini değişik statülerle alacak çocuklarımızın geleceğe iyi bir şekilde hazırlanmasında {13) görev, öncelikle aileye (ana-babaya) düşer. Millî, dinî ve İnsanî olan bu görev, her şeyden önce sevgi ve fedakârlık işi olduğu kadar, bilgi, dikkat, itina ve sürekli takip isteyen bir iştir.
Çünkü; günümüz dünyasında hızlı İlmî ve teknolojik gelişmelerin ortaya çıkardığı sanayileşme ortamı, geleneksel bu aile yapısını ister istemez önemli ölçüde etkilemektedir. Başka bir deyişle, ‘ hızlı kültür değişimi, ailenin temel unsurları olan kadın ve erkeğin rollerinde bazı değişmelere sebep olmuştur. Zaman süreci içerisinde aynı değişiklik çocuklara da yansıtılmıştır. Aile, sosyal çevre ve okul, çocuğun yetişmesinde etkili bir ortamdır. Ancak çocuğun en çok beraber olduğu ortam ailedir. Bu bakımdan çocuğun karakteri adeta ana-baba elinde yoğrulur. Disiplin, terbiye, iyi-kötü alışkanlıklar, kendine güven çevreden önce gelir.”(14) Burada, hemen ailenin geleceği bakımından çok önemli bir olguya işaret etmek de yarar olduğunu belirtelim. Çünkü bu olgu zaman süreci içerisinde çoğu kez hiç farkına varmadan aileyi büyük ölçüde etkilemektedir. Bu da, anne- babanın birbiriyle ve her ikisinin çocukları ile olan geleneksel ilişkilerinde değişiklikler meydana getiren görüntülü neşriyattır. Bununla günlük basın ve televizyonun, geleceğimiz ve büyük ümidimiz olan çocuklar üzerinde gerçekten büyük etkisinin olduğunu belirtmek istiyoruz. Çünkü bunların göze ve kulağa hitabeden en etkili iletişim ve eğitim araçları olduğunu biliyoruz. Bu yayınlar, gocuğun kişiliğinde aile de dahil olmak üzere diğer öğretim kutum veya vasıtalardan daha etkili olmaktadır. Hele yetkili ve etkili kimseler tarafından çocuğa gerekli kişilik kazandırılmadan veya kişiliğini henüz tamamlama döneminde çocuk, bu yayınların esiri haline gelirse onun karakter oluşumunu menfi yönden ne derece etkileyeceğini tahmin etmek güç olmasa gerekir. Çeşitli soruların zihninde yum aklandığı, arayışlar içinde olduğu, iyi ve kötü kavramların neyi ifade ettiğini bilmediği çağda bu yayınlar yoluyla çocuk, “lüks” hayata özendirilir, cazip tüketim malları “tüketim fırtınası” denilen şiddetli isteklere dönüşürse bu da, kişiyi ister istemez birtakım davranış sapmalarına hazırlar, (l5) Bu konuda birçok örnekler daha gösterilebilir.
Bizi biz yapan, millet olarak bizi ayakta tutan ve geleceğimize ışık tutan birçok değerlerimiz ile manevi kıymetlerimizin olduğunu biliyoruz. Bunlar, tarihin derinliklerinden gelen ve İslamiyet’le gelişip güçlenen sosyal değerler ve manevi bağlarımızdır. Bunları gelişen hayat şartlarının tahribatlarından korumak, ancak ortak kültürel tedbirler geliştirmekle mümkündür. Biz bununla doğrudan veya dolaylı yollardan eğitime katkısı olan kurum ve kuruluşların, aynı duygu ve düşüncenin ortak ürünü olan değerlerin üzerinde durulmasının gerekliliğini vurgulamak istiyoruz. Çünkü bunun gerekliliğine inanmamak, aksi bir tutum içinde olmak ise, sonucu toplumu ilgilendiren ve hatta, insanlığa kadar uzanan ailenin fonksiyonelliğini zayıflatmak demek olur. Bunun aile bünyesinde açacağı tahribat ve zarar dalga dalga çevreye yayılarak sosyal hayatı çekilmez hale getirir. Bütün insanlığı tehdit edecek bir noktaya getirir işi. Böyle bir olayın neticesi ise hüsran ve mutsuzluktur. .
Terbiye üzerinde yapılan araştırmalar gösteriyor ki, insanın en çok tesir altında kaldığı devre, çocukluk dönemidir. Bu dönemde kazandırılan alışkanlıklar ve davranışlar, sonraları toplumun yapısına da yansıyarak devam etmektedir. Onun içindir ki, sosyologlar, toplumu meydana getiren fertler, gençliklerinde iyi veya kötü nasıl yetiştiriliyorsa, bunların meydana getirdiği toplum da aşağı yukarı ona göre şekillenir, diyorlar. Her toplum normal olarak hayatın akışı içinde bir etkileşme süreci içindedir. Herkesin herkesten aldığı davranışlar ve alışkanlıklar vardır. Çünkü, buna ister düzensiz eğitim, ister etkileşim diyelim, bunu toplumsal olayların temelinde sıkça görmek mümkündür. Onun içindir ki çocuğun eğitiminde, insan karakterini oluşturan ilk ve önemli okul, aile yuvasıdır. Çünkü bu yana, sevginin en çok tadıldığı, geliştirildiği, gönlün açıldığı, alışkanlıkların kazandığı, düşüncenin geliştirilerek harekete geçirildiği ve karakterin iyi veya kötü yönde şekillendiği yerdir. Özellikle, çocuğun almaya ve öğrenmeye daha çok açık bulunduğu bu çocukluk döneminde ailesinden aldığı ilk alışkanlıklar ve davranışlar bütün hayatı boyunca devam eder.
O halde, ana-babanın, hatta milletin en değerli hazinesi olarak, yarınki toplumumuzu şekillendirecek olan çocuklarımızı, sağlam, karakterli, sıhhatli ve moral güçleri yüksek yetiştirmek için her aile, çocuk eğitimine gereği şekilde eğilmek zorundadır. Bununla birlikte, ona ilk temel formu veren aile yaşayışımıza da çok dikkat etmeliyiz. Çünkü çocuğun yanlış veya doğru düşüncelerinin gelişmeye ve şekillenmeye başladığı ilk yer aile yuvasıdır. Büyükler, onun için bir modeldir. Onlara benzemeye ve onları örnek almaya çalışır. Kısaca dünyaya tertemiz ve saf olarak gelen çocuk, her geçen zamanın, ona kazandırdığı niteliklerin tesirinde büyüyerek gelişir. Çeşitli olayların, onun küçücük ruhunda yarattığı tepkiler, benliğini oluşturur. Çocuğun ruhî hayatı, ruh sağlığı, ana-babanın, yakınlarının, öğretmenlerinin ve kısaca, çevresinin etkisiyle iyi veya kötü olarak gelişir. Günümüzde televizyonun da bu etkenler içinde olduğunu belirtmeliyiz. Öyle ise, çocuk eğitiminde, her an ahbaba bu gerçeği bilerek ona göre hem çocuğa örnek olmak, hem de yakın ilişkiler içinde rehberlik ederek iyi alışkanlıklar ve davranışlar, kazandırmak gibi sorumlulukların bilincinde olması gerekir. Bununla ailenin, özellikle okul öncesi çocuk eğitiminden başlayarak, her eğitim çağının mahiyetine uygun bir şekilde üzerine düşen görevi yerine getirmesinin önemine işaret etmek istiyoruz.
Sonuç olarak diyebiliriz ki ana babanın görevi, çocuğu dünyaya getirmekle bitmiyor, esas bundan sonra onun sorumlulukları başlıyor. Ana-Baba haklarının büyük oluşu, görev ve sorumluluklarının çok yüksek oluşundan dır. Bu görev ve sorumlulukları, çocuğun dünyaya gelmesinden itibaren başlayarak, onlar evlenip yuva kuruncaya kadar devam eder gider. Bundan sonra, ana-baba ve çocuklar arasındaki roller değişebilir.
Özetle denebilir ki, çocuğun istikbaldeki başarısını etkileyen, onun zayıf veya kuvvetli bir şahsiyete sahip olmasını hazırlayan birçok sebepler vardır. Bunları pedagoglar, en küçük ayrıntılarına kadar tesbit ederek ortaya koymuşlardır. Biz de onların görüşlerine dayanarak, çocuğa sağlam ve kuvvetli bir şahsiyet kazandırmak ve geleceğe en iyi şekilde hazırlamak için, her ana-babanın bu konuda takip edeceği metodu maddeler halinde ve kısaca belirtmeye çalışalım :
— Çocuğu gerçekten sevmek, ona yakın ilgi göstermek, onunla sürekli ilişki içinde bulunmak,
— Ondan sevgi, şefkat ve merhametimizi esirgememek,
— iyi örnek olacak aile yasayışımıza dikkat etmek,
— Onlara karşı sabırlı, şefkatli ve bağışlayıcı davranmak,
— Onların fizikî ve ruhî yönden sağlıklı gelişmeleriyle’ yakından ilgilenmek,
— Onları ilgi, istidat ve kabiliyetine göre, anlayışla eğiterek, geleceğe en iyi şekilde hazırlama imkânı sağlamak,
— Onları sadece bir yönüyle değil, bütün yönleriyle ele alarak iyi yetiştirmek,
— Onlara hayatı boyunca yaşayışını düzen içinde yürütme, çalışma alışkanlık ve disiplinini kazandırmak,
— Bu arada hayatın çeşitli problemlerine göğüs germesini öğretmeye çalışmak,
— Onları yapamayacakları, başaramayacakları ve erişemeyecekleri hayali hedeflere yönlendirmemek,
— Görev ve sorumluluk duygusunu geliştirmek,
— Millî ve manevî (kutsal) değerleri sevme, onları koruma bilincini vermek,
— Karşılıklı yardımlaşma, büyüklere saygı, iyi ahlâk gibi sosyal değerlerin korunması gerektiğini devamlı işlemek,
— insanlar arası ilişkilerde, daima iyilik, güzellik, hoşgörü, doğruluk ve dürüstlük üzere hareket etmeyi ideal bir prensip haline getirme bilincini geliştirme,
— Aileyi ve toplumu bozan faktörlerden, kumar, içki, sigara ve uyuşturucu madde alışkanlıklarının insan sağlığını tahrip ettiği ve dolayısıyla aile bağlarını zedelediğini kavratmak,
— İnsanın şerefli ve üstün bir yaratık olduğunun idraki içinde başkalarının hak ve hürriyetlerine daima saygı gösterilmesinin gerekliliği düşüncesini geliştirme,
— “Kendin için hoş görmediğini, başkaları için de hoş görmeme” bilincini verme,
— Ayrıca, kardeşler arasında da birbirine karşı kıskançlık beslemelerine sebep olan zemini hazırlamamak,
— Kardeşler arasında ayrıcalık yapmamak, eşitlikten ayrılmamak, dürüst davranmak,
gibi hususlar en başta gelenleridir.
1940 _ yılında Antalya’nın Korkuteli İlçesi Başpınar Köyünde doğdu. 1060 yılında Antalya İmam-Hatip Lisesi’nden, 1967 yılında A.Ü, İlahiyat Fakültesinden mezun oldu.
Diyanet İşleri Başkanlığı Taşra Teşkilâtında çeşitti kademelerde görev yaptı. Daha sonra İmam-Hatip Liseleri ve öğretmen okullarında öğretmenlik ve idarecilik görevlerinde bulundu.
Millî Eğitim Bakanlığı Din Öğretimi Genel Müdürlüğü’nde sırasıyla Şube Müdür Yardımcısı, Şube Müdürü ve Birim Müdürü olarak çalıştı.
Evli ve iki çocuk babası olan KARLIK, balen Din öğretimi Genel Müdür Yardımcısı olarak Görevini sürdürmektedir.
(1) Kur’an-ı Kerim; Bakara, 187.
(2) İbn-i Hamza, El-Beyan ve’tta’rif, S. 261. Ebu Davud, Tahare, 96 (Hadis No. 237)
(3) T, Çağatay, Günün Sosyolojisine Giriş, s. 248
(4) Türk Aile Yapısı, s. 3-4, VI. Beş Yıllık Kalkınma Plânı Ö.Î.K. Raporu.
(5) Kur’an-ı Kerîm; İsra, 23.
(6) Buhari, Edep 13; Ebu Davud, zekât 45, Tirmizi, Birr 9, 16.
(7) N.Ş, Kösemihal, Sosyoloji Tarihi, s. 112.
(8) Kur’an’ı Kerîm; Nur, 30.
(9) Kur’an-ı Kerîm; Nur, 31.
(10) Anılan Rapor, s. 2-3.
(11) Berki, A. Hikmet. 250 Hadis Tercime ve İzahı, s. 35, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınlan, Ankara, 1979.
(12) Müslim, K, ez. Zekât No: 40.
(13) Karlık, Hali!, MEB. Din öğretimi Dergisi, Sayı: 25, s. 10.
(14) Türk Aile Yapısı, s. 19.
(15) A.g.e., s. 19-20.