Makale

Latin Amerika’daki Kardeşlerimiz

Latin Amerika’daki Kardeşlerimiz

Dr. Lamia Levent
Diyanet İşleri Uzmanı

Her şey deniz aşırı bir adadan gelen mektupla başladı desek abartmış olmayız. Pek çok kişinin tatil planları için ilk sıraya koyduğu küçük bir ada devletinden, Karayipler olarak da bildiğimiz Haiti’den geliyordu mektup. Latin Amerika’daki irili ufaklı ülkelerde yaşayan Müslümanların ortak derdini dile getiriyordu İmam Hanif bu mektubunda. Onlar, ataları Afrika’dan getirilerek köleleştirilmiş ve yüzyıllarca ağır şartlarda çalıştırılarak Batı’nın bugünkü refahına kavuşmasını sağlayan Müslüman ataların çocuklarıydılar. Sonra köklerine sarılarak yeniden filiz verip Haiti’de azınlık da olsa bir Müslüman topluluk oluşturmuşlardı. Çocuklarına sağlam bir İslami eğitim vermek, dinlerini dosdoğru bir şekilde öğrenmek ve yaşamak istiyorlardı. Öyle ki, bir Kur’an’dan yirmi kişinin hafızlık yaptığı nice ülkeler vardı yokluğun kol gezdiği bu uzak kıtada. İman ettiği dinin kitabına yüz sürmek için sıraya giren kardeşlerimiz de vardı bu topraklarda. Sonra İmam Hanif, kendilerine babaları ve dedeleri tarafından anlatılan ülkeyi hatırladı ve duygularını şöyle kaleme döktü: “Biz ataları köleleştirilerek Afrika’dan buralara taşınan Müslüman annelerin ve babaların çocuklarıyız. Ecdadımız, Afrika’dan buralara köle olarak taşındı. Yıllarca, anneler babalar, çocuklarını uyuturken, «Oğlum korkma bir gün İstanbul’dan Müslümanlar gelecek ve bu köleliğe son verecek» diye anlatırlardı. Ancak çok bekledik siz gelmediniz. Şimdi, İslamiyet’i yeniden keşfettik. Müslüman olduk. Müslümanlığımızı yaşamaya başladık. Ne camimiz var, ne mescidimiz. Ne kitabımız var ne çocuklara öğretecek insanımız. Son kez size yazıyorum. Lütfen bir heyet gönderin”
Aradaki binlerce kilometrelik mesafeye rağmen hâlâ birilerinin ümidi olmak, hayallerinin başkahramanı olmak nasıl bir mesuliyet yükler omuzlara… Hiç görmedikleri kardeşlerine umut bağlamak ve bir gün çıkıp gelecekleri hayaliyle

Uruguay’dan Gelen Mektup
Çeviren: Dr. Kübra Sarı Seo Lecoq

Kendileriyle ilk defa Meryem Kiola kardeşimiz aracılığıyla 2014 yılı Ocak ayında irtibata geçtiğim Prof. Dr. Mehmet Görmez ve eşi Hatice Görmez hanıma “I. Latin Amerika Müslüman Dini Liderler Zirvesi’ne” katılımlarından dolayı en içten şükranlarımı sunuyorum. Aynı zamanda, bu tarz bir buluşmanın gerçekleşmesinde emeği geçen, sahnenin önünde ya da arkasında yer alan herkese teşekkür ediyorum, Elhamdulillah.
Aslında üzerinde durulması gereken birçok mevzu var, ancak ben Latin Amerikalı Müslüman ve muhtedi bir kadın olarak ivedi olduğunu düşündüğüm konulara değineceğim.
Öncelikle kendimi tanıtayım: 2002- 2012 yılları arasında Avrupa’da yaşadıktan sonra 2012 yılında Uruguay’a kesin dönüş yaptım. Psikoloğum ve iki buçuk yıldır Sosyal Gelişim Bakanlığına bağlı olarak sürdürülen toplumsal bir eğitim projesinin koordinatörlüğünü yürütmekteyim. Bu proje 14-24 yaş aralığındaki aşırı derecede yoksul ve savunmasız gençlerin gerek iş gerekse eğitim yoluyla topluma tekrar kazandırılmalarını amaçlamaktadır. Bununla birlikte, klinikte kanser hastaları ve ailelerine psikolojik destek vermek için danışmanlık yapıyorum. Ve ayrıca, bir psikoloji enstitüsünde integratif sağlık alanında ders veriyorum.Özellikle ilgilendiğim alan ise maneviyat. Kendimi tanıtmaya devam etmeden önce altını çizmek istediğim konu; “mühtedi” oluşum. Bunun özellikle belirtilmesi gereken bir husus olduğunu düşünüyorum, çünkü İslami bir çevre yahut ailede doğmak ile İslam’ı kişisel bir tercih olarak benimsemek arasında ciddi fark var. Mühtedi bir kadın ailesinin ve içinde bulunduğu çevrenin aksine başka bir dini yaşamak durumunda kalıyor. Bu anlamda ben de diğer Latin Amerikalı mühtedi kardeşlerimle aynı kaderi paylaşıyorum.
Mesleğimden kaynaklanan hassasiyetten olsa gerek benim özellikle üzerinde durmak istediğim konu İslam dinini kucaklayan kadının yaşadığı büyük değişim, özellikle de laik bir ülke olan ve Müslümanların azınlıkta olduğu Uruguay’daki kardeşlerimizin durumu. Burada nüfusun çoğunluğu Hıristiyan, ama ateist, Yahudi ve diğer din mensuplarının sayısının da azımsanamayacak kadar çok olduğunu söyleyebilirim.
Daha önce belirttiğim gibi, hem Uruguay hem de diğer yerlerde İslam’ı sonradan seçen kadınların yaşadıkları büyük değişiklik üzerinde durmak istiyorum. Bu durumun kendi kişisel kimlikleriyle direk bağlantısı vardır. Eğer kişisel kimliği tanımlayacak olursak; bu insanın kendi gibi olması ve bir başkası gibi olmaması, yani onu kendi yapan ve diğerlerinden ayıran özellikleri taşıması anlamına gelir. Kişisel kimlik “ben”in ona ait bir özellikle çağrışım yapmasıdır. Yani sevgili kardeşlerim, kişisel kimlik “Ben Kimim?” sorusunu sormak ve buna bir cevap verebilmekle ilgilidir. Ruh sağlığı açısından bakıldığında, bu soruya cevap verebilmek hiç de küçümsenmeyecek bir öneme sahiptir. Toplumda güçlü bir aracın ya da Müslüman toplumun desteği olmayınca, yapılan suçlamalar, sözlü sataşmalar ve rahatsız edici bakışlar karşısında kadın kendisini daha savunmasız hissedebilir. Zira bir Müslüman toplumun varlığı kişisel kimlik yapısını ve aidiyet hissini güçlendirir.
İslam’a giren kadın bunun doğru yol olduğundan emindir, ancak İslam’da bulduğu huzuru kaybedeceğinden acı günlerin geleceğinden habersizdir. Dışlanma, reddedilme ve yalnızlıkla karşılaşır zamanla.
Ben gönüllü olarak, gerekli olduğunda ve elimden geldiğince, gerek kendi ülkemdeki gerekse diğer Latin Amerika ülkelerindeki İslam’ı kucaklayan hanımları yönlendirmeye çalışıyorum. Bu hanımların bazıları sorunlarını psikolog ve psikiyatristlerle paylaşıyorlar, ancak mantıklı bir cevap alamadıkları gibi acılarının tek sorumlusu olarak da seçtikleri din gösteriliyor. Bu durum, bana işimin önemini bir kez daha hatırlatmış oldu; zira benim işim Müslüman Latin kadının inancını geri kazanması ve dinde güçlenmesini sağlamakla doğrudan ilişkiliydi.
Manevi destek eksikliği Müslüman hanımların dinî ve psikolojik dengesini tehdit etmekte ve bizler buna izin veremeyiz. Aynı fikirleri, inancı, duyguları, bayramları ve duaları paylaşmayan bir ailenin parçası olmak bir Müslüman toplumun varlığına ne kadar ihtiyaç olduğunun göstergesidir.
Kadınların bugün ve gelecek kaygıları vardır… Bir yandan çocuklarına İslam ile ilgili öğrendiklerini aktarırken diğer yandan da ‘Çocuklarımızın hali ne olacak?’ diye sorarlar kendilerine. Zor bir işe taliptirler, çünkü çocuklarına okulda verilen eğitim evdekinin tam tersidir.
Latin Amerika’da sahip olmadığımız şeylere gelince… Liste oldukça uzundur. Mesela biz Müslümanların bir araya gelip toplanabileceğimiz bir alan mevcut değil, dolayısıyla toplantılarımızı evlerimizde gerçekleştirmek durumundayız. Camimiz veya bir eğitim merkezimiz yok. Ne cenaze gasil hizmeti alabiliyoruz ne de bir mezarlığımız var. Helal gıda bulma imkânımız da yok maalesef.
Biz Müslüman hanımlar olarak bir araya geliyoruz ve bildiklerimizi paylaşmak için elimizden geleni yapıyoruz. Gerektiğinde diğer Müslüman kardeşlerimizin bilgilerine başvuruyor ve bu şekilde birbirimize destek olmaya çalışıyoruz. Çoğu zaman İslam’ı öğrenmek için internete ve en akıl almadık yollara başvuruyoruz.
İslam’ın uygun şekilde anlatılabilmesi için öncelikle dil faktörünün dikkate alınması gerekiyor. Sadece Latin Amerika’da konuşulan dil değil, aynı zamanda sözcüklerin de ötesine giden ve biz Latinlerin kendimize ait kültürümüzü yansıtan, olumlu bir iletişim dilinden bahsediyorum. Zira dışardan gelecek ve dini eğitim verecek olan kimsenin Latin kültürü ile bu dinin ortaya çıktığı toplumun kültürü arasındaki farkı bilmesi gerekir.
Bu sebeple bizim kendi içimizden çıkacak manevi önderlere ihtiyacımız var. Bunun mümkün olmadığı durumlarda ise, dışarıdan gelecek olan kimselerin dilimizi iyi anlayabilmesi ve kültürümüzle yakından ilgilenmesi gerekmektedir.
Uruguay’daki Müslümanların sayısını arttırmaya yönelik çalışmalar yapılması önem taşıyor. Düzgün bir dava bilinci bizleri temsil eden doğru bir İslam’ın yayılması için vazgeçilmezdir. Kadınlar özel merkezlerde İslami eğitim alabilmeli ve öğrendiklerini diğer kadınlara ve çocuklara iletebilmelidirler. Cemaat liderinin konumunu zedelemeden, entegrasyon bazlı sosyo-kültürel aktivitelerin gerçekleştirilmesi ve İslam’ın gayri Müslimler arasında yayılmasının sağlanması çok önemlidir.
Benim acizane düşüncem, insan kaynaklarına yatırım yapılmasıdır, zira insanların bilinçlenmesi diğer her şeyi mümkün kılar. Ayrıca doğru bir bilinçlenme olmadığı takdirde İslam’ın yayılması sağlanamaz.
Türkiye’de şu birkaç gün içerisinde yaşadıklarım benim için unutulmaz deneyimler oldu. Burada görüştüğüm hanımların her biri bizi özenle ağırlamaya gayret gösterdi, Allah’a (C.C.) bana bu toplantıya katılmayı nasip ettiği için şükrediyorum. Ülkeme dönerken Türk milletinin, özellikle Diyanet çalışanlarının misafirperverliğini kalbimde getirdim. Toplantıda Kur’an kursu hocaları ve diğer Diyanet görevlileriyle tanışmak benim için ayrıca bir onurdu. Birlikte az bir süre geçirmiş olsak da, kalbimde büyük bir yer edindiler. Buhari’nin naklettiği hadiste rivayet edildiği gibi; bizlerin en hayırlısı Kuran’ı öğrenen ve öğretenlerimizdir. İnşallah, günün birinde ben de onlardan biri olabilirim.

Psikolog
Paula Aziza Di Bello