Makale

Kur'an'ın Mesajı

Kur’an’ın Mesajı

Seyfettin YAZICI
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

İnsanlık; tarihinin en karanlık devrini yaşadığı, cehalet, zulüm ve ahlâksızlığın bir kabus gibi beşeriyetin üzerine çöktüğü bir çağda 610 yılının Ramazan ayında Hira’dan yankılanan ilahi ses, "oku" emri ile ilk mesajını gönderiyor ve cihanı aydınlatacak olan İslam güneşinin doğuşunu müjdeliyordu.
Son ilahi kitap olan Kur’an-ı Kerim’in muhatabı, bir kabile veya bir millet değil, bütün insanlıktır. O, bütün çağlara hitap eden son ilahi kitap olduğuna ve başka bir kitap gelmiyeceğine göre, müslümanların Kur’an’ı çok iyi anlamaları, onun insanlığın mutluluğu ve karşılaşılan problemlerin çözümü için getirdiği prensipleri dikkatle değerlendirmeleri gerekmektedir.
Kur’an’ı
Anlamak
İnsanlara doğru yolu gösterdiği için “El-Hu- da”, hak ile batılı, helal ile haramı ayırdığı için “En-Nur” isimlerini de taşıyan bu yüce kitap, gayesini ve yüksek hedefini şöyle ifade ediyor:
"Şüphesiz ki bu Kıır’an, en doğru yola iletir; iyi işler yapan mü’minlere, kendileri için büyük bir mükafat olduğunu müjdeler." (1)
Bu yol, dünyada huzur ve sa adete, Ahirette ebedi mutluluğa giden yoldur. Bu sebeple bize bu yolu gösteren ve bu yolda nasıl yürüyeceğimizi ve hedefe nasıl ulaşacağımızı gösteren Yüce Kitabımızı anlamaya çalışmak başta gelen görevimiz olmalıdır.
Nitekim şu ayet-i kerime bu konuya dikkatimizi çekmektedir:
“Ey Muhammedi Sana bu mübarek kitabı, ayetlerini düşünsünler ve akıl sahipleri öğüt alsınlar diye indirdik.” (2) Görülüyor ki Kur’an-ı Kerim, sadece okunmak için değil, okuduğumuzu düşünmek ve ne dediğini anlayıp bundan gerekli öğütleri almak için gönderilmiştir.
Namazın farzlarından birinin de “Kıraat” yani Kur’an okumak olduğu dikkate alınırsa, müslümanlar için Kur’an okumanın önemi daha iyi anlaşılır.
“Sizin hayırlınız, Kur’an’ı öğrenen ve başkalarına da öğretendir.” (3) buyuran Peygamberimiz, bu yüce kitabı okumanın çok faziletli bir ibadet olduğunu ve her harfine on sevap verileceğini müjdelemiştir. Bununla beraber Kur’an okumaktan asıl maksadın manasını anlamaya çalışmak ve ondan gerekli öğütleri almak olduğu da asla unutulmamalıdır.
Kur’an-ı Kerimi bize tebliğ eden ve onun yüksek ahlak ilkelerini hayatında uygulayarak müslümanlara en güzel örnek olan Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyor:
“Şüphesiz Allah, bu kitapla (amel eden) toplumları yükseltir, onunla (amel etmeyenleri) de alçaltır.” (4)
Bu hadis-i şerif, toplumların nasıl yükseleceklerini ve hangi sebeplerle geri kalacaklarını ortaya koyan çok önemli bir uyarıdır.
Tarihe baktığımız zaman, İslamiyet’in doğuşu ile Kur’an’ın emirlerini ve onu insanlığa tebliğ eden Hz. Peygamberin örnek hayatını kendilerine rehber edinen müslümanların kısa sayılabilecek bir zamanda nasıl cihanşumül bir medeniyet kurdukları açık bir şekilde görülür. Asırlarca yükselerek devam eden ve üç kıt’a üzerinde yer yer izlerine tanık olduğumuz bu medeniyet hamlesinin kaynağı ne idi?
Küçük kabilelerden dünyanın en büyük imparatorluklarını çıkaran, gittikleri yerlere ilim, medeniyet, ahlak ve fazilet götüren, idare ettikleri ülkeleri emsalsiz bir adaletle yöneterek düşmanların bile hayranlığını kazanan müslümanlar gücünü nereden alıyordu?
Onun getirdiği evrensel değerler ve ölmez prensiplerden yabancılar bile yararlanırken şimdi biz, neden olmamız gereken yerde değiliz de suçlu aramakla meşgulüz? İşte bunun cevabı, anlamını sunduğumuz ha- dis-i şeriften kolaylıkla anlaşılır.
Şifalı Reçete
elimizde İken
Bir hasta düşünelim, sağlığına kavuşmak istiyor. Hastalığını iyileştirecek ve kendisini güçlü ve kuvvetli duruma getirecek ilaçların yazıldığı reçete elinde.
Öyle bir reçete ki bunda yazılı ilaçları, tarif edildiği şekilde kullanması halinde şifaya kavuşma İhtimali .yüzde yüz. İhtimalin de ötesinde kesin sonuç. Böyle bir durumda hastaya düşen görev, ilaçlan tarif edildiği şekilde kullanmak değil midir?
Hiç şüphesiz evet.
Hal böyle iken, ilaçları kullanmayıp hastalığı devam eden kimsenin “iyileşmedim" diyerek durumundan şikayet etmeye hakkı var mıdır? Hele hele suçu uzman doktora veya onun verdiği ilaçlara yüklemenin haklılığından söz edilebilir mi?
Merhum Mehmet Akif’in anlattığına göre, bazı eserleri Türk- çeye çevrilen ünlü Fransız yazarı Gustav Lebon samimi olarak görüştüğü Mısır Prenslerinden birine bakın ne diyor;
“Canım efendim, beni meraktan kurtarınız! Bu nasıl oluyor? Ben İslam medeniyetini tetkik ettim. Şarkı bir hayli dolaştım. Dininizi iyice biliyorum. Bakıyorum ki, Allah peygamberlerin en akıllısını size göndermiş. Kitapların en iyisini sizin elinize vermiş. İklimlerin en latifi, toprakların en zengini, insanların en itaatlisi, en zekisi sizde bulunuyor. Böyle iken nedir sizin haliniz?" (5) Bu sözler bir yabancının tesbitleri..
Gerçek olan şu ki, biz tarihteki ihtişamımıza baktığımız zaman bugün bulunmamız gereken yerde değiliz.
Bu konuda çok şeyler konuşuldu, tartışmalar yapıldı. Halen de yapılmaktadır. Artık gereksiz tartışmalarla kaybedecek zamanımız yok. Şanlı tarihimiz önümüzde, eşsiz bir hazine elimizdedir. Yeter ki biz ondan faydalanmasını bilelim.
Madde ve
Mana
Dengesi
Şimdi Kur’an’ın insanlığın huzur ve saadetini sağlayan temel prensiplerinden bazılarına bir göz atalım.
Kur’an, hem dünya, hem de ahiret için çalışmamızı emrediyor:
“Allah’ın sana verdiği şeylerle ahiret yurdunu gözet, dünyadan da nasibini unutma, Allah sana iyilikte bulunduğu gibi sen de iyilikte bulun, bir de sakın yeryüzünde fesat çıkarmaya özenme; çünkü Allah, fesat çıkaranları hiç sevmez.”
İslam’ın saadet anlayışı tek taraflı ve dengesiz değildir. İslam maddi ve manevi ihtiyaçlarımızı dikkate alarak hem geçici olan dünya hayatında, hem de ebedi olan ahirette mutlu olmanın yolunu göstermiştir.
Bu ayete baktığımız zaman görürüz ki, Kur’an; madde ile mana, dünya ile ahiret arasında ahenkli bir denge kuruyor. Ahiret için dünyayı dünya için de ahireti ihmal etmeden her ikisi için de çalışmayı emrediyor.
İşte gerçek mutluluk budur. İnsan arzu ettiği mutlu hedefe, bu iki prensibe uymakla ulaşabilir.
İnsan beden ve ruhun birleşmesinden meydana gelen bir varlıktır. Bu sebeple onun fiziki ve ruhi ihtiyaçlarını dikkate almayan hiçbir sistem insanı mutlu edemez. Bir kuş, iki kanadı sağlam olduğu takdirde uçabilir. Kanatlardan biri kırık olursa yerde sürünmeye mahkumdur, insanlar toplu halde yaşarlar. Huzursuz bir toplumda fert olarak huzur ve mutluluk elde edilemez.
İşte ayet-i kerimede toplum huzurunun temin edilmesi için iki hususa dikkat çekiliyor. Birisi ihtiyaç sahiplerine iyilik etmek ve yardımda bulunmak, suretiyle fertleri birbirine yaklaştırıp kaynaştırmak. Diğeri de, toplumu çöküntüye sürükleyen, fitne, fesat ve bozgunculuktan sakınmak.
Peki müslümanlar; dünya nimetlerinden, yeraltı ve yerüstü zenginliklerinden nasıl faydalanacak?
Bunun değişmez kuralını da yine Kur’an-ı kerimden öğreniyoruz:
“İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır.” (7) Evet çalışmak... Fert olarak yüksek bir hayat seviyesine ulaşmak, milletçe ilerleyip kalkınmak, bu kurala uymakla mümkündür. İşte kalkınmanın, ilimde ve teknikte ilerlemenin sırrı, bu ayetlerin ifade ettiği gerçeklerde yatmaktadır. Geri kalmışlığın sebebi ise, bu gerçeklerin gözardı edilmesinde aranmalıdır.
Kur’an, bütün mü’minlerin kardeş olduğunu bildiriyor:
“Mü’minier ancak kardeştirler. O halde iki kardeşinizin arasını düzeltin. Allah’tan korkun ki esirgenesiniz.” (8)
Müslümanları kalbden kalbe, gönülden gönüle bağlayıp yekvucut hale getiren Kur’an’ın ilan ettiği bu kardeşliktir. Müslüman milletlerin ayakta durmaları, birlik ve beraberliklerini muhafaza etmeleri bu kardeşliğin devam etmesine bağlıdır. Bu sebeple araları açılan kardeşleri barıştırarak aralarını düzeltmek, ayette yeralan “O halde iki kardeşinizin arasını düzeltin” emri ile diğer müslümanlara görev olarak verilmiştir.
Milletleri Ayakta Tutan Temel Prensipler
Kur’an; halkın huzur ve güveni, kamuya ait işlerin düzenli bir şekilde yürümesi için şu emirleri veriyor:
“Şüphesiz Allah, emanetleri ehline vermenizi, insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emreder. Doğrusu Allah bununla size ne güzel öğüt veriyor. Şüphesiz ki Allah, her şiyi işiten ve görendir.” (9)
Milleti, ayakta tutan en önemli unsurlardan birisi adalet, diğeri de görevlerin ehil olanlara verilmesidir. Fertlerin hakkı ancak adaletle korunur, zalimin başkalarının hakkına tecavüz etmesi adaletle önlenir, mazlum ezilmekten kurtulur. Görevlerin ehil olanlara verilmesi ile kamu işleri, daha düzenli ve verimli yürütülerek halka daha iyi hizmet edilmiş olur.
Cezaları, güçsüz olanlara uygulayıp güçlü durumdakileri koruyan ve böylece adaleti çiğneyen nice milletlerin yok olduğunu haber veren Peygamber Efendimiz, kıyametin ne zaman kopacağını soran bir sahabiye: “Emanet zayi oldu mu kıyameti gözle” diye cevap vermiştir. Aynı kişi: “Emaneti zayi etmek nasıl olur” diye sorunca da, Peygamberimiz:
“İş ehil olmayana verildi mi kıyameti gözle” buyurmuştur.
İslam’ın
Barış
Çağrısı
İslam barış dini’dir. İslam kelimesinin bir anlamı da barıştır. Kur’an barışı emrediyor:
“Ey İman edenler! Hep birden barışa girin, şeytana ayak uydurmayın. Şüphesiz o, sizin apaçık düşmanınızdır.” (10)
İslam’a giren barışa girmiştir. Artık o, bozgunculuk yapmayacak, kimseye zararı dokunmayacaktır. Müslüman, din kardeşlerine güven veren, eli ile ve dili ile onları rahatsız etmeyen olgun insan demektir.
Müslümanlar, sadece din kardeşleri ile değil, gayri müslimlerle de barış halinde olacaktır. Şu ayete bakalım:
“Eğer (düşmanlarınız) barışa yanaşırlarsa sen de ona yanaş ve Allah’a güvenip dayan. Çünkü O, çok iyi işiten ve pek iyi bilendir.” (11)
Bu ayetler, İslam’ın barış çağrısıdır. Ülke içinde barış, gerçek anlamda bir din kardeşliğinin vucuda getirilmesi ile, dışa karşı da düşmanların kötü emellerine engel olacak caydırıcı bir güce de sahip olmak ve her türlü tedbiri almakla sağlanabilir. Çünkü görüyoruz ki haklının kuvvetli olması gerekirken, zaman zaman hak kuvvet’e feda ediliyor. Haklı olmak yetmiyor, aynı zamanda hakkını koruyacak güce de sahip olmak gerekiyor. Günümüz dünyasında yaşanan olaylar bunu açıkça göstermektedir.
Barış
Nasıl
Korunur
İşte bu hususta da temel bir prensip getiren Kur’an, ülkenin istiklal ve hürriyetinin dış tehlikelere karşı korunması için tedbir alınmasını istiyor:
“Ey İman edenler! (Düşmana karşı) ihtiyatlı davranın...” (12)
Atalarımız “su uyur, düşman uyumaz” demişler. Bu söz, tarih boyunca yaşanan acı tecrübelerden alınarak söylenmiştir ve hiç bir zaman unutulmaması gereken bir uyarıdır. Düşmana karşı daima tedbirli ve uyanık olmakla beraber aynı zamanda kuvvetli olmak da gerekiyor. İşte Kur’an müşlümanlara bu konuda önemli bir görev daha veriyor:
“Onlara (düşmanlara) karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet hazırlayın...” (13)
Evet gücümüzün yettiği kadar kuvvet hazırlamak.
Bütün imkanlarımızı birleştirerek en modern silahlara sahip olmak.
Böyle yaptığımız takdirde barışı koruyabilir, huzur ve güven içinde yaşayabiliriz.
Bütün bunları nasıl yapacağız?
Elbetteki çalışmakla.
Son
Mesaj
Hirada “oku” emriyle inmeye başlayan Kur’an’ın ayetler ve sureler halinde gelişi, 23 sene devam etmiş, Peygamberimizin ifa etmiş olduğu veda haccında arefe günü Arafat vakfesini yaparken, Maide Suresinin üçüncü ayetinde yer alan:
“Bugün size dininizi kemale erdirdim, nimetimi üzerinize tamamladım ve sizin için din olarak İslam’ı beğendim.” ifadesi ile dini hükümlerin tamamlandığı bildirilmiş, ertesi bayramın birinci günü de, Bakara Suresi’nin 281. ayeti olan:
“Allah’a döndürüleceğiniz ve sonra da herkese kazandığının (karşılığı) eksiksiz olarak verileceği günden korkun.” emri ile de Kur’an-ı Kerim, son ilahi mesajla tamamlanmıştır. Peygamberimiz bundan sonra seksen bir gün daha yaşamış ve Yüce Mevlasına kavuşmuştur.
Bu ayetle; dünyada yaptıklarımızın hesabını vermek üzere Allah’ın huzuruna çıkarılacağımız ve herkese yaptığının karşılığının, eksiksiz bir şekilde verilerek ilahi adaletin tam olarak tecelli edeceği kıyamet gününden sakınmamız ve ona göre hazırlıklı olmamız son olarak bir kez daha hatırlatılmıştır. Dünyada huzurun, ahirette ebedi mutluluğun yolunu gösteren bir kitaba sahip olduğumuz için bizlere ne mutlu. ♦

(1) İsra Suresi: 9
(2) Sad Suresi: 29
(3) Buhar/, Fedailu’l-Kur’an
(4) Mlşkatü’l-Mesablh, Fedailu’l-Kur’an (Hadisi. Müslim rivayet etmiştir)
(5) Doç. Dr. Abdülkerlm Abdulkadiroğlu. Nuran Abdulkadlroglu. Mehmet Akif’in Kur’an’ı Kerimi Tefsiri, Mev’lza ve Hutbeleri, S. 168
(6) Kasas Suresi: 77
(7) Necm Suresi: 39
(8) Hucurat Suresi: 10
(9) Nisa Suresi: 58
(10) Bakara Suresi: 208
(11) Enfal Suresi: 61
(12) Nisa Suresi: 71
(13) Enfal Suresi: 60