RAMAZAN ORUCU
III
Yazan:
Prof. Abdurrahman Tâc
Ezher Üniversitesi Sabık Rektörü
Çeviren:
Dr. Ali Arslan Aydın
Din İşleri Yüksek Kurulu üyesi
Fidye vermekle mükellef olanlar ise; (Fidye; oruç tutulmayan her gün için, bir fakiri tam bir gün doyurmaktır.) bütün gücünü sarf ettiği halde, oruç tutmaya takati olmayan yaşlı kimselerdir. İslâm dini bu gibileri oruç tutmakla mükellef tutmaz. Çünkü Allah, insanları, ancak güçleri yeten şeyle mükellef tutar. Sonra, bu gibilere, Şeriat, tutamadıkları oruçları bilâhare kazâ etmeyi de emretmemiştir. Çünkü, bu gibilerin orucu vaktinde tutmalarına mani olan husus, bilâhare zail olacak ânzî (geçici) mânilerden değil, belki o zatta daima bulunan, hatta hergün biraz daha artarak onu daha zaif hale getiren bir haldir. Bu sebeple, her hükmünde hikmet bulunan Şeriat, bu gibilere tutamadıkları orucu kazâ etmeği farz kılmamış, bunun yerine, onları, her gün için bir fakiri doyurmak olan fidye vermekle mükellef tutmuştur. Şüphesiz ki fidye vermek, fakirleri ve miskinleri tam bir gün doyurmak suretiyle onları koruyan, nefislerini zillet ve meskenetten kurtaran, dolayısiyle faydası cemiyete râci olan bir iyiliktir. Bu iyilik ise, adalet ve rahmetin ta kendisidir. Zira, yaşlılık sebebiyle oruç tutmamakta bizatihî bir kötülük ve başkasına zarar bulunmadığından, her gün için bir fakir doyurmak, hem adâlet, hem de merhamettir.
Bu hikmet dolu nizam, İslâmın getirdiği “sosyal dayanışma ve İnsanî yardımlaşma” esaslarından küçük bir noktadır.
Kur’ân-ı Kerîm, fidyenin nev’ini ve kimlere farz olduğunu şu âyet-i celîle ile beyan buyurmuştur.
“...Oruç tutmaya gücü yetmeyenlerin bir yoksul doyumu fidye vermeleri lâzımdır.”
Oruca tâkat getirenlerden maksat; “oruç tutabilmek için, bütün güçlerini kullananlar ve en son imkânlarını bitirecek derecede gayret gösterenler” demektir. Yoksa tâkat sahibi olmanın mânası, orucu rahat, kolay ve kuvvet sarfetmeden tutabilmek demek değildir. Nitekim siz; “Ben bir kiloyu veya yarım kiloyu taşıyabilirim” demezsiniz. Belki; “Ben 30 kiloyu veya 50 kiloyu taşıyabilirim” derseniz, bu sözünüz bir mâna ifade eder.
Âyette geçen “itâka = güç yetme” den murad olunan mânanın, yukarı da işaret ettiğimiz mâna olduğunu; âyetindeki “vav” harfini şeddeliyerek; şeklinde okuyan diğer bir kıraat te’yid etmektedir. Çünkü “tatvîk”, “boğaz ve civarını ihata etmek” demektir ki, bu da; “şiddet ve sıkıntı” ya delalet eder. Bu esasa göre bu âyeti kerîme:
“Oruç tutmak sebebiyle, imkânında olan bütün gayreti sarf ettiği halde, gücünü kaybedecek derecede büyük bir zorluk ve sıkıntı ile karşılaşanların, her gün için bir yoksul doyumu fidye vermeleri gerektiği” mânasını ifade eder. Böylece çeşitli kırâatlar aynı mânada birleşmektedir. Alimlerin dediği gibi; “‘Bâzı kırâatlar, bazısını tefsir eder.”
Oruç tutma gücüne sahip olmadıkları için vermeleri vâcip olan fidye ile, oruç borcundan kurtulan zayıf bünyeli yaşlılar hakkındaki bu hüküm, müddeti ne kadar olursa olsun, ölünceye kadar devam eden müzmin bir hastalığa yakalanan hastalara da şâmildir.
Özrün zevâlinden sonra mutlaka tutmak şartiyle Ramazan orucunu kazaya bırakmayı mubah kılan meşru özürlerden biri de; Mısırda Tayyare Fakültesi komutanından Ezher Fetvâ Hey’etine gönderilen yazıda bahsolunan husustur. Yazının metni, dibaceden sonra aynen şöyledir.
“Tayyare Fakültesi öğrencileri günlük özel uçuş talimlerine her sabah saat beş buçukta başlarlar. Bu uçuş tâlimi saat ona kadar devam eder. Sonra saat onbirden ondörde kadar nazarî ilimlerdeki derslerini alırlar. Ayrıca, öğleden sonra saat dörtten altıya kadar aldıkları iki saatlik derse ilâve olarak bazan öğleden sonra da uçuş tatbikatı yaparlar." dedikten sonra;
“Hava kuvvetlerinde uygulanan tıp talimatı, öğretmen ve öğrencilerin talim gayesiyle uçuşa çıkışlarında midelerinin boş olmamasını gerektirmektedir. İstikrarlı olmayan şartlar altında bulunan vatanımız, mümkün olan en kısa zamanda yetişmesi gereken tayyarecilere şiddetle, muhtaç olduğundan, Fakültede yapılmakta olan günlük uçuş çalışmalarının te’hir edilmesi mümkün değildir. Ayrıca, bu uçuş tâlimlerinin çok yorucu ve devamlı olduğuna da işaret etmek isterim. Bu duruma göre oruç tutulması hususundaki şer’î hükmü bildirmenizi rica ederim.” denilmektedir.
Fetvâ Hey’eti şu şekilde cevap vermiştir:
“...Suâlinize muttali olan Hey’etimiz aşağıdaki cevabı bildirir:
Vatanı müdafaa etmek gayesiyle kuvvet hazırlamak ve bu gayeye ulaşabilmek için de bütün gücü sarfetmek, Allahu Tealâ’nın şu;
“Onlar (düşmanlarınız) için, gücünüz yettiği kadar kuvvet hazırlayın...” emrine imtisâlen bütün vatandaşlara farzdır.
Binaenaleyh, bu hazırlığa başlamak ve halen içinde bulunduğumuz günlerde olduğu gibi ânî bir hücum ve tehlike ile karşı karşıya bulunduğumuz zamanlarda bu hazırlığa hız vermek gerekir.
Hiç Şüphe yok ki havacılık, asrımızda, en mühim kuvvet unsurlarından olmuş, bütün milletlerin vatan müdaafasında kullandıkları ve daha üstün olabilmek için yarış ettikleri en büyük silâh ve savunma unsurlarından biri haline gelmiştir.
Madem ki yazınızda bahs olunan uçuş tatbikatı çok yorucu ve devamlı bir çalışmayı tıp talimatı da uçuşların boş mide ile yapılmasını gerektiriyor, o halde adı geçen öğrenci ve öğretmenler hakkında ramazanda iftar etmek için şer’î özür vardır. Çünkü İslâm dini, darlığı ve güçlüğü kaldırmış, kolaylık üzerine bina edilmiştir. Bunun içindir ki, İslâmî şeriati, -Fukahanın mezheplerine bakılınca görüleceği veçhile- adı geçen havacılardan daha az güçlük ve özür sahibi olanların iftar etmelerini (yâni orucu kazâya bırakmalarını) mubah kılmıştır.”
Bu fetvâdan; adı geçen öğrenci ve öğretmenlerin, beyan olunan mazerete binaen Ramazanda iftar etmelerinin câiz olduğu anlaşılmaktadır. Ancak, bu mazeretin zâil olmasından sonra adı geçenler üzerine yedikleri orucu kazâ etmeleri farz olur.
Hak Teâlâ’nın kullarını takatları yetmeyen zorluklarla mükellef tutmayan, bilâkis daima kolaylık gösteren hikmet dolu bu hükmünden, gündüzleri çok uzun olan şimal kutbuna yakın ülkelerde yaşayanlar hakkındaki oruç tutma hükmünü istintac edebiliriz. Mademki bu ülkelerde gece ve gündüz vardır, o halde oruç orada da fecir vaktinden, güneş batıncaya kadardır. Çünkü Allâhu Teâlâ :
“Fecir vakti (şafak söküp) beyaz ipliği siyah iplikten seçinceye (tan yeri ağarıncaya) kadar yeyin için. Sonra geceye (güneş batıncaya) kadar orucu tamamlayınız” buyuruyor.
Ancak bu gibi ülkelerin birinde oturanların, orucu, fecirden güneş batıncaya kadar tamamlamaya muktedir olmayanlar veya orucu, son derece zor ve son derece darlık hissederek tutabilenler için iftar etmeleri caizdir. Fakat, tutmadıkları oruçları, tutabilecekleri diğer günlerde kazâ etmeleri farzdır. Zira Hak Teâlâ:
“Allah sizin için kolaylık diler, zorluk dilemez." buyurmaktadır.
Güneşin uzun müddet kalarak batmadığı veya uzun müddet kaybolarak doğmadığı mıntıkalarda oturanlar ise; yirmidört saat içinde zorluk ve daralma hissetmeden oruç tutabilecekleri bir müddet tahsis ederek orucu tutarlar. Böylece, temin ettiği ruhî ve bedenî faydalar sebebiyle Hak Teâlâ’nın farz kıldığı oruç ibadetinin büyük faydalarından mahrum kalmamış olurlar. Bu gibi yerlerde yaşıyan kimselerden bu İbâdet sakıt olur demek ve onları orucun sağladığı büyük faydalardan mahrum etmek doğru değildir.
Bu gibi yerlerde yaşıyanların, beş vakit namazın vaktini de 24 saat içinde tâyin ederek kılmaları lâzımdır. Böylece İslâmın en mühim rüknü olan bu ibâdetin manevî semeresinden faydalanmış olurlar.
Şer’î hükmü bazı kimselerce bilinmeyen şeyler :
Fukaha arasında ihtilaflı olan mes’eleler hakkında fetva vermek durumunda olan bir müftînin, fetva verirken, insanların durumlarını göz önünde tutması, onların maslahatına en uygun olanı ve daha kolaylıkla kabul edip uyabilecekleri görüşleri nazarı dikkate alması ve ona göre fetva vermesi daha uygun olur.
Bu sebeple bâzı kimselerce tam olarak anlaşılmayan aşağıdaki mes’elelerde, “orucu bozmaz” diyen şer’î hükmü ihtiyar ettik.
Adaleden, veya cilt altından yapılan iğne orucu bozmaz. Damardan yapılan iğneler, gıdalanmak için de olsa orucu bozmaz. Çünkü buralardan zerk edilen maddeler, içeriye ağız ve burun gibi tabiî olan bir yoldan girmez. Sonra, damar vasıtasıyla yapılan gıdalanma ne açlığa ne de susuzluğa fayda verir. Bu gıda mideye gitmez. Gerçekte bu yalnız hayatı koruma gayesiyle ve doğrudan doğruya kalbe giden bir mâidir.[1]
[1] Yazar burada Şâfii mezhebine göre fetvâ vermektedir. Hanefî mezhebine göre gıdalanmak ve kuvvet almak gayesiyle yapılan iğneler orucu bozar. Ancak sıhhî zaruret karşısında ve tedavi maksadlyle yapılan iğneler, gıda veya keyf vermemek şartlyle orucu bozmaz