Makale

KURBÂN BAYRAMI SABAHININ DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

KURBÂN BAYRAMI SABAHININ DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

M. Edîb KÜRKÇÜOGLU

Aynı sevinci, aynı övüncü duyan, aynı inanca uyan, aynı dâvayı gü­den, aynı bayramı eden insanlardır ki millet adını almağa, vatan de­nilen kutsal bu’dda ebediyyen kalmağa, tarihe ün salmağa hak kazanır­lar.

Bu mübârek günde, bu satırları okurken içinizden gelen gür ve hür sese kulak verin; millet olduğunuzu, gerçek millet, gerçekten millet oldu­ğunuzu daha iyi kavrarsınız. Tuttuğunuz yola bakın, vicdânlarınızı yok­layın;

Türklük; ezelî imtiyazımız, müslümânlık: ebedî niyâzımızdır.

Millet olmanın şuûruna ermiyenler de, dinin koruyucu ve kurtarıcı havasına girmiyenler de hüsrana uğrarlar.

Allah’ın, Kur’ân-ı Kerîm’deki İlâhî ta’bîrle “Allah ipi”ne, Habbü’llâh’a (Al-i İmrân, 103) sarılmıyanlar, Allahsızlıkla ve Allahsızlarla sarılırlar. Allah’a, yine Kur’ân-i Kerîm’deki İlâhî ta’bîrle “Sağlam kulp” a (Baka­ra, 256) sarılmıyanlar, Allahsızlıkla ve Allahsızlarla sarılırlar.

Allâh İpi’ne sarılmış, sağlam kulp’a yapışmış insanlar, Kur’ân’dan, tevhîdî îmândan, Muhammedi irfandan nasîb almış müslümânlar olarak Hak cebhesindeyiz. Bu cephe için yarılma yok; bu cebheyi kuranlar, bu cebhede azmie tutunup duranlar, yanlarında ve yönlerindekilerle tek nabz olup vuranlar için darılma yok! Rahmetli Mehmet Akif’in dediği gibi:

“Cihan yıkılsa, emîn ol, bu cebhe sarsılmaz!”

“Dünyâ: umut dünyasıdır.” derler. Lâkin, daha çok : “Hoş gör, unut dünyâsıdır.” derler. Olacağı Allah’tan umacağız,; olanı da Allâh için hoş görüp unutacağız. Allâh’ın ve Resûlullâh’ın yolunu, Doğru yolu, tek doğru yol’u tutacağız.

Dinimizde: uğunma yok, avunma var; dövünme yok, savunma var. Şu mübârek Bayram sabahında düşüncemiz: bu olmalıdır, içimiz: dövüntü ile değil, övüntü ile; uğuntu ile değil, avuntu ile dolmalıdır. İnsan olduğumuz, gerçek insânlık duygusiyle dolduğumuz nisbette milletiz. Müslüman olduğumuz, üst ve üstün müslümânlık düşüncesiyle dolduğu­muz nisbette ümmetiz. İskontolu millet de yok, ümmet de yok! Millet ol­mamız da, ümmet olmamız da: gelgeç âdet olduğu için değil, ebedî saa­det olduğu içindir, öylesine âdet: geçişlidir, göçüşlüdür; böylesine saâdetse: ne geçer, ne göçer. Kurbân da, Kurbân Bayramı da: bir âde­tin devamı değil, saadetin kıvamıdır.

Resûlullâh Efendimiz, Nebiyy-i agâh Efendimiz: “Ramazân Bayramı günü, ya’nî Fıtr övünü namazla sadakadan; Kurbân Bayramı günü, ya’nî Nehr (= Boğazlama) övünü de namazla Kurbân töreninden ibarettir.” demişler. Bundan dolayıdır ki İslâm fukahâsı: “Ramazân Bayramı’nın namazı ile Fıtr sadakası, Kurbân Bayramının namazı ile Kurbân kesme töreni îmânî sıdkın tezahürü hâlinde ibâdettir.” demişler.

Namazlar: Allah için kılınır. Sadakalar: Allah için verilir; Allah’ın rizâ ve rahmet deryasına namaz ve sadaka kıyısından girilir. Kurbânlar: ancak ancak Allah için kesilir; Allah’a sıdk yoliyle erilir, Allah’a ancak ihlâsla varılır; saâdet ve selâmet hamuru: sıdk ve ihlâsla karılır. Bun­dan mahrûm kalanlara, gaflet batağına, dalanlara: Allah da, Resûlullâh da darılır. Allah’ın ve Resûlullâh’ın darıldıkları: Şeytân mekriyle sarılır.

Büyük İslâm, fikriyyâtçısı İmâm-ı Gazzâ1î, Eyyühe’l-Veled (= Hey oğul!) adlı risalesinde: insanlar için hayâtta sekiz akabe, teh­likeli sekiz geçit bulunduğunu söyler ve bunların:

1 — İmân geçidi,

2 — Kabr geçidi,

3 — Hisâb geçidi,

4 — Mizan geçidi,

5 — Hasınlar geçidi,

6 — Zâlimler geçidi,

7 — Sırat geçidi,

8 — Cehennem geçidi olduğunu beyân eyler. Bu geçitleri aşamıyanlar, sıdk ve ihlâs hayâtı yaşamıyanlar için selâmet yok, melâmet var. Bu geçitleri selâmetle aşanlar, rahmet ve mağfiret dalgalariyle ezel ufkun­dan ebed fezasına taşanlar için melâmet yok; beşaretten işaretli alâmet var.

Cenâb-i Hakk, Kur’ân-ı Kerîm’inde : “O kimseler ki (inanılacak şey­lere) îmân getirip, (ikrâr ve ihlâs yetirip) yararlı işler işlediler, onlar için konaklar olarak Firdevs Cennetleri var.” diyor. (Kehf, 107).

İhyâu Ulûmi’d’Dîn’in (Dîn timlerini Canlandırma adlı eserin) büyük sahibinin işâret ettiği akabelerden, dar ve korkulu geçitlerden kurtulmak için Allah’a tâat gerek, Resû1ullâh’a itâat gerek. Allah’ın celâli var, Resûlullâh’ın kemâli var.

İmân: bir söz işi değil, öz işidir. îmânını sözden çıkarıp Öze mâl edendir ki, kalini hâl edendir ki bu geçidi başarı ile geçiren bahtiyâr kişidir.

Kabr: ebedî durak değil, âhiret yolculuğunda bir övünlük, birkaç günlük uğraktır. Orasının bir dikenlik, baldıranlık olması da, bir güllük, baldıranlık olması da elimizdedir.

Her insan için müşterek bir hisab günü var. O gün gelince kitablar açılacak, fi’ller ortaya saçılacak. Kimine bu, apaydın bir anlık gelecek; kimine de upuzun karanlık gelecek. Allah: îmân zümresi için Serî’ul- Hisâb’dır; küfrân zümresine Şedîdü’l îkab’dır.

Dünyâdaki işler ölçüye vurulacak, ölçeğe çekilecek. “Emirler ölçüşü­nü aşmamak, nehyler ölçeğinden taşmamak şuûru” diyebileceğimiz İs­lâm Dîni: insanları adle, i’tidâle çağırır.

“Yarın mîzân kurulacak;

İş tartıya vurulacak.

İhtiras dalgası dinecek;

Bulanık su durulacak.” demişler. Hisâb Günü’nde, Mîzân önünde: alacaklılar dikilip dura­caklar, haklarını soracaklar.

Millî dâvalar dışında ruhumuzu düşmanlık geçidine salmıyalım.

Zulme dalmıyalım.

Sırât geçidini sâlametle geçmek istiyenler, bu dünyâda Doğru Yol’dan, doğruluk yolundan ayrılmamalıdırlar.

Cehennem: Hak yoldan, Hakk’a varan ak yoldan ayrılanların dura­ğıdır. Allah’ı unutursak, Resûlullâh’ın gösterdiği nûr yolundan, ebedî huzûr yolundan uzaklaşırsak Tamu karanlığı, kararsızlık Tamusu­na yaklaşırız; Tamu’dan uzaklaşırsak Hakk’a yaklaşırız, Cennet aydınlığıyla aklaşırız.

İşte Bayram: bu akabeleri tâm bir îmân ve itmi’nânla geçirme karâ­rında olanlara, intibah ikrârında bulunanlara Allâh’ın ihsân, Resû1u11âh’ın armağanıdır.

Kurbân: “Allah’a, kendisiyle yaklaşılan şey” demektir. Kur,’ân-i Kerîm’de olduğu gibi,

İslâm-öncesi diğer semavî dînlere âid Kitâblarda da yeri vardır. Kurbân: ancak Allâh için ve ancak Allâh adına kesilir. Allah’tan başkası için ve Allah’tan başkası adına kurbân kesilemez, öy­lesine değil de böylesine kesilen kurbân: şer’an lâşedir; eti yenmez. Mu­ayyen vasıfta erkek veya dişi koyun, geçi ve sığır cinsleriyle deveden mâadâsı kurbân edilemez. Horoz gibi, kaz gibi, Kurbân olamıyan şey: adanamaz. Kurbân: Hacc farîzesinde farzdır; Kurbân Bayramlarında îmâm-ı A’zam kavlince vacibdir. iki İmâm’la (*) Üç İmam’a (**) göre müekked sünnettir. Adandığı takdirde de vâcibdir.

Hicret-i nebeviyyeden evvel, Medîneliler senede iki def’a gülüp eğle­nirler, Bayram ederlerdi. Saltanat-i Muhammediyye ve Hâkimiyyet-i Ahmediyye Otağı Medine’de bir daha, kaldırılmamaslya kurulunca, târihî Yesrib şehrinin bahtiyar alnına nurdan "Medînetü’n-Nebiyy-Peygamber’in şehri” tuğrası bir daha silinmemesiye vuru­lunca, aradan bir yıl geçip de göç edenlerin gönül hasretleri, göç ağırlıyanların karşılama heyecanları dinip durulunca Efendimiz, dâima iyiden iyisini, güzelden güzelini, doğrudan doğrusunu, en iyiyi, en güze­li ve en doğruyu getiren Efendimiz, Medîneli yerlilere ve göçüp Me­dine’de yerleşenlere, yerli veya göçmen olsun birleşenlere: “Allah, şu iki bayram gününüzü, sizin için onlardan daha hayırlı olanlarıyle, Kurban ve Ramazân Bayramlariyle değiştirdi.” buyurdu. Bu iki Bayramın vâzıı Cenâb-i Hakk’tır.

Kevser sûresi: Kurbân Bayramı’nın vücûbuna Kitâbu’llâh’tan delildir. Mekke-i Mükerreme’de, risâlet-i ebediyyenin ilk yıllarında inzâl buyurulan sûre, demek ki: hicretin ikinci yılına kadar “Büyük Muhâtab” için samedânî beşâret oldu. Ondan, ya’nî her sözü vahye dayanan (Necm, 4.) Hazret-i Peygamber’in az önce arz ettiğim Hadîs-i şerifinden sonradır ki o beşaretle bütün îmân ve itmi’nân erbabına, yakîn ve irfan ashâbına işâret oldu.

Teşrik günlerinde Kurbân Bayramı Arefesinin sabah namazından dördüncü gününün ikindi namazına kadar geçen 23 vakitte, fara namaz­larının selâmından sonra cehren hemen tekbîr getirmek: ister yerleşik, (— mukim), ister yolculuklu (= müsâfir) olsun, ister büyük veya küçük, ister erkek veya kadın bulunsun, namazı ister tek başına, ister cemâatle kılsın, mükellef her müslümân için vâcibdir. Bu günlere “Teşrik Günleri” denir.

Ashâb-i kirâm’ın Dört Büyük Abdullâh’ından biri olan Abdullâh b. Abbâs Hazretleri: “Sayılı günlerde Allâh’ı anın!” âyet-i kerîmesinde geçen “Sayılı günler” sözünün (Bakare; 203) Teşrik günleri, buyurulan zikrin de Teşrik tekbîrleri olduğunu bildirir.

Bu tekbîr’in Kur’ân diliyle olan ve ma’nâsı maâline sığmıyan aslî metni muhterem okuyucularımca ma’lûmdur.

Dînî Türk musikisinin büyük üstâdı Itrî Dede bu Tekbîr’i Se­gah makamından bestelemiştir. Tekbîr’in kelimâtı: dilimizin ve gönlü­müzün ezelî sevincidir; nağamâtı: kulaklarımızın ve rûhumuzun ebedî övüncüdür.

Hazret-i İsmail yerine kurbân edilmek üzere Cebrâî1 vâsıtasiyle gökten koç inmesi keyfiyyeti: Kur’ân-ı Kerîm’le müeyyiddir. (Sâffât, 107). Cebrâî1, gökten koçu getirirken: Allâhu ekber, Allahu ekber!” demiştir. Bunu duyan Hazret-i İsmâil: “Lâ-ilâhe illa’llâh ve’llâhu ekberdemiştir. Allah’ın lûtfunu, kendi oğlunun gösterdiği hu­lûstu inkıyadı gören Hazret-i İbrahim de: “Allâhu ekber ve li’llâhi’l-Hamd” demiştir. Bu günler zarfında, namazlar dışında da tekrarlan­ması mesnûn olan Teşrik Tekbîri, şu hâlde: Cenâb-ı Cibrîl’in, Hazret-i İsmail’le Hazret-i İbrahim’in sözlerinden terekküb etmiş demek­tir. Bunda: mü’minlerin Alilli yolunda Hazret-i İbrahim gibi feda­kâr olmaları, Hazret-i İsmâi1 misali teslîmiyyet göstermeleri lâzım-geldiği, ibraz edilen fedâkârlığın, izhâr olunan teslîmiyyetin, rahmet demek olan rebbânî yakınlığa yol açacağı ma’nâsı da vardır.

Resûlullâh’a tebliği ve onun vâsıtasiyle bize iblâğı bakmamdan Dînin kemâlini bulduğu, böylece erdiğimiz mâ’nevî ni’metlerin tamâmlandığı, İlâhî rizanın dîn olarak İslâm Dîni’ne girmeğe meşrût olduğu yolun­daki son hükm âyetinin (Mâide, 4) nüzûlü de bu Bayram’ı ma’nâlandıran âmiller arasındadır.

Bu Bayram vesilesiyle de bilelim ki dînimiz: kemâlin, kemâlâtın ta kendisidir. Unutmayalım ki dînimiz: biz insanlara Allah’ın en bü­yük ni’metidir. Ve dâima hâtırlıyaîım ki Allâh’ın rizâsı: bu dînin ke­mâl ve kemâlât dîninin, ni’met ve rahmet olan dînin îcâblarını yerine getirmekle mümkindir.

Resûl-i Ekrem Efendimiz : "Haberiniz olsun ki kurbân kesme, kurtarıcı işlerdendir. İşliyeni dünyâ ve âhiret şerrinden kurtarır.” demişlerdir. Dünyâ şerrlerinin başında düşman şerri gelir. Bu şerrden korunmak için: esbabına tevessül etmek şarttır. Yurdumuzda, ordumuzda o esbabı hâzırlıyan millî müesseselerden biri de: Türk Hava Kurumu’dur. Kurbân derilerinin bu Kurum’a verilmesi dînî bir vazifedir. Bu günün savaşları, artık gökleri de yayılma sahası içine almıştır. Ora­dan yağacak Ölüm sağanaklarını dindirecek, bunları yağdıranları sindire­cek yegâne vâsıta: hava müdâfaasıdır. Millet olarak bunu aslâ. unutmıyalım ve kurban derilerini bu müdâfaa şeddini kurmağa, havâ akınlarını gök sınırlarımızda durdurmağa çalışan ve sonsuz hizmetleri hepimizce ma’lûm olan Türk Hava Kurumu’na vermek sûretiyle kurbânlarımızı değerlendirelim. Hazret-i Peygamber’in “Kurbanlarınızı ağırlayın!” emrinde bu değerlendirmeğe de işâret vardır. Bilelim ki Resûlullâh’ın işâretinde, riâyet edenler için sermedi beşaret vardır.

Bayramlarda dargınlar barışır. Gönüller gönüllere karışır; îmân ve ihlâs yolunda yarışır. Bu barış ve yarış havası içinde bayramınız kutlu olsun, Rûhlarınız Hakk’ın rahmetinden umutlu olsun!