Makale

HATİM İNDİRME

HATİM İNDİRME

Tayyar ALTIKULAÇ

Kur’ân tilâvetini teşvik eden rivâyetlerden birinde anlatıldığı üzere, Hz. Peygamber (S.A.S.) bir soruya verdiği cevapta; “konup tekrar yoluna devam edendir” buyurmuştur.1 Bu hadisteki, ( … ) “İnsanların en faziletlisi, bir yere lâm’ın şeddesi ile olan ( … ) den maksat, ism-i fail sîgasıyla ( … ) “hatmeden”; ( … ) den de maksat, ( … ) “yeni­den başlayan” olduğundan,2 tercümeyi şöyle yapmak gerekecektir: “İnsanların en faziletlisi, Kur’ân’ı hatmedip yine başlayan ve tilâve­tinin arkasını kesmeyen kişidir”.

Hatimlerde, Kur’ân’ın son sûresi olan en-Nâs’tan sonra el-Fâtiha Sûresi’ni ve el-Bakara’nın başından beş âyet-i kerîmeyi okumak, bu hadîs-i şerife ittiba sûretiyle bir hatme daha başlama azmini iz­har etmek mânâsına gelmektedir ki, bu tatbikat bizzat Rasûl-i Ek­rem (S.A.S.)’den de rivâyet edilmiştir.3

Sahâbîlerden ve geçmiş büyüklerden, Kur’ân’ı her gün hatmedenler olmuş, haftada bir hatmedenler ise pek çok bulunmuştur. Bu konuda —karşılaştığı çeşitli durumlara göre— Peygamber (S.A.S.)’in yaptığı bazı ikazlar, üzerinde düşünülmeğe değer. Bunlardan ikisi şöyledir :

  1. ( … ) ‘Kur’ân’ı üç günden daha az bir müddet içinde okuyan, ondan bir şey anlamamıştır”.4 Çünkü onu daha az bir zaman içinde hatmetmek için, oldukça sür’atli okumak gerekecektir ki, bu takdirde mânâsının takibi mümkün olmayacaktır.
  2. Her gün bir hatim indiren sahâbî Abdullah b. Amr anlatı­yor ve diyor ki:

“Peygamber (S.A.S.) —durumuma muttali’ olunca— bana şöy­le buyurdu:

— Kur’ân-ı, ayda bir defa hatmedecek kadar oku.

— Daha fazlasına gücüm yetiyor, dedim.

— O halde on günde bir hatim indir, buyurdu.

— Daha da fazla okuyabilirim, dedim. Bunun üzerine:

— Haftada bir hatim indir, bundan fazla da okuma. Çünkü senin üzerinde eşinin, misafirlerinin ve bedeninin de hakkı vardır, buyurdu”.5

Bu îkâza binâendir ki, ashabın ileri gelenleri arasında hafta hatmine yaygın halde riâyet edilmiş, bundan fazlası okunmamıştır. Osman b. Affân, Zeyd b. Sabit, Abdullah b. Mes’ûd ve Ubeyy b. Kâ’b buna riâyet eden zevattandır.6 Hafta hatmi okurken, sûrelerin gün­lere taksiminde değişik tertipler uygulanmıştır ki, bunlardan “Tertîb-i Osmânî” diye bilinen ve Hz. Osman’a ait olan tertip şöyledir:

Cuma gecesi el-Fâtiha Sûresi’nden başlayarak el-Mâide Sûresi’ne (el-Mâide Sûresi dâhil), Cumartesi gecesi el-En’âm’dan Hûd’a, Pazar gecesi Yûsuf’tan Meryem’e, Pazartesi gecesi Tâhâ’dan el-Kasas’a, Salı gecesi el-Ankebût’tan Sâd’a, Çarşamba gecesi et-Tenzîl’- den er-Rahmân’a ve Perşembe gecesi de el-Vâkıa’dan en-Nâs’a ka­dar okuyup hatmi tamamlamak7...

Ashâbın ileri gelenlerinin ve daha sonraki devirlerdeki bazı bü­yüklerin tatbikatı bu olmakla beraber, Kur’ân okuma husûsunda çok hatim indirmekten ziyâde, onun tam bir arzu ve ihlâsla, mâ­nâsı üzerinde de düşünerek okunması matluptur. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de (38:29): “Bu Kur’ân, âyetlerini iyiden iyiye düşünsünler, tam akıl sahipleri ibret alsınlar diye sana indirdiğimiz feyz kaynağı bir kitaptır” buyurulmuştur. Bir hadîs-i şerif de şöyledir:

( … ) “Kur’ân’la kalpleriniz arasında bir bağlantı bulundukça onu okuyunuz. Kalben ondan ayrıldığınızda okumayı bırakınız”.8

Bu hadîs-i şerife göre Kur’ân’ı hatmetmek için zaman tahsisi­ne lüzum yoktur. Dikkatle ve kalben kendimizi ona vererek ayda ve hattâ senede bir defa hatmetmek dahi kâfi olsa gerektir. Ashabdan, yukarıda isimleri mezkûr zevatın ve diğerlerinin, hafta hatminde de Peygamber (S.A.S.)’in bu ikâzını gerçekleştirmiş ol­malarında şüphe yoktur. Çünkü Kur’ân okumak deyince, onlar için mânâsı üzerinde tedebbür edilmeyen (düşünülmeyen) bir okumayı tasavvur etmek mümkün değildir. Böylesine okuyabilen herkes için de hafta hatmi elbette çok faziletli bir ibâdet değerini taşıyacaktır.9

Abdullah b. Abbâs (R.A.) şöyle buyurur: “Ağır ağır ve mânâsı üzerinde düşünerek sadece el-Bakara ve Âl-i İmran Sûreleri’ni oku­mayı, sür’atlice Kur’ân’ın tamamını okumaya tercih ederim”.10

Kur’ân okumada, kalben ona bağlanabilmek ve mânâsını anla­yanlar için düşünerek okumak en önemli gâyedir. Hz. Ali’ye (R.A.) atfedilen bir cümle şöyledir: “Kendisinde anlayış ve idrâkin bulun­madığı hiçbir ibâdette ve yine kendisinde tedebbürün (düşüncenin) bulunmadığı hiçbir kırâette hayır yoktur”.11

Mânâ üzerinde daha fazla düşünme isteği sebebiyledir ki, zaman zaman aynı âyetin bizzat Peygamber (S.A.S.) tarafından defaatle okunduğu, sahîh rivâyetlerle sabittir.12

İmam Gazâlî’ye (öl. 505/1111) göre, arzu edilen mânâda bir tilâvet için üç şeyin işbirliği halinde olması lâzımdır. Bu üç şey: Ağız, akıl ve kalbdir. Ona göre bu işte ağzın görevi, ağır ağır ve doğru olarak harfleri ifade etmek, aklın görevi mânâyı düşünüp an­lamak, kalbinki ise bu mânâlardan gereken dersleri ve tesirleri al­maktır. Bir başka deyişle: Ağız okuyacak, akıl terceme edip anla­şılır hale getirecek, kalp de kişinin, o mânâların gösterdiği istika­mete yönelmesini sağlamış olacaktır.13

Mânâyı anlayamadığı halde ibâdet kastıyla onu okuyanlar ve hatim indirenler ise, sanki onu Allah (C.C.)’ın huzûrunda okuduk­larını düşünmeli, tam bir huzur ve huşû içinde, kemâl-i edeb ve ta’zimle okuyabilmeye çalışmalıdır. Filân sûre veya cüz’ün bitiril­mesi, muayyen bir müddet içinde hatmin tamamlanması gaye ol­mamalıdır. Büyük sahâbî Abdullah b. Mes’ûd’un şu sözü bu konuda ne kadar mânidardır:

Kur’ân okurken, gereken yerlerde durup düşününüz. Onun­la kalplerinize canlılık kazandırmaya çalışınız ve hiçbirinizin gözü, bir an önce sûrenin sonunu bulmak olmasın”.14

Kur’ân okumaktaki asıl gâye, mânâ üzerinde durmak ve tesirlenmek olduğuna göre, mânâyı anlamadığı halde Kur’ân okuyan ve hatim indirenler için yukarıda işâret edilen husus yanında, bir sûre veya sayfayı Kur’ân’ın metninden, bir o kadar yeri de kendi dille­rine yapılmış terceme ve tefsirlerden okumaları da tavsiye edilebi­lir. Böylece, yukarıda mealini okuduğumuz âyette işâret edilen he­defe ulaşılması mümkün olacak, îmanlar kuvvet kazanacak, kalpler canlılığa erecektir.

Hatim indirenlerin bilmesi gereken iki konuya daha burada yer vermek faydalı olacaktır. Bunlardan birisi tekbir meselesi, di­ğeri ise hatim duasıdır.

KISA SÛRELER ARASINDA TEKBİR GETİRMEK:

Tekbirden maksat, Allah (C.C.)’ın büyüklüğünü ve yüceliğini ifade eden ( … ) cümlesinin okunmasıdır. Ve kısa sûrelerin ara­sında bu cümlenin okunması şeklindeki tatbikat, hicrî üçüncü asrın ilk yarısından itibaren bilhassa Mekke kurrâsı arasında yaygın olarak görülmeye başlamıştır. Esasını, Peygamber (S.A.S.)’e isnad edilen bir rivayet teşkil etmektedir. Bu rivâyet, çeşitli tarîklerle meşhur mukri’ Ebu’l-Hasen Ahmed b. Muhammed b. Abdillâh el- Bezzî’ye (öl. 250/864) varır ve onda birleşir.15

Tekbire, ed-Duhâ Sûresi’nden önce veya sonra başlanacağı husûsu ihtilaflıdır. Mezkûr rivâyette bir sarahat bulunmamakla bera­ber, sonra başlanacağı ihtimâli daha kuvvetli görünmektedir. Buna göre tekbire ed-Duhâ Sûresi’nden sonra başlanacak, en-Nâs Sûresi’nin sonuna kadar devam edilecektir.

Tekbirden maksat, ( … ) cümlesinin okunmasıdır, dedik. Ancak, kurrâ arasında bu cümleye tehlîl ve tahmîd cümlelerinin de ilâve edilip edilmeyeceği noktasında ihtilâf edilmiş ve şu şekillerin her birini benimseyip okuyanlar olmuştur:

  1. Sadece ( … ) deyip kesmek ve bir sonraki sûreye geç­mek.
  2. Bu tekbir cümlesinden önce tehlil cümlesinin de ilâvesiyle: ( … ) demek. Ez-

Zehebî’nin (öl. 748/1347) “Tabakatü’l-kurrâi’l-meşhûrîn” adlı eserinde (s. 60/a, Millet Kütüphânesi, 2500) zikrettiğine göre bu mesele bizzat haberin râvîsi el-Bezzî’ye sorulmuş, o da ( … ) denileceği şeklinde cevap ver­miştir.

  1. Diğer bazılarının yaptığı gibi buna ( … ) ilâvesiyle: ( … ) şeklinde okumak.
  2. Yine bizzat el-Bezzî’ye isnad edilen bir habere göre:

( … ) şeklinde okumak.16

HATİMLERİ DUÂ İLE SONUÇLANDIRMAK:

Tamamlanan hatimlerin bir duâ ile sonuçlandırılması meselesi­ni bizzat Peygamber (S.A.S.)’in fiilî sünneti olarak gösteren rivâyetler mevcutsa da, bunların hiçbirine mûteber hadîs kaynakların­da şu âna kadar rastlayamadık.17

İbnü’l-Cezerî (öl. 833/1429) “en-Neşr”inde (II, 440 ve devamı) ve Gazali (öl. 505/1111) “el-İhyâ”sında (I, 286) bu cins haber­lere yer veren müelliflerdendir. Hattâ Gazâlî, mezkûr eserinde Hz. Peygamber (S.A.S.)’e isnad edilerek rivâyet edilen ve hatim in­dirdikten sonra Hz. Peygamber’in okuduğu ileri sürülen bir duâ ör­neğine yer vermiştir.18

İbnü’l-Cezerî ise bu konuda önce —17 numaralı notta geçen— fiilî sünneti nakletmiş, daha sonra “hatim indirenin duasının kabûl olunacağı” meâlinde merfû hadislere yer vermiştir.

Meselenin Hz. Peygamber (S.A.S.)’e ref’i mevzuundaki bu rivâyetlere, sahîh hadîs kaynaklarında rastlayamamış olmamıza rağ­men bu işin bir bid’at olmadığı, en azından O’nun ashâbında görül­düğü muhakkaktır. Zîrâ güvenilir kaynaklarda ashâbın ve selef-i sâlihînin, hatimlerden sonra hatim duâsı yaptıklarını ve hattâ duâ esnasında aile fertlerini bir araya getirip mânevî meclisler akdet­tiklerini anlatan rivâyetler mevcuttur. Bunlardan birkaçı şöyledir:

  1. Ashabdan Enes b. Mâlik, Kur’ân’ı hatmedince çocuklarını ve aile fertlerini bir araya getirir, onlar için duâ ederdi.19
  2. Humeyd b. Kays el-E’rac (öl. 130/748) diyor ki: “Kim Kur’ân okur da sonra Allah’a duâ ve niyazda bulunursa, bu duası­na dört bin melek âmin der”.20
  3. Katâde (öl. 118/736) anlatıyor: “Ashabdan biri Medine mes­cidinde Kur’ân okumakta idi. İbn-i Abbâs, onu takip etmek üzere birini görevlendirdi. Nihayet hatimin tamamlanacağı gün (vazifeli şahsın haber vermesi üzerine) mescide gitti ve (duada) hazır bu­lundu.”21

Duâda aslolan, duâyı yapan şahsın ve o anda hazır bulananların tam bir teslîmiyyetle Allah (C.C.)’a yönelişleridir. Söz kalaba­lığından ziyâde özlü ifadelerle önemli meseleler Allâh’a arz olunmalıdır. Bu meselelerin çoğunu âhiret hayâtı ve Müslüman toplumun problemleri ile ilgili dilekler teşkil etmelidir. Bu meyanda devlet adamlarının ve idarecilerin hakta ve doğrulukta muvaffakiyeti, kö­tülüklerden ve âmme yararına olmayan işleri yapmaktan korunma­ları için Allah (C.C.)’a niyazda bulunulmalıdır.22

Müstehab hükmünde olan23 hatim duâları yapılırken, duâyı yapandan başka kişilerin de o anda hazır bulunmaları teşvik edil­miştir. Biraz önce geçen ve ashabdan Enes b. Malik’le ilgili olan haberden de bu husus anlaşılmaktadır. Yine Sünenü’d-Dârimî’de (II, 468) şu haber mevcuttur:

Tâbiûndan Ebû Kılâbe’nin (öl. 104/722) Peygamber (S.A.S.)’e ref’ ederek rivâyet ettiği bir hadiste şöyle buyurulmuştur: “Kim hati­me başlandığı zaman orada hazır bulunursa, Allah yolunda hazır­lanmış bir fetihte hazır bulunmuş demektir. Ve kim de hatim ta­mamlanırken hazır bulunursa, sanki gazâ sonu kazanılmış ganimet­lerin taksiminde hazır bulunmuştur”.

Bu ve benzeri haberlere binâendir ki, hatimlerde el-İhlâs Sûre­si’nden sonrasının tilâvetiyle duâlar, çoğu zaman kalabalık cemâat­ler içinde, câmilerde yapılagelmiş, duâya iştirâk sûretiyle onların da sevâba nâil olmaları arzu edilmiştir.24

_________________________________________

(1) bk. Dârimî, Sünenü’d-Dârimî, II, 469, Dımeşk 1349 h.; Hâkim, el-Müstedrek, I, 568-569, Haydarâbad 1334 h.

(2) Çünkü rivâyetin devamı şöyledir: ( … ) den maksat nedir? diye soruldu, Hz. Peygamber şu cevabı verdi: “Hatmi tamamlayıp yeni­den başlayandır, Kur’ân’ı başından sonuna kadar okuyan ve her bitirişte yeniden okumaya başlayandır.” (bk. Adı geçen eserler).

(3) Muhammed Zihni, el-Kavlü’s-sedîd, s. 18, İstanbul 1316 h.

(4) Gazâlî, el-İhyâ, I, 283 (Sahîhü’t-Tirmizî’den naklen), Kahire, târihsiz.

(5) Buhârî, Sahîhü’l-Buhârî, VI, 114, İstanbul 1315 h.; Müslim, Sahîhu Müs­lim, H, 814, Kahire 1374 h. / 1955 m.

Peygamber (S.A.S.)’in İbn-i Amr’a yaptığı bu îkaz bir emr-i vücûbî de­ğil, onun haline ve içinde bulunduğu şartlara göre yapılmış bir tavsiye mânâsını taşıdığından, daha az zamanlar içinde hatim indirme şeklinde uygulamalar devam edegelmiştir.

(6) bk. El-İhyâ, I, 284; Seyyid Alizâde, Şerh-u Şir’ati’l-İslâm, s. 72, İstan­bul 1326 h.

(7) Adı geçen eserler.

(8) Sahîhü’l-Buhârî, VI, 115.

(9) İmam Ebû Hanîfe’den (öl. 150/767) rivâyet edildiğine göre, şöyle demiş­tir: “Kur’ân’ı kim senede iki defa hatmederse, onun hakkını yerine ge­tirmiş demektir. Zîrâ Peygamber (S.A.S.) de vefat ettikleri sene Kur’ân’ı Cebrâil’e iki defa arz etmiş (O’nun huzûrunda iki defa hatmetmiş) ti.” (bk. Ebu’l-Leys es-Semerkandî, Bustânu’l-ârifîn, s. ,27, Tenbîhu’l-gâfilîn kenarında, Kahire, târihsiz; Süyûtî, el-İtkan, I, 104, Kahire 1370 h. / 1951 m.).

(10) el-İhyâ, I, 285.

(11) el-İhyâ, I, 290; Şerh-u Şir’ati’l-İslam, s. 61.

(12) bk. Nesâî, Sünenü’n-Nesâî, II, 177, Kahire, 1348 h. /1930 m. (Süyûtî şerhi ile); el-İhyâ, I, 290; el-İtkan, I, 107.

(13) bk. el-İhyâ, I, 295.

(14) Beyhâkî, Şuâbu’l-îman, I, 344/b, Nûruosmaniye Kütüphânesi, 1123.

(15) el-Bezzî, kurrâ-i seb’a’dan Abdullah b. Kesîr’in (öl. 120/746) kırâetini rivayet husûsunda meşhur olan iki kişiden biridir, (Hayâtı için bk. Zehebî, Mîzânu’l-i’tidâl, I, 144, Kahire 1382 h. /1963 m.; Îbnu’l-Cezerî Gâyetu’n-nihâye, I, 119, Kahire 1351 h. /1932 m.).

Bu haberi, hocalarından İkrime b. Süleyman’a (öl. 200/815 takriben) is­nad eder. Ve kendisinden kırâet ahzederken ed-Duhâ Sûresine gelince tekbir cümlesini okuması için îkaz ettiğini söyler. İkrime’den sonra rivâyetin zinciri şöyle devam eder: İsmail b. Abdillâh el-Kıst (öl. 170/786), Abdullah b. Kesîr, Mucâhid b. Cebr (öl. 104/772), Abdullah b. Abbâs, Ubeyy b. Kâ’b, Rasûlullah.

Bu rivâyette verilen bilgiye göre, Ubeyy, Peygamber (S.A.S.)’den Kur’ân öğrenirken ed-Duhâ Sûresi’ne gelince tekbir cümlesini okumakla emrolunmuştur.

Zehebî’nin (öl. 748/1347) zikrettiğine göre (bk. Tabakâtu’l-kurrâil’l-meşhûrîn, s. 59/b, Millet Kütüphânesi, 2500) diğer bir senedde ise İkrime’nin hem İsmail b. Abdillâh el-Kıst’tan ve hem Şibl b. Abbâd’dan (öl. 160/776 takriben), onların da Abdullah b. Kesîr’den bu meseleyi ahzettikleri kayıtlıdır. Yine Zehebî’nin adı geçen eserinde (s. 59/b-60/a) işâret etti­ğine göre İmam Şâfiî bu rivâyeti tasvib etmiş, kendisinin de İsmail b. Abdillâh el-Kıst’tan mezkûr rivâyeti duyduğunu ifade etmiştir. Ama bütün bunlara rağmen Zehebî, el-Bezzî’nin hadîs rivâyetinde mûtemed ol­madığını ilâve etmeyi de ihmâl etmemiştir.

Rivayetin muhtelif tarikleri kendisinde birleşen el-Bezzî, hadîs rivayetin­de zayıf görülmüş olmakla beraber, Müfessir İbn-i Kesîr’in (öl. 774/1372) kaydettiğine göre (bk. Tefsîr-u İbn-i Kesîr, ed-Duhâ Sûresi) bu rivâyetine Hâkim’in (öl. 405/1014) “el-Mustedrek”inde ve Beyhakî’nin (öl. 458/1065) “Şuâbu’l-İman”ında yer verilmiştir. Zehebî de, yukarıda zikri geçen eserinde, Hâkim’in, münker olan bu rivâyete eserinde nasıl yer verdiğine şaşıldığını zikretmektedir.

Kaynaklar tekbirden bahsederken; Hz. Peygamber’e vahyin bir müddet gecikmesi olayını: Müşriklerin O’na hitâben, ‘“Ne o, Rabbin sana küstü mü?” gibi müstehzi beyanlarda bulunmalarını, Peygamber’in de bu yüzden sıkıntıya düşmesini ve nihayet ed-Duhâ Sûresi’nin nâzil olması üzerine “Allâhu ekber” diyerek Allâh’ın yüceliğini ifade buyurması, tek­bir meselesinin esasının bu olaya müstenid bulunduğunu da kaydederler.

(16) bk. Îbnu’l-Cezerî, en-Neşr, II, 429-431, Kahire, târihsiz.

(17) Süyûtî el-Itkan’ında (I, 111) Dârimî’ye atfen bir rivâyet zikretmekte ise de, elimizde mevcut Sünenü’d-Dârimî nüshasının ilgili kısımlarını gözden geçirmiş olmamıza rağmen bulamadık. Bu rivâyet şöyledir: Übeyy b. Kâ’b’ın anlattığına göre Peygamber (S.A.S.) bir gün en-Nâs Sûresi’ni okuduktan sonra el-Fâtiha Sûresi’ni ve el-Bakara Sûresi’nin başından beş âyeti de okumuş ve bu kırâetini hatim duâsı ile sona erdirmiştir.

(18) Bu duâ meâlen şöyledir: “Allâh’ım, beni Kur’ân’a bağışla. Onu bana bir önder, ışık, hidâyet ve rahmet kıl. Allâh’ın, ondan unuttuklarımı ba­na hatırlat. Bilmediklerimi de öğret. Gece gündüz, her zaman onun tilâ­vetiyle beni lûtuflandır ve onu bana yegâne delil kıl, ey Âlemlerin Rabbi".

(19) Sünenü’d-Dârimî, II, 469.

(20) Sünenü’d-Dârimî, II, 469; Nevevî, el-Ezkâru’l-muntehabe, s. 98, Kahi­re 1374 h. /1955 m.

(21) Adı geçen eserler, II, 468; s. 97.

(22) el-Ezkâru’l-muntehabe, s. 98.

(23) bk. Aynı eser ve yer.

(24) Bu, aslında güzel bir tatbikat olmakla beraber, zamanımızdaki şekli ile asıl gâyesinden uzaklaştırılmış olduğu görülüyor: Bilhassa Ramazan ay­larında —duâlar hep câmilerde yapılmak istendiğinden— özellikle 26 Ra­mazandan sonra câmilerde halk, saatlerce ellerini kaldırmış olarak âmin demek mecburiyetinde bırakılmakta, ayrıca duâlar usanç verecek kadar uzatıldığından bazı kalplerin hoşnutsuzluğuna bile sebep olunmaktadır. Müteveffa listelerinin okunması ve bazı merhumları öven ifadelerin kul­lanılması, ister istemez işe riyâ da karıştırmaktadır.

O halde hatim dualarını, âmin demekten usandırılmış cemâatlar içinde yapmaktansa, âile efradı içinde, riyâdan tamamen uzak bir şekilde yap­mak ve böylece evlerimizi de ihyâ etmek ve şenlendirmek daha doğru olsa gerektir.