Makale

İSLÂM AÇISINDAN MALAZGİRT MEYDAN MUHAREBESİ

İSLÂM AÇISINDAN
MALAZGİRT MEYDAN MUHAREBESİ
Prof. Dr. M. ALTAY KÖYMEN
D.T.C.F. Genel Türk Tarihi
Kürsü Profesörü

Hâlen üzerinde 36 milyon Türk’ün ve Müslümanın yaşadığı Anado­lu’nun, Hristiyan Bizans imparatorluğu’nun elinden alınmasını ve burada yeni bir vatanın kurulmasını sağlayan Malazgirt Meydan Mu­harebesi nasıl bir meydan muharebesi idi?

Soruyu daha açık olarak tekrar edelim: Bu meydan muhârebesi, (1) Büyük Selçuklu Sultânı Alp Arslan ile Bizans imparatoru Romanus Diogenes arasında geçen sırf askerî mâhiyette bir muhârebe mi idi? (2) Türkler’le Bizanslılar arasında geçen millî bir savaş mı idi; (3) yok­sa İslâmlık ile Hristiyanlık arasında geçmiş olan dînî bir muhârebe, bir "cihad" mı idi?

Bu yazımızda Malazgirt Meydan Muhârebesi’nin İslâm adına ya­pılmış bir meydan muhârebesi olup olmadığını araştıracağız, daha doğ­rusu bu muharebeyi İslâm Dîni yönünden ele alacağız.

Önce, bir muhârebenin dînî mâhiyette olması için ne gibi şart­ların gerektiğini belirtelim:

Bir muhârebenin dînî mâhiyeti haiz sayılması, taraflardan birinin başında bulunanın Müslüman, ötekinin başında bulunanın Hristiyan veya daha umûmî tâbiriyle, müşrik olması yetmez, hattâ karşı karşıya gelen orduların Müslüman ve Hristiyan olmaları da kâfi gelmez.

Savaşı sevk ve idare eden hükümdârın, (1) davranış ve sözlerin­de İslâmlık uğruna savaştığı açıkça tezâhür etmesi lâzımdır; (2) savaşı idare eden hükümdârın İslâm Savaş Hukuku esaslarını dikkate alması gerekir; (3) asıl mühimmi, adına savaştığı İslâm cemâatinin ve onun başı olan Halîfe’nirı de girişilen savaşın İslâmlık adına yapılmış oldu­ğunu benimsemesi gerekir.

Şimdi bu noktaları sırayla ele alalım.

1— Malazgirt Meydan Muhârebesi’nden önce Sultan Alp Arslan’ın davranışları ve sözleri:

Alp Arslan, târihe Malazgirt Meydan Muharebesi adı ile geçmiş olan büyük savaşa başlamadan önce, düşmanın sayı üstünlüğünü te­lâfi edebilmek için, birtakım manevî tedbirlere başvurmuştur. Biz bu­na "Bizans’ın maddî üstünlüğüne karşı manevî üstünlük kurma" çabası adını veriyoruz. Görülüyor ki "Madde" ile "Mânâ" karşı karşıyadır. Maddî üstünlüğün her zaman zafer kazanmaya yetmediğini, "Mânevî Kuvvet"in, "Îman Kuvveti"nin maddî kuvveti yendiğini Alp Arslan bir defa daha isbat etmiştir.

Savaşa Cuma günü, hem de Cuma namazını ordusuyla birlikte kıl­dıktan sonra başlaması, Alp Arslan’ın nasıl bir zihniyetle hareket etti­ğini göstermeye kâfidir.

Alp Arslan üstün düşman kuvvetlerine karşı savaşacak olan asker­lerinin cesaretini artırmak için verdiği ilk hitabesinde, "Zafer kazanır­sa bunun Allah’dan olacağı"nı açıkça bildirmiştir. Bu Selçuklu Sultânı asıl mühim hitâbesini savaş meydanında Cuma namazından sonra îrâd etmiştir. O bu hitâbına, "Bütün Müslümanların minberlerde zaferi­miz için duâ ettikleri şu anda kendimi onlar (düşman) üzerine ataca­ğım; ya muzaffer olur gayeme ulaşırım, ya şehid olarak Cennete gi­derim. Sizlerden beni takip etmeyi arzulayanlar takip etsinler; ayrılma­yı tercih edenler ayrılsınlar; burada emreden sultan ve emredilen asker yoktur. (Zîrâ) Bugün ben de sizlerden biriyim; sizlerle birlikte sava­şan gâziyim. Beni takip edenler ve nefislerini Yüce Allah’a adayanlar­dan (şehid olanlar) Cennete; (sağ kalanlar) ganimete kavuşacaklardır. Ayrılanları ise (âhirette) ateş (= Cehennem), dünyâda da alçaklık beklemektedir." diye başlamıştır.

Alp Arslan’ın kitle psikolojisini gâyet iyi bilen büyük bir adam olduğunu gösteren bu mükemmel hitâbeden konumuz bakımından çı­kan netice, bu Müslüman-Türk Hükümdârının düşman ordusunun sayı­ca kat kat üstün olması maddî unsuruna karşı, o anda câmilerde zaferleri için Ulu Allah’a yalvaran Müslümanların teşkil ettiği mânevî des­teği ortaya koyması çok dikkate şâyandır. Arkalarında bütün İslâm âle­minin bulunduğunu hükümdarlarının ağzından öğrenen Türk ordusu­nun nasıl coşkun bir ruh haliyle mücâdeleye atılacağını kestirmek ko­laydır.

Konumuz çerçevesi içinde kısaca tahlil ederek kıymetlendirmeye çalıştığımız bu nutka, ordu heyecanla hep bir ağızdan şu cevabı verdi: "Ey Sultan, biz senin emrindeyiz, ne yaparsan arkandayız". Ordu’nun bu cevabı istenilen dînî heyecânın meydana getirildiğini ifade etme bakımından mühimdir.

Bununla yetinmeyen Sultan, beyaz atına, beyaz bir elbise giyerek bindi ve "Şehit düşersem kefenim budur" dedi. Onun bu azimli ve kararlı davranışının emrindeki orduya da sirayet edeceği şüphesizdir1.

2— İslâm Savaş Hukuku bakımından Malazgirt Meydan Muhare­besi:

Bilindiği gibi, İslâm hukukçuları eserlerinde savaşa da yer vermiş­lerdir2. Meselâ "Cihâd"ı türlü bakımlardan inceleyen İslâm Savaş Hukuku’nu ele almak, konumuz dışında kalır. Malazgirt Meydan Muhare­besi yapılırken, İslâm Savaş Hukuku esaslarının ne dereceye kadar dik­kate alındığını belirtmekle yetineceğiz.

İslâm Savaş Hukuku savaşa başlamadan önce düşmana barış teklifi yapmayı emreder3. Malazgirt Meydan Muhârebesi’nde bunu şüphesiz Sultan Alp Arslan’ın telkiniyle Bağdat Abbâsî Halîfesi El-Kaim Bi-Emrillâh yapmıştır. Alp Arslan, meşhur kumandanlarından "SavTekin"i elçilik heyetine müşâhid olarak katmıştır, İbn Mühelban’ın başkanlığın­da olan bu elçilik heyetinin gelişini, Alp Arslan’ın kendisiyle savaş yapmaktan çekindiği şeklinde yorumlayan Bizans imparatoru müzake­relere bile girişmek istememiş, elçilik heyetiyle âdeta alay etmiştir. Üs­telik o kazanacağından emin olduğu savaş sonrası için elçilik heyetinin başında bulunan İbn Mühelban’dan Selçuklular’ın hâkim oldukları ül­keler hakkında bilgiler almaya kalkmıştır. Gerçekten Bizans imparatoru Romanus Diogenes, İbn Mühelban’dan, iklim bakımından İsfahan’ın mı, yoksa Hemadan’ın mı daha iyi olduğunu sormuştur. Hattâ bu suali sormaktan maksadının ne olduğunu, nezdine iki büyük devlet arasın­da sulhü korumak için gelmiş olan elçiye açıklamaktan çekinmemiştir: Bizans İmparatoru ve adamları İsfahan’da; atları da Hemadan’da kışlayacaklardır. Diğer bir kaynağın bildirdiğine göre, Bizans impara­toru Irak’ta kışlamak, İran’da yazlamak azmindedir.

Halifelik elçisinin bu mağrur Bizans İmparatoruna verdiği şu ce­vap cidden dikkate şayandır: "Atlarının Hemadan’da kışlamaları doğru­dur. Sana gelince, onu bilmiyorum". Bu cevaptaki incelik meydandadır. Halifelik elçilik heyeti başkanı İbn-i Mühelban, bu cevabı ile Bizans imparatorunun yenileceğini, atlarının da ganimet olarak Selçuklu Türkleri’nin eline geçeceğini imâ ediyor, fakat kendisinin mağlûp ol­duktan sonra Alp Arslan’ın eline esir düşüp düşmeyeceği hakkında bir şey söyleyemeyeceğini bildiriyor.

Allah’ın takdiriyle, İbn-i Mühelban’ın bir şey söyleyemeyeceğini imâ ettiği husus da, yâni imparatorun esir düşmesi de gerçekleşmiştir. Târihte ilk defa bir Bizans imparatoru Müslüman bir hükümdarın eline esir düşmüştür. Bu şeref Sultan Alp Arslan’a nasip olmuştur. Türk - İs­lâm siyâsî ahlâkı ile Hristiyan siyâsî ahlâkı arasındaki fark, burada üzerinde durulması gereken diğer mühim bir noktadır.

Daha savaş önceleri konuşmalarından, Bizans imparatoru’nun na­sıl bir zihniyete sâhip olduğu anlaşılabiliyor. Onun siyâsî ahlâk anla­yışı, Alp Arslan’ın eline esir düşünce daha açık olarak belirmiştir.

Alp Arslan, huzuruna getirilen esir Bizans imparatoru’nu teselli etmiş ve korkmamasını söylemiştir. Daha sonra Sultan’ın:

"Zaferi sen kazansaydın, bana ne yapardın?" sorusuna, Bizans İmparatoru:

"Sen böyle benim veya adamlarımın lûtfuna terkedilmiş olsaydın, ya başını kesmelerini yahut bir darağacına asmalarını emrederdim." cevabını vermiştir. Bizans kaynakları, Bizans İmparatorunun, Alp Arslan’ı işkencelerle öldürteceğini söylediğini açıkça kaydetmektedirler4. Buna rağmen, Sultan Alp Arslan, onu cezalandırmadığı gibi, kendisine esir düşmemiş bir hükümdar gibi davranmıştır. Selçuklu Sultânı başında bulunduğu büyük Türk Devletini yıkıp, ülkelerini Bizans İmparatorluğu ülkelerine katacağını savaştan önce açıkça ilân etmiş olan esir Romanus Diogenes ile gâyet hafif şartlarla bir anlaşma yapmıştır5.

Kazandığı büyük zaferle hiç de mütenasip olmayan bu anlaşma­dan dolayı Alp Arslan ne kadar tenkid edilse yeridir.

Bu andlaşma tatbik edilseydi, Anadolu’nun Türk vatanı oluşu teh­likeye bile düşebilirdi. Bizans tahtına başka birinin oturması ve Alp Arslan’ın tâbii ve müttefiki Romanus Diogenes’in ölümü, anlaşmanın bozulmasına sebep oldu. Çok takdir ettiği müttefiki Romanus Dioge­nes’in intikamını almaya yemin eden Alp Arslan bütün ordularını Ana­dolu’ya, Bizans üzerine şevketti. Onun müsamahası ve merhameti ne kadar aşırı ise, intikamı da o kadar sert ve amansız oldu. Neticede Türk Milleti hâlen üzerinde yaşadığı bir vatan kazandı.

3 — Malazgirt Meydan Muharebesine karşı Abbasî Halîfesinin

Alp Arslan yapacağı savaşla, yalnız Türk devletini değil; İslâm Dîni’ni de müdafaa etmiş olacağını, mü’minlerin emîri olan Abbasî Ha­lîfesinin kabûl ettiğine dair elimizde reddedilmez deliller vardır:

Abbasî Halîfesi yazdığı bir mektupta, Alp Arslan’a cesaret veriyor, onu savaşa teşvik ediyor. Cuma namazında zaferi için duâ etmelerini her tarafa emrettiğini bildiriyordu. Alp Arslan’ın savaş meydanında verdiği hitâbenin buna âit kısmını bu mektuba istinad ettirdiği şüphe­sizdir. Halîfe’nin İslâm âleminde hutbeler’de Alp Arslan’ın düşmana galip gelmesi için okunmasını emrettiği duâ metni elimizde bulunmak­tadır. Birçok bakımdan mühim olan metni ve Türkçe tercümesini aynen veriyoruz:

( … )(*)

(*) Bağdad Abbasî Halîfesi el-Kâim Bi-Emrillâh’ın Alp Arslan’ın zaferi için Ha­tiplere Hutbelerde okumaları maksadıyla gönderdiği dua metninin aslı.

“Allah’ım, İslâm sancağını yükselt ve ona yardım et. Başını ezmek ve kökünü kazımak suretiyle, müşrikliği münhezim et. Sana itaat­te canlarını feda edip, Sana tabi’ olma hususunda kanlarını akı­tan, Senin yolunun mücâhidlerini kuvvetlendirerek, yurtlarını gü­venlik ve zaferle dolduran yardımlarından mahrum etme. Mü’minlerin emîrinin bürhânı, Şahinşâhu’l-A’zam Sultan Alp Arslan’ın, Senden di­lediği yardımı esirgeme ki, o, bu sayede hükmünü yürütsün, şânını yaysın ve zamanın güçlükleri karşısında kolayca yerinde tutunabilsin. Senin dînini şerefli ve yüce tutabilmesi için, onu, lûtufkâr ve her za­man devamlı tesir icra eden desteğinden mahrum etme. Onun, kâfir­lerin karşısındaki bugünü, yarınına da yetsin. Ordusunu meleklerinle destekle. Niyet ve azmini hayır ve başarı ile sonuçlandır. Çünkü o, Senin ulu rızan içün rahatını terk etti: Mal ve canı ile Senin emirlerine uymak gayesiyle, Senin yoluna düştü. Çünkü Sen (Kur’ân-ı Kerîm’inde): "Ey îman edenler! Can yakıcı bir azaptan kurtaracak kazançlı bir yolu size göstereyim mi? Allah’a ve Peygamberine inanıyorsanız, O’nun yolunda can ve malınızla savaşınız" diyorsun. Senin sözün ger­çektir. Allah’ım! O nasıl Senin dâvetine uyup, şeriatının korun­masında gevşeklik göstermeden, emrine icabet etmiş ve düşman­larına bizzat karşı koyarak dînine hizmet için geceyi gündüze katmış­sa, Sen de ona zafer kısmet eyle, dileklerinde ona yardımcı ol, kaza ve kaderini onun için iyi tecellî ettir. Onu öyle bir koruyucu ile kuşat ki, düşmanların her türlü kinlerini defetsin ve lûtfunla bu koruyucu onu, en sağlam ellerle muhafaza etsin. Yapmak istediği her işi, ona kolay kıl; tâ ki, onun (düşmana karşı olan) mukaddes hareketi zafer­den ışık alsın ve müşriklik taifesinin, hak yollarını göremeyip, sapık­lıkta gözleri yumulsun”.

“Ey Müslümanlar! Doğru bir niyet, dürüst bir azim ve Allah’dan korkan temiz kalblerle ve ihlâs bahçesinden kısmet olan inançlarla onun için (Alp Arslan için) Allah’a yalvarıp yakarınız. Çünkü eksik­lerden berî olan Yüce Allah (Kitâbında) şöyle buyuruyor: ‘Ey Mu- hammed, onlara duâlarınız olmasa, Rabbim size niçin değer versin, de’ Onun güçlü, kuvvetli olarak, düşmanlarını mahvetmesi, sancağını yük­seltip, zaferlerin en son derecesine eriştirmesi ve gayesine nâil olması husûsunda Allâh’a duâ ve niyazda bulununuz. Allâh’ım, onun bütün güçlüklerini kolaylaştır ve müşrikliğe onun önünde boyun eğdir”.11

Bugünkü edebî anlayışa göre bile, bir belâgat nümûnesi olan bu duâ metninin tahlil ve tefsirini sayın din adamlarımıza bırakıyoruz. Yalnız, Allah, Halîfe’nin dileğini kabul ederek, Bizans imparatoru Ro­manus Diogenes’i esir ettirdiğini ve ona Alp Arslan’ın önünde boyun eğdirdiğini söylemekle yetiniyoruz.

Zamanın hâkimiyet telâkkisi gereğince, Alp Arslan’ın gönderdiği "Fetihnâme"yi alan Halîfe, Bağdat’ta günlerce süren şenlikler yapılma­sını emretti. Bu sevinç şüphesiz sadece Bağdat’ta değildi. Bütün İslâm âlemi sevince gark olmuştu.

Yukarıdanberi verdiğimiz îzahat, Malazgirt Meydan Muhârebesi’nin bütün İslâm âleminin desteklediği bir "cihad" olduğunu, dînî bakım­dan önemini, neticesi bakımından azametini göstermiştir sanırız.

Atalarımızın kan dökerek, can vererek bıraktıkları büyük mirasın, bu vatanın değerini takdir etmek, varlığını tehlikelerden korumak ve yükseltmek her Türk’ün en başta gelen mukaddes vazifesi olmalıdır.

____________________________________

(1) Bu bilgi, Malazgirt Meydan Muhârebesi’nin 900. yıldönümü dolayısıyle, bu mu­harebenin eşsiz kahramanının adını bir daha ebedîleştirmek için hazırladığımız "Alp Arslan ve Zamanı" adlı büyük eserden alınmıştır. Selçuklu Târih ve Me­deniyeti Enstitüsü tarafından basılacak olan bu eserin şimdiye kadar Alp Arslan zamanında "saray teşkilâtı" ve "askerî teşkilât" fasılları yayınlanmıştır.

(2) İslâm’da Savaş Hukukuna dair bilgi almak için bk. M. Khadduri War and Peace in The law of Islam, 3. Baskı, Londra 1962. Ayrıca bk. M. Hamîdullah, Muslim Conduct of State, Lahor 1954.

(3) bk. M. Khadduri, a.g.e., s. 76 ve 80. Bu prensip Türk Devlet Telâkkisine daha vâzıh olarak geçmiştir. Gerçekten, Yusuf Has Hacip, düşmanla savaşa girişme­den önce elçiler eliyle barış teklifinde bulunulmasını prensip olarak ileri sür­mektedir. (bk. Kutadgu Bilig Terc., R. R. Arat, Ankara 1959, 176): "Eğer düş­manın askeri çok ve seninki daha az ise savaşa acele etme ve ona göre ted­bir al, anlaşmak imkânı varsa, onunla anlaş; yok ise zırhını giy, düşmana sıkı sıkı yapış ve güreş"... "Eğer sen galebe çalmak için imkân bulamazsan, elçi göndererek sulh yapmaya çalış"... "Düşman anlaşmak istemeyip savaşta ısrar ederse işi uzatma, askeri topla ve savaş; askere mal dağıt, onların kahramanlık duygularını okşa ve her vasıtaya başvur". Malazgirt M. Muhârebesi’nin bu pren­siplere uygun olarak yapıldığı müşahede edilmektedir.

(4) Bk. H. Jacob, Les Temoignages de Torois Auteurs Byzantins Sur les Turcs (Attaliates Skylitzes-Kinnamos). Anadolunun fethi için çok mühim olan ve henüz modern batı dillerine terceme edilmemiş bulunan bu üç kaynaktaki bilgileri ihtiva eden bu yazı, DTCF Tarih Araştırmaları Dergisi’nin Malazgirt özel sayı­sında basılmaktadır.

(5) Bu anlaşma şartları için bk. Mehmet Altay Köymen, a.g.e.; ayrıca bk. aynı mü­ellif, Selçuklu Devri Türk Târihi, Ankara 1963, 277 vd.

(6) Metin ve tercemesi için bk. Ali Sevim, Sultan Alparslan, Belleten, XXX/118

(1966), 216-217; 234-235.

________________________________________