Makale

ŞİİRİMİZDE YUNUS’A BAKIŞ VE YUNUS EMRE SEVGİSİ ÜZERİNE

ŞİİRİMİZDE YUNUS’A BAKIŞ VE YUNUS EMRE SEVGİSİ ÜZERİNE
Hangi dönemde ve hangi toplum için düşünülürse düşünülsün, coğrafyaların ülkeleşmesinde, toprakların vatan haline gelmesinde, o vatan toprakları üzerinde milletlerin oluşmasında, devletlerin kuru­luşunda yalnız bilek gücü, maddi kuvvet ya da "alp ’lik yeterli de­ğildir. Alpliği tamamlayan .bir “eren”liğe, inanca ve iman gücüne, bu güçten ilhamını alan bir yüksek kültüre de ihtiyaç vardır. İşte Yunus Emre, bu yüksek kültürün temsilcilerinden biridir :
Hak’dan’gelen şerbeti içdük el-hamdülillâh
Şol kudret denizim geçdük el-hamdülillâh
Kurıyıduk yaş olduk kanatlanduk kuş olduk
Birbirimüze iş olduk uçduk el-hamdülillâh
Dirildük par olduk irkildik ırmağ olduk
Akduk denize tolduk taşduk el-hamdülillâh (1)
Yunus Emre’yi ister büyük bir mutasavvıf olarak değerlen dire- ilim, ister bir derviş olarak düşünelim, ister şair olarak ele alalım; onda gördüğümüz ilk ve önemli husus, kendisinde var olan “haki­; kat” ışığıdır:
Severem ben seni candan içeri
Yolum ötmez bu erkândan içeri
Tecellîden nasîb irdi kimine
Kiminün maksûdı bundan içeri
Şeriat tarikat yoldur varana
Hakikat ma’rifet andan içeri
Süleyman kuş dilün bilür didiler .
Süleyman var Süleymandan içeri (2)
Yunus Emre’nin dünya görüşünde, önce buğdayı tercih etmesine rağmen sonradan pişman olarak geri dönmesi ve buğday yerine “ir- şad”ı tercih etmesinin ibüyük payı vardır, kanaatimizce :
Bu dünyanın sevgüsi ağulı aşa benzer
Âhirin sanan kişi ağulı aşdan geçer
Ariflere bu dünya hayâl ü düş gibidir
Kendüyi sana viren hayâl ü düşden geçer (3)
Şeyhine kırk yıl boyunca odunun bile eğrisini getirmeyen Yu- nus’da “doğruluk” âdeta sembolleşmiştir :
“Kuli’l-hak” didi Çalab sözi toğru disene
Bugün yalan söyleyen erte utanasıdur(4)
Bir kılı kırk yardılar birin yol gösterdiler
Bu mülke gönderdiler ol yola düşüp geldüm(5)
Denilebilir ki bütün ahlâkî değerler, Yunus için, insanı gerçeğe ulaştıran, diğer bir deyişle âhiret yolunda birer vasıtadır. Bunlar arasında doğrunun ve doğruluğun Yunus’un şiirlerinde müstesna bir yer tuttuğu görülür. İlâhi devletin ancak bu yolla bulunacağından şüphe etmemektedir :
“Toğruluk bekleyen dost kapısında
Gümansız ol bulur İlâhi devlet”
Tanrı sevgisi ancak doğrulukla kazanılacaktır Yımus’a göre. Ve yine nefis denen düşmanın kalesinin doğrulukla yıkılacağına inan­maktadır :
“İnce sırat köprüsü sıfat imiş bu yolda
Dosta giden kişinin toğrulukdur çaresi
Kimde kim toğrulık var Hak Çalab anı sever
İki cihana yarar ol erün sermayesi
Toğrulık mancınıkı istiğfar taşıyıle
Toğru vardı atıldı yıkıldı nefs kal’ası”
Bu durumda, insanın tutacağı yol, doğruluk yolu olmalıdır. Bu yola girmek için Yunus’un ileri sürdüğü şartlar, eğriliğin bir yana bı­rakılması, kibir ve kinin gönülden çıkarılıp tevazuyla yola girilmesidir:
“Yol oldur ki Toğrı vara göz oldur ki Hakk’ı göre
Er oldur alçakda tura yüceden bakan göz değül”
Eğriliğin koyasın toğru yola gelesin
Kibr ü kini çıkargıl erden nasîb alasın
Ne versen elünile şol varur senünile
Ben idisem inanmazsın vancağız göresin
Toğru yola gitdün ise er eteğin tutdun ise
Bir hayır da itdün ise birine bindür az değül
Yunus Emre, gerçeği doğrulukta bulduğunu da şöyle açıklamak­tadır :
Anladum kendü halimi gözledüm toğn yolumı Dutdum ulular eteğin hazrete ben yitdim ahi
“Rısaletü’n-Nushiyye” adlı öğütler kitabının tavanını adeta doğ­ruluk üzerine Ören Yunus, son sözü yine doğruluğa getirir :
Aşıkdur toğruhğa toğru canlar
Toğrulığı bulur dostı sevenler
Sadıkdur toğrulıkda eyü kişi
Toğrulık eyü ider yavuz işi
Kamuya toğru dersin toğruyısan
Bulunmaz toğrulık sen eğriyisen
Yukarıdaki mısralardada görüldüğü gibi, insanların ardından , konuşmanın, yani gıybetin kötülüğüne karşı Yunus, yine doğruluğu tavsiye eder. Zamanın vefasızlığı kargısında acı duyan Yunus, doğ­ru bir dost için canım bile feda etmekten çekinmediğini dile getirir :
Zemâne vefaları cefâ gelür Yunus’a
Bir toğru yâr bulıcak fidi kılur canimi(6)
Yunus’da yiğitlik anlayışı, kaba kuvvette değil, özün güçlenme- sindedir. Yunus’un zaman zaman hayıflanması da özde yiğit olanlar içindir:
Yunus imdi var dek otur yüzüni hazrete götür
Özün gibi bir er getür hiç cihana gelmez ola (7)
Bu dünyada bir nesneye yanar içim köynür özüm
Yiğit iken ölenlere gök ekini biçmiş gibi(8)
İslâm’ın ilk emri olan “oku" kelimesi Yunus Emre’de gerçek anlamına kavuşur. O’na göre okumak, ilim tahsil etmek, cahilliği yok etmek, insanın kendini ’bilmesi, tanıması demektir. İnsan, kendini ta­nıdığı andan itibaren cehaletten kurtulmuş, gerçek sırra vakıf olmuş demektir:
İlim ilim bilmekdür ilim kendün bilmekdür
Sen kendüni bilmezsin bu nice okumakdur
Okumakdan ma’nâ ne, kişi Hakk’ı bilmekdür
Çün okıdun bilmezsin ha bir kuru emekdür
Okudum bildüm dime çok taat kıldum dime
Eri Hak ’bilmez isen abes yire yilmekdiir
Dört kitabım ma’nası bellidür bir elifde
Sen elifi bilmezsin bu nice okumakdur(9)
Birlik ilkesi Yunus’un şiirlerinde sık işlenen konulardım biridir. Huzur içinde yaşamak isteyenlerin dayanak noktası olan birlik ve beraberlik duygusu devletlerin yaşaması için de önde gelen şartlar­dan biridir. Bu duygu Yunus’ta gerçek ifadesini bulmuştur, özellikle
Yunus Emre ’nin yaşadı ğı dönemin içinde bulunduğu kaosu düşünürsek. ’büyük şairin birük ve beraberliğe çağrısının önemini bir kez da­ha anlamjş oluruz:
İkilikden usandum ışk tonunu tonandum
Derdün honıma kandum dermanım yağma olsun
Yunus ne hoş dimişsin bal u şeker yimişsin.
Ballar balını ıbuldum kovanım yağma olsun (10)
Binsen birliğe gel ikiyi bırak elden
Bütün ma’nâ bulasın sıdk u îman içinde (11)
Dost esrüği delüliğünâşıklar bilürneliğüm
Degşürüben ikiliğüm birliğe yitmeğe geldüm
Ben gelmedim da’viy içün beniim işim seviy içün
Dostun evi gönüllerdir gönüller yapmağa geldüm (12)
Sen ü ben olıcağız iş ikilikde kalur
Çıkduk ikilik evinden sen ben yağmaya virdük(13)
Mevlânâ’mn “hamdım, piştim, yandım” felsefesini yine Yunus Emre’de görmek mümkündür:
Tapduğun tapusmda kul olduk kapusında
Yunus miskin çiğidük piştük el-hamdülillâh (14)
Kültürümüzün temel taşlarından olan Yunus Emre, sosyal ha­yatın çeşitli safhalarında Örnek kabul edilmiş, sanatın çeşitli dalla­rına konu olmuş, operanın, tiyatronun, edebiyatın işlediği konular arasında yer almıştır, ilahileri yıllardır Tük insanının ağzından düş­meyen Yunus Emre, bir çok şairimize ilham kaynağı olmuş, yolun­dan gidilmiş, taklid edilmiş, şiirimizde bir ekol haline gelmiştir. Bu sebepledir ki bir çok şair, bu büyük mutasavvıfı şiirlerine konu yap­mış, felsefesini dile getirmiş, şiirleriyle Yunus’u abideleştirmiştir, iş­te biz bu yazımızda bazı şairlerimizin Yunus Emre için yazdığı, O’nu çeşitli yönleriyle düe getiren bazı şiirlerine yer vererek ele almayı düşündük.
Çünkü, Yunus Emre’nin, özellikle 1908’den sonra gelişen Türk Edebiyatı’nda, Türkoloji üzerindeki araştırmaların ilerlemesinin, milli vezin, milli lisan, milli nazım şekillerinin, milli konuların kul­lanılmasında, yeni nesle yol gösterici bir tesiri olmuştur. Bu devir şairlerimizin müşterek özelliklerinden biri de hayat ve eserlerinin karakterleri günbegün aydınlatılmakta olan halk şairlerinin türkü, koşma, mani ve destanlarını örnek alarak milli şiirler yazmış olma­larıdır. Eserleri Örnek alman Gevheri, Karacaoğlan, Âşık Ömer, Em­rah gibi meşhur saz şairleri yanında, bir mutasavvıf şair olarak da Yunus Emre başta gelir(l5).
Rıza Tevfik Bölükbaşı, Yunus Emre’nin kabrini ziyaretten son­ra, yine Yunus’un üslubunu taklid ederek şu güzel şiirini kaleme almıştır:
Yüce dağlar ardından
Deniz aşıru geldim
Evliyalar yurdundan
Selâm tapşuru geldim
Ulu bir şara vardım
Dosta armağanım var
Erenlerin bağından
Güller devşirü geldim
Boz bulanık bir çaydım
Aşk iline baş vurdum
Çalkalanıp safa buldum
Süzülüp duru geldim
Yunus’un toprağına
Vardım yüzüm sürmeğe
Sildim gönül pasını
Yunus ben aru geldim
Cuşa geldim çağlarım
Âşık oldum ağlarım
Canda coşan esrarı
Döküp taşunı geldim
Rıza Tevfik Allah’tan
Ayrılma ol dergâhtan
Ben kurtuldum günahtan
Eğriydim, doğru geldim (16)
Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, "Yunmuş Yunus” başlıklı gii- rinde Yunus’u gönül saflığı içinde dile getirir :
Yönelmiş O’ndan yana
Ki, ateş düşsün cana
Abestir özge mânâ.
Yunus yanmış demektir
Gök içre cümbüş visâl
Olmuştur, değil masal
Dokuz seyyâre misal
Yunus, dönmüş demektir.
Elinde aşk fanusu,
Geçerken okyanusu
Görenler var Yunus’u
Yunus, yunmuş demektir.
Türk Yunus, Derviş Yunus..
Dileğe ermiş Yunus,
Kendi de dermiş Yunus,
Yunus, kanmış demektir. (17)
Gençosmanoğlu, ruhunda mavera uğultuları, şuurunda şiir ça­ğıltıları, gözlerinde iki cihan göğünün parıltıları, alnında secde na­kışı, sırtında Temmuz sıcağı, yanaklarında gülücük, uğurlu ayağı ve muhabbet dolu kucağıyla Tapduk’un ocağını şenlendiren Yunus’a bir başka şiirinde şöyle seslenir
Ruhunda mâvera uğultuları
Şuurunda şiir çağıltıları
Gözlerinde iki cüıan göğünün
Parıltıları
Alnında secde nakışı
Sırtında Temmuz sıcağı
Çıkageldi toz-toprak ter içinde.
Sanki bir şey yanar, tüter içinde
Aşk.. Aşk., deyu deyu şeyda bülbüller
Öter içinde
Selam verdi fam eda eyledi
Bağır basıp, tam eda eyledi
Edeple, el pençe divan duruben
Arzı eda eyledi
Îlim yitiğimdir buraya geldim
Petek boş gerekmez, dolmaya geldim
Denildiği gibi olmaya geldim
Verecek şeyim yok., kayıtsız, şartsız
Almaya geldim..
Yanaklarında gülücük,
Muhabbet dolu kucağı
Dedim: Sefâlar getirdin
Gamı, gussayı götürdün
Misk amber kokan deminle :
Şol uğurlu kademinle
Şenlendi Tapduk ocağı
Yine der ki ulu Tapduk,
Dervişi biz Yunus yaptık
Damlaydı okyanus yaptık
Ne ucu var ne bucağı (18)
Şair Coşkım Ertepmar da, Yunus’un bahçesinde dolaşır ve bu bahçede sevgiyle açan gülleri serer Önümüze :
Yankısı şu dağlarda dilim var benim.
Duygu, düşünce gergefinde işlenmiş bunca yılım .
Sana ona
Bir çocuk saflığında uzanan
Dostluğu candan elim var benim...
Sevgi rüzgâr rüzgâr savrulurken içimden
Yalnızlığın ateş akan ırmaklarından geçtiin ben, .
Yine de gülümsedim dört bir yana..
Hep aynı ses dalgalandı kulaklarımda, ruhumda
Aşarak zaman perdesini,
Parmak dokunmamış bir sazda telim var benim..
Ondan almışım’bu sevgiyi,
Tunus’tan almışım
Dağıtırım tüketemem,. harcarım tüketemem..
Bitmez bu hazine bitmez derim
Şöyleşine zenginliğim
Şöylece saltanatım, şöyle halim var benim
Sıyrıldım bütün ağırlıklardan tüy gibi,
Şu ufuk suyunda mavi, şu ufuk yangınında közüm.
Işıkta, renkte, çizgide, gölgedeyim.
İki cihan içinde iki cihan olmuş gözüm
Yunus bahçesinde açılmış gülüm var benim...(19)
Tarık Kutlu, “Yunus Yunus” diye inlediği Dertli Dolap başlıklı şiirinde Yunus’u Cennet’te görür
Dilde Allah adı dilde
Ateş yanar ruhta kalpte’
Varırsa âlem huzura
Bir de Yunus var Cennet’te
Irmaklar Mevlâm der akar
Nergisler sümbüller kokar v
Âşıka Muhammed bakar
Bir de Yunus var Cennet’be
Söze gelir hep iyiler
Emre, Dertli gibi erler
Onlar Allah’a ermişler
Bir de Yunus var Cennet’te
Hak götürsün öyle yola
Vasıl olmak nasip ola
Dolapta verirsek mola
Bir de Yunus var Cennet’te (20)
Göktürk Mehmet Uytun, Yunus Emre ve Sonrası adlı şiirinde büyük mutasavvıfı adeta destanlaştırmaktadır. Yunus Emre’nin kö­yünden çıkışım, öküzlerini dağlara sürüşünü, dağlardan alıç toplayıp Hacı Bektaş Velî’ye götürüşünü, ısrarla istediği buğdayı alıp yeni­den nefes istemesini, Tapduk Emre’ye gidişini, kırk yıl onun hizme­tinde oluşunu, doğruluktan hiç ayrılmamış olmasını, bu sebepledir ki Yunus’un sevginin ve kardeşliğin sembolü olduğunu bir bir an­latır mısralarında:
Sarıköy ’de bir Türkmen düşündü uzun uzun,
Ve sonra öküzünü sürdü yüce dağlara.
Gözlerinde büyüdü yıllar “Birim Yunus”un,
Akıl erdiremedi gönüldeki bağlara.
Hacı Bektaş Veli’ye nasıl gitsin eli boş,
Dağdaki ağaçlardan alıç topladı bir bir.
Yüreğinin başına gelip oturdu tekbir.
Vardı ulu kişinin huzuruna dikildi,
Alıçları getirip ortaya bıraktılar.
Perişanız Hünkârım, köycek hep açız” dedi,
Huzurunda bulunanlar birbirine baktılar.
Buğday mı istiyorsun? Nefes vereyim sana
Uzak yoldan gelmişsin, hele var git bir düşün
Kararını verince gene uğrarsın bana,
Gönül bağıdır bunlar, şakası yok ’bu işin.”
Başı döndü Yunus’un nefesi anlamadı
Buğdayını alarak yollara düştü yine.
Yüreğinde usulca bir şeyler kımıldadı,
Dönmek istemiyordu ödediği köyüne.
Yunus’u yeni baştan huzura çıkardılar.
Kararlıydı bu sefer nefes isteyecekti.
Hünkâr’m önünde etrafını sardılar,
Bağışla beni pirim, bağışla diyecekti.
Taptuk Emre bakacak bugünden sonra sana,
Kalbin anahtarını ona verdik bunu bil..
Durma, eğlenme burada, koş artık Sultanına,
Gözlerinin yaşım gönül Sultanınla sil.
Yol göründü Yunus’a, yürüdü, dağlar aştı,
Vardı Taptuk Emre’nin ellerine sarıldı.
Unuttu bu dünyayı manayla kucaklaştı
Ne bir tek gönül kırdı, ne kimseye kırıldı.
Hak yoluna yöneldi, gece-gündüz çalıştı,
Sevelim, sevilelim, kardeş olalım dedi.
Kırk yıl boyu her yerde, her çileye alıştı.
Başı hep secdedeydi, az uyudu, az yedi.
İmanıyla ummandı, sevgisiyle güneşti,
Kine, gayza düşmedi, hayatında bir kere.
Sakarya kıyılan Yunus’la bütünleşti,
Yunus’la yeni baştan umut dolu kalplere.
Koca Yunus hep sustu, çevresini dinledi,
Hak aşkıyla tutuşan, yanan bir muma döndü.
Sular gibi çağladı, dolaplarla inledi,
Akan göz yaşlarında nice ateşler söndü.
Suskun Yunus, Şeyhinden destûr aldı konuştu,
Dili çözüldü birden berrak su gibi aktı
Mevlâm tamam deyince Yunus kuş olup uçtu,
Sevgiyi, kardeşliği bize miras bıraktı.
Boşuna aramayın mezarım toprakta,
İnanan her gönülde bugün bir Yunus vardır.
Belki yanı başında belki biraz uzakta,
Allah diyen her dilde mutlak pir Yunus vardır, (21)
“Yan Dedi Bana” başlıklı şiirinde Refet Körüklü, dağ, taş, de­re, tepe Yunus’u arar fakat gönlündeki Yunus’u bulabilmek için de Allah’a "na zaman Yunus’u bulacam Tanrım” diye yakarır :
Yunus ateş verdi “yan" dedi bana
O günden bu güne yanar ağlarım
Döndüm dağ başında gezen dumana
Ne zaman Yunus’u bulacam Tanrım.
Yunus’u sabır teşbihime dizmişim
Dağ dağ duman duman gezmişim
Şu tatlı canımdan artık bezmişim
Ne zaman Yunus’u bulacam Tanrım.
Yunus şurda, Yunus burda dediler
Yıllar var ki diyar diyar’ ararım
Cümle sevdiklerim göçüp gittiler
Ne zaman Yunus’u bulacam Tanrım.
Yunus sazın alıp cevap ver bana
Şimdi hangi elde gezip durusun
O sazının telini ger de rüzgâra
Seni senden alıp bize duyursun..(22)
M. Halisiddin Kukul, Sonsuzluk Merdiveni’nde, Hacı Bektaş Veli- Yunus ve Tapduk Emre üçgeninde Yunus’u anlatın Akıcı bir üslup­la, Yunus’u köyünden alır, Hacı Bektaş’a götürür, himmete muhtaç olan Yunus’u Taptuk’un dergahına bırakır ve “Yunus Emre” olu­şunu dite getirir:
Gönül hoşsa bir diyarda
Kol bükülür baş mı düğer?
Mahsur kalsa bir hisarda,
Gözden damla yaş mı düşer?
Hüküm acı, yüküm alıç
Gönül dostu çağır beni.
Yok ekinim bomboş sarnıç
Tut elimden kaldır beni.
Yolu yürüt, dağı aşır
Su içir duru pınardan
Alemler bende kaynaşır
Kâh soğuktan, kâh kaynardan.
Hacı Bektaş-ı Veli’sin ,
Geldim sığındım kapma
Bu illerin erenisin
Kabul eyle divanına
Dileğim şu arz edeyim.
Ne ekinim ne mülküm var.
Pek de garip bir kimseyim
Bana yardım lütfet hünkâr.
Buğday versen alıcıma
Sevindirsen bu garibi
Merhem sürsen her acıma
Dinse yüreğimde tipi
Şifa Hak rızası için,
Lâkin sana nefes gerek
Gönülleri yapmak için,
Yeni bir his, bir ses gerek.
Benden iste; bire on al.
Nefes karın doyurmaz ki.
Boş sözlere olma hamal.
Aç açma durulmaz ki.
Yunus’u nefes alması için tekrar ikna etmek isterler :
Çekirdeğe de mi değmez?
Tanesine on verelim
Çoluk-çocuk aç beklemez
Boş soluğu neyleyeyim.
Fakat, buğday almak için ısrarlı olan Yunus’un çuvalları buğ­dayla doldurulur;
Öküze yüklendi buğday
Yunus yola revan oldu
Geçildi dere tepe çay
Yüreğine bir hâl oldu.
Vilâyet erine vardım
Gafil oldum nasibine
Gururlandım, yakarmadım
Diz çökmedim eşiğine.
Mahrum kaldım himmetinden
Dönmeliyim hemen geri.
İzzetinden, hikmetinden
Almam gerek nasipleri.
Yunus, bu düşüncelerin ardından hemen Hacı Bektaşî Veli’nin dergâhına döner, kapısına varır.
Arz edildi hâl Velî’ye
Vakit geçti, şimdi olmaz.
Anahtar Tapduk Emre’ye
Verilmiştir, O’ndadır haz,
Ne alıcı, ne buğdayı
Düşünür oldu o anda.
Tutuştu gönül sarayı
Bu ulvi aşkla dolanda.
Niyetimde temiz, safım
Gönlüm sonsuzluğa vurgun.
Surla çevrilse etrafım
Göl değilim kalmam durgun.
Yol yürüdü aç ve susuz
Dura dura, sora sora
Nefsini ezdi sorgusuz.
Çilesi çok sıra sıra.
Düştü bir aşkın peşine
Bir mukaddes hazzı tattı
Kavuşunca mürşidine
Olanları hep anlattı:
Selamlarını getirdim
Hacı Bektaş-ı Veli’nin
Ben ki nefsime esirdim
Oldum çiği aşk selinin.
Tapduk Emre’ye hâl malum
Dedi: "Hizmet et, nasip al"
Ne iş olursa kabulüm
Olmaktansa kör ve topal.
Şair, şiirinin bu bölümünde, Yunus’un doğruluk felsefesini dile getirir ve halkın doğru odun taşıma hadisesinde efsaneleştirdiği Yu­nus’un tekkeye hizmeti konusunu anlatır :
Tapduk tekkesi ardında Bir dağ var ki koca orman Odun keser ve sırtında,
Taşırdı Yunus durmadan.
Yaz demedi, kış demedi.
Ne gündüz dedi, ne gece.
Uyumadı, dinlenmedi
Hep düşündü ince ince.
Ne yaş kesti, ne de eğri
Tam kırk yıl sürdü bu çile.
Her doğan günün seheri
“Yunus" dedi ilden ile.
Gönlü açıldı Yunus’un
Gözlerinden kalktı perde
İçinde bir okyanusun
Kulaç attı enginlerde.
Erdi hakikat sırına
Hünkârdan aldı nefesi
Her zamanın yarınına
Yankılandı duru sesi
Gönül hoşsa bir diyarda
Kol bükülür baş mı düşer
Mahsur kalsa bir hisarda
Gözden damla yaş mı düşer (23)
Şair, Yunus Emre’nin menkıbevi hayatının yanı sıra gönül fel­sefesini, inancını, sevgisini, tasavvufî heyecanını da anlatır mısra­larında :
Yolların ucunu ucuna bağla
Göğüs kafesime sığsın kâinat
Kuşat çevremizi rengârenk ağla,
Hırslara, kinlere, nefrete inat.
Örtsün karanlığı nurdan perdeler
Dalga dalga iman sır içinde sır
Bir muzaffer haz ki mermeri deler,
Yürekte merhamet alında nasır
Nasıl ki baharda yer buğu buğu
Tellenir kokular serinliklerde.
Ve çimlenir tohum yarar kabuğu
Magmadan arşa dek derinliklerde.
Gönlümüze düşen kaçıncı cemre,
Kaçıncı çırpınış, kaçıncı seher
Hakk’a giden yolda ey Yunus Emre
Daim muhabbeti rüzgârın eser. (24).
Rıza Ümit, bir derviş edasıyla yazdığı manzumesinde Yunus’un güzelliklerini sıralar, pirine olan sevgisini dile getirir ve piri Yunus’a şöyle seslenir:
Ey dost, ey can, ey dervişim,
Söylen nice halettir bu
Sen bir derya, sen bir umman
Ben tasında bir damla su.
Hû Sultanım, Yunus’um hû
Ey benim içre canım,
Tek önderim, tek sultanım
Her şeyim, her şeyim benim.
Dervişim hû, Yunus’um hû..
İşte geldim bas bağrına,
Koştum ilâhî çağrına
Koydum başımı uğruna
Her dem Allah deyu deyu
Dervişim hû, Yunus’um hû..
Akar sulayın çağladım
Dost dost deyü ağladım
Umudum sana bağladım
Dervişim hû, Yunus’um hû..
Aşkıma Çalap tanıktır
Bağrım ezelden yanıktır
Sensiz dünyam karanlıktır
Nefsimde bir kemter pusu
Dervişim hû, Yunus’um hû..
Ben ne gedâ ne uluyum
Aşk bendesi, yâr kuluyum
Senin derdinden deliyim
Dervişim hû, Yunus’um hû..
İnanmışım sana belli
Aşkın kılmış beni deli
Ey yüce pir, koca velî
Yitirdim gümüni, usu
Dervişim hû, Yunus’um hû..
Ben, senlik benlik şarını
Yıkıp eyledim zannı
Göster gayrı dîdânnı
Dervişim hû, Yunus’um hû..
Benden özge kemter m’ola
Senden uca bir yâr m’ola
Yolunda ölsem ar m’ola
Yamp burulu ıburulu
Dervişim hû, Yunus’um hû..
Bülbül olubeni öttüm
Daim züht-taat ettim
Gayrı koşup sana yettüm
Dervişim hû, Yunus’um hû..
Yirmi yıldır yan yan dedin
“Benim aşıma ben” dedin.
Şol Rıza’na kurban buldun
Yuca Çalabın uğruna
İşte geldim bas bağırma.
Bitsin bu hicran kaygusu
Dervişim hû, Yunus’um hû(25)
Muhsin İlyas Subaşı, “İlâhi şualar menbağı olarak gördüğü Yunus’u, toprakta ya da gülde değil gönlünde bulur. Ayrıca aşk-ney- tasavvuf üçgeninde Mevlânâ ile Yunus Emre’yi buluşturur "Kıta­larda Yunus Emre” başlıklı şiirinde :
Ruhun tasavvufu içtiği çeşme,
Bende kervanının geçtiği diyar,
İlâhi Şua’lar menbağı Yunus,
Aşkın Hadim’liğe seçtiği Baki..
Bırakın Niza’yı gelin buraya
Yunus ne toprakta, ne gülde yatar.
Dinleyin bu sözü, bakın oraya
Yunus sonsuzlukta gönülde yatar..
Aşkı Mevlânâ’da arayıp buldum
Neyinden dinledim şarkılarım
içtim tasavvufu ben yudum yudum,
Okudum Yunus’un sayfalarını... (26)
Mevlüt İhsani, Hakk’a doğru açan bir çiçek olarak teşbih ve tasvir ettiği Yunus Emre’nin Eyyüp sabrı sayesinde şeyhinden el aldığını, Mevlânâ aşkıyla aşklandığmı, yandığını ifade eder Yunus Emre başlıklı şiirinde:
Yunus Hakk’a doğru açan bir çiçek
Sözü şirin dili baldır Yunus’un
Erenler râhından ölmeyen gerçek
Arzusunda elif daldır Yunus’un
Pirine sadıktı, severdi içten
Yüklerdi sırtına çamdan, ardıçtan
Dönmezdi geriye atsaydı taştan
Güzel ahlâk bu kemaldir Yunus’un
Eyyub’un sabrından almış götürü
Kâinat görüşü Mevlânâ türü
Severdi herkesi Haktan ötürü
Hakk’m lütfü bu ahvâldir Yunus’un
Ona lütfeyledi Gani Çelebi
Dolmuştu nur ile gönlünün kabı
Hakikatin rafı aşkm dolabı
Arzusunda tek cemaldir Yunus’un
Aldı himmetini Taptuk Emre’den
Ak İle karayı ayırdı den den
Gönül gözlerim açmıştı tenden
Hakikati bir hilâldir Yunus’un
Dolanmış her yanı Hakk’ı överek
Ağlayı sızlayı bağrın döverek
Mal devlet istemem bana sen gerek
Aradan perdeyi kaldır Yunus’un
Yunus Emre’nindir tâ ezel baştan
Sürdü arabayı Hacı Bektaş’tan
Taptuk pay ayırdı yediği aştan
Pahası yok devlet maldır Yunus’un
Yolundan aynlma gel Mevlüt îhsân
Cümleye lütfeden Cenâb-ı Süphan
Ne Cennet istedi, ne huri gılman
Arzusunda -başka haldir Yunus’un (27)
Şair Yalıya Akengin, “Gel Gör Bizi Yunus Emre” başlıklı şiirin­de, insanların dar kalıplar içinde dar (boğazlara saptığını, düşüncele­rin kemirildiğini, uygarlık adına maddeye tapıldığını, gönüllerin ve dolayısıyla sevginin yok edildiğini ve Yunus’a, Yunus’un sevgisine en çok muhtaç olunan bir çağda yaşanıldığı bir bir anlatmaktadır :
Dar kalıplar içinde dar boğazlara saptık
Beynimizi kemiren bir çağdayız artık
Kurşuna dizildi gönlümüz insanlık adına
Kurtuluş arayıp maddeye taptık
Uygarlık adına
Bizden içre bizi unuttukça
Duyuşlarımıza ağu katan düşünceler,
Gel gör bizi taş eyledi
Yayılsa bir yol nefesin
Körelmiş gönül-gözlerine ilaç olurdu
Bir yol bulup girse içimize sesin
İnsan olma kıvancı
Başımızda taç olurdu
Ruhsuz ellerde çanlar acı acı
Hep ilim adına çaldı
Gel gör -bizi boş neyledi
Çıksam doruklara sorsam
Hangi ufuklardan gördü Yunus Emre’m
Yeryüzü cennetinde Tuba dallarım
Kardeşlik muştulanyla her güne girsem
Pusu diye düşünmesem her yarım
Şimdi dostluk, özgürlük
İnsanlık adına robotlar bölük bölük
Gel gör gönlümüzü kış eyledi (28)
Aşık Feymani, Hakk’ı Yunus’ça aradığım, nefsini Yunus’ça kı­nadığını, sözünü Yunus’ça söylediğini, yüzünü Yunus’ça sürdüğünü, düşkünün halini Yunus’ga sorduğunu, gafletten Yunus’ça kurtuldu­ğunu, kardeşliğin Yunus’ça olması gerektiğini, cahilliğe Yunus’ça karşı durulabileeeğini, sevgi ateşinde Yunus’ça pişmenin lazım oldu­ğunu ve zamanın kötülüğüne karşı Yunus’ça birlik-dirlik içinde olun­ması gerektiğini belirtir “Bizim Yunusça” başlıklı şiirinde :
Her varlıkta Hakk’ı arar ’
Gözüm Yunus’ca Yunus’ca
’Kınarsa nefsini kınar
Özüm Yunus’ca Yunus’ca
Kâinat denen mânâyı
Arzularım dost olmayı
Benliğe saldı hay fcayı
Sözüm Yunusça Yunusça
Teslim ettim varım ere
Hizmet eyledim bir pire
Baş indirdim sürdüm yere
Yüzüm Yunusça Yunusça
El ele Hakk’a varalım
Kemlik yarasın saralım
Düşkünün halin soralım
Bizim Yunusça Yunusça
Ey gafü gafletten ayıt
Dertsiz baş bostana hoyuk
Taşı etti oyuk oyuk
Bizim Yunusça Yunusça
Bu aalim nefsim kararsız
Akrepten yılandan arsız
Vahşiyi eder zararsız
Azim Yunusça Yunusça
Acı dil cahil bağrıdır
Taşa değse de ağrıdır
Kardeşliğe bir çağrıdır
Tezim Yunusça Yunusça
Dost ararız akşamlan
Sevgi siler evhamları
Pişirir nice hamlan
Közüm Yunusça Yunusça
Bir Aşık Feymânî olduk
Gâh çağrıldık gâh kovulduk
Birlikte dirlikte bulduk
Çözüm Yunusça Yunusça (29)
Feymâni, ayrıca Yunus’u sevdada, dünyada, deryada, mânâda, semada, dâvâda, rızada, sefada, revada, rüyada ve nihayet Mevlâ’da gördüğünü anlatır “Yunus Gibi” başlıklı bir başka şiirinde.
Aşk ile mestane olmuş
Yunus’u sevdada gördüm
Bekadan mekâna gelmiş
Yunus’u dünyada gördüm
Bir dem bulutta eğlendi
Yağmur olup yere indi
Buhardan rahmete döndü
Yunus’u deryada gördüm
Arzu fidanlan soldu
Kabil-i feyz ile doldu
Gözümüz gönlümüz oldu
Yunus’u manada gördüm
Her şey Yunus’ta var oldu
Yunus’ta hakla sır oldu
İsim cisim ten bir oldu
Yunus’u Mevlâ’da gördüm
Melekler merhaba dedi
Vasfım beyan eyledi
Mislinde âşık gelmedi
Yunus’u semada gördüm
Aşk yolunda en baştaydı .
Pir görünür genç yaştaydı
Benlik ile savaştaydı
Yunus’u dâvada gördüm
Gâh çiçek oldu gâhi bal oldu
Gâh yolcu gâhi yol oldu
Gâh hak oldu gâhi kul oldu
Yunus’u dünyada gördüm
Coştu yüreği sevince
Dervişlik onun gönlünce
Değişti fikir düşünce
Yunus’u rızada gördüm
Hizmet fırınında pişti
Yolu Taptuk’a erişti
Herkes ona öz kardeşti
Yunus’u sefada gördüm
Feymâni’ye cevher sattı
Dostluk elini uzattı
Bunu kendisi anlattı
Yunus’u rüyada gördüm (30)
Edebiyatımızın güçlü şairlerinden Faruk Nafiz Çamlıbel ise Hakk’ın gönüllerde yaşatılması hususunda Yunus Emre’nin tesirin­den söz ettiği “Yunus’un Aşkı” başlıklı şiirinde, büyük mutasavvı­fın Vahdet ilkesi işlenmekte, dervişlerin ağzında ve halkın dilinde Yunus’un İlâhilerinin hiç eksik olmadığı belirtilmekte, insanların “so­numuz toprak” diye hayıflandığı bir ortamda Yunus’un her yolun sonunda Hakk’ı görmüş olmasının ulaşılması güç bir mertebe oldu­ğu ifade edilmektedir.
Aşkını duyduğum gün “Göynümctedir yâr” dedin,
Yârini görmeyince ağladın uzak diye
Vücut oldun, canım şimdi Mevlâ belledin,
Bülbül oldun, güllere yandın sonra Hak diye.
Aleme göz yumunca vardı Ondan haberin
Göz açınca örtüldü perde perde her yerin
Nice derviş ağzında senin ilahilerin
Ardın sıra gezdiler Hakk’a ulaşsak diye.
Kalbini gösterirdin birini sorsalardı,
Kendisi yoksa bile yârinin aşkı vardı
Senin gözünde Yunus, her yol Hakk’a çıkardı
Titriyorken. biz bugün “sonumuz toprak” diye. (31)
Deveüli Âşık Ali Çatak, “Yunus gibi” redifli şiirinde Yunus Emre’yi çeşitli yönleri ve özellikleriyle dile getirmektedir :
Allah Allah diye gezer
Hak’tan hakikati sezer
Sabrı ile nefsin ezer
Gelmez bir can Yunus gibi
İçip badesini kandı
Dumansız ateşe yandı
Daim Mevlâ’ya inandı
Gelmez bir can Yunus gibi
Sadıkların odur pîri .
Gönüllerde büyük yeri
Hak yolunun gerçek eri
Gelmez bir can Yunus gibi
Ondaki dil gayet sade
Öztürk’çe bütün ifade
Tasavvuf ilmi ziyade
Gelmez bir can Yunus gibi
Huda’nın ateşi sönmez
Akar göz yaşlan dinmez
Kendi fani ismi ölmez
Gelmez bir can Yunus gibi
Aşık Çatak al cevheri
Aşk ateşi yaksın seri
Cihanda gözümün feri
Gelmez bir can Yunus gibi (32)
Şairler Sultanı olarak da ¡bilinen son dönem Türk Edebiyatı’nın güçlü kalemlerinden Necip Fazıl Kısakürek, “Yunus Emre’ye” baş­lıklı şiirinde, sevgiden uzak yaşanan dünyada sevgiye ulaşan yolun Yunus’un gittiği yol olduğunu ¡belirtmekte ve ancak Yunus’un peşin­den giderse sevgiye, gerçek huzura, gerçek kurtuluşa varılabilece­ğini vurgulamaktadır:
Kaç mevsim bekleyim daha kapında
Ayağımda zencir, boynumda kement.
Beni de piştiğin eza kabında
Kaynata kaynata buhâra kalbet.
Bekletme Yunus’um bozuldu bağlar
Düşüyor yapraklar, geçiyor çağlar
Veriyor ayrılık dolu semâlar
İçime bayıltan acı ıbir lezzet.
Rüzgâra bir koku ver ki hırkandan
Geleyim izine doğru arkandan
Bırakmam tutmuşum artık yakandan
Medet ey şairim, Yunus’um medet... (33)
Aşık Emini, Yunus Emre’nin yolunda akan seli, maşukuna ka­vuşturan yolu, Tapduk’un kapısında düi, cennette ah, bahçesinde gülü, aşk sahrasında gölü, çiçeğinden alınmış balı ve sevgi çayları­nın döküldüğü gölü olmak ister “Yunus Emre’m" başlıklı şiirinde :
Mevlâ’nın aşkıyla kaynayıp coşan
Selleri olsaydım Yunus Emre’nin
Âşık olup maşukuna kavuşan
Yolları olsaydım Yunus Emre’nin
Bektaş-ı Velî’ye niyazbend olan
Pirin dergâhından himmetin alan
Tapduk Emre kapısında yalvaran
Dilleri olsaydım Yunus Emre’nin
Nice erenlerle eylemiş ülfet
Gönlünde var etmiş kutbi kudûret
Kendisi dünyadır gönlü bir cennet
Allan olsaydım Yunus Emre’nin
Zâhir bâtın âlemini okuyan
İlim tezgâhında ipek dokuyan
Asırlardır bülbül gibi şakıyan
Gülleri olsaydım Yunus Emre’nin
Tasavvufu tamam etmiş bitirmiş
Arif-i kâmilden haber getirmiş
Aşkın sahrasında varmış oturmuş
Çölleri olsaydım Yunus Emre’nin
Ululara ikrar vermiş bağlanmış
Aşk oduna sinesinde dağlanmış
İlim çiçeğine konmuş eğlenmiş
Ballan olsaydım Yunus Emre’nin
Eminî’yim binbir türlü hâl olmuş
Gece olmuş gündüz olmuş çöl olmuş
Bulut olmuş yağmur olmuş çöl olmuş
Gölleri olsaydım Yunus Emre’nin (34)
Gürünlü Aşık Gülhânî, "Yollar incinmemiş’’ başlıklı şiirinde, Yunus Emre’nin yüksek meziyetlerini sıralamakta, büyük mutasav­vıfın ömrü boyunca diliyle hiç bir insanı incitmeden birliğe-dirliğe çağırdığını, kolları incitmeden sevgi hamurunu yoğurduğunu, büyük coğrafya parçasında gezdiği hâlde yollan incitmediğini, aşkın pota­sında yandığı halde külleri incitmediğini, dahası Hak’tan aldığını halka serpen bu insanın kulları incitmediğini anlatır :
Birlik için insanlan çağırmış
Diller incinmemiş Yunus Emre’den
Kırk yıl sevgi hamurunu yuğurmuş
Kollar incinmemiş Yunus Emre’den
İlâhi bir duygu gelince cana
Titredi vücudu düştü bir yana
Açıldı yelkenler daldı ummana
Yeller incinmemiş Yunus Emre’den
Çekilince yaylaların ’dumanı
Yunus’u özlermiş çayır çimeni
Türkistan, Hindistan, Halep, Yemen’i
Yollar incinmemiş Yunus Emre’den
Gönlüne düşünce Mevlâ yangısı
Vücudunu yakmış tek bir çıngısı
Kalpleri delermiş aşkın süngüsü
Elleri incinmemiş Yunus Emre’den
Muhabbetin küpü sevgi kazam
Ne güzel sağlamış dirlik-düzeni
Dünya takdir etti ’böyle ozanı
İller incinmemiş Yunus Emre’den
Birlik için ileriye yürümüş .
Gariplere kanat açmış korumuş
Aşkın potasında yanmış erimiş
Küller incinmemiş Yunus Emre’den
Gülhâni’yim hayran oldum huyuna
Eşitlik getirdi benlik köyüne
Dokunmadı bir canlının tüyüne
Kullar incinmemiş Yunus Emre’den (35)
Âşık Kemâli Bülbül, Yunus Emre’yi aradığını, fakat Yunus’u maddede değil, mânâda bulduğunu, illerde, köylerde değil kendi, gön­lünde bulduğunu ve yine Yunus’u şükürlerde, zikirlerde ve sabırlar­da bulduğunu anlatır “Yaşayan Yunus” başlıklı şiirinde :
Maddede ararken manada buldum
Aşkın divanesi Yunus Emre’yi
Kalplere gizlenmiş tenhada buldum
Dinin dil danesi Yunus Emre’yi
Aç açık sersefil yolu yürüyen
Od’unun gereği dalı sürüyen
Yüz göz ıslanırken dili kuruyan
Şükrün şahanesi Yunus Emre’yi
Geceli gündüzlü Hakk’ı zikreden
Onu düşünerek bunu fikreden
Çileyi çektikçe gene şükreden
Sabrın dürdanesi Yunus Emre’yi
Cenab ı Allah’tır âh ile vâhı
Yalan yanaşmaz kelamda sahi
Mevlütte İlâhi doğada dahi
Zikrin mestanesi Yunus Emre’yi
Kemâli Bülbül’sem ötmek gerekir
Aşkından aşkıma katmak gerekir
Yürüdüğü yoldan gitmek gerekir
Dostlar dost hanesi Yunus Emre’yi(36)
Âşık Hasreti, “Yunus’um” başlıklı şiirinde, gönüllere mihman olan Yunus Emre’nin bütün fertler tarafından sevildiğini belirtmekte ve doğrulukta kılı kırk yaracak kadar hassas olan Yunus’un bütün dünya insanlarına örnek teşkil edecek bir kişiliğe sahip olduğunu anlatmaktadır:
Kudretten okudun pinhan künyeyi
Özünde seyrettim sırr-ı aynayı
Nice canlar ölçtü biçti dünyayı
Kırka boldü kırkı Yunus’um benim
Aşkın közü üe yanıp tutuşan
Sadıkların kervanına yetişen
Seher vakti Allah deyü ötüşen
Bülbüllerin gülü Yunus’um benim
Sırrullahtı petekteki arıdan
Ziyasmda karanlığı arıtan
Ah çektikçe dağı taşı eriten
Göz yaşının seli Yunus’um benim
Derviş Yunus Emre yıldız nişanın
Her kelamda Hakka’ çağrı lisanın
Senin benim insanlığın insanın
Tüm dünyanın malı Yunus’um benim
Der Hasreti bu sır hayli derindi
Zahir gezdi bir esrara büründü
Hak ile Hak, yâr ile yâr göründü
Cezb-i aşkm kulu Yunus’um benimi(37)
Ozan Rehberi, İlahî aşk ile yanmış olan Yunus’un gerçek sevgi­nin, gerçek dostluğun örneği olduğunu, birlik ve beraberlik içinde yaşayabilmek için Yunus gibi manevi önderlere toplumların ihtiyacı bulunduğunu dile getirir “Oan Yunus” başlıklı şiirinde :
İlâhi aşk ile yanıp tutuşan
Emrem Yunus koca Yunus can
Yunus Sevginin dostluğun gerçek örneği
Emrem Yunus koca Yunus can Yunus
Senin ile bütünleştim özümde
Yolda belde destan ettim sözümde
Kalemimde defterimde yazımda !
Emrem Yunus koca Yunus can Yunus
Hakk’ın kelamında birlik olansın
İnsanlara örnek dirlik olansın
Kudretin balına arlık olansın
Emrem Yunus koca Yunus can Yunus
İlim sensin irfan sensin yol sensin
Gerçekleri tarif eden dil sensin
Dostluk bağlarında açan gül sensin
Emrem Yunus koca Yunus can Yunus
Hacı Bektaş Taptuk Emre elinde
İrşat oldun Hak kelamı dilinde
Sevgiyle yürüdün birlik yolunda
Emrem Yunus koca Yunus can Yunus
Asırlardır yaşıyorsun dillerde
Türlü türlü çiçek açan dallarda
Adın anılıyor san tellerde
Emrem Yunus koca Yunus can Yunus
Güneş gibi doğdun yollarımıza :
Güzellik getirdin dillerimize
Sevmeyi öğrettin kullarımıza ;
Emrem Yunus koca Yunus can Yunus
Bütün insanlığın aşığısın sen
Gönül kapısının eşiğisin sen
Ozan Rehberi’nin ışığısın sen
Emrem Yunus koca Yunus can Yunus (38)
Yaptığı çalışmalar ve yazılarıyla Türk Edebiyatına büyük kat­kıları olan Ahmet Kabaklı da “Yunus’un Gülleri" başlıklı akıcı şii­rinde “erenler katında açan Yunus’un güllerinden” söz eder :
Bütün düşüncem başka olup
Hayâlde canan yelende
Can sohbeti kumlanda
Yedi felekler aşk olup
Münafıklar yorulanda
Hal dilinden gül dalından
Taksirimiz sorulanda
Yedi zemin yardanda
Sarmaşık kavak dalında
Canan diye satılanda
Yetmiş bin bahar renk olup
Bir çiçeğe karılanda
Bir gönüle on bin yara
Acıtmadan vurulanda
Şol kâinat secd’eyleyü
Can Çalab’a verilende
Bu mesel içre halimiz
Bir yüceden görülende
Denir erenler katında
Açar gülleri Yunus’un (39)
Halide Nusret Zorlutuna, Tunus’a olan hayranlığını ve sevgi­sini bir çok şiirinde dile getirmiştir. Şair, hasretinin rüzgarını din­dirmek İçin Yunus’u bulmak, “tayy-ı mekân” ve “tayy-ı zaman” içre Karaman’a ulaşmak ister “Yunus’a Hasret” başlıklı şiirinde :
Esiyor hasretin rüzgârı yine serde
Pirim bir deva yok mu beni yakan bu derde
Göster kerametini, yakın olsun ıraklar
Bir göz yumup açınca varayım Karaman’a
Vuslatın şarabını içeyim kana kana
Ruhumu sarsın yine özlediğim o bahar
Yahut sen bir geliver, esen rüzgâra sin de
Bir lahza tenezzül et vîran gönlüme in de
Karanlık köşelere can gelsin, ışık dolsun
Sen Rabb’a erdiren sabrından bana da ver
Sonsuz feragatinin büyük sırrını göster
Bu içimde kaynayan cehennem cennet olsun (40)
Yunus aşkıyla yanan Zorlutuna, Yunus’un kapısında kul olmak istediğini, toprağına yüzünü sürmek dilediğini, bir kitap gibi gönlü­nü Önüne açmak için deli divane olduğunu “Bir Görün” başlıklı şu şiirinde anlatır:
Kapında kul olmak âr değil bana
Toprağına yüzüm sürmek dilerim
Sen’den gayrı kimse yâr değil bana
Bir görün Yunus’um görmek dilerim
Yıllardır koşarım izinde pîrim
Ağlamak isterim dizinde pîrim
Bulamazsam bu yer yüzünde pîrim
Kanatlanıp göğe ermek dilerim
Geldin ateş gibi geçtin âb gibi
Hasretinle hâlim pek harâıb gibi
Yunus’um kalbimi bir kitap gibi
Senin huzuruna sermek dilerim
Bu aşkın uğruna aşklar kül oldu
Bu aşkın uğruna dil bülbül oldu
Göğsümde yüreğin kızıl gül oldu
Koparıp da sana vermek dilerim
Rüzgâr ol şafakta alnıma sürün
Bulutlara sarın mehtâba bürün
Görün bana pîrim bir kere görün
Vuslatın gülünü dermek dilerim (41)
Pek çok Türk şairinin “pir” olarak kalbul ettiği büyük mutasav­vıf şair Yunus Emre üzerine söylenmiş ve yazılmış daha pek çok şiir vardır. Fakat ıbizim burada verdiğimiz örneklerin de Türk şiirinde şairlerin Yunus’a bakışı ve Yunus Emre’ye olan sevgilerinin dile ge­tirilmesi açısından bir kanaat belirleyeceği inancındayız.
(1)Faruk Kadri TÎMURTAŞ(Hazırlayan), Yunus Emre Divanı, İstanbul, 1972, s. 129-130.
(2)TİMURTAŞ, a.g.e., s. 157.
(3)TİMURTAŞ, a.g.e., s. 70.
(4)TİMURTAŞ, a.g.e., s. 55.
(5)TİMURTAŞ, a.g.e„ s. 106.
(6)Müjgân CUNBUR, "Yunus Emre’nin ahlâk değerlendirmelerine bir bakış”, Uluslararası Yunus Emre Semineri Bildirileri, İstanbul, 1971, s. 87-88.
(7)TİMURTAŞ, a.g.e., s. 138.
(8)TÎMURTAŞ, a.g.e., s. 155.
(9)TİMURTAS, a.g.e., s. 75-76
(10) TİMURTAŞ, a.g.e., s. 119.
(11) TİMURTAŞ, a.g.e., s. 132.
(12) TİMURTAŞ, a.g.e., s. 107.
(13.) TİMURTAŞ, a.g.e., s. 92.
(14) TİMURTAŞ, a.g.e., s. 130,
(15) Fevziye Abdullah TANSEL, “Millî Edebiyat Devri’nde Yunus Emre hak­kında yazılan giirler”, Türk Yurdu, 319, Ocak 1966, s. 114.
(16) Türk Yurdu, 319, Ocak 1966, s. 114.
(17)Kopuzdan Ezgiler, İstanbul, 1979, s. 33-34.
(18)Türk Edebiyatı, 188, Haziran 1989, s. 7.
(19) Türk Dili, 426, Haziran 1987.
(20) Türk Yurdu, 319, Ocak 1966, s. 23.
(21) Milli Kültür, 61, Haziran 1988, s. 77.
(22) Türk Yurdu, 319, Ocak 1966, s. 23.
(23) Sonsuzluk Merdiveni, Samsun 1987, s. 138-142.
(24) Kukul, a.g.e., s. 85-86.
(25) Erciyes, 16-17, Ocak 1966, s. 42.
(26) Türk Yurdu, 319, Ocak 1966, s. 42.
(27) Çağlayan Dere, Ankara, 1990, s. 53-54
(28)Yunus Emre Şiirleri Antolojisi(Hazırlayan; İrfan Ünver Nasıroğlu), Eskişehir,1981,s.29.
(29) Ahu Gözlüm, Ankara, 1989, s. 8-9.
(30) Feymânî, a.g.e., s. 25-26.
(31) Bir ömür Böyle Geçti, İstanbul, 1932, s. 235.
(32) Derdin Derdim Anadolu, İstanbul, 1985, s. 120,
(33) Ben ve ötesi,, İstanbul, 1932, s. 120.
(34) Gönül Deryası, Ankara, 1990, s. 52.
(35) Gönül Ağlayınca, Ankara, 1990, s. 51.
(36) Yıllan Yendim, Ankara, 1990, s. 23.
(37) Işıklı Pınar, Ankara, 1989, s. 33.
(38) Duygunun İncileri, Ankara, 1990, s. 67-68.
(39) Nasrattınoglu, a.g.e., s. 110.
(40) Türk Yurdu, 319, Ocak 1966, s. 115.
(41) Türk Yurdu, 319, Ocak 1966, s. 115.
ALİ YAKICI

1956 yılında Konya’da doğdu, ilk ve orta öğ­renimini Konya’da tamamladı. Erzurum Atatürk Üni­versitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden 1978-1979 döneminde mezun oldu. Surdur, Antaiya ve Konya’da, İlse ve yüksek okul­larda öğretmenlik yaptı. 1984 yılında öğretim ele­manı olarak Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde göreve başladı. Usans üstü eğitimini yine Gazi Üniversitesi Sos­yal Bilim Enstitüsü’nde tamamladı. Halen bu gö­revine devam etmektedir.
Milli Kültür, Türk Kültürü, Türk Dili, Midi Eği­tim, Milli Folklor, Türk Folkloru, Karınca, Konevi, Tö­re, Burak vb. dergilerde yazıları yayınlanan YA­KICI, aralıksız dört yıl süreyle Diyanet Gazetesi’nin Kültûr-Sanat ve Edebiyatı sayfasını yönetmiştir.