Makale

“Bir Söz Geldi Dilime, Eydem Ölüm Üstüne…”

“Bir Söz Geldi Dilime,
Eydem Ölüm Üstüne…”

Doç. Dr. Ali ÖZTÜRK
İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

Yunus Emre’nin ölüm konusuna yoğunlaştığı mısraları arasında dolaştığımızda onun ölüm karşısındaki tavrını farklı cepheleriyle görme imkânına sahip oluyoruz. Ölüm temalı şiirlerinde, sadece Hak aşığı bir sufinin vuslat anlayışıyla içselleştirdiği asude hâli değil, ölüm anı ve ölüm sonrası hayatı zihninde tecessüm ettirerek olabildiğine ürperen bir kalbin haşyetini de hissederiz.
Kur’an-ı Kerim’de "Her can ölümü tadacaktır. Sonra bize döndürüleceksiniz." (Ankebut, 29/57.) buyrulmuştur. Normal zihnî melekelere sahip hiçbir fâninin ölüm ve ölüm sonrası hayata tamamıyla kayıtsız kalması mümkün değildir. Ancak iman sahibi kimseler nezdinde bu ilginin, boyut ve neticelerinin farklı olacağı tabiidir. Deruni bir iman hissiyatına sahip Yunus Emre’nin kimi şiirleri bizi, sürekli ötelediğimiz, hatta bazen unuttuğumuz gerçeklikle yüzleştirmektedir. Ölüm anının çaresizliği ve ölüm sonrasının dehşeti onun fevkalade içli yakarışlarıyla lirik bir münacata dönüşür:
Aceb bu benüm cânum âzâd ola mı yâ Rab
Yohsa yedi Tamu’da yana kala mı yâ Rab (15) (Şiirlerin bitiminde ayraç içerisinde gösterilen rakam, Divan’ın tenkitli metnindeki şiirlerin sıra numarasıdır. Kesme işaretinden sonraki rakam da şiir içerisindeki beyit numarasıdır. Bk. Yunus Emre Divanı Tenkitli Metin, (Haz. Mustafa Tatçı) Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1990.)
Bu mısra ile başlayan şiirinde Yunus, “Azrail canını almaya geldiğinde ölümü kolay mı olacaktır?”, “Münker Nekir sual sorduklarında dili dönecek midir?”, “Yer altındaki ahvâli acaba nasıl olacaktır?”, “Yatacak yeri akrep ile mi dolacaktır?”, “Hesap gününde Cenab-ı Hak kendisinden razı olacak mıdır?”, “Allah’ın habibi ona şefaat edecek midir?” gibi sorularla ölüm anının zorluğunu, kabir ahvalini ve hesaba çekilecek olmanın tedirginliğini dile getirir.
Bazen de ölüm karşısında ziyadesiyle soğukkanlı ve bir o kadar da hayata mesafeli bir duruş sezilmektedir onun şiirlerinde: Ne kadar çok yaşarsan yaşa sonu ölümdür. Bundan dolayı ele geçirdiğini yoksullar için harcamak lazımdır. (51/4) Hak’tan ayıran ne varsa bir an evvel elden çıkarılmalıdır. Bu teni gereğinden fazla beslemeye gerek de yoktur. Zira ten kabirde kurda kuşa yem olacaktır. (35/1,2)
Yunus, kimi şiirlerinde sanki kendi ölümünü seyreder gibidir:
Sensin Kerîm sensin Rahîm Allah sana sundum elüm
Senden artuk yokdur umum Allah sana sundum elüm (184)
Dörtlüğüyle başlayan uzun şiiri, “Ölmeden önce ölünüz.” emrine uyulmuşçasına âdeta ölümün bir provasıdır: Ecel gelmiş, vade bitmiştir. “Ömür kadehi” tükenmiştir. “Dilin tetiği” bozulmuş, can gövdeden üzülmüştür. Ilık su hazırlanmış, kefenler biçilmiştir. Dört yana salâ verilmektedir. Tabutu musalla üzerine konur ve namazı kılınır. Kabre konulup üzeri toprak ile örtülür. Arkasından Münker Nekir sorgusu başlar. Sırat köprüsüne iletilir ve nihayet yedi cehennem, sekiz cennet yol ayrımına gelinmiştir. Yunus vermek istediği dersi ise son iki dörtlüğe bırakmıştır:
Görün ‘aceb oldı zamân gönülden eylenüz figân
Ölür çün anadan dogan Allah sana sundum elüm
Yûnus tap uzat bu sözü Allah’una dutgıl yüzü
Dîdârdan ayırma bizi Allah sana sundum elüm
Yazımıza başlık olarak seçtiğimiz “Bir söz geldi dilüme eydem ölüm üstüne” (340) mısraıyla başlayan şiirinde de kabre konulmasını müteakip yaşanacakları canlı tasvirlerle anlatır:
Va’y ki n’ola hâlüm bilinmez ise ahvâlüm
Yılan-çıyan karınca üşe dilüm üstüne
Defin işleminden sonra yakınlarının eve döner dönmez miras kavgasına tutuşacaklarını ibretle gözlerimizin önüne serer:
İltüp sine koyalar yine eve geleler
Anca savaş kuralar benüm mâlum üstüne
Hz. Peygamber bir hadis-i şeriflerinde ölüm için “Lezzetleri yarıda kesen ölümü çokça hatırlayınız.” (Tirmizi, Zühd, lV, 553.) buyurmuştur. Yunus’un aşağıdaki şiiri “hâzimü’l-lezzât” olarak nitelendirilen ölümü, etkili bir söyleyişle idraklere sunmaktadır:
Hiç bilmezem kezek kimün aramuzda gezer ölüm
Âlemi bostan eylemiş reyehânın keser ölüm (198)
Teşbihin imkânlarından yararlanılarak ölümün aramızda dolaşan koyun/sığır sürüsüne benzetildiği şiirde; genç, çocuk, gelin, kız, yaşlı, ayrımı yapılmadan sıranın kime, ne zaman geleceğinin belli olmayacağı ürpertici misallerle anlatılır: Gençlerin ve çocukların ölümüne en fazla üzülen analardır. Vakitsizce gelen ölüm anaların yüreklerini yakar, onları mecnuna çevirir; deli, divane eder. Genç, ihtiyar ayırmaz ölüm. Henüz ömrünün ilkbaharını yaşayan genç kızların sarı saçlarını teneşirde çözer. Taze gelinlerin henüz kurumuş el kınalarını topraklara karar. Ömrünün henüz baharında genç iken yitip gidenler, Yunus’un dilinde dokunaklı bir ifadeyle gök ekinin biçilmesine benzetilir:
Bu dünyede bir nesneye yanar içüm göyner özüm
Yiğid iken ölenlere gök ekini biçmiş gibi (388/4)
Yunus Emre kabir sakinlerinin trajik hâllerini, sanki üçüncü bir gözle ve başka bir boyuttan seyrederek kelimelerle resmetmiştir:
Sabâhın sinlere vardum gördüm cümle ölmiş yatur
Her biri bîçâre olup ömrin yavı kılmış yatur (74)
Mısralarıyla başlayan şiirde mezarlar arasında gezerken Yunus, nice muradına erememiş yiğitler, gül gibi solmuş ufacık bebekler görmüştür. Kurt, kuş, bedenlerini yemiş, keler bağırlarını delmiş, inci gibi dişler ve sarı saçlar dökülmüştür. Kefen bezi parçaları kemiklere sarılı durmaktadır. Yunus Emre şiirin bir yerinde “Görmez misin sen bunları nevbet bize gelmiş yatur” diyerek ölümün her an kapıda olduğunu hissettirmektedir.
Teferrüc eyleyü vardum sabahın sinleri gördüm
Karışmış kara toprağa şu nâzik tenleri gördüm (207)
Mısralarıyla başlayan “gördüm” redifli gazelde ise Yunus, kabirde yatanların, erbabına malum fevkalade ibretlik manzarasını ince teşbih ve istiarelerle tasvir etmektedir:
Sabahleyin kabristan ziyaretine giden şair, mezarlar arasında dolaşırken toprağa karışarak çürüyen bedenlerin kabir içinde gizlice yattıklarını görmüştür. Damarlarındaki kanlar akarak kefenlerine bulaşmıştır. Kabirleri yıkılmış, evleri harap olmuş; ağızlar âdeta pas tutmuş, diller söylemez olmuştur. Kimisi dünyada iken zevk ü sefa içinde yaşamış; kimisi de bela ve sıkıntılara duçar olmuştur. Bugün ise gündüzleri geceye dönüşmüştür. “Kara gözler”i, pörsümüş, “ay yüzler”i tanınmaz hâle gelmiştir. “Gül deren elleri” kara toprağın altına girmiştir. Kimisi boynunu çevirip tenini toprağa katmıştır. Sanki anasına küsüp gitmiş gibi boynunu burmuştur. Kimisinin, zebanilerin canını dağlamasından ötürü feryatları yükselmekte, kimisinin yanan kabrinden dumanlar tütmektedir.
Ölmeden önce ölmek
Tasavvuf literatüründe Peygamberimizin “Ölmeden önce ölünüz” anlamında bir hadisi bulunduğu nakledilmektedir. (Bu sözün hadis ilmi bakımından değerlendirmesi için bk. Muhittin Uysal, Tasavvuf Kültüründe Hadis, Konya 2001, s. 340.) Sufiler arasında oldukça yaygın olan "ölmeden önce ölmek" fikri, Yunus Emre’nin şiirlerinde öbür dünyada gerçek dirliği yaşamak için bu dünyanın heves ve arzularından vazgeçmek olarak tezahür etmektedir:
Gelün bugün yanalum yarın yanmamag içün
Ölelüm ölmez iken yine ölmemeg içün (251/1)
Al gider benden benliği doldur içüme senliği
Bunda iken öldür beni varup anda ölmeyeyin (269/3)
Kişi Hakk’ı bilmek gerek Hak haberin almak gerek
Zinde iken ölmek gerek varup anda ölmez ola (327/7)
Âşıklar ölmez…
Bir "âşık"ın en büyük arzusu "mâşuk"una vuslattır. Sufi bir şair olarak Yunus Emre’nin, ölümü sevgiliye kavuşma olarak görmesi tabiidir:
Ol dost bana gelsün dimiş sundum kadeh alsun dimiş
Aldum kadeh içdüm şarâb ayruk gönlüm ölmez benüm (175/3)
Âşık kendi kanını Mâşuk’a helal kılmıştır. Âşık Kur’an’ı Mâşuk’un nakşından okur. Yârden ayrı olunca asılıp ölmek yeğdir. Âşık urganını boynuna kendi bırakır. Gerçek dirilik Mâşuk’un yolunda ölmektir. (398/1-4) Ölüm endişesi âşığa yaraşmaz (33/1), Gerçek âşıklar ölmez. Ölen hayvandan başkası değildir. (113/8) Bu manada ten ölür can ölmez:
Ten fânîdür cân ölmez çün gitdi girü gelmez
Ölür ise ten ölür cânlar ölesi değül (158/2)
Cahiller, İki Cihan Güneşi’nin öldüğünü zannederler; ancak o sadece dünyasını değiştirmiştir. (157/7)
Ölüm düşüncesi her insanın zihnine nakşedilmiş durumdadır. Ölümden kaçış yoktur ve ölüm bir son değildir. Yunus’un şiirlerinin bütününe bakıldığında, bir beşer olarak ölüm karşısındaki duygularını, ölüm hâlini ve ölümden sonraki hayatı bir ibret tablosu olarak kelimelerle resmettiği görülmektedir. Bir sufi olarak ise ölümü, ölümsüzlüğe açılan kapı olarak görür. Ebedî âlemin sahiciliği karşısında dünya hayatında sunulanlardan vazgeçilmesi, yani ölmeden önce ölünmesi gerekir. Âşığın ölümü, Mâşuk’una kavuşmasına engel olan ten kabuğundan sıyrılmasıdır. Yazımızı Yunus’un ölüm karşısındaki hissiyatını pek güzel ifade eden şu beytiyle sonlandıralım:
Ol dost ila benüm işüm ölmeg ile bitmeyiser
Amelümdür bile varur toprağuma tuta girem. (205/7).