Makale

Eğitim Üzerine

Eğitim Üzerine

İlhami AYRANCI

İnsan hayatında eğitimin yeri ve önemi sanırım kimsenin inkar edemeyeceği bir gerçektir. Genç bir nüfusa sahip olan ülkemizde gençlerin eğitimi ise daha bir önem taşıyor.
Çekilen sıkıntı, ailesi tarafından kendisine hissettiril- memeye çalışılan öğrenci, problemleri de olsa gülümsemeye çalışan fedakar öğretmenleriyle yeni bir maratona başladı bu ay. Yeni eğitim-öğretim yılının başlaması sebebiyle bu konuda çok şey yazılıp söylenecek. Çünkü, eğitim hayatımızın tamamını kapsıyor ve hepimiz için büyük önem arz ediyor.
Türkiye, özellikle Avrupa ülkeleriyle kıyaslanmayacak kadar genç nüfusa sahip bir ülke. Ülkemiz nüfusunun çoğunluğunu teşkil eden ve yarınlarımız demek olan bu potansiyele karşı öncelikle yetişkinler olarak görevimizi gereği gibi yerine getirmemiz, gençlerden bir şeyler istemeden önce, onların her türlü problemlerine eğilmemiz ve onlara hayatlarını sağlıklı bir şekilde yönetebilecek donanımlar sağlamamız gerekiyor. Bunu yaparken, insanı sadece maddi yapısıyla ele alır, onun gönül dünyasını görmezden gelir, ihmal edersek, başarıya ulaşamayız. İşte insanın ruh boşluğu içine girmesi bundandır. Genç neslin huzuru yalancı tatminlerde aramasının ardında ruhi tatminsizlik yatmaktadır. Önce bu ruhi bunalımların çaresini aramak, bulmak, bunun bir hal çaresine bakmak durumundayız.
Söz konusu olan gençliğin eğitimi olunca, meseleyi sadece ebeveynle sınırlamak da, istenilen başarıyı elde edebilmemiz için yeterli olmayacaktır. Bu sebeple, yelpazeyi hayli geniş tutmamız, okul, aile ve çevre faktörünü birlikte ele almamız gerekiyor. Ayrıca, çözüm bekleyen birçok sorun ortada dururken, işin kolayına kaçarak çokça başvurulan bir yöntem olarak nasihat yolunu seçmemizin çocuklarımızın eğitimlerine beklenen katkıyı saylamayacağının bilinmesinde yarar var. "Bizim zamanımızda..." diye başlayan yakınmaların, gencin problemlerine çözüm getirmediği, onların bugün yaşadıkları unutulmamalı, Hz. Ali (K.V.)’ye atfedilen, bir sözde de belirtildiği gibi; çocuklarımızı kendi yaşadığımız zamana göre değil, onların yaşadığı zamana göre yetiştirmeliyiz.
Özellikle son yirmi-yirmi beş yılda Türkiye’de birçok açıdan önceki dönemlerle kıyaslanmayacak yenilikler ve değişiklikler yapılmıştır. Belki de bu sürecin zorunlu bir sonucu olarak, eğitim hayatının ilk yıllarından başlayarak, özel okul. Anadolu Fen Liseleri ve Üniversite sınavlarına hazırlık için, imkanlar ölçüsünde özel öğretmen veya dershane takviyeli olarak ge- celi-gündüzlü ders alıp hazırlanma gibi bir durumla karşı karşıya kaldı öğrenciler. Çocukların daha küçük yaşlarda kendilerini hızlı bir temponun, bir yarışın içinde bulmalarına acıma duygusunun bir yansıması olarak yapılan "yarış atı" benzetmesini duymayan yoktur. Öğrencilerin her geçen gün tempolarım artırarak gerçekleştirdikleri bu çalışmalarla ilgili skeçleri, güldürü programlarım ve açık oturumları insanlar televizyonlardan karışık duygularla izliyor; "Yazık bu çocuklara. Zavallılar çocukluklarını bile yaşayamıyor- lar..." türünden yakınmalarda bulunuyorlar.
Konuyla ilgili her ne kadar kesinleşmiş bilimsel verilere sahip olmasak da, toplumumuzda çok çalışmanın insan fizyolojisini bozduğuna dair bir kanaat hakim. Böyle bir durumu tabiki kimse arzu etmez. Aslında, bu iddia doğru olsa bile, eğer çaba gösterirsek, bilimsel metotları da kullanarak çocukların ruhi ve psikolojik dengelerini bozmadan çalışma tempolarını artırabilir, istediğimiz başarıyı yakalayabiliriz.
Öte yandan, bu durumla ile ilgili tehlike çanları çalanların, içinde bulunulan durumun aşılması için de bir önerileri var mıdır? Eğitim hayatının yerli yerine oturduğu kabul edilen ülkelerde böyle bir sorun yaşanıyor mu? Yaşanmıyorsa onlar bu sorunu nasıl aşmışlar, oralarda bu sistem nasıl düzenlenmiştir? İşte bu soruların da cevaplanması gerekmektedir?
Daha fazla detaya girilmesinin bu makalenin sınırlarım aşacağından, biz şu kadarım hatırlatmakla yetinmek istiyoruz. Birçok konuda örnek gösterdiğimiz Avrupa ve özellikle iyi bir ana okuluna girmenin bile önemli olduğu, iyi bir ilköğretim okuluna girmenin yolunun oradan geçtiği, bazı okullarda, haftada beş, bazılarında altı gün devam eden eğitimin, değil sadece üniversiteye girmek, üniversiteden de iyi bir dereceyle mezun olup doktora seviyesine kadar devam ettiği Japon eğitim sistemine bir göz attığımızda, bu ülkelerin bulundukları yerlere gelmelerinin sırrı da kendiliğinden ortaya çıkıyor. Vurgulamak istediğimiz, eğitim sistemimizi sağlam bir temele oturtarak, ciddi anlamda bir çalışma ortaya koymadan, fertler olarak da toplum olarak da istediğimiz noktaya gelmemizin mümkün olmadığıdır. Gerçek şu ki, her başarının altında, emek, alın teri, uykudan, eğlenceden, zevklerden fedakarlık vardır. "Ya yardan, ya serden" özdeyişimiz tam bu konu için söylenmiş gibidir.
Konu açılmışken, okuyucularımızı biraz daha fazla bilgilendirmek amacıyla Japonya’nın Ankara Büyükelçiliği’nin dağıtımını yaptığı bir broşürden kısa bir alıntı yapmak istiyorum.
"Japonya’da hemen hemen bütün özel okul, lise ve üniversite adayları giriş imtihanı ile seçerler. Her okulun kendi sınavı vardır ve herhangi bir okula girmek isteyen bir öğrenci bu okulun sınavına girmek zorundadır".
Ülkemizde yaşanan ve çok eleştirilen duruma benzerlik teşkil etmesi sebebiyle altını çizmek istiyorum ki;
"Japonya’da giriş sınavları çok zor olduğu için öğrenciler, normal derslerin yanı sıra hafta sonlannda veya öğleden sonraları hazırlık okullarına (juku veya yobiko) giderler. Hatta öğrencilerin jukulara ilkokuldan önce başladıkları bile olur"
Hepimiz şöyle veya böyle bir yarın endişesi taşıyoruz. Bu sebeple de, bu ihtiyar dünyanın sakinleri, yarın için bir güvence arayıp duruyorlar. Çünkü gelecek korkusu fertleri ve toplumla- rı derinden derine düşündürüyor. Kışa, ilkokul yıllarımızda masal kitaplarında okuduğumuz karınca misali, kimi zevklerinden fedakarlık yaparak, sıcağı da bahane etmeden var güçleriyle çalışarak hazırlananlar, soğuklar bastırıp kar yollan kapadığı vakit sıkıntı çekmeyecek, dostlarına, komşu ve akrabalarına da yardımcı olabilecek, böylece; Hz. Peygamberin; "İnsanların en hayırlısı, insanlara en faydalı olanıdır" hadisindeki müjdeye de mazhar olacaklardır. Bunu yapmayan, zevkinden eğlencesinden fedakarlık etmeyenler de, Ağustos böceği misali başka kapılara yüz suyu dökmek durumunda kalacaklardır.
Bu noktadan sonra, bence cevap bulmamız gereken soru, asıl yarış atının kim olduğudur. Yani, yarış atı, belli bir ideale-hedefe ulaşabilmek için gücü ve imkanları ölçüsünde ve hatta içinde bulunduğu şartları zorlayarak, kendilerini ve ülkelerini daha iyi bir konuma getirmek için var güçleriyle bu maratonu koşanlar mı, yoksa, tembellik ederek acımasız hayat şartlan içerisinde yıllar sonra bunun bedelini yüklenecekleri ağır yükle taşımaya mahkum olanlar mıdır?
Son olarak şunları eklemek istiyorum: Eğitimin niteliği ve niceliğinde öğretmenlerin önemi izahtan varestedir. Bu sebeple, öğretmenlerin üniversite yıllarında öğrendikleri bilgileri, içinde bulunulan durumu göz önüne almadan ve zaman-mekan değerlendirmesi yapmadan öğrencilerine aynen aktarmasının sakıncaları artık iyi biliniyor. Benim meslektaşlarımdan dileğim şudur: Madde ve mana iklimini birlikte bulundurması gereken gençleri-öğrencileri eğilecek ağaç, doldurulacak kova gibi görmekten vazgeçmemiz gerektiğini artık kabullenmeliyiz. İşe onu, icad edici yolda yönlendirerek, bilgiye baktırarak değil yaptırarak (uygulamalı) ulaşmasını sağlamalı, kendisine hedef tayin etmesine rehberlik anlamında yardımcı olmalıyız. Bunu sağlıklı bir şekilde yapabilmek için de, öncelikle alanımızla ilgili her türlü yayını yakından takip ederek, şairin; "Her dem yeniden do- ğanz/bizden kim usanası" beytiyle özetlediği yenilenmeyi kendi şahsımızda bilimsel anlamda mutlaka gerçekleştirmeli, yaptığımız bu çalışmalarla geleceğin temelinin atıldığı bu arenada hoş bir sada olup iyi bir eser bırakmalıyız.
Bu söylediklerimizi gerçekleştirebilmek için ilmi metodun bütün kuvveti elimizdedir. Bu metodu kullanabilecek, gelecekte insanlığa ışık tutacak gençlerimize yol gösterecek ilim adamlarımız da, bu yolda çalışmaya koyulabilecek azim ve kabiliyete sahip gençlerimiz de mevcuttur. Bize düşen; üşengeçlik göstermeden, nemelazımcılık yapmadan, bu konuda elimizden geleni ortaya koymak, halis bir niyetle çaba sarf etmektir. Zira eğitim konusunun ihmale tahammülü yoktur.