Makale

ZAFERLERİMİZ

ZAFERLERİMİZ

Hayati OTYAKMAZ

Müslüman Türk Milleti, dinine, vatanına, istiklâl ve hürriyetine, bayrağına, ırz ve namusuna bağlı bir millettir. Bu kutsal değerlerini ayakta tutmak ve Ezan-ı Muhammedrnin ulvî sesini yüceltmek için; akından akına, zaferden zafere koşmuştur. Devamlı olarak haksızın karşısında, haklının yanında olmuştur. Vatanını, mukaddesatını, canından ve malından aziz bilen Müslüman ecdadımız; bu uğurda gözünü bile kırpmadan her türlü fedakârlığa katlanmıştır. Mukaddesat yolunda ölmenin, dünyada erişilebilecek en yüksek rütbe olduğunu gönlüne nakşetmiştir.
Bu hususta Yüce Rabbimiz kur’an-ı Ke- rim’de şöyle buyurmaktadır:
"Allah yolunda öldürünlere “onlar ölülerdir” demeyin. Hakikatte onlar diridirler. Fakat siz anlayıp bilemezsiniz.”’21
“Sakın Allah yolunda öldürülenleri ölüler sanmayın! Doğrusu onlar Rableri katında diridirler, Cennet nimetlerinden rızıklanırlar.”
"Allah Teâlâ, Cennet karşılığında mü’minlerin canlarını ve mallarını satın aldı. Onlar Allah yolunda savaştılar. Harp meydanlarında (şehid ve gazi oldular) öldürdüler ve öldürüldüler. Onlara vaad olunan Cennet haktır ki; Tevrat’ta İncil’de ve Kur’an’da bu sâbittir.
Allah’dan (daha) ziyade ahdine (sözüne) vefâ eden kimdir? o halde (Ey Mü’minler!) yapmış olduğunuz bu (hayırlı) alış-verişten dolayı sevinin. İşte bu, en büyük saadettir.”’41 Müslüman Türk Milleti, din, iman ve Kur’an-ı Kerim’den aldığı güç sayesinde, karşısında hiçbir engel tanımamıştır. Bu imana zamanın topu, tüfeği ve en güçlü silahları tesir edememiştir. Zira mücahid mehmetçik şâirin ifadesiyle: “Cehennem ateşi olsa gelen göğsümüzde söndürürüz
Bu yol ki Hakk yoludur, dönme bilmeyiz yürürüz.”
“Garb’ın afakini sarmışsa çelik zırhlı duvar;
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun! Korkma, nasıl böyle bir imanı boğar,
Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar."
Diye tarif ettiği istilacılara gereken dersi vermiş ve vatanını, canı ve kanı pahasına kurtarmıştır.
Kur’an’a gönül verenlerin az sayıda olsalar bile, kendilerinden güçlü ve çok olanlara üstün geleceğini Allah Teâlâ şöyle haber veriyor:
“Nice az topluluk, çok topluluğa Allah’ın izniyle üstün gelmiştir. Allah, sabredenlerle beraberdir.
"Ey inananlar! Eğer siz Allah’a (O’nun Dini’ne ve Peygamberi’ne) yardım ederseniz, O da size (düşmanınıza karşı) yardım eder (zafer verir) ve ayaklarınızı kaydırmaz (sizi sıkıntıda bı- rakmaz).”’61
(Ey Mü’minler!) Gevşemeyin, üzülmeyin. Siz eğer (gerçekten) mü’min iseniz, mutlaka en üstünsünüzdür.”’7’
Bu şekilde sağlam bir imana çarpan her kuvvet, güçlü de olsa tesirsiz kalmıştır. İslâm tarihi bunun örnekleriyle doludur.
İşte bu imanla; Bedir’de Müslümanlar, müşriklere karşı galip gelmiştir.
İşte bu imanla; 50.000 kişilik Müslüman Türk Ordusu, 26 Ağustos 1071’de Malazgirt’te
250.000 kişilik Bizans Ordusunu perişan ederek; Anadolu’nun kapılarını açmıştır.
İşte bu imanla-, İstanbul’u fetheden komuan Fatih ve ordusu, Peygamber Efendimiz (s.a.s.)’in övgüsüne nail olmuştur.
İşte bu imanla-, Müslüman Türk Mehmetçikleri, bütün dünyaya “Çanakkale Geçilmez” dedirtmiştir.
İşte bu imanla; 30 Ağustos Meydan Muharebesi zaferle neticelenmiş-, asil milletimiz esir ve köle olmaktan kurtulmuş, İstiklâl Har- bi’ni kazanmıştır.
Çünkü Müslümanları zafere götüren manevî güç, şehitliğin en yüce mertebe olmasıdır. Çünkü Müslümana yüreğinden gelen ses; “Vatan sevgisi imandandır" demektedir. Vatanına uzanan düşman eli; şeref ve haysiyetine, ırz ve namusuna, imanına uzanan eldir. Vatanın kirli düşman ayakları ile çiğnenmesi demek, İslâm’ın, imanın ve bütün kutsal değerlerin ayaklar altına alınması ve çiğnenmesi demektir. Fakat Müslüman Türk’ün mukaddesatına el uzatılmasına, ayaklar altında çiğnenmesine sabır ve tahammülü yoktur. Böyle bir durumda, ölümü göze almaktan hiçbir zaman çekinmemiştir, çekinmeyecektir de...
30 Ağustos Zaferi, Müslüman Türk Milletinin ve onun bağrından çıkan kahraman ordumuzun tarihteki şerefli tablolarından biridir. Tarihimiz, bunun gibi nice kahramanlık destanlarıyla doludur. Dikkat edersek, bütün bu zaferler inançta, sevinçte ve kederde birlik içinde olmanın eseridir. Bunu devam ettirmek de yine bizlerin elindedir. Yeter ki birbirimizi sevelim, sayalım. Birlik ve beraberlik içerisinde olalım. Yeter ki kalbimiz aynı iman ve idealle çarpsın. Yüce Rabbimizin: "Hepiniz toptan, Allah’ın ipine (İslâm’a, Kur’an’a, Peygamberin Sünnetine) sarılın. Bölünüp parçalanmayın”® emrine uyalım.
Birlik ve beraberlik halinde olan, bölünüp- parçalanmayan bir Müslüman milletin aşamayacağı hiçbir engel yoktur.
Konuyu şâirlerimizin sözleriyle bitirelim:
“Değil mi cephemizin sinesinde iman bir,
Sevinme bir, acı bir, gaye aynı, vicdan bir, Değil mi sinede birdir vuran yürek Değil mi ortada bir sine çarpıyor, yılmaz, Cihan yıkılsa emin ol bu cephe sarsılmaz".
“Gökkubbenin altında yatar, al kan içinde, Hakk’ın bu veli kulları türbeye girmez-, Gufrana bürünmüş, yalnız Fatiha bekler.”
"Enbiya yurdu bu toprak, şühedâ burcu bu yer,
Bir yıkık türbesinin üstüne Mevlâ titrer."
“Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın
Bu toprak, bir devrin battığı yerdir
Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın,

Bir vatan kalbinin attığı yerdir."
“Eş hele bir dağları örten kar’i;
Ot değil, onlar dedenin saçları
Dinle, şehid sesleridir rüzgârı
Durma levent asker, uğurlar ola.”
“Şu kopan fırtına Türk ordusudur Yâ Rabbi
Senin uğrunda ölen ordu budur Yâ Rabbi
Tâ ki, yükselsin ezanlarla müeyyed nâmın
Galip et, çünkü bu son ordusudur İslâm’ın.”0"


DİPNOTLAR:
1- M. Cemal KUNTAY.
2- Bakara, 154.
3- Âl-i İmrân , 169.
4- Tevbe, 111.
5- Bakara, 249.
6- Muhammed, 7.
7- Âl-i İmrân, 139.
8- Âl-i İmrân , 103.
9- Mehmed Âkı/, Safahattan seçmeler.
10- Necmeddin Halil ONAN, Kahramanlık Şiirleri Antolojisi.
11- Mehmed Âk if, Şiir Demeci, Rıza AKDEMİR, D/B. Yayını.
Ayrıca Seyfettin YAZICI, İmanda Birlik, Vatanda Dirlik, Diyanet Aylık Dergi Eki, Ocak - 1993, ile aynı yazarın D/B. Yayınları arasında çıkan "Milletimize Sesleniş” adlı eserinden de faydalanılmıştır.



MALAZGİRT ZAFERİ

Bilindiği gibi, 26 Ağustos 1071 Cuma günü, güzel Anadolumuzun kapılarını bizlere açan Müslüman Türk Ordusu’nun en büyük zaferlerinden biri olan, Malazgirt Meydan Muhârebesi kazanılmıştır.
Bizanslılar Müslümanları yok etmek ve onların gelişmelerine engel olmak için devamlı saldırılarda bulunmuşlardır. Fakat bu saldırıların hiç birisinde gayelerine ulaşamamışlardır.
Hele, Abbasîler’den sonra kurulan Selçuklu Devleti’nin süratli bir şekilde güçlenmesi ve bilhassa 1064 yılında Sultan Alparslan’ın tahta geçmesi, Hıristiyan Bizans’ın endişelerini daha da artırmıştır.
Zamanın Bizans İmparatoru Romen Diojen, Suriye seferinden dündükten sonra, Selçuklu Devleti ile birlikte diğer bütün İslâm ülkelerini ortadan kaldırmak için 250.000 kişilik güçlü bir ordu hazırlamıştır. Gayesi-, sadece Selçuklu Devle- ti’ne değil, doğuda bulunan bütün İslâm ülkelerine saldırmaktı, kendisinden o kadar emindi ki; alacağı şehirlerin valiliklerini dahi kumandalarına va’detmiştir. Hatta daha da ileri giderek bütün camileri yıkıp, yerlerine kiliseler yapacağını ilan etti.
13 Mart 1071 tarihinde Ayasofya’da yapılan büyük bir âyine katılan Romen Diojen, o zamanki ismi Konstantin olan İstanbul’dan doğuya doğru hareket etti. Eskişehir, Sivas yolu üzerinden süratle Erzurum’a geldi.
Bu sırada Selçuklu Sultanı Alparslan, olup bitenlerden habersiz olarak Halep’te bulunuyordu. Malazgirt Kadısının, kendisine durumu haber vermesi üzerine, alelacele, Erzen ve Bitlis yolu üzerinden az bir kuvvet ile Ahlat’a geldi. Hanımı ve diğer bütün ağırlıklarını, veziri hulunan Nizâmü’l- Mülk ile Tebriz şehrine gönderdi.
Habersiz ve hazırlıksız bulunan Sultan Alparslan, harbi kabul etmeden önce, Bizans İmparatoruna barış teklif etmeyi düşündü. Orada hulunan halife’nin eçisi ibn-i Muhallebân ile Sav Tekin’i Bizans İmparatoru’na gönderip barış teklifinde bulundu.
Kendisinden çok emin olan ve çok mağrur olan Bizans İmparatoru, elçilere çok sert ve kaba davranarak:
- Alparslan nerede teslim olacak? O’nun teslim olması için İsfâhan mı, yoksa Hamedan mı daha güzel? Siz bana bundan haber verin, dedikten sonra alaylı bir edâ ile konuşmasına şöyle devam etti:
Hamedan’ın soğuk olduğunu öğrendik, atlarımız (hayvanlarımız) Hamedan’da, biz ise İsfahan’da kışlarız dedi. Romen Diojen’in hu alaylı tavrına karşılık, Alparslan’ın yürekli elçileri, Müslüman-Türk’e yakışan şu cevabı verdiler:
-Sayın İmparator! Sizin bu cevabınızı Sultanımız Alparslan’a ileteceğiz. Ancak, şunu ifade edelim ki; Hayvanlarımız (atlarımız) Hamedan’da kışlar fakat sizin nerede kışlayacağınızı şimdilik bilemeyiz, diyerek hemen geri döndüler.
Bu arada iki ordu harp hazırlığı yaparak Malazgirt civarında ayrı ayrı yerlerde mevzilendiler. Henüz savaş başlamamıştı. Bu sırada zamanın Halifesi Kaim BiemriIIâh bütün İslâm beldelerinde Cuma günü okunmak üzere hir hutbe ve bir de dua metni göndermişti. Gönderilen bu hutbe ve du- ânın özeti şöyle idi:
“Ey Müslümanları Temiz bir kalb ve hâlis bir niyyet ile Sultan’a duâ ediniz. Küfrün kökünü kazımak ve İslâm’ın bayrağını yüceltmek için Allah’a yalvarınız", diye başlayan hutbenin duâ kısmında da özetle şöyle deniliyordu:
“Allah’ım! İslâm’ın sancaklarını, aşağıya düşürme. Hayatlarını sana kulluk için adayan mücâhitlerini yalnız bırakma!
-Yâ Rabbi! Alparslan ve askerlerini meleklerinle kuvvetlendir!
- Yâ Rabbi! Mücâhidleri yerindirme! İslâm’ın ve mücâhidlerin düşmanlarını sevindirme!
- Yâ Rabbi! Zira onlar, senin rızanı kazanmak için canlarını ve her türlü varlıklarını sana fedâ etmekten çekinmemişlerdir.
- Yâ Rabbi! Onlar senin yolunda ve senin Di- ni’nin üstünlüğü için nasıl cihad yapıyorlarsa, sen de onları öylece koru!
- Yâ Rabbi! İslâm’ın ve Müslümanların düşmanlarını kahret. (Amin)
Bütün İslâm ülkelerinde okunan hutbe ile yapılan bu duâ, ordunun mâneviyatının yükselmesine hiç şüphe yok ki büyük bir katkı sağlamıştır.
Diğer taraftan barış teklifine giden elçiler, 24
Ağustos 1071 Çarşamba günü geri dönerken-, mağrur Bizans imparatoru’nun alaylı tavırlarını ve barışı kabul etmediğini Sultan Alparslan’a anlattılar. Bu durum harbe henüz tam hazırlıklı olmayan Alparslan ve askerlerini kısmen de olsa bir endişe ve huzursuzluğa şevketti. Fakat harbe girmekten başka bir çare de kalmamıştı. Bir taraftan mevcut bulunan 50.000 kişilik ordusunu iki gün içinde savaşa hazırlayan Alparslan, diğer taraftan da zaferi için Allah’a duâ ve niyâzda bulunuyordu...
Sultan’ın bu endişesini hisseden İslâm ordusunun İmam-Hatibi Buhâralı Muhammed İbni Abdülmelik Efendi, 26 Ağustos 1071 Cuma günü Halife’nin gönderdiği hutbe ve duâ metnini okuduktan sonra, Sultan Alparslan ve askerlerine şu hitâbede bulundu:
-"Ey Sultan! Sen Allah’ın başka dinlere karşı zafer vâdeylediği İslâmiyet uğruna cihad yapıyorsun. Dünyada mevcud bulunan bütün Müslümanların câmilerde sana duâ ettikleri şu mübarek Cuma günü savaşa gir. Ben, Allah’ın fetih ve zaferini senin adına yazdığını umuyorum.” Diyerek bir zafer müjdesi ile Sultan Alparslan ve askerlerinin maneviyatlarını yükseltiyordu.
*50.000 kişilik ordunun büyük bir manevî hava içerisinde kılmış oldukları bu Cuma namazından sonra, atına binen Alparslan son talimatı verdi. Atından inerek secdeye kapandı ve Allah Teâlâ’ya şöyle yalvardı:
-Ey Yüce Rabbim! Senin azametin (büyüklüğün) karşısında, yüzümü yerlere sürüyorum. Senden yardım diliyorum. Senin Dinini yüceltmek için harbe giriyorum.
- Ey Yüce Rabbim! Seni kendime vekil yaparak senin uğrunda cihâd ediyorum.
- Allah’ım niyetim hâlistir. Bana yardım et. Sözlerimde hilaf varsa, beni kahret." diyerek, Allah’a olan imânının icâbını yaptı. Ve başını secdeden kaldırdı. Konuşmasına devamla beylerine ve askerlerine, bu inanç ve kahramanlığının yüceliğini gösteren hitâbesine şöyle devam etti: “Ey askerlerim! Beylerim! Kumandanlarım! Daha ne zamana kadar biz azınlıkta, düşman çoğunlukta olmak üzere böyle bekleyeceğiz. Ben kendim, Müslümanların Minberlerde (camilerde) bizim için duâ etmekte oldukları şu mübârek Cuma vaktinde düşmanın üzerine atılmak istiyorum.
- Burada Allah’tan başka bir sultan yoktur. Her emir ve kader tamâmıyla O’nun elindedir. Bugün burada ne emreden bir Sultan; ve ne de emir alan bir asker vardır. Bugün ben de sîzlerden biriyim. Ve sizlerle birlikte savaşacağım.
- Bu sebeple; benimle birlikte savaşmakta veya savaşmamakta serbestsiniz. İsteyen benimle savaşa katılır. İsteyen geri döner..." dedi. Bu hitâ- beyi dinleyen İslâm ordusunun nur yüzlü, yağız asker ve kumandanları, vâdileri çınlatan güçlü bir sesle hep bir ağızdan şöyle cevap verdiler:
-’’Sultanımız! Allah’tan sonra yeryüzünde yegâne Sultan sen- sin. Aslâ emrinden ayrılmayacağız. Seninle birlikte harbedeceğiz. Allah bizimle beraberdir...” dediler. Okunan hutbeler, yapılan duâlar orada bulunan asker ve kumandanların heyacanlarını katbe kat artırmıştı. Biraz sonra verilen bir hücum emri ile savaşa gireceklerdi. Bu savaşta şehit olmak ya da gâzi olarak kalmak da vardı. Bütün askerler ve kumandanlar birbirleriyle helalleşip kucaklaştılar. Büyük bir iman ve büyük bir tevekkülle ok ve yaylarını kuşandılar. İslâm Ordusunun kumandanı Alparslan da beyaz elbiselerini giydi. Atının kolanlarını sıktı. Eski Türk âdetine göre atının kuyruğunu bağladı. Elindeki ok ve yayını bırakarak, kılıç ve topuzunu alıp atına bindi. Asker vc kumandanları da aynı şekilde hazırlanıp, verilecek hücum emrini beklemeye başladılar. Bu sırada son vasiyetini bildiren Alparslan şu kısa hitabette hu- lundu: ’
Ey benim askerlerim ve kumandanlarım! Eğer şehid olursam şu beyaz elbise benim kefenim olsun. O zaman ruhum göklelre yükselecektir. Bu takdirde oğlum Melikşâh’ı benim yerime tahta çıkarınız. Ve O’na bağlı kalınız. İnşâallah zaferi kazanırsak önümüzde çok daha hayırlı günler olacak" dedi.
‘Müslüman Türk Ordusu savaşa bu şekilde hazırlanırken, karşı taraf da kendisinden emin bir vaziyette bekliyor ve çadırdan yaptıkları kilisenin çanlarını durmadan çalıyorlardı. Nihayet; beklenen an geldi. Bizans ordusu çan sesleri ile savaşı başlattı. İslam Ordusu ise tehliller, tekbirler ve Allah Allah! nidaları ile hücuma geçti... 26 Ağustos Cuma günü öğleden sonra başlayan savaş, 27 Ağustos sabahına karşı Müslüman Türk Ordusu’nun zaferi ile son buldu.
25.000 kişilik güçlü Bizans ordusu, 50.000 kişilik İslâm ordusu karşısında perişan ve mağlup olarak dağıldı. Selçuklu Devleti’ni ortadan kaldırmak, O’nun Sultanı Alparslan’ı, esir almak, Müslüman şehirlerine kumandanlarını vâli yapmak, camileri yıkıp yerlerine kiliseler inşâ etmek arzusu ile sefere çıkan mağrur Bizans İmparatoru Romen Diojen de esir olmaktan kendisini kurtaramadı. Ve nihayet: “Ey imân edenler! Eğer siz Allah’a (O’nun dini’ne, Peygamberine ve O’nun yolunda olanlara) yardım ederseniz; Allah da size yardım eder de, ayaklarınızı sabit kılıp kaydırmaz (size zafer ihsan eder)." (Muhammed, 7) Âyetinin sırrı bir defa daha tecelli etti. Allah’a samimî bir imanla sığınan Alparslan ve askerlerinin ayaklarını, Cenab-ı Zülcelal kaydırmadı. Yapılan dua ve niyazlar Cenab-ı Hakk katında boşa gitmedi. Zafer Türklerin oldu. Mağrur Bizans İmparatoru Diojen de esir alındı.

İKİ KOMUTAN KARŞI KARŞIYA
Romen Diojen huzura getirilince, Alparslan O’na şöyle dedi: “İmparator! Müteessir olmayınız. Zira insanların maceraları böyledir. Korkmayınız, size esir gibi değil, bir hükümdar gibi muamele yapacağım." Alparslan’ın bu sözleri İmparatoru oldukça rahatlattı. Alparslan gâzi devamla:
-Peki, sana yaptığım barış teklifimi neden kalbul etmedin!" diye sordu. İmparator Diojen şöyle cevap verdi:
-Ey Sultan! Ben kendimi senden çok güçlü ve kuvvetli hissettim. Senin ülkeni almak için türlü ırklardan çok insan topladım. Ve çok para harcadım. Fakat zafer mümkün olmadı. Kendim ve memleketim esir duruma düştük. Kader böyle imiş. Şimdi istediğini yap" dedi. Alparslan gazi, Diojen’e sordu:
- Peki, ben senin düştüğün bu duruma düş- seydim, sen, bana ne yapardın" demesi üzerine imparator:
- "Düşmana yapılması gerekeni yapardım” dedi. Alparslan Han:
-Şimdi sana ne yapacağımı, sanıyorsun? dedi. Romen Diojen ise şöyle dedi:
1- Beni öldürebilirsin. Fakat bu kasap işidir. 2- Zaferini göstermek için, beni şehirlerde dolaştırır ve satarsın. Bu da sarraf işidir. Üçüncü bir ihtimal de, bu da hayâl ve delilik olur, der. Alparslan: -Bununla neyi kastettiğini sorar. İmparator: -Bu da, beni tahtıma iade edersin. Bu takdirde sana dost kalır, yıllık vergi öderim. Alparslan gazi, bu konuşmalar üzerine:
-Ben Allah’a muzaffer olursam sana iyi muamele yapacağımı ahdeylemiştim. Allah Teâlâ, iyi düşünenlerin arzularını yerine getirir. Bu sebeple, benden göreceğiniz davranış üçüncü ihtimaldir, diyerek, büyük bir insan olduğunu gösterdi. Ve Romen Diojen’i öldürtmedi. Serbest bıraktı. Fakat Bizans’a dönen Diojen’iri gözlerine mil çekilerek, zindana atıldı. Böylece Diojen kendi devleti tarafından cezalandırıldı.
İşte böylece Malazgirt Zaferi, Allah’a olan sağlam imanın, maddeye ve kuru kalabalığa üstünlüğü ile son buluyordu. Bu büyük zaferin şehit ve gazilerine Allah’tan mağfiretler dileriz. Yattıkları yer nûr, makamları Cennet olsun. (Amin) Selam osun; Anadolu’yu bizlere vatan yapan şanlı Alparslan Gazi’yeL. Selam olsun; O’nun kahraman askerlerine!... Selam olsun; Cennet yurdumuzu asırlarca koruyan kahraman ecdadımıza!... Selam olsun, Cennet Anadolumuz için canlarını veren ve kanlarını döken bütün şehit ve gazilerimize!... Selam olsun, Memleketimizi ve Milletimizi severek yüceltenlere!...