Makale

GENÇLER ve SORUNLARI

GENÇLER ve
SORUNLARI

Prof. Dr. İsmail Doğan
Ankara Üniv. Eğitim Bilimleri Fakültesi

Türkiye’de 29 milyon gencin 1 3 milyonu örgün eğitim kurumlarından yararlanabilmektedir. Bu rakamın 10 milyonu ilköğretim, 2 milyonu ortaöğretim, 1 milyonu ise yükseköğretim kademelerinde öğrenim görmektedir. Örgün eğitim dışında kalan 16 milyonun 9 milyonu henüz 6 yaşın altındakilerdir. 7 ile 21 yaş arasındaki 7 milyon genç ise herhangi bir nedenle okula gitmemektedir. Bu tablo aile demografisine uygulandığında Türkiye’de ailelerle genç kuşaklar arasındaki sorunların gerçek platformuna inilmiş olur. Çocuğuna değişen toplumun öngördüğü standartlara uygun bilgi ve beceri imkanını kazandıramayan anne-babaların inisiyatif kayıplarının nedenlerinden biri de budur. Bir yanda medyanın empoze ettiği popüler başarı kültürü, öte yanda ise bu kültüre katılacak bilgi, beceri ve yeterlik düzeyinden yoksun olan genç kuşaklar.
Gencin aile ile toplum arasındaki nazik çizgiyi işte bu şaşkın ve çaresiz psikoloji belirlemektedir.
Himayeci kollarını çocuklarına büyük bir duyarlılıkla açan aile bu nazik çizgiden çocuğunun dönüşünü boşuna beklemektedir. Taşlar yerinden oynamış ailenin çocuklarıyla arasında giderek artan gerginlikler ve küskünlükler başlamıştır. Bu nokta gençler açısından yabancılaşmanın, telafi edilemez bir kültürel boşluğun başladığı ve geliştiği aşamadır. Oysa babalar ve anneler iyidir, sevecen ve du- yarlıdır. Belki önceki yetişkin kuşaklara göre daha çok müşfik ve kollayıcıdır. Yetişkinlerin, çocuklarının çeşitli davranış ve eylemleri karşısında biraz şaşkın, çokça kaygı dolu gözlem ve değerlendirmeleri, günlük basında sıklıkla izlenen olaylardır, işte bunlardan bazıları
"Dört çocuk babasıyım. Çocuklarım sigara bile kullanmazlardı. Mehmet’in eroin kullanabileceği hiç aklıma gelmedi (...)". Liseli Mehmet Dursun, Yüksek Dozda Eroin Alarak intihar Etti", (Yeni Yüzyıl 17 .11.1996) Bu sözler yüksek dozda eroin alarak intihar eden bir lise öğrencisinin babasına aittir.
Bir annenin yine eroinden ölen oğlunun ardından söyledikleri ise en az bu babanın söyledikleri kadar ilginç ve düşündürücüdür :
"Söylendiği gibi Can, anne-baba ayrılığı yüzünden değil, tam tersine nüfusunun yüzde 60- 70’ini oluşturan gençliğe bu ülkenin verebileceği hiçbir şey olmadığı için o yerlere gitti". "Can, Geleceğe Dair Hiçbir Umudu Olmayan Türk Gençleri Gibiydi". (Yeni Yüzyıl 18.05.1996, s. 8.)
Gençler değer bunalımı yaşıyorlar
O halde nedir genri aileden uzaklaştıran ? Nedir genç kuşaklarla aileleri, anne-babaları karşı karşıya getiren ?
Aile kalıplaşmış davranışlar biçimleri sunmaktadır. Bu kalıplar, yapılması gerekenler kadar yapılmaması gerekenleri de kapsamaktadır. Bu durum kendi davranışları konusunda herhangi bir denetim ve müdahaleyi kabul etmeyen gençlerin özgürlük anlayışlarına ters düşmektedir. Yüksel’li bir genç "saygıyı sevmiyorum", "misafirlerle tokalaştığımı hatırlamam" derken ailede kendisine telkin edilen sevgi ve saygı modellerine çocukluğundan beri direndiğini vurgulamaktadır. Onun ve diğerleri için ailenin sunduğu saygı modelleri tamamen biçimsel öğeler taşımaktadır. O nedenle de saygı adına ortaya çıkan formalite gençlerin ailede eleştirdikleri konuların başında gelmektedir. Bu mantığın getirdiği ilginç tutumlardan biri de ailede iyi ve demokratik davranmanın gençlerin bir türlü kabul edemedikleri bir özellik oluşudur. Açıkça, ailede "iyi olma", "iyilik" halleri de göreli bir eleştiri konusu olabilmektedir: "Babama hesap vermedim. Çünkü o bir demokrattır ve liberal düşünür. Hasılı iyidir benim babam ama, ben o iyiliği bile sevmiyorum" .
Türkiye’de aile toplumsal sorunların odağında yer alıyor. Bütün toplumsal sorunların her bir aile üyesi ile bir şekilde teması aile içinde nasıl bir toplumsal gerçekliğin oluştuğunu gösterir. Buna göre örneğin nüfusunun tümüne gerekli eğitim imkanı sağlayamayan Devletin temelde neyi ve neleri eksik bıraktığı ise ortadadır. Bu temel ailedir. Aynı şekilde sağlık hizmetlerinin ülke genelinde istenen genişlikte sağlanamaması da ülkenin bir ucundaki ailenin ve ailelerin yoksunluğu ve yoksulluğu olarak düşünülür. Bu yoksunluklar genç kuşakların aileden kopmasına, onların deva bulmaz bir değer bunalımı yaşamasına neden olmuştur.
Gerçekten gençler sarsıcı bir değer bunalımı yaşamaktadır. Buna bağlı olarak kendilerini yararsız ve güçsüz hissetmektedirler.
Şiddet ve gençler
Şiddet ve benzeri toplumsal sorunlar en çok gençleri hedef seçmektedir. Bugün başta Amerika olmak üzere gelişmiş ülkelerde şiddet genç insanların dünyasında sarsıcı etkiler oluşturmaktadır. Bunun en çarpıcı kanıtı ise artan şiddet olayları üzerine ABD eski Başkanı Clinton’ın Belediye Başkanları ve Emniyet Müdürleriyle yaptığı toplantıdaki konuşmasıdır. Başkan bu toplantıda "şiddet ülkemizin yüreğini söküyor" diyordu. Göstergeler Clinton’un bu sözlerini haklı çıkarmaktadır. Time dergisi ve CNN televizyonunun ortaklaşa yaptıkları bir araştırmaya göre Amerikalıların % 48’i ateşli silah sahibidir. Büyük kentlerin yoksul semtlerinde yaşayan bin altı yüz okul çağında erkek çocukla yapılan araştırmada ise her beş çocuktan birinin silah taşıdığı belirlenmiştir. Bu silahları birbirlerine karşı kullandıkları ise suç dosyalarında teyit edilmektedir.
Gençler, Amerikan toplumunda şu ya da bu şekilde şiddete tanıklık etmekte ya da şiddetin öznesi olmaktadırlar. Chapman’a göre 1999 yılında 10 ergenden 8’inin, yani yüzde 78’lik bir kısmın, Gallup Organizasyonu yetkililerine şiddet içeren filmler ya da televizyon programları seyretmelerinde sorun olma-dığını belirtmeleri, fakat bununla birlikte aynı ergenlerin yüzde 53’ünün televizyonda ve filmlerde görülen şiddetin genç beyinlere yanlış mesajlar gönderdiği konusunda birleşmeleri ilginçtir. Aynı ankete katılan ergenlerin yüzde 65’i de filmler ve televizyonun günümüz gençlerinin bakış açılarından görünümlerine kadar birçok konuda üzerlerinde büyük bir etki yarattığına inandıklarını belirtmişlerdir.
Şiddete maruz kalma olgusunu sadece medya ve filmlerle sınırlayamayız. Çoğu çağdaş ergen şiddeti bizzat yaşamıştır. Babalarının annelerini dövdüğüne tanık olmuşlar ya da kendileri babalarından, üvey babalarından veya diğer yetişkinlerden fiziksel şiddet görmüşlerdir. Ergenlerin büyük bir çoğunluğu Devlet okullarının şiddete sahne olan yerler olduğu konusunda hemfikirdir.
Bazı ergenler, adam öldürmek dahil olmak üzere şiddetin bir parçası haline gelmişlerdir. Amerika’daki cinayet oranı geçtiğimiz otuz yıl içinde değişmese de gençlerin adam öl-dürme oranı yükselmeye devam etmiştir. Bu oranın en yüksek olduğu 1980’lerin ortasından 1990’ların ortasına kadar olan dönemde gençlerin cinayet işleme oranı yüzde 168’e ulaştı. "FBI, Amerika’da her yıl yaklaşık 23.000 cinayet işlendiğini ve bunların yüzde 23’ünün 21 yaş ve altı gençler tarafından işlendiğini bildirdi." Şiddet her zaman kültürümüzün bir parçası olmuştur fakat sizin ergen çocuğunuz şiddetle önceki herhangi bir kuşaktakinden çok daha fazla iç içedir.
Öte yandan ailenin gelenekten süzülen bütüncü yapısı da büyük ölçüde kırılmıştır. Aile sanayi toplumunun prototipi olarak kendini koru- yamamış, parçalanmış ve hatta atomlaşan örneklere de ulaşmıştır. Chapman’a göre bu olgu çağdaş ergenlerin ortak kederlerinden biridir ve üstelik Amerikan ailesinin dağılmaya yatkın doğasıdır. Gallup gençlik anketine göre her 10 Amerikalı ergenin 4’ü (yüzde 39’u) anne - babalarından sadece biriyle yaşamaktadır. 10 aileden 8’inde evde olmayan ebeveyn babadır. Aynı anket Amerikan ergenlerinin yüzde 20’sinin üvey baba ya da anneleriyle birlikte yaşayan herhangi başka bir erkekle beraber olduğunu ortaya koymuştur.
Bu gençlerin aile yapıları birbirine benzememektedir ve buna sayısız örnek gösterilebilir: Annelerin ev kadını olduğu, babaların çalıştığı aileler, hem anne hem babanın çalıştığı aileler, bekâr ebeveynler, farklı ve alakasız altyapılara sahip çocukları bir araya getiren ikinci evlilikler, çocuksuz çiftler, çocuklu ya da çocuksuz evli olmayan çiftler ve eşcinsel ebeveynler. Chapman, bu aşamada şöyle bir değerlendirme yapmaktadır: "Amerikan aile yaşamında tarihi bir değişim dönemi yaşıyoruz."
Doğrusu Avrupa toplumlarının da bu tarihi değişimi en az Amerikan toplumu kadar derin ve sarsıcı etkilerle geçirmekte olduğu bir gerçektir. Günümüz ergeni, dedelerin, büyükannelerin, amcaların, halaların ve diğer akrabaların oluşturduğu geniş aile yapısından yoksun yetişmektedir. Önceki kuşaklarla kıyaslandığında günden güne büyüyen bir hızla çekirdek aileler geniş ailelerden uzaklaşmaktadırlar. Ayrıca eskiden komşular birbirlerinin çocuklarını kendi çocukları gibi gözetmekteydi fakat artık insanlar çok meşgul olduklarından bu işi nadiren yapıyorlar. Bir zamanlar Devlet okulları daha homojendi ve gençlere, birbirleriyle güven içinde kaynaşabilecekleri bir ortam sunuyorlardı. Evin dışında gelişen bütün bu olumlu etkiler hızla yok olmaktadır.
Yale Çocuk Çalışmaları Merkezi Müdürü James Cromer bu çöküntüyü en az çekirdek ailenin parçalanma faktörü kadar kritik buluyor. Cromer, kendi çocukluk günleri hakkında şunları söylüyor: "Okulla ev arasında gidip gelirken yaptığım yaramazlıklar ana babamın en az beş arkadaşı tarafından annemlere iletilirdi. Öyle insanlar artık yok." Eskiden gençler geniş ailelere, sağlıklı komşuluk ilişkilerine, kiliselere ve topluluklara güvenirlerdi. Çoğu günümüz ergeninin sırtlarını dayayacak bir şeyleri yok artık.
Bu ve benzeri toplumsal sorunların gençler üzerinde iki önemli etkisi oluyor. Ya gençler bireysel girişimlerle aileden koparak yalnızlığı seçiyor, ya da aynı sorunu paylaşan benzerleri ile grupsal yaşama yöneliyorlar. Ama her hâlukârda aileden ve hatta toplumdan, toplumsal yaşamdan uzaklaşıyorlar. Ailenin bu aşamada geleneksel toplumsallaştırıcı, eğitici ve motive edici etki ve işlevi büyük bir darbe almış, kan kaybına uğramıştır. Medya tıpkı okul, siyaset, hukuk ve ahlak kurumunda olduğu gibi ailenin de genç kuşaklar üzerindeki işlevlerine talip olmuş ve uhdesine almıştır.