Makale

İSLÂM HUKUKUNDA İŞÇİ - İŞVEREN MÜNASEBETLERİ

Muzaffer Şahin
Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı

İSLÂM HUKUKUNDA İŞÇİ - İŞVEREN MÜNASEBETLERİ

İslam Hukuku, malî tasarruflarda gerek fert ve gerekse toplum için servetin çoğalmasını ve dengeli bir şekilde yayılmasını amaçlamaktadır.
Servet, çeşitli hal ve zamanlarda, değişik sebeplerle, insanların teker teker veya toplu halde, doğrudan veya dolaylı olarak, kamu yararının sağlanması ve kötülüklerin giderilmesi hususunda kendisinden yararlandıkları şeylerdir.
Servetin, mal ve emek olmak üzere iki temel unsuru vardır. Mal mülkiyet altına alınabilen, kullanım ve mübadele değeri olan, yani yararlı olup piyasa fiyatı taşıyan şeylerdir. Sermaye de üretim faktörleri yanında başka şeyleri de ihtiva eden mal kavramı içerisinde ele alınır.
Emek, iktisadi faaliyetlerin en önemli öğesi, üretim ve hayatın en değerli aracıdır. Bu bakımdan, emek, ferdî olduğu kadar sosyal içerikli bir nitelik de taşımaktadır. Bu itibarla kişinin, hem kendisi hem de bakmakla yükümlü olduğu kimseler için, kazanç sağlayacak üretimde bulunması bir görev olduğu gibi, bazı İçtimaî vazifeler açısından emek sarfetmesi de sosyal bir zarurettir.
Kısaca Islâm, hem fert hem de toplum açısından yararlı bir üretimin gerçekleşmesini istemektedir. Bunun sağlanması için sermaye ile emeğin birleşmesi, aralarında işbirliğinin ve seyyaliyetin iyi sağlanması gerekir. Aksi halde risksiz ve emeksiz kazançlar (riba gibi) ortaya çıkar. Bu da hem emek sömürüsünü artınr, hem de emeği üretim sürecinden koparır.
İşte İslâm Hukuku, bütün alanlarda olduğu gibi, emek üzerine yapılan muamelelerde de işçi ve işveren ilişkilerinin sağlam temeller üzerine kurulması, birinin diğeri üzerinde baskı kurmaması için önlemler almış ve bir takım hukuki gayeler gözetmiştir. Şimdi kısaca bunlar üzerinde duracağız:
1- Emek üzerine yapılan muameleler hâcî yararlar olarak kabul edilmiştir. Yani toplumun düzenli ve huzurlu bir hayata kavuşması için bu muamelelere şiddetle ihtiyaç vardır. Şayet dikkate alınmazlarsa toplumun bireyleri sıkıntıya düşerler. Bu yüzden Islâm Hukuku bu tür muamelelerin çoğaltılıp yaygınlaştırılmasını istemiştir. Söz- konusu muameleler Islâm Hukuku litaretüründe şu adlar altında sunulmaktadır:
a) Muzâraa : Emek bir taraftan, tarla diğer taraftan olmak üzere yapılan ortaklık aktidir.
b) Mudârebe - Kırâd: Emek bir taraftan, sermaye diğer taraftan olmak üzere yapılan emek- sermayeortaklığıdır.
c) Muğârese: Ağacın dikilmesi
bir taraftan, tarta diğer taraftan olmak üzere yapılan ortaklık aktidir.
d) Musâkât: Ağaç bir taraftan, emek ve bakım diğer taraftan olmak üzere yapılan ortaklık aktidir.
e) Icâre-i ademi (emeği kiralama, işçi tutma) akti.
Bu akitlerin hepsi de bazı yönlerden, hem emekçi hem de işveren açısından garar (bilinmezlik) içermektedir. Ancak İslâm Hukuku, gerçekleştirmek istediği amaç uğruna bu garan dikkate almamıştır. Çünkü akitlerdeki bu bilinmezlik sebebiyle onları geçersiz saymanın doğuracağı zarar, garar sebebiyle doğacak zarardan daha büyük olacaktır.
Bu nedenle sözkonusu akitler garan içermelerine rağmen geçerli sayılmıştır. Nitekim "ehvenenü’ş- şerreyn İhtiyar olunur" genel kaidesi de bu mantıktan hareketle ortaya çıkmıştır. Yine bu akitlerde bazı durumda emekçinin zarara uğraması da söz konusu iken hukuk bunu da dikkate almamıştır. Zira işsizliğin verdiği zarar, bazı hallerde kaybetme zararından daha ağırdır.
Sözkonusu akitler daha çok emekçiler tarafından rağbet görmektedir. Bu yüzden, emekçilere iş fırsatı sağlama durumunda olan servet sahipleri, işbirliği şartlarını onların aleyhine olarak ağırlaştır- mamalıdırlar. Aksi halde, temel sermayeleri emekleri olan işçi kesiminin geçimleri daraltılmış olur. Ayrıca emekçilerin, çalışma zorunda oldukları için, işverenin ileri sürdüğü her türlü şartı kabul ederek işe başlamaları halinde, üstlendikleri sorumlulukları yerine getiremiyecekleri için birtakım anlaşmazlıklar da doğabilecektir. Bütün bu olumsuzluklarla karşılaşmamak için, İslâm Hukuk sisteminin bu tür muamelelerdeki hükümlerine bakarak, işçi haklarının gözetilmesine özel bir özen gösterdiği söylenebilir, işte bu sebeple Islâm, işverenin ağır şartlan ileri sürerek işçileri zor durumda bırakmalarını mazur görmemiştir. Yani Islâm Hukuku işçilerin haklarını tecavüze uğramaktan koruyarak her iki tarafın da menfaatlerini muhafaza etmek istemiştir.
2- Emeğe dayalı akitlere, emekçinin duyduğu zaruri ihtiyacın, işveren tarafından istismarına meydan vermemek. Nitekim İslâm Hukuk bilginlerinin "Musâkât" ve "Muğârese" akitlerinde emekçiye, akt’in gerektirdiği bedeni çalışma dışında ayrıca başka şartların koşulması caiz olmadığını ifade etmelerinin amacı budur. Bunun tipik bir örneği olarak, muğaresede, ağaçlandırılacak arazinin çevresinin bir duvarla çevrilmesi şeklindeki bir şartın bağlayıcı olmadığını zikredebiliriz. Yine Islâm Hukukçularının, "Muğarese aktinde tarla sahibinin, sürülmüş olarak teslim ettiği tarlayı, ortaklığın bitiminde sürülmüş olarak kendisine teslim edilmesini şart koşması, emekçiyi bağlamaz." şeklindeki ifadeleri de başka bir örnektir.
3- Emeğin karşılığının geciktirilmeden verilmesini sağlamak. Genellikle emekçilerin geçim kaynağı ücret gelirleri olduğundan bu amacın gerçekleşmesi büyük önem ar- zetmektedir. Ücret, işçi tarafından hak edilişinden itibaren işverenin üzerinde emanet mal niteliğini taşır. Bu nedenle meşru bir mazeret bulunmadığı sürece, işverenin, ücreti zamanında ödememesi, ya da eksik ödemesi emanete tecavüz olarak değerlendirilmiştir. Böyle davrananların kıyamet gününde Allah’ın hasmı olacakları vurgulanmıştır. Nitekim bir hadis-i kudside, işçi hakkının kendi hakkı gibi oldu- „ Allah, işçinin hakkını ödemeyenler için, "Onların hasmı bizzat benim." buyurmuştur. (1) Yine Hz.Peygamber "işçinin hakkını alnının teri kurumadan veriniz." derken de aynı noktaya işaret etmiştir.(2)
4- İşçiyi, ömür boyu çalışma zorunda bırakan uzun süreli her çeşit akit ve şartlardan kaçınmak. İşçi, akitten doğan sorumluluklarını yerine getirmek ve kamunun zara- nna olmamak şartıyla, istediği zaman işi bırakma hakkına sahiptir. Bu sebeple, hukuk bilginlerinin, belli dönemlerde ürün vermesi sürüp giden ağaçlardan "musakât" sözleşmesinin fasit olacağı kanaatinde olduklarını görmekteyiz. Yine, zeytin filizleri üzerine akdedilen ve meyve vermesi zamanına kadar yapılan "musakât" sözleşmesi de aynı hükümdedir. Çünkü bu durumlarda emekçinin ömür boyu o işe bağlılığı sözkonusudur ki, bu da hukukun gözettiği gaye ile bağdaşmamaktadır. Fakat bu tür olaylar musakât değil de, "muğârese" akti çerçevesinde ele alınabilirler.
(1) Buhâri, Buyu 106; ibn Mice, Sünen, Ruhûn, 4 (No:2442); Tecrid, C.6, S.535.
(2) ibn Mâce, Ruhûn 4.