Makale

Her Gün Yeni Bir Işığın Doğmasını Bekleriz, Karanlık, Aksak, sessiz ve Dilsiz Dünya’ya

Her gün Yeni Bir Işığın
Doğmasını Bekleriz,
Karanlık, Aksak, sessiz ve Dilsiz
Dünya’ya

Hazırlayan:
Abdulbaki İŞCAN

Yaşadığınız şehrin, özellikle kalabalık caddelerinde dolaşırken., herhangi bir sosyal faaliyeti izlerken,, ya da mahallenizin camisinde namaz kılarken, kısaca topluma genel olarak baktığınızda kaç engelli insanla karşılaşıyorsunuz? Çalıştığınız kurumda, yaşadığınız ortamda karşılaştığınız insanların kaçı engelli ?
Toplumda onları fazla görmemenize rağmen, gerekli eğitimi alamayan, çalıma hayatında yer bulamayan, cadde ve kaldırımlardaki engelleri aşıp da sokağa çıkamayan milyonlarca engelli insan var Türkiye’mizde.
Dışarıda yok denecek kadar az sayıda engelli ile karşılaşıyorsak ve bu da bizi ülkemizde engelli sayısı oldukça az sonucuna götürüyorsa, sık sık karşılaşmadığımızdan dolayı ülkemizdeki engellilerin problemlerine duyarlı olmuyorsak, insanlık adına bu kişilere haksızlık ediyoruz demektir. Çünkü ülkemizde, Avrupa ülkelerine nazaran engelli insani arm, sokakta dolaşma, alış veriş yapma, sosyal faaliyetlerde kendisine yer bulma şansı oldukça az.
Dünya Sağlık Örgütü’nün engellilerle ilgili olarak verdiği rakamlara göre, dünya nüfusunun yaklaşık onda biri engelli. Türkiye için de bir oranlama yapıldığında, trafik ve iş kazaları sonucu sakat kalanlar da dahil edilirse bu oran daha da artıyor.
Ülkemizde toplam nüfusun % 10 ila % 15’sini oluşturduğu tahmin edilen engelli kitlesi, trafik kaza/an, iş ve ev kazaları, eğitimsizlik, maddi yetersizlik gibi pek çok sebepten dolayı her geçen gün daha da büyüyor. Bir yandan bu istenmedik büyümeyi durdurmak için hayatın hemen her alanında çözüm üretmek gerekmekteyken, bir yandan da engelli insanların toplum tarafından daha mantıklı bir şekilde kabulü ve uyumlarının sağlanması öncelikli olarak çözüm bekliyor.
Türkiye’de engellilerin toptum içerisinde sosyo - kültürel ve ekonomik yapıdaki rolleri ne yazık ki kesin olarak bilinemiyor. Çoğunluğu oluşturan işsiz ya da öğrenci olmayan engelliler, toplumun bakışından, tutumlarından dolayı sokağa çıkmıyorlar. Toplum ise günlük hayat alanlarında bir arada olamadığı, dışarıda rastlamadığı engellileri, televizyonlarda oldukça az sayıda gösterilen filmlerden, okudukları kitaplardan, senaryolardan tanıyor. Ne problemlerini biliyor, ne de onlarla gerektiği gibi ilgileniyor. Sadece onlara acıyor.
Hepsi bu.
Düşünebildiğimiz her alanda engelli insanlarımızla ilgili olarak aşılması gereken engellerin çokluğu dileriz bizi karamsar kılmaz. Dileriz onların da insan olduğu bir an dahi aklımızdan çıkmaz. Dileriz bizlerin sahip olduğu hakların>, onlar tarafından da kullanılması için daha duyarlı ve daha aktif oluruz.
Ve dileriz ki bu vatandaşlarımızın gönüllerinde anlayış engellisi olarak iz bırakmayız.

"İNSANLARA EŞİTSİZLİKLERİ ORANINDA DAVRANILAN ADİL BİR DÜNYA İSTİYORUZ."

Çocukluğumdan beri engellilerin dünyasını, gizemli, sırlarla dolu bir dünya olarak görmüş ve o şekilde düşünmüşümdür. Onların kendilerine has dünyaları, beni her zaman içine çekmiş, tamamen özel gibi gördüğüm yaşantıları onlarla ilgilenmem için sebep aramama neden olmuştur.
İlkokul tahsilim sırasında aynı sınıfta okuduğum Erhan ismindeki arkadaşım tanıdığım ilk engelli insandı. Erhan bedensel engelliydi, her iki bacağında da protez vardı. Oturduğu yerden ayağa kalkacağı zaman oldukça zorlanır, yürürken de ya binlerinin koluna girerek ya da yavaş yavaş, bacaklarını tam kaldıramadan, ayaklarını sürüyerek yürürdü. Okulun bahçesinde biz oyun oynarken o hep bizi duvara dayalı bir biçimde seyrederdi. Masa tenisi oynarken ona hakemlik yaptırdığımız da olurdu. Arkadaşlar arasında konuşurken devamlı yanımızda yer almasına rağmen hemen hemen hiç konuşmaz, sadece dinlerdi. Yüzü devamlı tebessüm halinde idi. Arkadaşlarına bağırıp çağırdığını görmediğim gibi kahkahalar atarak güldüğünü de hiç görmedim.
Herkesin olduğu gibi Erhan’ın da kendine ait bir dünyası vardı. Onun bu dünyasında kimselerle paylaşmadığı hisleri, duyguları; sevinçleri, üzüntüleri vardı. Ve bu görüntüsü ona benim gözümde nedense ayrı bir üstünlük kazandırıyordu.
Daha sonra ortaokulda okurken bir yaz tatili dolayısıyla İstanbul’da bulunduğum bir sırada dayımın oğlu Cemalettin’i tanımıştım. Cemalettin küçük yaşta geçirmiş olduğu bir hastalık neticesinde sakat kalmıştı. Bacaklarını, kollarını, bedenini hareket ettiremiyor, başını sağa, sola çeviremiyordu. Ayrıca konuşamıyordu da. Sadece gözlerini hareket ettirebiliyordu. Gün boyunca bir divanın üzerinde veya yerde öylece yatıyordu. Konuşulanları anlıyordu. Dilini dışarı çıkarması evet manasına geliyordu. Gözlerini sıkıca kapaması da hayır anlamındaydı. Onunla konuşmamızdan, ilgilenmemizden çok hoşlanırdı. Siz konuşurken gözlerinizin ta içine bakar, gözlerini sizden kaçırmazdı. Onu rahatsız eden bakışları hemen anlar, başını oynatamadığından gözlerini yattığı tarafa doğru çevirir, yüzünü ekşitirdi. Nedenini bilemiyorum ama onun yanında kendimi hep ezik ve bir suçlu gibi hissetmişimdir. Çocukluk duygularımla ona ne kadar acıdığımı, gerek sözlerimle, gerekse davranışlarımla belli etmeye çalışmışımdır. Erhan’a da, Cemalettin’e de sadece acımışımdır, onlar için üzülmüşümdür. Hepsi bu. Onlara faydalı olabilecek davranış, düşünce sahibi olabilmek için ne bir arayışa girmişimdir, ne de bir fikir için aklımı zorlamışımdır.
Erhan’ı bilemiyorum ama Cemalettin bu gün yaş olarak 30’u geçmiş durumda. Boyu ise 1.80 civarında. Hayatını aynı şekilde devam ettiriyor, hiç bir azasım kıpırdatamıyor, gün boyu olduğu yerde yatıyor. Hoşuna giden şeyler için dilini çıkarıyor, gitmeyenler için ise gözlerini kapatıyor. Ve ona bir damla ilgi gösterenlere çağlayan olup akıyor.
Dünyada ve ülkemizde Cemalettin gibi kaç insanın yaşadığını bilememekle beraber, insanların çoğunun hala onlara sadece acıdığını ve onlara yaşlı gözlerle baktığım biliyorum. Şunu da biliyorum ki onların, normal insanların yararlandığı haklardan istifade edebilmesi için düşünen, harekete geçen insanlar hala parmakla gösterilecek kadar az.
“ENGELLİ HAKKI TEMEL İNSAN
HAKLARINDANDIR.”
Konumuzla ilgili olarak araştırma yaptığım sırada tanıdım Ayhan beyi. Daha doğrusu bir arkadaşım vasıtası ile telefonda tanışmıştım onunla. Yaptığım görüşme teklifini kabul etmiş, bir arkadaşının bürosunda buluşmak üzere anlaşmıştık. O andan itibaren garip bir heyecan sarmıştı beni. Çocukluğumdan be- 7ı merak ettiğim bu dünyanın kapılarını biraz olsun aralayabilecektim. Renkleri, güneşi soracaktım ona. Görmediğini anladığı ilk anı soracaktım. Güzeli, çirkini soracaktım. Sevgiyi, hayatı soracaktım. Ona dünyayı karanlık olarak algılamanın nasıl bir şey olduğunu soracaktım.
Buluşma yerimize geldiğimde onu bir odada yalnız başına otururken buldum. Odada ışık yok denecek kadar azdı. Bir an her halde elektrikler yok diye düşündüm. Fakat kısa bir süre sonra karanlığın nedenini anladım ve o anda aklımda yer eden bütün sorular allak bullak oldu. Çocukluk arkadaşım Erhan’ın yüzünde var olan tebessümün aynısı Ayhan beyde de vardı. Ve bu tebessümü ile ışığı yakmam için odanın kapısına doğru işaret etti.
- Benim için değişmez ama sizin için çok şey farkediyordur her halde.
Evet çok şey farkediyor.
Ayhan Çelik, Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunu. Şu anda bir devlet dairesinde uzman olarak görev yapıyor. Evli ve bir çocuk babası. Ben sormadan o hemen;
- Eşim ve çocuklarımda herhangi bir engel bulunmuyor. Allah’a çok şükür her ikisi de oldukça sağlıklı, diye ekliyor.
Kısa süren bir tanışmadan sonra sohbetimize başlıyoruz.
Ne zamandan beri görmüyorsunuz?
- Yedi yaşımdan beri görmüyorum. O yaşta geçirdiğim bir rahatsızlık sonucu gözlerimi kaybettim. Doktorlar beyine ışık yansıtan iki damarın kuruduğunu söylediler. O gün bu gündür hayatımı böyle devam ettiriyorum,
Bu rahatsızlığınızdan önceki döneminizden hafızanızda neler kaldı?
- Normalde her şey diyebilirim. Bir insanın yüz hattını, yüz şeklinin nasıl olduğunu biliyorum. Nesneleri, şekilleri hatırlıyorum yani.

Renkleri de biliyor musunuz?
- Tabi. Renkleri tamamen biliyorum. Siyah, kırmızı, beyaz... bunların nasıl bir şey olduğunu, nasıl bir görüntü sunduklarını biliyorum. Bu yüzden biraz daha şanslıyım gibime geliyor. Gözleri doğuştan görmeyen bir insanın renkler hususunda bir bilgisi yoktur. Mesela kırmızı dediğiniz zaman onun için bu sadece bir kavramdır, hafızasında bir şey oluşmaz.

Engelli denince aklınıza ne geliyor?
Engelli, bir kısım organlarından herhangi birini kaybetmiş insana denir. Klasik manada ve bu gün toplum nazarında anlaşılan özürlünün tanımı budur.
Engelli hakları kavramından ne anlıyorsunuz?
- Aslında ben engelli hakkı kavramına karşıyım. Bence önemli olan insan haklarıdır. Eğer bir toplumda yaşayan insanlar engelliye de insan olarak bakıyorsa onun ayrı bir hakkı yoktur, yani engelli hakkı temel insan haklarındandır. Çünkü bir insanın hayatını devam ettirebilmesi için neye ihtiyacı varsa, bir özürlü olarak benim de ona ihtiyacım vardır. Fiziki durumu yerinde kabul ettiğimiz insan da aslında potansiyel manada bir engellidir. Çünkü insanın bir dakika sonrası için hiçbir garantisi yoktur.
Ülkemizde engellilerin sayısının nüfusa göre yüzde 10-15 civarında olduğu tahmin ediliyor. Engellilerin sayı olarak tam tesbit edilememesini neye bağlıyorsunuz?
- Gelişmekte olan ülkelerde istatistiki bilgiler net olarak ortaya konamıyor. Yani bu ülkelerde insana yapılan yatırım az olduğu için, engellilerin sayısı gibi bir sonucu devletin net olarak ortaya koyması oldukça zordur. Bunda halkın eğitimsizliği de büyük oranda etkilidir. Mesela engelliler hususunda bir istatistik yapmayı düşünüyoruz. Bir eve girdiğinizde, o evde engelli varsa vatandaşımız onu saklıyor, göstermiyor, yok diyor. Çözüme ilk önce buradan başlamak lazım. Yani ilk önce topluma engellileri kabul ettirebilmek için çalışmalarda bulunmamız gerekiyor.
“ACIMAK HİÇBİR PROBLEMİ
ÇÖZMÜYOR”
Toplumun engellilere bakış açısını nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Biz normalde eğitim düzeyi düşük bir toplumuz. Fakat bizim şu ana kadar yapmış olduğumuz tesbitlerde gördük ki aydın dediğimiz tabaka da engellileri toplumdan saklıyor. Engelli bir tanıdığı ile veya akrabası ile dolaşmaktan, toplum içerisine çıkmaktan adeta utanıyor.
Sizce bunun sebebi ne?
- Özellikle toplumun ilgisinden çekiniyor yani bakmasından rahatsız oluyor. Çünkü maalesef toplumumuz bir engelli ile ilgilenmesi gerektiği gibi ilgilenmiyor. Bir engelli gördüğü zaman dikkatli bir şekilde, üstelik defalarca bakıyor. Bu da normal olarak hem engelliyi hem de yanındakileri rahatsız ediyor. Burada oldukça dikkat çekici bir hususu belirtmek istiyorum. Türkiye’de engelliler ile ilgili hukuki haklan genellikle görme engelliler almıştır. Bunun da sebebi şudur. Bir görme engellinin önce düşünen bir beyni vardır. İkincisi etrafındaki, karşısındaki insanların ona bakışından rahatsız olmamaktadır. Çünkü onların bakışlarını görmüyor. Mesela bir ortopedik engelli sizin bakışınızın acıyarak mı yoksa kızarak mı olduğunu anlar. Ama ben bunu anlamam. Ayrıca görme engelliler, eğitim alanında da gerek kendi çabalan ile gerekse devletin katkılan ile bayağı bir başarı elde etmişlerdir. Sosyal alanda eğitim görmüş görme engelliler, dolayısıyla toplumun katmanlarıyla daha çok iletişim kurmuşlar ve bu şekilde daha çok hak elde edebilmişlerdir. Toplumun bakış açısı özellikle acıyarak olmaktadır. Yani bu vatandaşların da benim gibi haklan vardır, benim gibi ihtiyaçları vardır, biçiminde değil de acıma hisleri ile engelliye bakmaktadırlar. Oysa ona acıyarak bakmak yerine onun da ihtiyaçları olduğu düşünülmelidir. Çünkü acımak hiç bir problemi çözmüyor.
Sizce engellinin Türkiye’de önde gelen ilk problemi nedir?
- Bence engellinin herşeyden önce anlaşılması lazım. Ve özürsüz kabul ettiğimiz insanların, engelliyi kendileri gibi görmeleri lazım. Yani insan olarak görmemiz lazım. Çünkü insanların hayat şartlan ne ise engellininki de odur. Temel insan hakkı ne ise engellinin hakkı da odur. İnsanların buna inanmaları lazım. İnsanlara bu inancı yerleştirmediğimiz müddetçe her zaman problemler olacaktır. Bu yüzden insanlarımızın mutlak eğitilmeleri dolayısıyla engellinin toplumla ve toplumun da engelli ile bağının çok iyi kurulması gerekmektedir.
Yani insanların beni gördüğü zaman benim farklı olduğumu düşünmemesi lazım. Benim farklılığım sadece fiziksel olarak görmeyişimdir. Veya ortopedik engelli bir insanın farklılığı bacağının tutmayışıdır. İnsanların durumu böyle düşünmesi lazım.


Anne Babalar Dikkat!

* Çocuklardan bazıları geri zekalı veya işlerliği olmayan organlarla dünyaya gelmiş ve bu durumda yasama mecburiyetinde olabilirler. Hangi durumda olursa olsun çocuklar sohip olmadıkları kabiliyetlerle değil de sahip oldukları kabiliyetlerle kabul edilmelidir.
* Çocukların içinde bulundukları durumlarıyla ilgili sorumluluk hiçbir zaman onlara ait değildir. Bu durumdaki çocuklarınız için özel tedbirler almanız gerektiğini unutmayın.
* Engelli bir çocuğa sahip olmak utanılacak bir durum değildir.
* Çocuğunuz engelli olduğu için kendinizi suçlu hissetmeyin.
* Çocuğunuzun engelli olduğunu kabullenin.
* Engelli çocuğum var diye insanlarla ilişkilerinizi kesmeyin, içinize kapanıp çevrenize küsmeyin.
* Engelli çocuğunuzla toplumdan soyutlanmayın, bilakis toplum içerisine girin.
* Engelli çocuğu olon ailelerle ilişkiler kurun, onlarla problemleriniz hususunda yardımlaşın.




Zihinsel Ehgelli Çocuğa
Sahip Anne babalar Dikkat!

* Doktorların ve pedegogların verdikleri tavsiyelere güvenin, talimatlarına uyun.
* Engelli çocuğun kesinlikle ihmal edilmemesi gerektiğinin şuurunda olun.
* Çocuğunuzu aileden ayrı tutmayın, aksine onu ailenin içerisinde yetiştirin.
* Çocuğunuzu eve hapsetmeyin. Çevresini izleyerek ve taklit ederek çok şeyler öğrenebileceğini aklınızdan çıkarmayın.
* Çocuğunuza öğrenmeyi teşvik etmek için zaman zaman onu öven sözler söyleyin.
* Çocuğunuzu normal şartlarda yetiştirmeye çalışın.
* Çocuğunuza acıma duygunuzu belli etmeyin. Acıma sonucu sergilenen davranışların onun gelişimine zarar verebileceğini unutmayın.
* Çocuğunuzu çok fazla çalışmaya zorlamayın. Bir çok şeyi kendiliğinden kavraması gerektiğini düşünerek ona çok fazla yardımcı olmamaya özen gösterin.
* Çocuğunuza harcadığınız çabaların sonucu bir başarı göremezseniz ümitsizliğe kapılmayın ve sabrınızı yitirmeyin. Her türlü olumlu çabanın izlerinin olacağını unutmayın.



“ENGELLİYE YAPILAN YATIRIM,
İNSANLIĞIN GELECEĞİNE YAPILAN
YATIRIMDIR.”

Yani ilk problem eğitimsizlik.

- Evet bu engelli için de, toplum için de geçerli.
Mutlaka iyi eğitilmek lazım. Zaten eğitimin sağlanması halinde toplumda özürlü problemi diye bir şeyin konuşulacağına inanmıyorum. Yani ortadan böyle bir problem kalkar. Ayrıca abartıdan kaçmak lazım. Bir engellinin toplum dışı hareket ettiğini, kural dışı bir eylemde bulunduğunu farzederek, bu her zaman oldukça abartılmıştır. Sansasyonel bir haber olarak verilmektedir. Normal bir insan bu tür eylemlerde bulunduğunda fazla dikkat çekilmemekte fakat bir engelli bu duruma düştüğünde ise oldukça abartılmaktadır. O zaman meselelere temel insan hakkı olarak bakılmadığı ortaya çıkıyor. Sadece görmediği, ya da duymadığı için, yürüyemediği için bu eylemden dolayı konu olabiliyor. Ama diğeri onun kat kat fazlasını yaptığı halde söz konusu olmuyor.
Biraz önce bana yöneltmiş olduğunuz soruya özet bir şekilde cevap vermem gerekirse; mesele sosyal hukuk devleti meselesidir. Sosyal hukuk devleti eğer gereğini yaparsa bütün meseleler gibi engellilerin meselesi de temelden halledilecektir.
Ama başta da söylediğimiz gibi önce hadiseye temel insan hakkı olarak bakmak lazım.
Olayın bir de mali yönü var herhalde.
- Evet, bu da başlı başına bir problem. Bazı kutlamalar, gösteriler yapılıyor. İnsanlar, faydası olmayan yerlere paralarını aktarıyorlar. Çok değil bir iki sene bu harcamalar tamamen engellilerle ilgili konulara aktarılsa, inanıyorum ki problemleri halledilecektir. Engelli problemleri diye bir şey kalmayacaktır. Şu anda engelliler alanına yapılan yatırım, yafa yar* engellilere değildir aslında. İnsanlığın geleceğinedir. Engelli doğabilecek çocuklara, sonradan engelli olabilecek insanlaradır.
Dışarıda dolaşırken insanlardan yardım görüyor musunuz?
- Aslına bakarsanız doğduğum ve bir müddet yaşadığım köyde insanlar bana daha farklı davranmışlar. Bilerek yada bilmeyerek, eğitilmiş insanlardan çok daha iyi davranmışlar. Beni rahat bırakmışlar, sıkmamışlar.. Çünkü oradaki insanların bana bakış açıları farklıydı. Burada ise daha farklı. Günlük hayatımızda başımıza geliyor: Yolda giderken arkanızdan ya da önünüzden bağırarak yolu tarif etmeye, sizi yönlendirmeye çalışıyorlar. Sonuç bizim için hiç de iyi olmuyor. Eğer yardım edeceksen kolumdan ya da elimden tutup yardım et. Uzaktan kumandayla yardım olmaz.
Engelli biri olmasaydınız, görme engelli birisine nasıl davranırdınız?
- Kesinlikle kendime davranılması gerektiği gibi davranırdım. Aramızda özrümüzden kaynaklanan farklılıkları gündeme getirmezdim. Yani farklı davranmazdım. Ona bir insan olarak bakardım, insana nasıl davranılacaksa öyle davranırdım.
Yani toplum bir engelliye nasıl davranılma- sı gerektiğini bilmiyor.
- Evet, bilmiyor. Çünkü bakış açısı farklı. Mesela ben birkaç gün önce yaşadığım bir olayı anlatayım. Eve gitmek için otobüs durağında beklerken tanımadığım bir vatandaş bana çalışıp çalışmadığımı sordu. Ben de çalışıyorum dedim. Peki kaç yıldır çalışıyorsun, dedi. Yaklaşık yirmi yıldır, dedim. Abi dedi, senin emekliliğin gelmiş, niye emekli olmuyorsun? Ben de ona dedim ki, siz çalışıyor musunuz? Evet, dedi. Kaç yıldır çalışıyorsunuz, dedim. 27-28 yıl da benim oldu, dedi. Ona, siz niye emekli olmuyorsunuz, diye sordum. Dedi ki, benim çoluk çocuk var. Bunlar şimdi okuyorlar, evlilikleri de var, falan filan... Şimdi sen kenai çocuğunu düşünüyorsun, onların okumalarını, evlenmelerini düşünüyorsun da benim çoluk çocuğumun da olabileceğini niye düşünmüyorsun? işte size temelde insan olarak bakılmadığı için, yani aynı seviyede bir insan olarak görülmediğiniz için size bu tür sorular yöneltebiliyorlar.
Eğitiminiz sırasında da güçlüklerle karşılaştınız mı?
- Tabiki bazı güçlüklerle karşılaştım. Bize yönelik kabartma yazı yani Braille sistemi ile yazılmış kitaplar var. Başta bunların temininde bir takım zorluklar yaşadım. Sonra değişik insan gurupları ile karşılaşıyorsunuz. Anadolu’nun değişik bölgelerinden gelen bu insanların çoğu belki de hayatında bir özürlü ile karşılaşmamış, onunla yakın bir temasa geçmemiş. Bu nedenle önce sizi yadırgıyorlar, fakat zamanla bu yadırgama ortadan kalkıyor. Kendi aralarında yaptıkları sohbetlere, şakalaşmalara sizi dç ortak ediyorlar. Mesela sizinle güreş tutuyorlar, oyun oynuyorlar. Dolayısıyla beraberce yiyip içtiğimiz, yatıp kalktığımız birbirimize bağlandığımız arkadaşlarımız oldu. Halen de bu arkadaşlıklarımız devam etmekte.
Sıcakkanlılığı ve hoş sohbeti ile Ayhan Çelik’in toplumda arkadaş bulmakta hiç zorlanmadığı ve zorlanmayacağı muhakkak. Onun için aydınlık sadece bir kavram değil. Ona göre karanlık geceler ve gündüzler aydınlık geleceğe yön tutmuş. O, insanların bu aydınlık yolda yürüyebilmeleri için biraz daha anlayışa, fedakârlığa ve erdeme ihtiyaçları olduğunu düşünüyor.


Dr. Sermet BAŞARAN

’“Toplumun önemli bir bölümünü oluşturan engellilerin eriştiği refah, çağdaşlaşmanın bir göstergesidir."

Özellikle son yıllarda sokak çocukları, engelliler ve engelli hakları gibi konuların basınımızda diğer yıllara nazaran daha fazla yer aldığına şahit oluyoruz. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bazı kavramlar konjonktüre! olarak kimi kavram ve konulara göre öncelik arzetmektedir. Demokrasi, insan hakları ve çevre yükselen değerler olarak asrımızın son çeyreğinde gündemi belirleyen kavramlar olmuştur. Bu kavramların hepsi bir ülkede insan ve dolayısıyla toplum mutluluğunun, ne ölçüde sağlandığını ortaya koymaktadır. Demokrasiye, insan haklarına ve sağlıklı çevreye sahiplik aynı zamanda kalkınmışlığın yani çağdaşlaşmanın da birer göstergesidir. Genel anlamda insanın sorunlarıyla ilgilenmek doğal olarak çağdaşlaşma yolunda sergilenen sosyal politikalardan birisidir.
Engelliler ve problemleriyle ilgilenmek de çağdaşlaşmanın bir göstergesidir öyleyse.
Elbette. Bir çağdaşlaşma göstergesidir, çağdaşlaşmanın ta kendisidir. Toplumun önemli bir kısmını oluşturan engellilerin eriştiği refah, çağdaşlaşmanın da bir ifadesidir.
Engellilere yönelik hizmetler ele alınırken konuya bakış nasıl olmalıdır?
Engelli hizmetleri, sosyal siyaset ve sosyal hizmetler içinde yer almaktadır. Aslında sosyal siyaset genel bir kavramdır. Sosyal siyaset toplumun sınıf ve tabakaları arasında ekonomik ve sosyal denge kurmaya çalışır ve bu amacını gerçekleştirirken sosyal hizmetlerden yararlanır. Sosyal hizmet ise, çok genel ve basit anlamıyla yardıma ihtiyacı olan kişilere sunulan hizmettir. Bu ayni veya nakdi olabildiği gibi bir defaya mahsus veya sürekli de olabilir. Daha çok yaşlılara, yoksullara ve engellilere verilen hizmettir.
Sosyal politikalardan ekonomik bir fayda beklenmesinin yanında, sosyal hizmetlerin böyle bir getirisi yoktur. Aralarında böyle bir karşılık bekleme, beklememe gibi fark vardır.
Bu genel kavramların izahından sonra isterseniz engelli nedir, kime denir sorusuna açıklık getirelim.
Aslında engelliyi tanıma zor olmadığı için tanıtmak da kolay gelmektedir. Ancak kısmi engellileri tanıtmakta biraz gecikebiliriz. Örneğin işitme engelli biri ile, iş sebebiyle konuşma durumunda olmadıktan sonra onu engellsiz olarak algılarız. Duygusal engelliler de kısmen bu örneğe benzerlik arzeder. Zihinlerde yerleşmiş şekliyle engelli, eli ayağı olmayan, göremeyen veya duya- mayan kimsedir. Bu kimselerin türüne göre kendilerine özgü yardıma ihtiyaçları vardır. O halde engelliyi: “Doğuştan veya sonradan bedensel, zihinsel, ruhsal, duygusal ve sosyal yeteneklerini değişik oranlarda kaybetmiş olup da hayatın normal gereklerine uymayan, korunmaya, bakıma, rehabilitasyon, danışmanlık ve destek hizmetlerine ihtiyacı olan bir kişi” şeklinde tanımlayabiliriz.
Biraz önce insan haklarından söz ettiniz. Bilindiği gibi haklar yalnızca istemekle elde edilmiyor, onun bir de yasal boyutu var. Engellilerle ilgili yasal düzenlemeler nelerdir?
Elbette hakların varlığını en güzel şekilde yasalar göstermektedir. Bir şeyi istemek yetmiyor, bir yasaya bağlama gerekmektedir. Globalleşme sürecinde dünyada pek çok mevzuat adeta tek ülkede uygulanıyor gibi uygulanmaktadır. Ülkeler ekonomilerini birleştirdikleri gibi yönetimlerini, hukuklarım da birleştirme eğilimine girmişlerdir. Uluslararası siyasi ve ekonomik entegrasyonlar neticesinde bir paydada birleşme, ortak hareket etme mecburiyeti doğmaktadır. Engellilerin hukukunu gözeten uluslararası düzeyde Çocuk Haklarına Dair Sözjeşme, Sakat Kişilerin Hakları Bildirisi, Avrupa Sosyal Şartı, Avrupa Konseyi Kararı ve Uluslararası Çalışma Örgütü 159 nolu sözleşmesinde engellilerle ilgili evrensel düzenlemeler yer almaktadır. Aynı ortak paydada yer alan Türkiye, adı geçen evrensel düzenlemelerden, sosyal ve ekonomik yapısı ölçüsünde engellilere yönelik sağlık, eğitim, çevre, konut ve çalışma hayatı ile ilgili olanları bünyesine uyarlamaya çalışmaktadır. Bu yönde kendi iç hukukunda düzenlemelerde bulunmuştur.
1982 Anayasasının 5, 17, 42, 50, 56 ve 61’inci maddelerinde çeşitli engelli haklarının anayasal dayanağı görülür. Anayasaya bağlı olarak sağlık, eğitim, sosyal hizmetler, istihdam ve imar konusunda kanun, tüzük, yönetmelik ve tebliğler yayınlamış ve yürürlüğe konulmuştur.
Öyleyse gerekenler yapılıyor diyebilir miyiz?
Şeklen öyle ama bu yönde hukukun oluşturulması tek başına yeterli değildir. Bunu şöyle açıklayabiliriz. Siz sürücü belgesi almışsınız ama araba alamıyorsunuz, daha kötüsü arabanızı kullanacak yolunuz yok. İşte bu aşamada olayın kaynak boyutu karşımıza çıkıyor. Bunda kişi başına düşen milli gelirin düşüklüğü, . işsizlik, enflasyon, gelir dağılımındaki adaletsizlik gibi sorunlar etken olmaktadır.
O zaman engellilerle ilgili olarak aşılması gereken engellerin başında kaynak sıkıntısı yer alıyor.
Ulusal gelirimizi göz önüne alacak olursak eğer, bu tesbite varmamız gayet normaldir. Zira ülkemizin oldukça zengin olduğundan söz etmemiz yanlış olur kanaatindeyim. Ancak bu hep böyle gelir, böyle gider anlamına tabii ki gelmez, gelmemelidir de. Yurdumuzda önemli bir kesimîn sağlık güvencesinden mahrum olması, aynı zamanda özürlü sayısındaki artışların sebeplerini açıklamaya yetmektedir. Engelli tanımından da anlaşıldığı üzere engelliliğin önemli nedenlerinden ‘biri de doğum öncesi ve sonrası olumsuz şartlardır. Sosyal güvenliği ve dolayısıyla sağlık güvencesine sahip olmayan ailelerin engelli çocuğa sahip olma ihtimalleri diğerlerine göre daha fazladır.
Yani engelliliğin nedenlerinin başında sağlık şartlarının olumsuz olması geliyor, diyebilir miyiz?
Evet. Engellilik, doğum öncesi, doğumda ve doğum sonrası oluşan olumsuz şartlardan meydana gelir.
Doğum öncesi nedenleri; engelli sayısında önemli paya sahip olan beslenme ve barınmada yetersizlikler, yaygın akraba evliliği, genetik (irsi) kalıtım, koruyucu sağlık hizmetlerinden yeterince yararlanamama (aşılama, sağlık kontrollerini yaptırmama, zamanında tedavi görmeme) şeklinde özetleyebiliriz.
Doğum sürecindeki nedenler daha ziyade sağlık personeli yardımı almadan doğum yapmaktan veya doğum esnasındaki komplikasyonlardan meydana gelmektedir.
Doğum sonrası nedenler ise bebeğin sağlıklı olarak doğumundan, hayatının sonuna kadar olan süreçte karşılaştığı olumsuz fiziki, kimyasal, biyolojik, sosyal ve çevresel faktörlerdir.
Doğum öncesi nedenlerin bir kısmı doğum sonrası evrede de görülür. Bunların dışında daha çok ev, iş ve trafik kazaları, nükleer kazalar, yanlış teşhis ve tedaviler; özürlülüğü artıran nedenlerdir.
Dünyada ve ülkemizdeki engelli sayısı hakkında bilgi verebilir misiniz?
Engelli sayısı hakkında kesin bir rakam vermek bugün için oldukça zor. Daha ziyade Birleşmiş Milletler Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) belirlediği % 10-15 gibi oranlar bilgi bakımından kullanılmaktadır. WHO dünya nüfusunun %10’unu engellilerin oluşturduğunu kabul etmektedir. Bu rakam gelişmişlik düzeyine bağlı olarak artmakta veya azalmaktadır. Dünya nüfusunu 6.5 milyar kabul edersek, dünyada 650 milyon özürlü olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır. Bu hesaba göre gelişmekte olan ülkeler gurubunda olduğundan Türkiye’de %12 oranı üzerinden 7 milyon civarında engelli vardır diyebiliriz.
Ülkemizde guruplarına göre engelli dağılımı nasıl?
WHO’nun belirlediği orana göre Türkiye’deki engelli dağılımı şöyledir.
Görme %0.2 125.000
İşitme %0.6 377.000
Ortopedik %1.4 880.000
Zihinsel % 2 1.450.000
Konuşma %3.5 2.200.000
Diğerleri %4.3 3.000.000
Eldeki verilerden de anlaşılacağı üzere ülkemizde 7 milyonu aşkın özürlü bulunmaktadır. Diğerleri grubuna; sürekli hasta olanlar, uyumsuzlar ve muhtaç olanlar girmektedir.
Bu rakamlar oldukça ürkütücü görünüyor.
Elbette ürkütücüdür. Kalkınmasını sağlayamamış, akraba evliliğinin yaygın olduğu, her saat başında bir trafik ka zasının olduğu ve yılda üç bin kişinin iş kazası neticesinde iş göremez derecede sakat kaldığı, yetersiz barınma ve beslenmenin yanı- ı sııa ana çocuk sağlığı alanında is- I tenilen başarıyı yakalayamama ve yıllardır süregelen terörle bir- ^ likte ülkemiz adeta bir sakatlar ülkesi görünümü arzetmektedir. An cak tesellimiz, tümünün ağır derecede engelli ve yardıma muhtaç olmamalarıdır.
Bilindiği gibi pek çok engelli, sağlamların bile üstesinden gelemediği konularda başarıya imza atmışlardır.
Örnek verebilir misiniz?
İlk aklıma gelenlerden ABD eski başkanı Eisen- hover, ünlü fizik teorisyeııi İngiliz Stephan Hawking, ismini şu anda hatırlayamadığım İngiltere eğitim bakanı, halk ozanı Aşık Veysel, ünlü yazar Cemil Meıiç’i sayabilirim.
Burada şunu da hatırlatmakta fayda görüyorum. Engelli her zaman yardıma muhtaç kimse anlamına gelmemelidir. %40 oranından fazla engele sahip olanlar engelli kontenjanından yararlanabilmektedirler.
d Engellilerin problemlerini genel olarak nasıl açıklai’Mitız?
İnsanlar birbirlerinin aynı olmayıp her kişi kendine özgüdür. Bu açıdan bakınca her engellinin diğerinden farklı istekleri olur. Sorunları kişiselleştirmek konuyu toparlamaya engel teşkil edeceğinden belirli ortak payda da toplamak daha akılcı olur. Herkesin sağlık ve eğitim konusunda kendine göre problemleri olduğu için, bu onları da kapsamaktadır. Ancak kullanılan yöntem değişmektedir. Yaklaşık iki milyon engellinin sosyal güvenceden yoksun olduğu kanaatindeyiz. 2022 SSK gereğince verilmekte olan aylık altı milyon gelirin günün şartlarında ne kadar önemi vardır. Bugün engelli otuz beş bin öğrenci özel eğitimden yararlanmaktadır. Bu oran oldukça düşüktür. Eğitime yönelik hizmetlerin yoğunlaştırılması gerekmektedir. Engelli bireyin meslek sahibi olması bir bakıma aldığı eğitime bağlı olmaktadır. Yetişkin engellilerin en önemli sorununu, istihdam konusu teşkil etmektedir. İşsizlik ülkemizin başta gelen problemleri arasında olup, engellilerin istihdamını da olumsuz olarak etkilemektedir. Engelliler için ayrılan yüzde ikilik kontenjanın yüzde üçe çıkarılması bile soruna çözüm getirmeye yetmemektedir.
Engellilerin sosyal yaşamın gereklerini yerine getirme yönünde bir takım istekleri vardır. Bunlar ulaşım, konut ve diğer sosyal mekan ve araçlara ilişkindir. Yolların, merdiven, asansör, banyo ve tuvalet gibi yerlerin, engellilerin kullanımına elverişli hale getirilmesi yönünde çalışmalar yapılmalıdır. Bu gibi yerlerin düzenlenmesine ilişkin çalışmaların başlatılmış olması oldukça sevindiricidir.
Ülkemizin mevcut şartları göz önüne alındığında yapılması gerekenler ile ilgili neler söyleyebilirsiniz?
Bu yaptığımız açıklamalardan engellilerin çok kötü şartlarda hayatlarını sürdürdükleri sonucu çıkarılmasın. Elbette iyi şeyler de yapılıyor ama, iyi diye bildiğimiz güzel uygulamaların güncelleştirilmesini, daha güzele, en güzele ulaşmasını temenni etmekteyiz.
Mesela koruyucu sağlık hizmetlerini yaygınlaştırmak gerekmektedir. Engelli ihtiyaçlarının yerinde karşılanması için sivil toplum örgütleri şeklinde kurulmuş bulunan demek, vakıf, federasyonlara proje, danışmanlık ve yer temini konusunda katkılar sağlanmalıdır. Devletin özürlü kesime yapacağı yardım ve hizmetlerin yerel yönetimler eliyle yapılmasına geçilmelidir. Onların iş ve yuva kurmalarını sağlamak üzere hibe ve uzun vadeli krediler verilmelidir. Tabi bunlara benzer daha pekçok proje üretilebilir.


Dr. Sermet BAŞARAN Kimdir?

1957 yılında Tokat-Erbaa’da doğdu. İlk öğrenimini Erbaa’da, orta öğrenimini Artvin ve Manisa Demirti ilk öğretmen okullarında tamamladı. İstanbul Siyasal Bilimler fakültesi Kamu Yönetimi Bölümii’nden mezun olduktan sonra Gazi Üniversitesinde "Yerel Yönetimlerde İdari Vesayet" konulu tezi ile master, "Gümrük Birliği Sürednde Küfük ve Orta Boy İşletmelerde Fiziksel Çevre Boyutunda Ergono- mik Yaklaşım" konulu teziyle doktorasını tamamladı.
Kamu yönetimi, sağlık ve sosyal hizmetler konularında bir tok makalesi bulunan Başaran, öğretmenlik, eğitim uzmanlığı, daire başkanlığı ve belediye başkanlığı görevlerinin yanında Başbakanlık Engelliler İdaresi Başkanlığının kuruluşunda görev aldı.


ANLAYIN YETER!

Adı körlük, sağırlık veya sakatlık olan bir oyun oynadınız mı hiç hayatınızda?
Ya da bu oyunu oynayan birisine hiç rastladınız mı? Ömrünün sonuna kadar bu oyunu oynama mecburiyetinde olan birisi ile hiç tanışmadınız mı yoksa? Onunla bir yakınlığınız, bir sohbetiniz olmadı mı?
Kendinizi bir engellinin yerine koyup, insanların içine bu şekilde çıkıp, onlar gibi yaşamayı denemek geldi mi hiç aklınıza? Fazla değil sadece bir kaç saat bir engellinin yerine kendinizi koyarak, insanlarla iletişim kurmayı hiç düşündünüz mü?
Kendinize bir başkasının, hele bir engellinin gözüyle hiç baktınız mı?
Kendinizi bir âmâ gibi hissederek, etrafınızdaki nesnelere, yakınınızdaki insanlara hiç dokundunuz mu? Bir odadan bir odaya ya da evinizden mahalle bakkalına gözleriniz kapalı gittiniz mi?
İnsanların ömürlerinde belli bir sakatlık dönemi olsa, engelliler konusunda daha duyarlı, daha vefalı, daha bilinçli olurlar mıydı acaba? Engellilerin problemlerine daha fazla eğilirler miydi, onlarla olması gerektiği gibi ilgilenirler miydi?
En temel ihtiyaçlarını bile güçlükle karşılayabi- len biri ile sohbet ettiniz mi hiç?
Onun dertlerini dinleyip, çareleri için kafa yordunuz mu? Ya da onun hayata bakışını, kendi bakış açınızla kıyaslayıp, aranızdaki farkı hissettiniz mi?
Onun hislerine hiç ortak oldunuz mu?
Bir görme engellinin, insanlara çarpmamak için verdiği çabaya şahit oldunuz mu hiç? Bastonunu şağa sola sallayarak yürürken tereddüt içerisindeki âmânın yüzündeki korkuyu farkettiniz mi?
Caddede koltuk değnekleriyle karşıdan karşıya geçmeye çalışan; daha şanslı olarak tekerlekli sandalyesiyle kaldırıma çıkmaya çabalayan bir bedensel engelli gözünüze çarpmadı mı?
Yoksa siz hayatınızda bir engelli tanımadınız mı?
Etrafınızda hiç sakat bir insan farketmediniz mi . yoksa?
Onları sokakta görünmeyecek kadar az diye mi düşünüyorsunuz?
Bu insanların dünyaya bakış açınızda önemli bir yeri olmadı mı?
Öyleyse hayatınızda önemli olan şeyler nelerdir?
Yaşama gayeniz ne?
İnsan olarak sizin için erdem ne, ruh yüceliği ne, fazilet ne?
İnsanlar hayatlarının belli bir dönemini sakat olarak geçirselerdi, toplumun sakat insanlara bakış açısı daha mı farklı olurdu acaba? Hayat daha başka bir anlam kazanır mıydı? İnsanların yargıları değişir miydi?
Hergün yüzlerce trafik, ev ve iş kazası olurken, ömrünün sonuna kadar sağlıklı yaşamayı kim garanti edebilir ki?
İnsanı hayata bağlayan bütün güzellikler onlar için de geçerli. Onların da umutları var, hayalleri var, idealleri var. Onların da iş ve aile dünyaları var. Bizlerden farklı olarak onların bir de engelli olmala- ! rından kaynaklanan problemlerle dolu bir dünyaları var.
Bizlere düşen ise bu dünyanın kapılarını sonuna kadar açmak ve onları anlamak.



SAKAT KİŞİLERİN HAKLARI BİLDİRİSİ

Sakat kişilerin toplumda gereken yerlerini alarak yaşamaları, topluma yük değil ama üretken bireyler olarak katılmaları konusunda olduğu kadar toplumun sakatlara karşı yükümlülüklerini de tesbit eden, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun İnsan Haklan Evrensel Bildirisine ek 3447 no’lu ve 9 Aralık 1975 tarihli Sakat Kişilerin Haklan bildirisidir. 13 maddeden oluşan bu bildiri, sakatlar ve meseleleri konusunda uluslararası tarihi bir belge niteliğindedir.
1- Normal bir kişinin kişisel ya da sosyal yaşantısında kendi kendine yapması gereken işleri, bedensel veya ruhsal kabiliyetlerindeki kalıtımsal ya da sonradan olma herhangi bir noksanlık sonucu yapamayanlara sakat denir.
2- Sakat kişiler, bu beyannamede ileri sürülen haklardan yararlanacaklardır. Bu haklar, sakat kişinin ya da ailesinin sahip olduğu ırk, renk, cinsiyet, lisan, din, siyasal ya da diğer fikirler, milliyet veya sosyal köken, varlık ve doğum gibi konularda hiçbir ayrıcalık gözetilmeden dünyadaki bütün sakat kişilere tanınmıştır.
3- Sakat kişinin insan haysiyetine saygı gösterilmesi, onun en doğal hakkıdır. Sakat kişilerin sakatlık veya noksanlıklarının sebebi, durumu ve ciddiyeti ne olursa olsun aynı yaştaki sağlam arkadaşlarının sahip oldukları düzgün yaşam:ı koşullarının mümkün olduğu kadar normal ölçüde ve çok miktarda sahip olmak haklarıdır.
4- Sakat kişiler de diğer insanların sahip oldukları medeni ve siyasi haklara sahiptirler. “Akıl Hastalarının Hakları Bildirisi”nin 7. maddesinde bu hakların sınırlandırılması ya da kaldırılmasıyla ilgili hükümler belirtilmiştir.
5- Sakat kişilerin kendi kendilerine yeterli olmalarını sağlayan önlemler, mümkün olduğu kadar alınmalıdır.
6- Sakat kişiler, tıbbi, psikolojik ve fonksiyonel tedavi hakkına, düzgün hayat standartı hakkına sahiptir. Protez, ortopedik uygulamalar, tıbbi ve sosyal rehabilitasyon çalışmaları, eğitim, mesleki staj ve rehabilitasyon, yardım, istişare, plasman hizmetleri, sakat kişinin yetenek ve becerilerini en yüksek düzeye çıkaracak ve onların sosyal beraberliklerini hızlandıracak diğer bütün faaliyetler, bu maddenin kapsamına dahildir.
7- Sakat kişiler ekonomik ve sosyal güvenlik hakkına, düzgün hayat standardı hakkına sahiptirler. Ayrıca yeteneklerine göre bir iş sağlamak, yararlı, verimli ve kârlı bir işe girişmek veya bir ticaret birliğine üye olmak gibi haklara sahiptirler.
8- Ekonomik ve sosyal planlamaların bütün evrelerinde sakatlar, özel ihtiyaçlarının daimi düşünülmesi ve gerçekleştirilmesi gereken kişiler olarak nitelendirilmelidir.
9- Sakat kişiler aileleriyle veya süt ebeveynleriyle (analık, babalık) birlikte yaşama ve her türlü sosyal, yaratıcı ve eğlendirici faaliyete katılma hakkına sahiptirler. Hiçbir sakat kişi, ikamet ettiği çevre itibariyle, durumu veya gelişmesi için gerekli isteklerinden başka bir ayrıcalığa tabi tutulamaz. Eğer bir sakatın muhakkak özel müessesede veya çevrede kalması gerekiyorsa, o zaman bu çevrenin, kendi normal yaşıtlarının kaldığı ve yaşadığı çevreye mümkün olduğu kadar yakın olması gerekir.
10- Sakat kişiler; her türlü istismardan, ayırımcı, kötüye kullanılabilir ve haysiyet kırıcı yasa ve davranışlardan korunmalıdır.
11- Sakat kişiler, şahıslarının veya mallarının korunması için gerektiğinde, yeterli yasal yardım sağlamaya muktedir olabilmelidirler. Eğer adli durum kendi aleyhlerine gelişirse o zaman bu kişinin beden ve zeka durumu tam olarak dikkate alınmalıdır.
12- Sakat kişiler haklan ile ilgili her konuda, her zaman kendilerine ait kuruluşlarla istişarede buluna- bilmelidirler.
13- Bu beyannamede yazılı olan haklar, mümkün olan her türlü uygun vasıta ile sakat kişilere ve ailelerine tam olarak duyurulmalıdır.

“BİZ KARANLIKTAN ^ BAKARIZ AYDINLIĞA’!

Hukuk fakültesi mezunu olan Necdet Potur,
6-7 yaşlarında geçirdiği bir yangın kazası sonucu gözlerini kaybetmiş. İnsanların cahilliğinden yakınarak “tedbir alınmış olsaydı belki böyle olmazdı” diyor.
Nasıl bir tedbirsizlik sonucu gözlerinizi kaybettiniz?
- Halen var mı bilemiyorum ama o zamanlar bizim taraflarda halk arasına yerleşmiş yaygın bir uygulama vardı. Yarayı iyi etsin diye yanan yere gaz dökerlermiş. Bana da böyle bir uygulama yapmışlar ve cahillik sonucu gözlerimi kaybetmişim. Tabi bu bir takdirdir. Ama şimdi düşünüyorum da yakın çevrem biraz daha bilinçli olsaydı, herşey daha farklı olabilirdi. Gerçi şimdiki durumumdan fazla bir şikayetim yok. Çünkü daha kötü durumda olan özürlülerin olduğunu biliyorum.
Sizce engellilik nedir?
- Engellilik denilen olay, bir insanın yaşarken veya birtakım şeyleri algılamadaki eksikliğidir. Bu görmede olabilir, işitmede olabilir, hatta hiç bir azasında bir problem de olmayabilir. Ama anlayış bakımından, ruhsal durum bakımından da engelli olunabilir. Yani engellilik kavramı sadece bedensel manada eksiklik olarak değerlendirilmemelidir, diye düşünüyorum. Kısaca engellilik deyince ben yaşamada ve algılamada eksikliktir, diyorum. Bunu sadece azalarla sınırlandırmak engellilik problemini çözmüyor. İnsanlara eşitsizlikleri oranında eşit yaklaşılmadıkça, uygun bir eğitim sistemi belirlenmedikçe, geliştirilmedikçe engellilik gündeme dahi getirilse hiçbir anlamı yoktur. Çünkü yıllardır insanlar bu konu üzerinde fikirler beyan ediyorlar. Ama yıllardır bu özürlülük problemine bir izah tarzı getirilemedi. Getirilemediği için de zaten çözümsüzlüğe mahkum oldu. Sürekli olarak is; mar edildi ve bugün bu konu içinden çıkılmaz bir hale geldi.
Sosyal hukuk devleti normal kabul ettiğimiz insanların problemlerini ne kadar çözüyorsa, engellinin problemlerini de o kadar çözmek zorunda. Engeli bulunmayan insanlar biraz daha mücadele ediyorlar, biraz daha işin içine girebiliyorlar, imkanları kullanabiliyorlar. Bizim engelliler olarak o kadar fazla imkanımız yok. Sadece belli dönemlerde ve zamanlarda insanların aklına geliyoruz. Fakat şunun da farkındayız ki, problemlerin çözümünde iş ilk önce bize düşüyor. Biz engellililer olarak organize olmak ve teşkilatlanmak mecburiyetindeyiz.
Bir engelli olarak toplumla aranız nasıl, toplumdan şikayetiniz var mı?
- Bir engelli olarak bir bakıma toplumdan şikayetçi değilim. Çünkü toplum bilinçli değil, eğitimli değil, yani olayı bilmiyor. Ama benim şikayetim okumuşlardan yana. Yani aydın diye kendini tanıtan bir kısım insanlardan yana.
Bu değerlendirmeye nasıl vardınız?
- Bunu bir örnekle izah edebilirim. Hukuk fakültesi mezunu bir vatandaşla bir sohbetimiz olmuştu. Bana bu arkadaş dedi ki: “Şu ortopedik engellileri anlıyorum da görme engelli bir insan nasıl avukatlık yapacak, onu anlayamıyorum” Yani biz görmüyorsak, doğruyu, aydınlığı bilmiyor muyuz? Bugün Türkiyemizde ve dünyada yüzlerce görme engelli olduğu halde başarılı bir biçimde avukatlık yapanlar var halbuki. Diğer insanlardan daha başarılı olanlar var. Bu arkadaşımız yüksek tahsil görmüş birisi olmasına rağmen bunları görmezlikten gelmektedir, hatta onların farkında dahi değildir. Yani biz insanlarımızı eğitirken de engellilerin psikolojik yapısını ve onlar hakkında doğru bilgileri vermemiz lazım. Belki de böyle bir ders koymamız lazım. Ve demek lazım ki, “engellilerin psikolojik yapısı diğer insanlardan farklı değildir. Fark sadece onların kendilerinde taşıdıkları eksikliktir.”
Sizce engellilerle ilgili olarak ele alınması gereken ilk problem nedir?
- Bence ilk önce toplum olarak engelli türetmekten kaçınmamız lazım. Devlet de yapacak bu işi, toplum da, engelli örgütleri de. Tedbir alınır, takdire karışılmaz. Engellilik vuku bulduktan sonra eşitsizlikleri oranında insanlara eşit davranılırsa meseleyi çözeriz. Mesela bir engellinin neye ihtiyacı vardır? Görme engellinin bir bastona, ortopedik engellinin bir tekerlekli sandalyeye, ihtiyacı vardır. Diğer insanların yararlandığı haklardan yararlanması için basit birkaç düzenlemeye ihtiyaç vardır. Zeka engelliler için açılabilecek birtakım sahalar vardır. Toplum olarak da Devlet olarak da bunları çözelim artık. Bunlar çözülemeyecek şeyler değildir. Biz teşhisi koyarız, tedaviyi de hep beraber yaparız.

TÜRKİYE’DE ENGELLİLER ve SPOR

Türkiye’de engellilerle ilgili spor faaliyetlerine 1923 yıllarında Cumhuriyetin kurulması ile başlandığını söyleyebiliriz. İlk önceleri mahallî dernekler vasıtası ile spor yapılmaktayken, bu faaliyetler sonraları mahalleler arası spor yarışmaları ile devam etti. Daha sonraları Gençlik ve Spor Teşkilatına bağlı federasyonlar kanalıyla değişik branşlarda spor yapılmaya başlandı.
21-11-1990 tarihinde ise Türkiye Özürlüler Spor Federasyonu kuruldu ve başkanlığına Prof. Dr. Hıfzı Özcan getirildi. Özcan, 23.1992 tarihine kadar başkanlık yaptıktan sonra yerine Tank Bitlis başkan oldu, Bitlis bu görevi 16.1.1996 tarihine kadar sürdürdü. 26.2.1997 tarihinde ise Türkiye Özürlüler Spor Federasyonu Başkanlığına Perihan Savaş atandı.
Türkiye Özürlüler Spor Federasyonu şu branşlarda faaliyetlerini sürdürmektedir.
A) İşitme Engelliler
1- Atletizm
2- Futbol
3- Güreş
4- Masa Tenisi
5- Yüzme
B) Bedensel Engelliler
1- Atletizm (maraton)
2- Tekerlekli Sandalye Basketbol
3- Yüzme
C) Zihinsel Engelliler ve Spastikler
1- Atletizm
2- Basketbol
3- Kayak
4- Masa Tenisi
5- Futbol
6- Yüzme
D) Görme Engelliler
1- Atletizm
2- Golbol Topu
3- Mini Futbol
4- Yüzme
Ülkemizde işitme engellilerde 54, bedensel engellilerde ise 10 faal spor kulübü bulunmakta. Ayrıca düzenlenen faaliyetlere ülke genelinde özür guruplarına göre okullar, dernekler ve münferit olarak sporcular iştirak etmekte. Avrupa,
Dünya ve Olimpiyatlarda bir çok başarılar elde eden ve ödüller kazanan Federasyonun bugün 4000’e yakın sporcusu bulunmakta.

ÖZEL OLİMPİYAT ŞARKISI
En yüksek dağlara tırmandım,
En derin denizlere açıldım,
Bacaklarım olmadan yürümeyi,
Gözlerim olmadan görmeyi öğrendim.
Ömrüm boyunca koşmak,
Yükseklere sıçramak,
Yüzmek,
Şampiyon olmak isterdim.
Şimdi bütün bunları yapabilme fırsatım var.
Ve tek başıma,
Gelin yeteneklerimi görün,
Mutluluğumu paylaşın.
Sizden istediğim beni kucaklamanız.
Bana gülümsemeniz,
Cesaret vermeniz,
O zaman kilometrelerce koşabilirim.
Bana kazanma şansı verin.
Kazanamasam bile,
Denerken cesur olmama,
Yardım edin.

ÖZEL OLİMPİYAT YEMİNİ
Tanrım kazanmama yardımcı ol.
Ama kazanmasam bile çabamda yürekli olmama yardım et.