Makale

MEKTUP Aziz Yavrum,

MEKTUP

Aziz Yavrum,

Seni kimi "canım", kimi "cananım" diye sever. Sen, hem cansın, hem canansın. Sensiz geçen günler ışıksız, sensiz yaşanan yuvalar aşksızdır. Sen hem ışık, hem aşksın.. Sen, aşk mahsûlüsün.
Fıtrat sana nasıl bir sevgi bahşetmiş ki sevilirsin. Hatta günah mahsûlü olsan da. Analar çaresizlik içinde bile seni düşünürler. Senin için hayatını feda eden ana az değildir. Açlıktan ve gıdasızlıktan bir deri bir kemik kalan analar, yine de çocuklarını emzirir, kendisi tükenip giderken sana hayat verir, zayıflarken bile seni besler.
Hemcinslerinin ekrana akseden sefaleti, insanlık için yüzkarasıdır. Ama çağın insanı, yüzkarasını tanımaz ki. Halbuki bu seyirlik bir manzara değil, bir dramdır.
Analar seni dünyaya getirirken, bütün cazibesini kaybetme pahasına, sana hayat vermenin, insanlık ailesinin yeni bir uzvunu dünyaya getirmenin heyecanını yaşar. Soyunun ve mensup olduğu milletin devamına katkıda bulunmanın, belki her anne şuurunda değildir. Ama bir insan meydana getirmenin, Yüce Yaratıcının sıfatından bir şemme taşımasının gururunu taşır.
Ama bugünün refah toplumu seni istemiyor. Kurdukları kaşanelerde yalnız kendileri yaşamak istiyor. Allah’ın verdiği nimetlerde senin mahfuz hakkını inkâr ederek senin yolunu kesiyor.
Cahiliyyet devrinde (İslâm öncesi) sadece kız çocukları diri-diri toprağa gömülüyordu. Belki kısa bir zaman bu hunharlık devam etti. Onların da kendilerine göre haklı nedenleri vardı: Irz, namus endişesi, yağma ve akımlara katılarak kabilenin geçimine katkıda bulunmamak... gibi basit sebepler. Sonra onlar, yalnız kız çocuklarına karşı bu cinayeti işliyorlardı. Ama modern çağın insanı, kız-erkek ayrımı yapmaksızın, modern usullerle, hem de ta ana rahmine uzanarak seni, Allah ’ın sırf senin için yarattığı yatakta itlaf ediyor. Yaşama hakkın varmıydı? Sağ kalsaydın, dünyaya gelseydin insanlığın geleceğine ne gibi bir faydan dokunacaktı? Bunları hiç dikkate almadan, hekimin neşteri ölüm makinesi haline gelerek senin hayatına son veriyor. Üstelik, bugünkü katliamın, üretimin fazlasını sömürmekten başka, hiç bir haklı sebebi yok. Doğum kontrolü teşvikçilerinin ayrıca, daha önce doğanların hayatını da garanti ettikleri yok.
Çocuğum, büyük metropoller sana oyun parkı bulamıyor. Ama seni suça bizzat kendisi ittiği halde sana zindanlar kurabiliyor. Halbuki buna kimsenin hakkı yok. Teneffüs edeceğin temiz havayı bile kirletiyorlar. Makina gürültüsü, canhıraş çığlıklar ve homurtular. İşte metropoller böyle.
Ama bütün bu olumsuzlukların yanında güzel gelişmeler de var. Kubbelerinin altı "asude bir bahar ülkesi" sayılacak mabetler, şadırvanlarında billur sular fışkıran bahçeler, ağaçlar, çiçekler, ruha safa verecek bu yerlere uğramanı istiyoruz. Zindana giden yolun başında zindancılar vardır, yakanı kaptırma onlara, Mabede giden yol, her devirde aydınlıktır, sonu selâmettir. Biz sana bunları tavsiye edince bazıları senin adına kim bilir bize nasıl kızıyorlardır. "Çocukları yönlendiriyorlar" diye... Seni kendileri gibi yönsüz-yansız yetiştirmek istiyorlar. İstikbalini güya kendinin tayin etmesini istiyorlar. Sanki kendileri, kendi istikballerini tayin etmiş gibi... Biz ise senin çok yanlı yetişmeni, her yöne açık olacak ufkunla her yanı tarassut etmeni istiyoruz. Ezana kulak vermeni, cami avlusunda oynamanı, akranlarınla birlikte şadırvanların billur sularında arınarak secdeye varmanı istiyoruz...
Bu bir yönlendirme ise, sen bu yönü ve bu yolu tercih et. Ana caddelerde, sokak aralarında kaldırımlarda vasıtaların arasında sıkışıp kalma. Okullar da tatile girmişken, camiye gel, kendini bul. Şadırvanın başında, ağaçların gölgesinde, çiçeklerin arasında oyna. Buralara sinen uhrevi havada yalnız büyükler değil, çocuklarda kendini yeniden keşfeder. Ezanlarla başlayan, tekbirlerle devam eten atmosferin rüzgâr/y/a fıtratındaki temizlik ve berraklık bütün/eşince kanatlanacaksın. Şuna inanıyorum ki, çağın bütün çocukları bu havayı koklamak ister. Bu havayı koklayınca, büyüklerin yaşadığı tezadı yakalayacaksın. Genç yavrulara sunulmak istenen hayat tarzı ile buralara sinen lâhûti hayatın çeliştiğini bizzat göreceksin. Büyükler, şu anda senin nail olmak durumunda olduğun bu lezzeti tadmak için, kim bilir neleri vermezlerdi. Sen, şimdi Yaratanın bir lütfü olarak bunların hepsine maliksin. Tercihini kendin yap.
Aziz Yavru,
Sem okutan ve eğiten öğretmen, seni en çok tanıyan, seni en iyi keşfeden ve sana en çok yaklaşan kişidir. "Sen, onlarda okunken, onlar seni çok defa senden okurlar." Küçük zannedilen dünyanın derinliklerini onlar ölçerler. Bazan ruhunun derinliklerine inemedik/eri için seni sığ/aştırırlar. Ama mazurdurlar. Çünkü sana ulaşmak için benimsenen eğitim sistemi, sana böyle geniş bir perspektifden bakmağa manidir. Seni bilgi hamalı haline getiren sisteme, gözünü ve gönlünü kirteten elvana karşı nasıl savaşacaklar, seni nasıl koruyacaklar ki?..
Çocuğum bu yaz sen bizimle ol. Bu renkli dünyaya gir. Sen, zaten bu dünyanın malısın. Seni oradan zorla kopardılar. Fıtratındaki temizlik ve asliyet, senin nereye ait olduğunu haykırıp duruyor.
Sevgili Çocuk, sen, Yüce Yaratıcının çiftler arasında meydana getirdiği sevginin mahsulü, rahmetin eserisin. Hatta bizzat rahmetsin, şefaatsin. Kadın-erkek arasında aşk derecesine varan bu incizab, nikâh denilen bir içtimai mukavele ile düğümlenince sen zuhur edersin. Onun için senin mayan sevgidir. Fıtratın koyduğu kanunlarla bazan sana ulaşamayanlar, değişik metodlara başvururlar. Her hâl’ü kârda seni elde etmek için baş vurulan bu çareler, çok defa başka çaresizlikleri getirir. Senin uğrunda bazan kadın, güzelliğini hatta hayatını verir, erkek servetini ve gençliğini feda eder. Nesin sen? Neden bu kadar sevilirsin? Eminim ki bunun cevabını sen de, sana ulaşmak isteyenler de bilemez. Sen cennet kokuşusun. Maveranın ıtrim taşırsın. Fani hayatın devamı, ebedi hayatı kazanma vesilesisin. Milletlerin bekası, var olma cehdi seninle kaimdir. Avrupa bugün yaşlılar mezarlığıdır. Sade kendileri değil, kültürleri de ihtiyarladı. Onca çocuk parkında şakıyan gurbetçi çocuklarıdır. Dünyalık peşinde koşarken kaybettiğimiz nesillerdir. Şimdi uyanan batı toplumu, bir taraftan geri kalmış ülkelerde velûd anaları çeşitli tuzaklarla kısır/aştırırken, kendi toplumunu gençleştirmek için doğumu teşvik ediyor.
Meşru ve gayr-i meşru, "nikâh" veya "sifah"yoluyla parkları şenlendirmek, boş kalan okul sıralarını çocuk şarkılarıyla doldurmak isterler. Bunun için aile yardımları, teşvikler, ödüller veriyorlar. Çünkü çocuk yetiştirmeyen bir toplum bencildir ve tükenmeye, erimeye mahkûmdur. Avrupa, neden sonra bunu anlamıştır. Fakat, bizde, geri kalmışlık ve az gelişmişlik bahane edilerek çocuktan korkulur olmuştur. Çocuktan kurtulmanın nesli kurutmanın malzemeleri ise denizaşırı ülkelerden geliyor. Beynei-mi/el bir vakıf, e/indeki imkânları, dünyaya gelen çocukların sağlığı için kullanacağı yerde, geleceklerin yolunu kesmekle meşgul ve biz bu tuzağa pekâlâ düşüyoruz ve genç anneleri kısırlaştırmakta bir beis görmüyoruz. Bir bölgede bakılamıyacak kadar çocuk, imkânları daha müsait olan başka bir bölgede, bakılabilecek çok daha az çocuk. Bu bir dengesizliktir. Gerçek bir plânlama yapılacaksa, bölgeler arasındaki bu dengesizliği gidermek lâzım. Çünkü ikisi de Türkiye’nin geleceği için çok önem arzetmektedir.
Kıymetli Yavru, okul sensiz, park sensiz, yuva sensiz, hatta mabet sensiz bir işe yaramıyor. Hepsinin hayatiyyetisana bağlıdır. Avrupa ve Amerika senin yolunu keserek bizden intikam almak istiyor. Sayının arttığı bölgelerde seni terör vasıtası olarak kullanıyor, yoksulluğun kucağında seni suça itiyor.
İçinde yaşadığın dünya öyle tuhaflaştı ki senden 5-10 yıl önce doğan/arşenin imkânlarına gıpta ediyor. Sen de onların vaktiyle sahip oldukları ve fakat bugün nostalji kabul edilen değerlere gıbta ediyorsundur. Peki, bu imkânlarla o nostaljiyi bir noktada buluşturan bir sistem bulmak mümkün değil mi? Türkiyenin kaderine el koyanlar, inanıyorum ki isteseler, böyle bir kavşakta eski ile yeniyi buluşturup ıstırapları dindirebilirler.
Aziz çocuk, her insan bir parça kendisine hayrandır. Fıtratın gereği budur, kınanmaz. Ama sana herkes hayrandır. Bu hayranlık, senin yapından geliyor. Fıtrat, seni bize varis kılmış, biz sana muhtacız, seni seviyoruz. Sen de büyüklerini seversin. Sen de büyüyeceksin, sen de başkalarına ninni söyleyeceksin. Bugün, büyüklerinin sana reva gördüğü küçültücü şeyleri, sen yarın senden sonra gelecek küçüklere reva görme... Görme ki büyüyesin...
Mustafa Ateş