Makale

TOPLUMDA KÖTÜLÜKLERİN YAYILMASINI İSTEYENLER...!

TOPLUMDA KÖTÜLÜKLERİN
YAYILMASINI İSTEYENLER...!

Doç. Dr. İsmail KARAGÖZ
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

En mükemmel bir şekilde yaratılan (Tîn, 95/4), ibadetle sorumlu tutulan (Zâri- yât, 51/56) ve İlâhi emaneti (akıl ve irade) (Ahzab, 33/72) yüklenen insan, bu görev ve sorumluluğunu yerine getirmezse çok zâlim, çok câhil (Ahzab, 33/72) niteliğini alır ve aşağıların aşağısına iner (Tîn, 95/5). Bu takdirde insan, kendi dünyasında, ailesinde ve yaşadığı toplumda sorunlar yumağı haline gelir, huzur ve mutluluğu Allah’ı anma ve nzasına erme yerine geçici, aldatıcı ve ilâhî azaba sürükleyici yasak, günah, edep, haya ve ahlâk dışı söz, eylem ve davranışlarda arar. Halbuki yaratan Allah, insanın iç dünyasında, aile hayatında ve yaşadığı toplumda huzurlu olmasını istemektedir. Bu sebeple insanlara iman ve ibadet etmeyi, güzel ameller işlemeyi (Tîn, 95/6), iyilik ve takvada yardımlaşmayı, günah ve düşmanlıkta ise yardımlaşmamayı (Mâide, 5/2) emretmekte ve toplumda kötülüklerin yayılmamasını istemektedir.
Yazımızda bu gerçekleri dile getiren, “Müminler arasında kötü, çirkin, haram ve yasak olan, edep, ahlâk ve haya dışı söz, eylem ve davranışların (fâhışe) yayılmasını isteyenler var ya; işte onlar için dünya ve âhirette çok acı ve elem verici bir azap vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” anlamındaki Nûr sûresinin 19. âyetini tahlil etmeye çalışacağız.
AYETİN ETİMOLOJİK TAHLİLİ
“İsteyenler” diye çevirdiğimiz “innellezîne yuhıbbûne” cümlesinde geçen “yühıbbü” fiilinin kökü sözlükte; sevmek, beğenmek, istemek, hoşlanmak, meyletmek ve tercih etmek; âyette; istemek, arzu etmek ve hoşlanmak;1" “yayılmasını ” diye çevirdiğimiz “en-teşî’a” fiilinin kökü, haber ve benzeri bir şey yayılmak, şâyi olmak, duyulmak anlamındadır.
“Kötü, çirkin, haram ve yasak olan, edep, ahlâk ve haya dışı söz, eylem ve davranışlar” diye çevirdiğimiz “el-fâhışe” kelimesi; bir söz, iş ve eylem çok çirkin ve kötü olmak, ölçü ve sının aşmak anlamındaki “f-h-ş” kökünden isim olup sözlükte; çok çirkin olan söz ve eylem, aşırı kötülük ve kötü davranış demektir.’21 Ayette ise; zina, iftira, yalan, bozgunculuk, fesat, kötülük, Allah ve peygamberine isyan, haram ve günah olan söz, eylem ve davranışlar anlamındadır.3
Dünya ve âhirette ceza öngörülen İslâm’ın ve akl-ı selimin çirkin gördüğü evlilik dışı cinsel ilişki, homoseksüellik, iftira, Allah’a ortak koşma (şirk), inkâr etme (küfr), iki yüzlülük (nifak), itaatsizlik (fısk), zulüm, kötü ahlâk, edepsizlik ve hayasızlık gibi haram, günah ve isyan olan her türlü söz, eylem ve davranışlara din dilinde “fâhışe” (çoğulu fevâhış) denir.’4’
“Çok acı ve elem verici bir azap ” diye çevirdiğimiz “azâbün elîmün” kelimesi ile amaç, suçluların dünyada cezalandırılmaları, âhirette cehenneme atılmalarıdır.5
“Allah bilir, siz bilmezsiniz" diye çevirdiğimiz “vallâhü ya’lemü ve entüm lâ ta’Iemûn” cümlesinde geçen “ya’lemü” ve “lâ ta’lemüne” fiilinin kökü; işaretlemek, üst dudağı yarılmak, bilmek, anlamak, tanımak ve hakikatini idrâk etmek anlamlarındadır.
AYETİN ANLAM VE YORUMU
Bütün insanlara rehber olması için gönderilen (Bakara, 2/185) Kur’ân; fert ve toplumlann huzur, sükûn, barış ve kardeşlik içinde yaşamaları için gerekli olan ilkeler, emir ve yasaklar, öğüt ve tavsiyelerle doludur. Allah, insanların karşılıklı haklara riâyet etmelerini, sosyal ilişkilerinde hakkâniyet ve adalet ölçülerine uymalarını istemekte; fert, aile ve toplum hayatında fitne, fesat, kavga ve huzursuzluk çıkarılması; haram, çirkin, kötü ve zararlı sözlerin söylenmesi ve eylemlerin yapılması bir tarafa bunların arzu edilmesini bile istememektedir. “Müminler arasında kötü, çirkin, haram ve yasak olan, edep, ahlâk ve haya dışı söz, eylem ve davranışların yayılmasını isteyenler var ya işte onlar için dünya ve âhirette çok acı ve elem verici bir azap vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz” âyeti ile edepsizlik, hayasızlık, ahlâksızlık, fuhuş, erotizm, müstehcenlik, insanları karalama, iftira etme ve benzeri kötü söz, eylem ve davranışların toplumda yayılmasını, çoğalmasını isteyenleri kınamakta ve bu davranışı sergileyenlere dünya ve âhirette ceza olduğunu bildirmektedir.
AYETİN İÇERDİĞİ HÜKÜMLER
Ayet, üç hüküm içermektedir:
1. Kötü, çirkin, haram ve yasak fiilleri işlemek ve
işlenmesini istemek; edep, ahlâk ve haya dışı söz, eylem ve davranışlar (fâhişe) haram ve yasaktır.
“Fâhişe” olarak nitelendirilen söz ve eylemleri işlemek haram olduğu gibi bunları teşvik etmek, toplumda fuhşun işlenmesini ve yayılmasını istemek de haramdır. Tahlil etmeye çalıştığımız âyetin dışında Kur’ân’da “fâhişe” ve çoğulu olan “fevâhış” kelimesi 23 âyette geçmekte ve Allah’ın haram kılmasına (A’raf, 7/33) karşılık fuhşu insanlara şeytanların emrettiği (Bakara, 2/169, 268; Nûr, 24/21), fuhşun açığına da gizlisine de yaklaşılmaması gerektiği (En’âm, 6/151), Allah’ın mükâfatına nail olan iyi insanların fâhişe olarak nitelenen söz ve eylemlerden kaçındıkları (Şûrâ, 42/37; Necm, 53/32); namazın müminleri bu davranışlardan alıkoyduğu (Ankebût, 29/45) bildirilmektedir.
Kur’ân’da “fâhişe” kelimesi; evlilik dışı cinsel ilişki,’61 eşcinsellik,<7> eşlerin birbirlerine baş kaldırmaları, geçimsizlik yapmaları, kötü ahlâklı olmaları ve eziyet etmeleri,’8’ kişinin evlenme yasağı olan kadınlarla evlenmesi,l9) akl-ı selimin ve Islâm’ın çirkin gördüğü söz, eylem ve davranışlar,110’ cimrilik,"" büyük günahları işlemek,"21 iman ve ibadetlerde Allah’a ortak koşmak, putlara tapmak ve çıplaklık,"3’ haram"4’ ve günah"5’ anlamlarında kullanılmıştır.
Her türlü kötü ve çirkin söz ve eylemlere fâhişe denilmekle birlikte bu kelime, özellikle evlilik dışı cinsel ilişkiyi ifade etmektedir. Nitekim Isra suresinin 32. âyetinde zina açıkça fahişe olarak isimlendirilmiştir: “Zinaya yaklaşmayın. Çünkü zina çirkin bir eylem (fâhişe) ve kötü bir yoldur.” Çok çirkin bir eylem olması sebebiyle evlilik dışı cinsel ilişki, “fâhişe” olarak nitelendirilmiştir."61 Tahlil etmeye çalıştığımız âyetteki “fâhişe” sözcüğü ise Hz Aişe (ö. 58/678)’ye zina isnadı ile ilgilidir. Ayetin inmesine sebep olan olay şu şekilde vuku bulmuştur:
Peygamberimiz (a.s.), Benî Mustalik Gazvesine eşi Aişe’yi de götürür. Örtünme âyeti inmiştir. Hz. Aişe bir deve sırtında örtülü olarak yolculuk yapar. Dönüşte Medine’ye yaklaşınca bir yerde konaklanır. Bu esnada Hz.Aişe (r.a.), ihtiyaç gidermek için konaklama yerinden uzaklaşır. Dönerken yolda gerdanlığının düştüğünü fark eder. Bunun üzerine geri döner, gerdanlığını bulur fakat gecikir. Müslüman- lar konaklama yerinden ayrılırlar, yanlarında Hz. Aişe’nin bindiği deveyi de götürürler. Devenin üzerinde “hevdeç” vardır. Hz. Aişe’nin hevdeç’in içinde olduğunu zannederler. Hz. Aişe konaklama yerine döndüğünde kimsenin olmadığını görür, gelip kendisini bulurlar diye beklemeye karar verir. Beklerken uyuyup kalır. Ordunun arkasında bir şey unutulup unutulmadığını takip görevi Safvan ibn Muat- tal’a (ö. 171 )’ verilmiştir. Safvan, Hz. Aişe’yi ordunun konakladığı yerde görür, “innâ lillâhi ve in- nâ ileyhi râci’ûn”08* der. Ses üzerine Hz. Aişe uyanır. Safvan devesinden iner, deveyi çömeltir. Hz. Aişe deveye biner. Hiç konuşmazlar. Safvan deveyi önden çeker ve öğleye yakın orduya yetişirler.
Hz. Aişe’nin olmadığı anlaşılınca hakkında ileri geri konuşmaya başlayanlar olur. Başta münafıkların reisi olan Abdullah ibn Übey olmak üzere bir grup insan Hz. Aişe’ye, Safvan ile zina suçu isnat ederler. Hz. Aişe hastalanır. Bir müddet sonra olayı, iftira edenlerin arasında olan Mıstah’ın annesinden duyar, çok üzülür ve hastalığı artar. Hz. Peygam- ber’den izin alarak anne-babasının evine gider. Hz. Aişe gibi annesi, babası ve Peygamberimiz de olaya çok üzülürler. Hz. Aişe çok ağlar.
Bu ifk (yalan, iftira ve bühtan) olayından bir ay sonra, Nûr Suresinin 11-20. âyetleri iner. Ayetlerde, Hz. Aişe’nin suçsuz olduğu ve kendisine iftira edildiği bildirilir, iftira edenlerin Abdullah ibn Übey, Mıstah b. Usâse, Hamne binti Cahş ve Hassan b. Sâbit olduğu belli olunca kendilerine Nur suresinin 4. âyetinde öngörülen “iftira etme cezası” uygulanır.’19’
İftira olayını ilk olarak münafıkların başı Abdullah ibn Ubey ortaya atmış ve olayın herkes tarafından duyulması için propaganda yapmıştır. Bu propagandaya bazı müslümanlar da katılmışlardır.12" Olay, Kur’an’da şöyle anlatılmaktadır:
“O iftirayı atanlar, içinizden küçük bir gruptur. Siz o iftirayı kendi hakkınızda kötü bir şey (şer) sanmayın, bilakis o sizin için bir hayırdır. O iftiracılara gelince, onlardan her biri için kazandıkları günah nispetinde ceza vardır. Bu yaygaranın elebaşlı- ğını yapan şahsa ise büyük bir azap vardır. Siz ey müminler! Bu dedikoduyu daha işitir işitmez, mümin erkek ve mümin kadınlar olarak birbiriniz hakkında iyi zan besleyip, ‘hâşâ, bu apaçık iftiradan başka bir şey değildir’ demeniz gerekmez miydi? O iftiracılar dört şahit getirselerdi ya! Şahitlerini getiremediklerine göre onlar, Allah katında yalancıların ta kendileridir. Hem dünyada hem de âhirette Allah’ın lütfü ve merhameti sizinle olmasaydı, daldığınız bu iftiradan dolayı mutlaka size büyük bir azap dokunurdu. O sırada siz o iftirayı dilden dile birbirinize aktarıyor, işin aslına dair hiç bilginiz olmayan sözleri ağızlarınızda geveleyip duruyordunuz ve bunu basit / önemsiz bir iş sanıyordunuz.
Halbuki o, Allah katında çok büyük bir günahtır. Bu iftirayı işitir işitmez, ‘böyle sözleri ağzımıza almamız bize yakışmaz, hâşâ! Bu çok büyük bir iftiradır demeniz gerekmez miydi?. Eğer mümin iseniz, bu gibi şeylere bir daha ebediyen dönmemeniz için Allah size öğüt veriyor. Allah size âyetleri açıklıyor. Allah her şeyi hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. Müminler arasında kötü, çirkin, haram ve yasak olan, edep, ahlâk ve haya dışı söz, eylem ve davranışların yayılmasını isteyenler var ya, işte onlar için dünya ve âhirette çok acı ve elem verici bir azap vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz. Allah’ın lütfü ve merhameti sizin üzerinize olmasaydı haliniz nice olurdu?”
Ayetler, zina suçu isnat etmenin ne kadar çirkin bir şey olduğunu veciz bir şekilde ifade etmektedir. Dikkati çeken husus, iftira edilenin, devlet başkanı ve ordu komutanı konumunda olan peygamberin eşi olmasına rağmen iftiranın yapılmış olması, Peygamber ve ailesini karalamak, toplumda dedikodu ve huzursuzluk çıkarmak amacıyla, bir münafık tarafından kurgulanmış olan bu iftiraya bazı müminlerin de katılmış olmasıdır. Halbuki olay karşısında müminlerin, “böyle bir şey olamaz, bu bir iftiradır” demeleri gerektiği âyette ifade edilmektedir. Bu olay, iftira etmenin Allah katında ne kadar kötü bir şey olduğuna inanmış olsa bile, insanın telkinlere kapılarak bu tür hataya düşebileceğini ortaya koymaktadır. Çünkü insan zayıf yaratılmıştır. (Nisa, 4/28)
Diğer taraftan “iftira” büyük bir günah olmakla birlikte, insanı dinden çıkarmaz. Bunu şu olaydan anlıyoruz: Müminlerden iftira olayına karışan Mıstâh ibn Üsâse’nin ihtiyaçları, iftira edilen Hz. Ai- şe’nin babası Hz. Ebû Bekir tarafından karşılanıyordu. İftira olayından sonra Hz. Ebû Bekir, “Vallahi ben de Mıstah’a bundan böyle bir şey vermem/yardım etmem” diye yemin eder. Bunun üzerine yüce Allah. “İçinizden varlık ve servet sahibi kimseler, yakınlarına, düşkünlere ve Allah yolunda hicret edenlere (kendi mallarından bir şey) vermeyeceklerine yemin etmesinler. Onlar affetsinler, vazgeçip iyi muamelede bulunsunlar. Allah’ın sizi bağışlamasını arzu etmez misiniz? Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir” anlamındaki Nur Sûresinin 22. âyeti inmiştir. Ayet inince Ebû Bekir, “Vallahi ben, Allah’ın beni bağışlamasını muhakkak severim” demiş ve Mıstah’a yardım yapmaya devam etmiştir.’21
Mıstah iftira ederek büyük bir günah işlediği halde yüce Allah, bu suçun affedilmesini, işlediği suçtan dolayı yardımın kesilmemesini, iyi muamele yapılmasını, suçları affedenleri bağışlayacağını bildirerek müminlerin, aralarında barış, kardeşlik, hoşgörü ve affetme ilkelerini hâkim kılmalarını istemektedir. Bu husus, inkâr edilmediği ve küçümsenmediği sürece büyük günahları işlemenin, insanı küfre götürmeyeceği gerçeğini de ifade etmektedir.
İftira olayı ile ilgili olarak inen âyetler, berâatı zimmetin asıl olduğunu, ispatlanıncaya kadar bir suçla itham edilen kişi aleyhine ileri geri konuşmanın doğru olmadığını, bu tür ithamlar karşısında konunun araştırılması gerektiğini ifade etmektedir. Nitekim başka bir âyette, “Ey iman edenler! Size fâsık bir kimse bir haber getirirse, bilmeyerek bir topluluğa zarar verip yaptığınıza pişman olmamak için o haberin doğruluğunu araştırın” buyurulmaktadır. (Hucurât, 49/6)
Geçmişte olduğu gibi günümüzde de bu ve benzeri suçlarla insanlar, sohbetlerde, yazılı ve görsel medyada karalanabilmektedirler. Böyle bir durum karşısında en doğru davranış, âyetlerde yüce Allah’ın beyan ettiği şekilde davranmak, dedikodulara kapılmamak ve kimseyi karalamamaktır. Çünkü zina isnadı çok büyük bir günahtır. (Nur, 24/23) Bu suç, sadece kadına yapılan zina isnadı ile sınırlı değil, erkek için de geçerlidir. İnsanlara doğrudan zina isnat etmek günah ve yanlış olduğu gibi, zina isnadını çağrıştıran sözler söylemek de yanlıştır. Zina isnat etmek bu kadar günah olduğu gibi, zinaya sebep olacak ve kişileri zinaya sevk edecek her türlü erotik ve müstehcen yayınlar, söz, eylem ve davranışlar da suç(22) ve günahtır.
Nur, 24/11-18 âyetlerinde “ifk” olayı anlatıldıktan sonra, 19. âyette toplumda zina ve iftira suçu ile edep, haya ve ahlâk dışı söz ve eylemlerin yayılmasını istemenin ve propagandasını yapmanın cezayı gerektiren bir davranış olduğu bildirilmektedir. Dolayısıyla âyetteki “fahişe” kelimesi her ne kadar Hz. Aişe’ye zina suçu isnat etmeyi ve bunun dedikodusunu yapmayı123’ ifade etmekte ise de; edep ve ahlâk dışı, çirkin, kötü ve günah olan her türlü söz ve eylemleri de içermektedir.’24
Peygamberimiz (a.s.), “Fuhuştan sakının”,(25) “Çünkü Allah, fuhşu (her türlü çirkin söz, fiil ve davranışları ve fuhuş sahiplerini) ve tefahhuşu (bir şeyi kötülemeyi ve çirkin görmeyi) sevmez”,<26) “Mümin; insanları söz ve davranışlarıyla kırıcı, yaralayıcı, lanet edici, fâhış (kaba ve çirkin davranışlı) ve ağzı bozuk olamaz”,1271 “Allah kaba davranışlı ve ağzı bozuk insanlara buğz eder”,28 “Çünkü fuhş ve tefahhuş İslâmî bir davranış değildir”1291 buyurmuştur. Abdullah ibn Ömer, Hz. Peygamberin fâhış ve mütefahhış olmadığını bildirmiştir.’301
Müstehcenlik, şehvet ve cinsellik çağrıştıran söz ve eylemler, edep ve haya ile doğrudan ilgilidir. Islâm dini edep, ahlâk ve hayaya çok değer verir, insanların haya sahibi olmalarını ister. Peygamberimiz (a.s.); “Allah, haya sahibi ve günahları örten, gizleyendir, avret yerlerini örtmeyi, (haya ve iffeti, günah olan söz ve fiilleri örtmeyi / gizlemeyi) sever. Biriniz guslettiği zaman avret yerlerini örtsün” buyurmuştur.’31
“Hayâ”, utanma duygusudur. Bu duygu, sahibini kötülüklerden ve günah olan söz, eylem ve davranışlardan alıkoyar. Hayanın ortadan kalkması, kötü olan söz, fiil ve davranışların ifşası, bunların toplumda yayılmasına, ahlâkın bozulmasına neden olur. Bu sebeple olmalı ki. Peygamberimiz (a.s.), “Kim müslümanın bir ayıbını / kusurunu örterse, Allah da kıyamet günü onun bir ayıbını / kusurunu örter”’ buyurarak, insanların kusurlarının gizlenmesini, ifşa edilmemesini; şu sözleriyle de müminlerin haya sahibi ve iffetli olmalarını istemekte ve haya sahiplerini Allah’ın sevdiğini bildirmektedir: “Haya imandan bir şubedir.”33’ “Haya imandan gelir. İman (sahibi) ise cennettedir. Hayasızlık, yüzsüzlük (bezâ’) cefâdan gelir. Cefâ (sahibi) cehennemdedir.”’34’ “Haya ancak hayır getirir”.35’ “Hayanın hepsi hayırdır.”’36’ “Utanmazsan istediğini yap sözü, insanların ilk peygamberlerden beri duyduğu sözlerdendir.”’37’
Küreselleşen dünyada hakim kültürlerin etkisiyle toplumumuzda defile, bazı film, gazete, dergi ve tele-vole türü programlarda, edep ve haya sınırlarını aşan çıplaklık, müstehcenlik ve fuhuş âdetâ özendi- rilmektedir. Bu davranışlar; ahlâkî değerlerin yara almasına, edepsizliğin yayılmasına, manevî açıdan fert, aile ve toplum sağlığının bozulmasına neden olmaktadır. Özellikle gençlerin bu tür bataklığa sürüklenmesi, milletin geleceği açısından tehlikeli bir durumdur.
2. Kötü, çirkin, haram ve yasak olan fiilleri işlemek; edep, ahlâk ve haya dışı sözler söylemek, eylemlerde bulunmak (fâhişe) ve bunların toplumda yayılmasını istemek, dünya ve âhirette cezayı gerektiren davranışlardır.
Bu hükmü âyetin, “onlar için dünya ve âhirette çok acı ve elem verici bir azap vardır” cümlesi ifade etmektedir. “İffetli ve (haklannda uydurulan kötülüklerden) habersiz mümin kadınlara zina suçu isnat edenler, gerçekten dünya ve âhirette lanetlenmişlerdir. Onlar için büyük bir azap vardır.” (Nur, 24/23) âyeti de, zina isnadının cezayı gerektirdiğini öngörmektedir.
Zina isnadı yapanlar, iddialarını dört şahit ile ispat edemezlerse “fâsık” niteliğini kazanırlar ve Nur, 24/3 âyetinde öngörülen cezaya maruz kalırlar, iftira ettiği kişileri ibra etmek, onlardan af dilemek ve tövbe etmek suretiyle bağışlanırlarsa âhiretteki cezadan kurtulabilirler, aksi takdirde âhirette İlâhî cezaya maruz kalırlar.
3. Allah’ın ilmi sınırsız, insanın ilmi ise sınırlıdır.
Bu hükmü, “Allah bilir, siz bilmezsiniz” cümlesi ifade etmektedir.
Allah Kur’an’da; “âlim” (bilen, anlayan, tanıyan), “alîm”, “allâm” (çok bilen, her şeyi bilen) ve “a’Iem” (en iyi bilen) olarak tanıtılmaktadır. Allah; sırlan, gizli olanları, olmuşu ve olacağı, görünen ve görünmeyen âlemi, yerde ve göklerde olup bitenleri, geçmişi, hâli ve geleceği, canlı ve cansız bütün varlıkları, insanların gizli ve âşikâr bütün yaptıklarını, küçük ve büyük her şeyi bilir.’38’
Neyin iyi, hayır ve yararlı; neyin kötü, şer ve zararlı olduğunu en iyi bilen Allah’tır. İnsanların iyi ve hayır zannettiği, şer; kötü ve şer zannettiği de hayır olabilir. Ayet, bu gerçeğe de işaret etmektedir. Nitekim bu husus Bakara suresinin 216. âyetinde açıkça bildirilmektedir.
İnsanların da ilmi vardır, ancak insanların ilmi sınırlı, Allah’ın ilmi ise sınırsızdır, insan gaybı, gizliyi ve geleceği bilemez, Allah ise bilir, insan, ancak Allah’ın lütfettiği öğrenme yeteneği sayesinde bilebilir. Allah’ın ilmi ise ezelîdir, ebedîdir, O, her şeyi ilmiyle kuşatmıştır. Şu âyetler de bu gerçeğin beyanıdır: “Bilmiyorlar mı ki Allah, onların gizlediklerini ve açığa vurduklarını biliyor.” (Bakara, 2/77). “... Biliniz ki Allah, içinizden geçeni bilir...” (Al-i Imran, 3/29) “...Allah sizin gizlinizi, açığınızı ve ne kazandığınızı bilir.” (En’âm, 6/3)

SONUÇ VE DEĞERLENDİRME

Kişilik haklarının korunması, İslam’ın temel amaçları arasında yer almaktadır. Bu hakların ihlal edilmesi, kişileri huzursuzluğa sevk edeceği gibi toplumda güvenin sarsılmasına; fitne ve fesat çıkmasına, huzur ve barış ortamının bozulmasına; sevgi, barış ve kardeşlik yerine nefret, kavga, kin ve düşmanlığın oluşmasına sebep olur. Bu itibarla yüce Allah, toplumda kötülüklerin işlenmesini ve yayılmasını istememektedir.
Edep, haya ve ahlâk dışı söz, eylem ve davranışlar; müstehcenlik, çıplaklık, erotizm, evlilik dışı cinsel ilişki, insanlara iffetsizlik ve zina isnadı; toplumda fitne ve fesat çıkarmak ve benzeri fert, aile ve toplumu huzursuz eden suçlar, tahlil etmeye çalıştığımız Nur Suresinin 19. âyeti ile yasaklanmakta ve bu suçları işleyenlerin tecziye edileceği bildirilmektedir.
Allah ve Peygamberin yasak ettiği bütün söz, eylem ve davranışlar, fert ve toplumların huzur ve mutluluğu içindir. Çünkü Allah, yarattığı kulunu en iyi bilendir. Bu itibarla insanların İlâhî emir ve yasaklara tereddütsüz uymaları kendi yararlarınadır. Zira neyin hayır, neyin şer olduğunu en iyi bilen Allah’tır.

1-Beydâvî, Erıvâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vîl, IV, 380. (Mecmûatiin Mine’t-Tefâsîr)
2-Rağtb el-Isfehânî, el-Müfredât fi Garibi’l-Kur’ân, s. 373374. Cevheri, es-Sıhâh, III, 1014. Ibn Fâris, Mu’cemii Mekâyîsi’l-Lüga, IV, 478. Ibn Manzûr, Lisânü’l-Arab, VI, 325. Asım Efendi, Kâmûs Tercümesi, III, 1109.
3-Taberî, Abdullah ibn Cerir, Câmi’u’l-Beyân an Te’vîli’l- Kur’ân ,X, 18/100; Kurtubî, el-Câmi’ Li Ahkâmi’l- Kur’ân, XII, 206. Kahire, 1935. Hâzin, Lübâbü’t-Te’vilfi Meânî’t-Tenzîl, IV, 380-381. (Mecmûatün Mine’t- Tefâsîr); Beydâvi, V, 380.
4-Şerif CUrcânî, et-Ta’rifât, S. 64. Taberî, III, 4/95; Zemahşerî, Keşşaf I, 213.
5-Fİrûzâbâdî, Tenvîru’l-Mikbâs M in Tefsiri Ibn Abbâs, IV, 381.
6-Nisa, 4/15, 25 bk. Beydâvî, II, 32, 54; Yusuf, 12/24 bk. Beydâvi, 111, 397; tsrâ, 17/32 ; Talak, 65/1 bk. Nesefî, VI, 286.
7-A ’râf 7/80; Nemi, 27/54; Ankebût, 29/28.bk. Fîrûzâbâdi, II, 591.
8-Nisa, 4/19 bk. Hâzin, II, 38.; Ahzâb, 33/30. Aynı durum erkek için de söz konusudur.
9-Nisa, 4/22 bk. Hâzin, II, 41.
10-Bakara, 2/169; Nûr, 24/21; Şûra, 42/37; Necm, 53/32 bk. Beydâvi, I, 240. II, 540; Hâzin, VI, 111,414.
11-Bakara, 2/268; bk. Beydâvî, I, 423.
12-Al-i lmrân, 3/135; En ’âm, 6/151; A ’râf, 7/28-29, 33; Nûr, 24/21, bk. Nesefî, I, 589-590; Beydâvî, 11, 507; Hâzin, I, 239; II, 540.
13-A’râf, 7/28-29; bk. Hâzin, 11, 540.
14-En’âm, 6/151; bk. Hâzin, II, 507.
15-Nahl, 16/90; bk. Nesefî, II, 634.
16-Beydâvî, 11, 32. Hâzin, II, 32. Nesefî,II, 32.
17-Safvan, sahabenin ileri gelenlerindendir. Hz. Peygamberin övgüsüne mazhar olmuştur. Bir çok savaşa katılmıştır. Hz. Ömerin zamanında Ermeniyye savaşında şehit olmuştur.
18-"...Biz şüphesiz ki (her şeyimizle) Allah’a aidiz ve şüphesiz O’na döneceğiz." Bakara, 2/156.
19-Hamdi YAZIR, Hak Dîni Kur’ân Dili, V, 3485. Geniş bilgi için bk. Ibn Hişâm Muhammed b. Abdulmelik, es- Sîretü’n-Nebeviyye. III, 264, vd. Beyrut, 1991.
20-Yazır, V, 3490, vd.
21-Kâmil MtRAS, Sahîhi Buhâri Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercümesi ve Şerhi, VIII, 90-91. DİB Yay. Ankara.
22-765 sayılı Türk Ceza Kanununun 426-428. maddelerinde çıplaklık ve müstehcenlik suç sayılmıştır.
23-Taberî, X, 18/100. Kurtubî, XII, 206.
24-Hazin, IV, 380-381.
25-Ahmed, II, 159
26-Ahmed, II, 191, 202. Ebu Davud, Libas, 28. (IV, 350). Müslim, Selam, 11. (II, 1707)
27-Tirmizî, Birr, 48. IV, 350. Ahmed, I, 405.
28-Tirmizl Birr, 62. IV, 362.
29-Ahmed, V, 89.
30-Tirmizt, Birr, 47. IV, 349. Ahmed, I, 405.
31-Ebu Davud, Hammâm, 2. IV, 302. Nesâî, Gusl, 7. I, 200.
32-Buhari, Mezâlim, 3 (111, 98)
33-Ibn Ebî Şeybe, Musannef V, 213. No. 25332. Müslim, İman, 35. Ebu Davud, Sünnet, 16, V, 56.
34-Tirmizi, Birr, 65. IV, 365
35-Buhârî, Edeb, 78. VII, 100.
36-lbn Ebî Şeybe, Musannef, V, 214. Hadis No: 25334.
37-Buhârî, Edeb, 78. VII, 100.
38-bk. Bakara, 2/73; Tevbe, 9/94, 105; Ra ’d, 13/9; Müminûn, 23/92; Secde, 32/6; Fatır, 35/38; Zümer, 39/46; Cuma, 62/8; Teğabün, 64/18; Cin, 72/26; Sebe’, 34/3; Enbiya, 21/81; Haşr, 59/22.