Makale

Sürgünde Bir Ömür: Said Nursi

Sürgünde Bir Ömür: Said Nursi

Dr. Elif Arslan
Diyanet İşleri Uzmanı

Osmanlı’nın son dönemi ile Cumhuriyet’in ilk yıllarını yaşamış olan âlimlerin hayatlarında ortak diyeceğimiz pek çok nokta bulunur. Bu ortak noktalardan bir çırpıda sayacaklarımız şunlar olabilir: Millî Mücadele’ye destek, hürriyet mücadelesi, Sultan Abdülhamit karşıtlığı, İttihat Terakki taraftarlığı ve/veya üyeliği, sonrasında İttihat Terakki’nin uygulamalarına muhalefet, Cumhuriyet kurulduktan sonra da yavaş yavaş değişen hava ile dinî ve kültürel alanda yapılmaya başlananlar konusunda bir şaşkınlık ve kendi usulünce tepki… Genelleştirmeler hep bir hata payını içinde barındırsa da o dönem yaşayan pek çok âlimde görebileceğimiz bu ortak noktalar, Said Nursi’nin hayatında da belirgin bir şekilde görülmektedir. Kendisinin duruşunu, şartlar karşısında tavır alışını ifade eden üç farklı dönemin de (Eski Said, Yeni Said ve Üçüncü Said) belli ölçülerde bu ortak noktalarla bağlantılı olduğunu söyleyebiliriz. Said Nursi’yi kendisinin dile getirdiği bu üç Said üzerinden anlatmadan önce onun doğup yetiştiği ortamı ve şartları kısaca anlatalım:
Bitlis’in Hizan ilçesine bağlı Nurs köyünde dünyaya gelen Said Nursi, ilk tahsilini ağabeyi Molla Abdullah’tan aldıktan sonra eğitimine çevre medreselerdeki hocalardan devam etmiştir. Çok zeki olduğu ve dersleri çabuk kavradığı için konuları atlayarak gitmesinden hocalarının memnun olmaması sebebiyle çok sayıda hoca değiştirmek zorunda kalmış ve bu sebeple kesintisiz eğitimi sadece üç ay sürmüştür. Bu üç aylık eğitim, pek çok hocadan ders aldıktan sonra Bayezid Medresesinde Şeyh Mehmed Celali’den aldığı eğitim olmuş ve icazetini de bu hocadan almıştır. İcazetini aldıktan sonra Doğu Anadolu’daki birçok yeri dolaşmış, âlimlerle görüşmüş, bazı âlimlerle ilmî tartışmaları olmuştur. (Alparslan Açıkgenç, “Said Nursi”, TDV İslam Ans., C. 35, s. 565; İsmail Kara, Türkiye’de İslamcılık Düşüncesi 2, Dergah Yay., İst. 2011, s. 967.) Kendisine Bediüzzaman lakabı da bu dönemde verilmiştir. Siirt’te Molla Fethullah Efendi ile yaptığı görüşmede, sorulan soruların hepsini cevaplandırdığı ve kendisine verilen bir metni bir kere okuduktan sonra ezberden tekrarladığı için güçlü hafızasıyla meşhur olan Bediüzzaman el-Hemedânî’ye atfen kendisine de Bediüzzaman lakabının verildiği nakledilir. (Açıkgenç, “Said Nursi”, TDV İslam Ans., C. 35, s. 565.) Bu dönemde Said Nursi’nin İslami ilimlerin ihyası, Doğu Anadolu bölgesindeki kronikleşen sorunların çözümü gibi konularda zihnini yorduğunu ve fikirler ürettiğini görmekteyiz. İstanbul’a gelerek II. Abdülhamid’e sunduğu (1907) Medresetü’z-Zehra projesi bu amacın gerçekleşmesine yönelikti. Medresetü’z-Zehra’yı din ilimleriyle müspet ilimlerin birlikte okutulacağı, aynı zamanda doğuda kurulacak eğitim kurumlarında mahalli dillere önem verilmesinin gereğine işaret ederek eğitimin Arapça, Farsça ve Türkçe verileceği bir darülfünun gibi tasarlamıştı. Ancak bu talebi kabul edilmemiş, tavırları sebebiyle önce akıl hastanesine gönderilmiş, oradan akli dengesinin yerinde olduğu raporu verilip çıktıktan sonra da konuşmaları sebebiyle tutuklanmıştır. (bkz. Açıkgenç, s. 565; İhsan Işık, Bediüzzaman Said Nursi ve Nurculuk, Beyan Yay., İst. 1995, s. 11; Metin Karabaşoğlu, “Said Nursi”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, C. 6 İslamcılık, İletişim Yay., İst. 2011, s. 270; Kara, s. 967.)
Eski Said (1878-1918)
Kendisini “Eski Said” olarak ifade ettiği bu dönemde Said Nursi’nin siyasetle yakından ilgili olduğunu görüyoruz. Tutukluluğu biten Nursi’nin Selanik’e giderek burada İttihat Terakki ile ilişki içerisine girdiği tahmin edilmektedir. 1908’de Meşrutiyet ilan edildiği zaman istibdadı kötüleyen hürriyet taraftarı konuşmalar yapar. (Kara, s. 967.) Ancak bir süre sonra İttihat ve Terakki yönetiminde gözlemlediği otoriter tavırlar sebebiyle onlarla da ayrı düşer. Hatta İttihat ve Terakki ile yollarının niçin ayrıldığı sorusuna şöyle cevap verir: “Ben (hürriyet ve meşrutiyet yolundaki) yürüyüşümü terk etmedim, onlar terk etti.” İttihat ve Terakki’nin beklentilerine cevap vermemesi, daha doğrusu farklı bir çizgi sergilemesi Said Nursi’nin İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti’nin kurucuları arasında olmasında etkili olsa gerektir. (Metin Karabaşoğlu, “Said Nursi”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, C. 6 İslamcılık, İletişim Yay., İst. 2011, s. 272.) Nursi, bu cemiyetin yayın organı olan Volkan gazetesinde meşruti idareyi savunan ateşli yazılar yazdı. Yazıları sebebiyle 31 Mart Vakası’yla ilgili olduğu gerekçesiyle tutuklandı. Daha sonra “Divan-ı Harbi Örfî” adıyla yayınlayacağı müdafaasını yaptıktan sonra beraat etti. Beraatının ardından doğuya giden Nursi, Sultan Reşad’ın Rumeli seyahatine katılmak için İstanbul’a geldi. Bu seyahat sırasında çok önemsediği “Medresetü’z-Zehra” projesini Sultan Reşad’a anlatma fırsatını buldu. Padişah kendisine destek sözü verdi. 1912’de Van gölü kıyısında medresenin temeli atıldı. Bu arada ilmî faaliyetlerine devam eden Said Nursi, vaktinin çoğunu ders vermeye adadı. Ancak Medresetü’z-Zehra’nın bitmesini beklerken I. Dünya Savaşı’nın çıkmasıyla bu proje yeniden sekteye uğradı. Öğrencileriyle birlikte Kafkas cephesinde savaşan Nursi, Ruslara esir düştü. Sibirya’ya sürüldü. Sürgünden kaçarak 1918’de İstanbul’a döndü. (Kara, s. 968; Açıkgenç, s. 565.)
1918’den 1922’ye kadar Said Nursi İstanbul’dadır. Oldukça aktif olduğu bu dönemde Şeyhülislam Musa Kâzım Efendi tarafından kendisine “Mahreç” payesi verilir ve Dârü’l-Hikmeti’l-İslâmiyye üyeliğine seçilir. Bu sırada Osmanlı Devleti savaşta yenilir ve ülke işgal edilir. Bu şartlar altında Said Nursi, gazete yazıları aracılığıyla halkı işgale karşı mücadeleye teşvik etmektedir. İstanbul’da bir taraftan hareketli bir hayatı yaşarken diğer taraftan bu dünya hayatından çekilme isteği, züht ve takva hayatını arzuladığı, yazdığı yazılarından anlaşılmaktadır. Bu arada Şeyhülislam’ın Anadolu’da bağımsızlık mücadelesi başlatan Kuvayı Milliye aleyhindeki fetvasına karşı çıkması ve bu fetvanın geçersiz olduğunu savunması onun Ankara’ya davet edilmesine sebep olur. Kendisini Ankara’ya davet eden Mustafa Kemal’dir. Hayatında İstanbul sayfası kapatıp Ankara’ya giderken aslında bir anlamda “Yeni Said”e doğru da bir gidiş vardır. Ankara’da “Hoşamedi” töreniyle karşılanan Said Nursi, aslında İttihat ve Terakki’yle olduğu gibi Ankara’yla ilişkilerinde de hayal kırıklıkları yaşayacak, umduğunu bulamayacaktır. Ancak onun yaşadığı hayal kırıklığı şahsıyla alakalı değildir. Kur’an tilavetiyle, dualarla açılan Meclisteki pek çok milletvekilinin ibadetler konusundaki duyarsızlığı onu derinden yaralayacak ve milletvekillerine yönelik namaza dair bir beyanname hazırlayacaktır. On madde olarak hazırlayıp yayınladığı bu beyannamede Meclis üyelerini ibadetlerini yerine getirmeye ve İslam şeriatına uygun hareket etmeye çağıracak, bu tavsiyeleri sebebiyle Mustafa Kemal’le arası açılacaktır. Bu gelişmeler üzerine, 1923 baharında Ankara’dan Van’a hareket ederken “Eski Said’den Yeni Said’e inkılap” süreci de belki tamamlanmış oluyordu. (Bkz. Işık, s. 12-13; Karabaşoğlu, s. 275; Açıkgenç, s. 566.)
Yeni Said (1923-1950)
Bu isimlendirmeyle düşünce ve kanaatlerinde bir değişim ve dönüşümü değil, İslam’a hizmet için takip ettiği yöntemde değişikliği kasteder Said Nursi. O güne kadar sürdürdüğü siyasi faaliyetten istediği şekilde bir netice alamayacağını düşünerek Ankara’dan Van’a geçer ve orada ilim ve tebliğ çalışmalarına başlar. Bundan sonra bu yolla toplumu dönüştürme gayreti içinde olacak, ancak her şey onun düşündüğü şekilde devam etmeyecektir. Züht, takva, ilim ve tebliğ çalışmalarıyla geçirmeye niyet ettiği bu dönem aynı zamanda sürgünler, mahkemeler, hapisler ve zorluklar dönemi olacaktır. İki sene Van’da Erek Dağında birkaç talebesiyle birlikte münzevi bir hayat yaşayan Nursi, 1925’te çıkan Şeyh Sait isyanıyla bağlantılı olabileceği gerekçesiyle İstanbul’a getirilir. Kısa bir zaman sonra da Isparta’nın Eğirdir ilçesindeki Barla Köyünde ikamete mecbur edilir (1926). Buradaki sekiz yıllık sürgün hayatı, Said Nursi’nin hayatında en verimli yılları olur aynı zamanda. Risale-i Nur külliyatının büyük bir kısmı Barla’da telif edilir. Bundan sonra da yeni yargılamalar, sürgünler, hapis cezaları birbiri ardınca gelir. 1934’te Isparta’ya getirilen Said Nursi, 1935’te tutuklanarak Eskişehir hapishanesine gönderilir. Mahkemede, Lem’alar adlı eserine de dâhil ettiği savunmasını yapar. Tahliye edildikten sonra Kastamonu’ya götürülür (1936), burada sekiz yıl süren sürgün hayatından sonra 1943’te tekrar tutuklanarak Denizli’ye nakledilir. Beraat ettikten sonra da Emirdağ’a sürgün edilir (1944). Dört yıl süren bu sürgün hayatından sonra tekrar tutuklanır ve yirmi ay sürecek Afyon hapishanesi günleri başlar. Götürüldüğü her yerde sıkı bir gözetim altında tutulur. Beraat ettikten sonra ise Emirdağ’a nakledilir. (Bkz. Işık, s. 13-14; Açıkgenç, s. 566; Kara, s. 968; M. Hakan Yavuz, “Bediüzzaman Said Nursi ve Nurculuk”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, C. 6 İslamcılık, s. 266- 267.) Onun bu yıllarda hiç bıkmadan ve yılmadan yapmaya çalıştığı şey ise “hayatımın gayesi” dediği Risale-i Nurları her türlü engele rağmen telif etmektir. (İhsan Atasoy, “Risale-i Nur’un Yazılış ve Yayılış Macerası”, Derin Tarih, S. 24, Mart 2014, s. 59.) Nitekim bu amacını gerçekleştirir, bu süreçte Risale-i Nurların büyük bir kısmını telif eder.
Üçüncü Said
Said Nursi, 1950’den sonraki hayatını “Üçüncü Said Dönemi” olarak adlandırır. Aynı zamanda Demokrat Parti’nin iktidara geldiği yıl olan bu dönemde Nursi, önceleri zımnen daha sonra ise açıktan Demokrat Parti’yi desteklemiştir. (Kara, s. 968.) Demokrat Parti iktidarı zamanında da yargılamalara ve çeşitli baskılara maruz kalmış olsa bile tek parti yönetiminin arkasından gelen bu iktidarı Kur’an menfaatine desteklemeye kendisini mecbur hissettiğini ifade etmiştir. (Mehmet Çelik, “Said Nursi, Demokrat Parti ve Bazı Çağrışımlar”, Derin Tarih, S. 24, Mart 2014, s. 89.) Böylece 1923’ten beri siyasetten uzak duran, siyasi ve toplumsal alanda ne gibi tahripler yapılırsa yapılsın, insanların imanlarını muhafaza edebilirsek ve insan yetiştirebilirsek bu yapılanlar toplum nezdinde makes bulmaz düşüncesiyle mesaisini ilme ve insan yetiştirmeye hasreden Said Nursi’nin muhtemelen artık şartların da değişmesiyle siyasete bakışının biraz yumuşadığını görüyoruz. Bu değişikliklerle Nursi, biraz Eski Said’e yaklaşmış görünse de aslında Yeni Said’e çok daha yakındır. (Yavuz, s. 268.) Bu dönemde risaleleri daha rahat bir şekilde yayınlanıp dağıtılan Nursi, toplum içine de daha fazla çıkmış, görüşlerini insanlara ulaştırmaya çalışmıştır. Yaşının ilerlemiş olmasına rağmen bir taraftan üniversite gençliğine ulaşmaya çalışmış, bir taraftan da çeşitli dergilerde yazıları ve mülakatları çıkmıştır.
Uzun bir ömrü asra uygun metotlar geliştirerek İslami düşünceye yeni bir soluk getirmek, ülkede kol gezen pozitivist cereyanla mücadele etmek ve toplumda İslami şuuru yerleştirmek gayretiyle geçiren Said Nursi, ilerlemiş yaşında da devam ettiği bu yoğun temponun neticesinde 1960 yılında Emirdağ’da iken rahatsızlanmış ve kendi isteğiyle Urfa’ya getirilmiştir. 23 Mart 1960’da burada vefat etmiş ve defnedilmiştir. Ancak bugün kabri Urfa’da değildir. Çünkü mezarına halkın yoğun ilgisi sebebiyle siyasi sembol hâline gelmesinden endişelenen askeri yönetim tarafından bilinmeyen bir yere nakledilmiştir.