Makale

BİLİNEN BİLİNMEYEN YÖNLERİYLE DİYANET

Seyfettin ERŞAHİN

BİLİNEN BİLİNMEYEN YÖNLERİYLE
DİYANET

GEÇEN sayımızda Diyanet İşleri Reisliğinin kuruluş yıllarını ele aldık. Bu çerçevede, "Diyanet" kelimesi etrafındaki tartışmaları, hutbenin, ezanın, salanın ve tekbirin Türkçeleştirilmesini anlattık. Aynı şekilde Kur’an tefsiri ve hadis tercümeleri alanındaki çalışmalara değindik.
Yazımızın bu bölümünde ise, ülkemizdeki gelişmelere paralel olarak 1941-1965 yılları arasındaki Diyanet İşleri Başkanlığını incelemeye ve sorgulamaya çalıştık. Bu meyanda, Başkanlığın, Türkiye’de din eğitimi ve öğretiminin gelişmesine, Türkiye Radyolarında dînî yayınların başlatılmasına olan katkılarını ele aldık. Teşkilat bünyesindeki hademe-i hayratın tekrar Diyanet’e bağlanması ve yayın faaliyetlerine hız verilmesini,ezanın ve kametin tekrar "din lisanı" ile okunmasını sağlayan faaliyetleri etraflıca ortaya koyduk.
Ayrıca 1949 yılında A.Hamdi Akseki’nin Diyanet Reisi sıfatı ile yurdun çeşitli yerlerinde yaptığı teftişlerin raporlarına dayanarak Diyanetin taşrasını da etraflıca anlatmaya çalıştık.

Tek partili ve çok partili dönemler
İLK Diyanet İşleri Başkanı Rifat Börekçi’nin 5 Mart 1941’de vefatı üzerine Diyanet İşleri Reisliğine vekâleten A. Hamdi Akseki getirildi. Daha sonra 5 0-cak 1942 tarihinde Prof. Şerefettin Yaltkaya asaleten atandı.
Yaltkaya, vefat tarihi 23.4.1947’ye kadar 5 yıl 2 ay Diyanet İşleri Reisliği görevinde kaldı. Bu dönem, hatırlanacağı gibi, dünyada en buhranlı dönemlerden biriydi. II. Dünya Savaşı.dünyada blokların oluşması bu devrede vukubulan büyük olaylardı. Tabiidir ki dünyadaki bu gelişmeler Türkiye’yi de etkiledi. Böylesine gelişmelerin olduğu bir zamanda görev başında bulunan Şerefettin YALTKAYA, genel olarak, selefi olan Diyanet Reisinin bıraktığı teşkilatı korumaya ve geliştirmeye çalışu. Görev süresince o, Diyanette köklü değişikliklere gitmedi ve teşkilâtı halefine devretti.
M. Şerefettin Yaltkaya’nın ölümünden 6 gün sonra Diyanet İşleri Reisliğine Ahmet Hamdi Akseki getirildi.
Ahmed Hamdi Hoca, bu teşkilata en çok hizmet verenlerden biriydi. Şer’iye ve Evkaf Vekâleti zamanında Tedris Umum Müdürlüğü yapmışa. Diyanet İşleri Reisliği’nin kurulmasını müteakip te Müşavere Heyeti azalığına getirilmişti. 1939 yılında tesis olunan Reis Muavinliği görevi de ona verilmişti. Rifat Börekçi’nin vefatından ş. Yaltkaya’nın tayinine kadar reisliğe vekâlet etmişti. Şimdi de Reislik makamı kendisine tevdi edilmiş bulunuyordu. Bu görevi, ölüm tarihi olan 9 Ocak 1951’e kadar devam ettirdi. Teşkilâttaki toplam hizmet süresi 27 yılı bulmakta olan Ahmet Hamdi AKSEKİ, reisliği yıllarında teşkilâtta köklü değişiklikler yapmıştır. Nitekim bu yıllar Türkiye’nin de değişikliklere sahne olduğu yıllardı. Çok partili hayata geçilmiş, hatta iktidar el değiştirmişti. Dolayısıyla hizmet için ortam müsaitti.
Ahmet Hamdi Akseki’nin vefatıyla boşalan Başkanlık görevine Eyüp Sabri HAYIRLIOĞLU getirildi.
Eyüp S. Hayırlıoğlu, bu görevde, 10.6.1960 tarihinde emekli edilinceye kadar yaklaşık 9 yıl kalmıştır. O da selefinin bıraktığı noktadan teşkilatı devralmış ve geliştirilmesi yolunda çaba harcamıştır.
Ondan sonra bu göreve, 30.6.1960 tarihinde, İstanbul müftülüğü yapmakta olan Ömer Nasuhi BİLMEN atandı. Ö. Nasuhi BİLMEN yaklaşık bir yıl sonra 6.4.1961’de emekliye sevk edildi. Onun yerine aynı gün Hasan Hüsnü ERDEM tayin edildi, ancak o da 13.10.1964’te emekli oldu. İncelemekte olduğumuz 1941-1965 döneminde, son olarak M. Tevfik GERÇEKER’i Diyanet İşleri Başkanı olarak görüyoruz. GERÇEKER 15.10.1964’te Diyanet İşleri Başkanlığı görevine başlamış, 16.12.1965’te emekliye ayrılmıştır.
Bu yazı dizimizde Diyanet’in bu reisler yönetimi altındaki yıllan incelemeye çalışacağız. Diyanet teşkilatının, teşkilat yapısının ötesinde ülkenin dinî, toplumsal ve kültürel hayatına olan katkılarını elden geldiğince vesikalara dayalı olarak sunmanın faydalı olacağı ka-naatindeyiz.

Diyanet ve Din Eğitimi
CUMHURİYETİN ilk dönemlerinde din adamı yetiştirmek için tek eğitim kurumu olan Kuran Kursları karşımıza çıkmaktadır. Milli Eğitim Bakanlığı, 430 sayılı Kanuna dayanarak bu Kursları kendisine bağlamak istediğinde, zamanın Diyanet İşleri Reisi Rifat Börekçi, kendilerinin din adamı yetiştirmek için meslek okullarına ihtiyaçları olduğunu, dolayısıyla Kur’an Kurslarının birer meslek okulları olarak Reisliğe bağlı kalması gerektiğini söyledi. Bu istek Milli Eğitim Bakanlığınca uygun bulunarak kurslar Diyanete
bırakıldı. 1930 1u yıllarda Diyanete bağlı çok az Kur’an Kursu vardı. (Bazı rakamlara göre 3 tane) 1940 yılına kadar türlü zorluklarla hayatiyetini sürdüren kurslar, bu tarihten itibaren çoğalmaya başladı. Yandaki tablo bu gelişmeyi göstermektedir. (G. Jasckhe, Yeni Türkiye’de İslâmlık, s. 75-76)
1946’lardan itibaren din eğitimi konusunda Türkiye’de tartışmalar yeniden yoğunlaştı. Konu "gençliğin ana-babaya saygı beslemediği gibi bir ahlâki endişe" ile T.B.M.M’ ne getirildi. Ü. Basında, aydınlar arasında, üniversite çevrelerinde tartışıldı. 19 Şubat 1948’de iktidar partisi meclis grubu, ilkokulların 4. ve 5. sınıflarında din eğitimi ve öğretiminin başlatılmasına karar verdi. Bu uygulama bir ihtiyacı ortaya çıkardı. Din derslerini verebilecek ehliyetli eleman bulmakta güçlük çekiliyordu. Dahası "din meselelerinin sağlam ve ilmî esaslara göre incelenmesini mümkün kılmak, meslekî bilgisi kuvvetli, düşüncede ihatalı din adamı yetiştirmek için" 1949 eğitim ve öğretim yılında Ankara Üniversitesine bağlı bir İlahiyat Fakül-tesi açıldı.
Bütün bu gelişmelere Diyanet ilgisiz kalmadı. Zamanın Diyanet İşleri Başkanı A. Hamdi AKSEKİ, yaptığı basın toplantısında, Amerika, Fransa ve Almanya’yı örnek göstererek bir İlahiyat Fakültesi açılmasının önemini vurguladı. Jasckhe, a.g.e. s. 78-, (B. Bilgin, Türkiye’de Din Eğitimi ve Liselerde Din Dersleri, Ank 1981, s. 57-58)
Ahmed Hamdi Akseki, İstanbul’da Eylül 1950’de yaptığı basın toplantısında okullarda dini eğitimin başlatılması ve Başkanlığın bu konuya katkıları hakkında şunları söylüyordu:
"Buna büyük ehemmiyet vermekteyiz. Biz bu mesele üzerinde ötedenberi durmaktayız. Buna dair muhtelif zamanlarda müteaddit raporlar ve layihalar verilmiştir. En sonra bunu hükümette kabul etti. Bu işi düzenlemek için lâzım gelen programı ve programa göre kitap yazılmasını benim riyasetim altında bir komisyona havale ettim. Milli Eğitim Bakanlığından 3, Diyanet Riyasetinden 3, İlahiyat Fakültesinden 1 kişi olmak üzere işe başlayan bu komisyon, ilk mekteplerin 3,4 ve 5. sınıflarına mahsus hazırladığı din dersi programına göre ve yine aynı komisyonun karan ile tarafımızdan kitaplar yazıldı. Hatta bir de öğretmenlere mahsus açıklamalı din dersi kitabı hazırlandı. Fakat tatbikat gösterdi ki böyle hem öğrencinin hem de öğretmenin keyfine bırakılmış bir dersten asla fayda yoktur. Başlangıçta talebenin %99’u büyük bir tehalükle bu derslere devama başladıkları halde sonraları devam edenlerin azalmasının başlıca sebebi budur. Bu dersler mektebin ders programına alınmalı, öğretmene ücret verilmeli, bir de bu dersler mutlaka ehline verilmelidir. Ehil olmayanlara bu dersi o-kutacaksınız demek doğru değildir.
Sonra din dersleri yalnız ilk mekteplerde değil, orta mekteplere de teşmil edilmeli, liselere de daha yüksek bir surette İslâm esaslarını ve İslâm felsefesini de ilâve etmek lâzımdır.
Bu günkü haliyle imam ve hatip kurslarından da bir fayda beklenemez. "(S. Reşad, ClV, sayı 86,1950, S. 165-166)
İlahiyat Fakültesinin açılmasıyla ilgili olarak aynı basın toplantısında şu açıklamalara yer verilmiştir. "Diyanet İşleri Başkanlığı müteaddit defalar, din adamlarının çok azaldığı, öyle ki bir çok köylerde cenaze yıkayacak adam bile bulunmaz-olduğu, yolunda raporlar verdi. Geçen devre T.B.M. Meclisi’ne sunulan bu yöndeki bir layiha matbuata da aksetti. Nihayet İlahiyat Fakültesinin açılması kararı alınmıştır."

İMAM-HATİP OKULLARI
İlahiyat Fakültesinin açılışı din eğitimi meselesini çözmeye yetmedi. Zira nüfusun çoğunluğunun yaşadığı bölgelerde halkın dinî ihtiyaçlarına cevap verebilecek vaiz. imam, müezzin gibi yeterli sayıda yetişmiş eleman yoktu. Çare olarak Milli Eğitim Bakanlığı 20 Mayıs 1948’de İmam-Hatip Kursları açmıştı. On aylık olan bu kurslar Ankara, İstanbul, Afyon, İzmir, Isparta, Kayseri. Kastamonu, Adana, Trabzon ve Urfa’da açılmış, 1949’un sonunda sadece 50 diploma verebilmişti. Bu kursların da ihtiyaca cevap veremediği görülünce Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun ruhuna uygun olarak 1951-1952 ders yılında yedi ilde İmam-Hatip Okulları açıldı. Bu iller Isparta, Adana, Ankara, İstanbul, Kayseri, Konya ve Maraş idi. (Prof. HAReed, "Turkey’s New İmam-Hatip Schools" Die welt des İslâm, IV, 1956. S. 153-154)
Türkiye’de imam-hatip okullarının açılışını da Diyanet İşleri Başkanlığı kendi meselelerinden biri olarak telakki edip bu konuda çalışmalar yapıyordu. Daha okullara din eğitimi konulmadan önce Diyanet İşleri Başkanlığı, zamanın İstanbul Müftüsü Ömer Nasuhi Bilmen’e Kur’an-ı Kerim Kursları ve İmam-Hatip Okulları hakkında 27.5.1947’de bir rapor hazırlatmıştı. Bu raporda adı geçen kursların ve okulların lüzumu geniş bir şekilde ele alınmışa. Kısaca özetlersek İmam-Hatip ve Din Dersleri 0-kullan diye adlandırılan bu okullar için raporun birinci bölümünde 3+3+2 devreli sekiz yıllık bir eğitim-öğretim önerilmekteydi. Birinci devre ortaokula, ikinci devre liseye, üçüncü devre ise yüksekokula denk sayılacaktı. Birinci devreden mezun olanlar müezzin ve kayyım olarak ikinci devreyi bitirenler imam ve hatip olarak üçüncü devreyi bitirenler ise müftü, vaiz ve müsevvit olarak tayin edileceklerdi. Okullar tamamen Diyanet’e bağlı olacak müfredatları da Diyanet’çe hazırlanacaktı.
Böyle bir tasarının esbab-ı mucibesi olarak şu görüşlere yer veriliyordu:
"...Malum olduğu üzere, Tevhid-i Tedrisat Kanunu mucibince din derslerine ait bütün tedris müesseseleri M. Eğitim Bakanlığına devredilmiş, İstanbul üniversitesinde bir İlahiyat şubesi de açılmış idi. Bilahare bu müesseselerin devamı temin edilememiş, İlahiyat şubesi de kapanmış olduğundan dinî bilgiler ile yeteri derecede mücehhez kimseler yetiştirilmesine imkân kalmamıştı.
Vaktiyle, memleketimizde bir hayli din alimi yetişmiş olduğu cihetle bu zatlar şimdiye kadar imamlık, hatiplik, vaizlik ve müftülük gibi dinî hizmetleri deruhte etmişse de, ahiren bu zatların bir kısmı Rahmet-i Rahman’a kavuşmuş, bir kısmı da pek ihtiyar bir hale gelmiş olduğundan şimdi bu gibi dinî hizmetlere tayin edilecek ehliyetli zatlar pek nadir bulunmaktadır.
... Hükümetimizin ilim müesseselerine masruf olan pek yüksek himmetleri, yardımları şükran ile görülmeye lâyıktır... Artık bu kadar fedakârlığı iktiham eden hükümetimizin ve muhterem ahalimizin imam-hatip ve din dersleri okulları namına da bezl-i âtifette bulunacağına şüphe yoktur."
Diyanet İşleri Başkanlığı, İmam-Hatip Okullarını her yönden desteklemiştir. Bu okulların açılışı, dönemin Diyanet İşleri Başkanı E. Sabri Hayırlıoğlu’nun imzasıyla 14 Kasım 1951’de müftülüklere gönderilen bir tamimle duyurulmuş, özellikleri beyan edilmiş ve halka da anlatılması istenmiştir. Bilindiği gibi imam-hatip okullarının çoğunun binaları ve ders levazımatı gönüllü dernekler ve cemiyetlerce karşılanmıştı. Bu cemiyetlerden biri olan İlim Yayma Cemiyeti 25.4.1953’te Başkanlığa hitaben yazdığı bir dilekçe ile kendilerine yardımcı olunmasını istiyordu. Konu, İstanbul’da bir imam-hatip okulu inşası idi. Böyle bir projenin gerçekleştirilebilmesi için halkın yardımlarına ihtiyaçları olduğunu beyan eden cemiyet üyeleri Başkanlıktan, müftülüklerin halkı bu yönde aydınlatmaları için yardımcı olunmasını istirham ediyorlardı. Başkanlık dilekçenin aslını da ekleyerek müftülüklere gönderdiği yazıda "gereğinin yapılması tamimen rica olunur" emrini veriyordu.

Diyanet ve Dinî Yayıncılık
Hatırlanacağı gibi şer’iye ve Evkaf Vekâleti’nin ilgası ve Diyanet İşleri Reisliğinin kuruluşu ile ilgili 429 sayılı kanunun 1. maddesinde: "Din-i mübini- İslâm’ın itikat ve ibadata dair bütün ahkâm ve mesalihin tedvirini... "Diyanete bırakıyordu. Bu ifadeye göre Diyanet İşleri Başkanlığı, sözlü veya basılı olarak halkın bu konudaki ihtiyaçlarının karşılanması işiyle resmen görevlendirilmiş oluyordu.
Bu hizmetin yürütülmesi için Başkanlık bünyesinde yer alan Müşavere Heyeti’nin vazifeleri 16. 11. 1937 de yürürlüğe giren Diyanet İşleri Reisliği Teşkilatının Vazifelerini Gösterir Nizamname’de sıralanmıştı, il. maddenin B fıkrasında belirtilen "İslâm dininin itika-dat ve ibadata müteallik hususlar için Reislik tarafından lüzum gösterilecek kitapları yazar ve Reislik tarafından havale edilecek eserleri tetkik eder" görevi de bunlar arasındaydı. 11. 7. 1939 da yürürlüğe giren 3665 sayılı kanunla Diyanet İşleri Reisliği teşkilatında bazı de-ğişiklikler yapılmıştır. Bu çerçevede Mushafları Tetkik Heyeti Reisliğinin unvanı Mushaflar ve Dinî Eserler Tetkik Heyeti Reisliği olarak değiştirilmiştir. Daha sonra, 29.4.1950 tarihinde yürürlüğe giren 5634 sayılı kanunla Diyanet Teşkilatında yeni bir düzenleme yapılmıştır. Bu düzenlemeyle Müşavere Heyeti’nin adı "Müşavere ve Dini Eserler İnceleme Kurulu" olarak Mushafları ve Dinî Eserler Tetkik Heyeti Reisliği’nin adı da "Mushafları İnceleme Kurulu Baş-kanlığı" olarak değiştirilmiştir.
Görülen o ki, Diyanet İşleri Başkanlığından dinî yayınlar alanında daha çok hizmet bekleniyordu. Daha 23 Şubat 1949 da TBMM’nin 50. birleşiminin l. oturumunda Diyanet Bütçesi görüşmelerinde Ordu Milletvekili Hamdi Şarlan, bu konuda şunları söylüyordu:
"Diyanet İşlerinin de haftalık biri avama, diğeri havasa ait iki mecmua çıkarıp-, hakiki dinin ne olduğunu ve bu arada devlet ve inkılap esaslarının hangi bakımdan korunacağının açıklanmasının lazım geldiğini sağlamak gerekir.
Bu arz ettiğim mecmuaları çka-racak kurullar Diyanet İşleri Teşkilatında Müşavere Heyeti namı al-onda çalışan, fakat kâfi derecede işleri başaracak kadar elemana malik olamayan teşkilatı takviye edecek yardıma unsurlan da eklemek suretiyle bu teşkilatın maksut ve bizce matlup neticeye doğru gitmesi için, önümüzdeki sene zarfında hükümetimin daha hazırlıklı olarak gelmesini ve bizi tatmin etmesini hasseten rica ederim". T.B.M.M. Tutanak Dergisi, dönem vııı. c. 16)
Bu gelişmelerden sonra 2. 7. 1951 de yepyeni bir kanuni düzenleme ile Diyanet’in yayın faaliyetleri hızlandırıldı. Bu tarihte kabul edilen ve 9.7.1951 de Resmi Gazetede yayınlanan 5806 sayılı "Dini Yayınlar Döner Sermayesi Hakkında Kanun"la basılacak kitapların ne şekilde tesbit edileceği, ne kadar iskonto yapılabileceği gösterilmiştir. Döner Sermaye kurulmadan önce dinî eserlerin basım masraftan genel bütçeden karşılanıyordu.
Diyanet yayın faaliyetleri için 1938 den beri harcama yapılmaktadır. İlk olarak bu yıldan itibaren Diyanet İşleri Reisliği bütçelerine ödenekler konulmuştur. Bu ödeneklerle 1950 ye kadar 30 kitap bastırılmıştır. (N. Arslanpay, Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluşu, Çalışması ve Birimlerinin tanıtılması, Ank 1973, S. 33)
1950 yılına kadar bastırılan bu kitaplardan ilk akla gelenleri şöyle sıralayabiliriz:
1- Muhammed Hamdi Yazır (Elmalılı), Hak Dini Kuran Dili, (Kuran Tefsiri, 9 cilt) (45.000 adet bastırıldı)
2- Zebidi, Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercümesi (Ha-dis.12 cilt) (60.000 adet bastırıldı)
Bunlara ilâveten çeşitli dinî ve kültürel konularda 247. 000 adet kitap bastırılmıştır. Böylece toplam 352.000 adet kitap bastırılarak vatandaşlara parasız dağıtılmıştır. (N. Arslanpay, a.g.e)
1951 de Dini Yayınlar Döner Sermayesi Müdürlüğünün kurulmasıyla yayın faaliyetleri hızla artarak hizmete devam edile gelmektedir.

DİYANET VE TÜRKİYE RADYOLARINDA DİNİ YAYINLARIN BAŞLAMASI
TÜRKİYE Radyolarında Kur’an-ı Kerim okutulması Temmuz 1950’de kararlaştırılmış ve 18 Ağustos 1950 tarihinden itibaren Ankara Radyosu’nda Cuma sabahları Kur’an-ı Kerim yayınına başlanmıştır. Bir süre sonra da "Dinî ve Ahlâkî Musahabeler" adıyla 10 dakikalık bir yayına yer verilmiştir. 18 Nisan 1953 te bu konuşmalar salı ve perşembe olmak üzere genişletilmiştir. Bu programlarda işlenen konular genellikle güzel ahlâk ve davranış üzerinde oluyordu. Daha sonraki yıllarda 1957 de, Kandil gecelerinde mevlitler, 1960 yılı Ramazan a-yında da sahur programlan yayınlanmaya başlamıştır.
Daha sora Türkiye’nin sosyal, kültürel ve siyasî gelişmelerine paralel olarak Radyo’daki dinî yayınlar artarak devam etmiştir. (Ze-kâi Ak Türkiye Radyolarında Dini Yayının Başlaması, Gelişmesi ve Bugünkü Durumu, yayınlanmamış araştırma)
Radyoda dinî yayınların başlatılması ve bu programlara Diyanet’in katkısına gelince-, zamanın Diyanet İşleri Reisi Ahmed Hamdi Akseki konu ile yakından ilgileniyordu. İstanbul’da Ağustos 1950’de yaptığı ve Sebilürreşad’ın C.IV, sayı 86,’da yayınlanan basın toplantısında şunları söylüyordu:
"Her taraftan aldığımız mektuplardan ve haberlerden anlıyoruz ki; Radyo’da Kur’an-ı Kerim okunması yalnız memleketimizde değil, bütün İslâm dünyasında büyük tesirler husule getirmiştir. Radyo’da Kur’an okunmasının caiz olmadığını söyleyenler bunun mahiyetini anlamamış olanlardır. Radyo’da dinî konuşmalar yapmak meselesi de derdesttir. Bu mesele de düşünülmüştür. Günü gelince bunun da olacağından şüphe etmiyoruz. Bilirsiniz başka memle-ketlerde hele Amerika’da radyo ile dinî neşriyat harikulade bir şekildedir. Her akşam binlerce istasyondan dinî neşriyat yapılmakta ve konferanslar verilmektedir. Bir senede bu yolda verilen konferansların adedi yediyüzbini geçmektedir."
Diyanet İşleri Başkanı’nın bu temennileri kamuoyunda kabul görmüş olmalı ki, 1951 sonbaharında Tokat Milletvekili Ahmet Gürkan tarafından Meclis Başkanlığına sunulan Diyanetle ilgili bir kanun teklifinde şu ifadelere yer veriliyordu: "Diyanet İşleri Müessesesinin hakkıyla vazifesini yapabilmesi ve vatandaşlar arasında manevî bir bütünlük husule getirmesi, aynı zamanda alim geçinen bazı hurafeperestlerin gizlice halk arasına girerek zehir akıtmalarını önlemek için ona bir neşriyat servisi kurmak imkânı vermek lâzımdır. Hatta ona bir Radyo müessesesi kurabilme selahiyet ve kudretini sağlamak çok yerinde olur. "(S. Reşad, Civ, sayı 99, Kasım 1951, s. 331)
Yukarıda zikrettiğimiz araştırmada belirtildiği gibi, radyoda yayınlanan dinî programlar Diyanet İşleri Başkanlığı ile koordineli olarak hazırlanıyordu. Nitekim 1953 tarihli bir Başkanlık tamiminde "Radyo’da, Reisliğimiz adına yapılmakta olan Dinî ve Ahlâki Ko-nuşmalardan ilk dördü bastırılarak 10 kuruş Hatla satışa arz olunmuş bulunmaktadır. Müteakip konuşmalar da aynı şekilde bastırılacaktır" denilmekteydi.

Diyanetin Taşra Teşkilâtı
(1949)
TÜRKİYE ’de çok partili hayata geçiş yıllarında Diyanetin taşra teşkilâtının ne durumda olduğuna bir göz atmak, taşra teşkilâtının dünü ile bugünü arasında mukayese yapma imkânı verecek "neredeydik nerelere geldik?" sorusuna cevap bulmamıza yardıma olacaktır. Bize bu konuda Ahmed Hamdi Akseki’nin Başkan sıfatıyla 1949’un Ağustos, Eylül ve Ekim aylarında Batı Akdeniz, Ege ve Marmara bölgelerinde yapağı teftişlerde tuttuğu raporlar kaynaklık edecektir.
AKSEKİ bu teftiş gezisinde, Konya, Antalya, Burdur, Denizli, İzmir, Manisa, Balıkesir ve İzmit olmak üzere dokuz II müftülüğü ve Beyşehir, Akseki, Cihanbeyli, Manavgat, Serik Yeşilova. Alaşehir, Salihli, Turgutlu, Akhisar. Sındırgı, Susurluk Bigadiç, Orhangazi, Yalova ve Beypazarı’ndan müteşekkil onbeş ilçe müftülüğünü ziyaret etmiştir. Bu teftişler esnasında müftülüklerin hizmet imkânları ve personel durumu yerinde tesbit edilmiştir. Dolayısıyla, kısmi de olsa o günlerin Diyanetinin taşra teşkilâtının, durumu hakkında birinci elden bilgiler sağlanmıştır. Ülkenin diğer bölgelerinin durumu buralarla mukayese edilip teşkilâtın tümü hak-kında bir kanaata varılabilir.
Adı geçen raporlara göre, il müftülüklerinden sadece Bursa’nın kendi hizmet binası vardır. Diğer 8 il müftülüğü elverişsiz şanlarda, genellikle bir veya iki odadan oluşan camilerin yanına sıkışmış binalarda hizmet vermektedirler. Sözgelimi "İzmir müftülük dairesi Kemeraltı Camii hariminde küçük iki odada vazife görmektedir. 182 lira icar veriliyor, fakat burası müftülüğün şerefi ile katiyen mütenasip değildir."
İlçe müftülüklerinden yedi tanesi yine camilerin müştemilatına sağınmışlar, yersizlikten bizzat müftü efendilerin evlerinde hizmet vermektedirler. İki tanesi ise elverişsiz kiralık yerlerde oturmaktadırlar. A. Hamdi Hoca, mesela, Cihanbeyli müftülüğü için "Fetvahane (müftülük) olarak kullanılan mahal elverişli değildir. 70 lira icar veriliyor, fakat bunaltıcı bir koku burada vazife görmeyi hemen hemen imkânsız kılmaktadır" tasvirini yapmaktadır.
II ve ilçe müftülüklerinde birinci ve en acil ihtiyaç olarak hizmet binaları gösterilmektedir. Buna ilâveten mefruşat eksikliği, kırtasiye, personel yetersizliği, soba ve ya-kacak hemen karşılanması gereken ihtiyaçlar arasındadır.
Kimi ilçelerde müftü bulunmamaktadır. Bunun yanında çok gayretli. millete ve memlekete emeği geçmiş, hizmet için ellerindeki imkânları en makul bir şekilde kullanan müftülerin görev başında olması, A. Hamdi Akseki’nin teselli bulduğu hususlardandır. Hoca bunlardan bir örnek olarak Turgutlu müftüsü hakkında şunları yazmaktadır:
"Müftü ehildir ve dirayetlidir. Aynı zamanda mütevazidir. vaktiyle Yunanlılar tarafından esir edilerek Yunanistan’a götürülmüş ve çok eziyet çekmiştir. Maaşına bakılarak zam yapılacaktır. Zira Müftü Efendi kendi teşebbüsüyle Pazar Camii yanında bir Fetvahane yapılmıştır ve hizmet vermektedir."

Müftülüklerin Eğitim Ve öğretim Hizmetleri

KUR’AN KURSLARI
İL müftülüklerinden Konya, Antalya, Denizli, İzmir, Manisa, Balıkesir, Bursa ve İzmit’te Hafız Kursu ve Kuran Okuma Kursları devam etmektedir. İlçelerden ise Akseki, Manavgat, Yeşilova, Alaşehir, Salihli, Turgutlu. Akhisar, Sındırgı, Bigadiç Susurluk ve Orhangazi’de Hafız Kursu ve Kuran Okuma Kurstan faaliyettedirler. Sadece Beypazarı, Yalova, Cihanbeyli, Beyşehir ve Şerikte kurslardan söz edilmiyor.
Kursların bina durumları da pek iç açıcı değildir. Müftülük binalarında olduğu gibi kurs yerleri de ya bir caminin avlusunda veya bir medrese kalmasının elverişsiz mahallerinde bulunmaktadır, örnek vermek gerekirse, İzmir’de Kestane Camiinin avlusunda, Balıkesir’de Karaoğlan Camiinin müştemilatında, Bursa’da Şeker Hoca Camiinde bir iki oda düzenlenerek kurs haline getirilmiştir. Bunlara karşılık tek tük de olsa hizmete müsait kurs yerlerine tesadüf edilmektedir. Sözgelimi Denizli Kurs binasını Hoca şöyle tanıtır: "Kurs binası Hamza Mescidi avlusunda ve 11 odadan ibarettir. Odalardan dördü hocalara diğerleri talebelere aittir. Kurs tam teşkilatlıdır. Odalarda talebenin karyolası yataklı vagonlarda olduğu gibi altlı üstlüdür. Bir odada 4 karyolada 8 talebe yatmaktadır ve iki karyola arası 76 cm. dir."

Öğretmen Durumu:
Kurslardaki öğretmenlerin bir kısmı kadrolu maaşlı, bir kısmı ise fahri olarak görev yapmaktadırlar. Kimi yerlerde de müftüler, müftülük müsevvitleri, katipler, vaizler ve imamlar derslere girmektedirler. Kurs öğretmenleri arasında hanımlara da rastlanmaktadır. Meselâ: "Manisa Müftülüğü Hafızlık Kursunun fahri kurs öğretmenliğini Binnaz adında bir muallime ifa etmektedir ve vazifesine müdavimdir." Ahmed Hamdi Akseki, öğretmenlerin basan, gayret ve azimlerinden övgüyle bahseder.

Öğrenci Durumu ve Eğitim-Öğretimin Seviyesi
Kuran kurslarında öğrencinin çoğunluğunu erkekler oluşturmaktadır. Fakat, Bursa Kuran Kursunda olduğu gibi, istek durumunda kız öğrencilere de aynı hizmet verilmektedir. Köylerden gelen öğrencilerin iaşe ve ibate ihtiyaçlarını karşılayan leyli (yatılı) kurslar da vardır. Yatılı kurslarda genellikle hafızlık çalışması yapılmaktadır, öğrencilerden hıfza gelenler olduğu gibi, özellikle ilçelerde namaz surelerini ezberlemek ve ilmihal bilgilerini öğrenmek için başvuranlar çoğunluktadır.
A. Hamdi Hoca’nın bizzat yaptığı yoklamalara göre kurslarda eğitim ve öğretim sevindirici seviyededir, öğrenciler okutulduğunda ve mesleki konularda sorular sorulduğunda tatmin edici sonuçlar alınmaktadır. Antalya Kuran Kursu’na "Milletvekili Galip Karaman da olduğu halde, halktan bazı zevat ile gidilerek talebeler okutturulmuş ve fevkalade Kuran oku-dukları görülmüştür."
Bu kurslardan mezun olan başarılı öğrenciler imam olarak istihdam edilmektedir. Meselâ İzmir Müftülüğü Kuran Kursu ile ilgili değerlendirmelerde "Şimdiye kadar çıkan talebelerden bir kısmı en büyük camilerde bilimtihan imam olmuşlardır" ifadesine yer verilmiştir.
Son olarak, kurslarda okutulan ders kitaplarıyla ilgili olarak şunlara rastlanmaktadır: Kuran alfabesi olarak Dr. Münif Çelebi’nin kitabı, Kuran-ı Kerim takip edilirken, dini bilgiler için ders kitabı olarak da Ahmet Hamdi tarafından yazılan İslâm Dini ve Askere Din Kitabı’ndan faydalanılmaktadır.

Hademe-i Hayrat’ın (Cami Görevlilerinin) tekrar Diyanet’e bağlanması
3MART 1924 tarih ve 429 sayılı "Seriye ve Evkaf ve Er-kan-ı Harbiye-i Umumiye vekâletlerinin İlgasına Dair Kanunun 5. maddesinde "Türkiye Cumhuriyetinin memaliki (toprakları) dahilinde bilcümle cevami ve mesacidin (cami ve mescidlerin) ve tekâya ve zevayanın (tekke ve zaviyelerin) idaresine, imam, hatip, vaiz, şeyh, müezzin ve kayyımların ve sair müstahdeminin tayin ve azillerine Diyanet İşleri memurdur" denilmekte idi. Ancak hükü-metin bir tasarrufu olarak 8 Haziran 1931 tarih ve 1827 sayılı Kanunla bütün camilerin ve Hademe-i Hayratın yönetimi Evkaf Umum Müdürlüğüne verildi. Bu kanunla Diyanet İşleri Reisliğinin hademe-i hayrat ve camiler üzerindeki yetkileri daralıyordu. Reislik, hizmetlerin sadece dinî yönünü koordineli olarak takip ve kontrol edecekti.
Hademe-i Hayrat’ın bu durumu onları ekonomik ve sosyal bakımdan bazı sıkınalara soktuğu gibi. bu tür bir iki başlılık hizmetlerin istenilen seviye ve hızda verilmesi yönündeki çabaların aksamasına da yol açabiliyordu. 1947’lerden itibaren konu siyasi çevrelerde, Meclis’te ve basında gündeme getirilmeye başlandı. 23 Mart 1950’de ülkede Diyanet İşleri Teşkilatının daha iyi bir düzeye getirilmesini amaçlayan bir kanun Meclis’te kabul edildi. 5634 sayılı bu kanunun 5. maddesinde "Hayrat Hademelerinin tayin, nakil ve vazifeden çıkarma işleri her II ve ilçe müftüsünün başkanlığı altında Diyanet İşleri Başkanlığınca mahallerinden seçilecek iki kişiden mürekkep bir komisyon tarafından yapılır. Komisyonların karan Diyanet İşleri Başkanlığının tasdikiyle tekâmül eder" ibaresi yer alıyordu. Yine aynı kanunun 6. maddesiyle "Köylerde imamlık yapabilmek Diyanet İşleri Başkanlığının ve bu makamın yetkili kıldığı müf-tülerin yazılı iznine bağlıdır" hükmü getirildi.
Bu kanunun 23 Nisan 1950 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girmesiyle Hademe-i Hayrat eski yerlerine dönmüş oldular.
Hayrat Hademesinin Diyanet teşkilatına tekrar bağlanması bütün ülkede olduğu gibi, teşkilâtta da sevinç ve rahatlama husule getirmişti. Devrin Diyanet İşleri Başkanı Ahmet Hamdi AKSEKİ 18 Nisan 1950 tarihinde bu kanlımla ilgili olarak bütün müftülüklere gönderdiği tamiminde bu duyguları şöyle dile getiriyordu: "Vazifelerin en mukaddesini ücretlerin en naçiziyle ifa etmiş ve etmekte bulunmuş olan Hayrat Hademesi, 19 yıllık bir fasıladan sonra bugün, 5634 sayılı kanunla aslî ve hakiki mercileri bulunan Başkanlığımız teşkilatına avdet etmiş bulunuyoruz.
Hayrat Hademesinin ne kadar ağır hayat ve maişet şartları altında kutsi vazifelerinde azim, feragat ve tevekkül ile sebat ettikleri herkesçe bilinen bir hakikattir. Bununla beraber, Hayrat Hademesinin Allah katındaki ecirlerinin azim, mesailerinin meşkûr olduğundan hiç şüphe yoktur. Onlar, hayatlarını camilerimizin lâhûti ve nuranî sinesine vakfeyleyen bahtiyar ve mübeccel bir zümre teşkil etmektedirler. Hiç bir zümre Allah’ın ve Peygamberin medhü senasına onlar kadar mazhar olmamıştır.
Hiç bir zaman mihraplarımızı imamsız, minberlerimizi hatipsiz, minarelerimizi ezansız bırakmamış olan Hayrat Hademesi, bütün müslümanların en derin hürmet ve muhabbetlerine bihakkın mazhar ve müstehakdırlar.
Mukaddes mabedlerimizde vazife almış olanlar, elbetteki dünyada da ahirette de en ziyade hürmete şayan ve mesut insanlardır.
Her biri birer Beytullah olan mescidlerimizi ve camilerimizi intizam ve nezafetin canlı bir numunesi halinde bulundurmak ilk önce Hayrat Hadememize düşen şerefli bir vazifedir. Beytullah’a bekçilik yapmak, onun temizliğini üzerine almak gibi şerefli bir vazifeyi seve seve yapmayacak bir Hayrat Hademesinin bulunacağı mutasavver değildir." (V. Ertan, Ahmet Hamdi Akseki, s. 35-36)
Bu gelişmeyi müteakip, cami görevlilerinin özlük haklan ve diğer hususlardaki meseleleri zamanla iyileştirildi.

Ezan ve Kametin Eski şekline Döndürülmesi
ÖNCEKİ yazımızda ezan ve kametin Türkçeleştirilmesine kısaca değinmiştik Bu uygulama ülkede zaman zaman şikâyetlere ve huzursuzluklara yol açıyordu. Bunların giderilmesi yönünde Diyanet İşleri Başkanlığı elinden gelen gayreti gösteriyordu. 22 Eylül 1948 tarihinde Başkan A. Hamdi Akseki imzasıyla müftülüklere gönderilen bir tamimle bu uy-gulama yumuşatılıyor ve daraltılıyordu. Şöyle ki:
"Arapça ezan ve kametin memnuiyeti hakkındaki 4055 sayılı kanun hükmü yalnız ezan ve kamete münhasır olup mevlidlerde, hatim esnasında, bayram namazlarında ve bayram günlerinde alınan arapça tekbirlere şamil bulunmadığı İçişleri Bakanlığı ile yapılan konuşma ve yazışmalar sonucunda Başkanlığımızın nokta-i nazarı uygun görülerek gereğinin yapılması Valiliklere tamimen tebliğ edilmiş olduğundan camilerde vazife sahipleri çağrılarak lâzım gelen tenbihatın yapılması lüzumu tamimen bildirilir" denilmekte idi.
Nihayet 1950 yılı Ramazan ayında (17 Haziran) hükümet arapça e-zan’a tekrar dönülmesini kararlaştırdı. 14 Haziran 1950 tarihinde Türk Ceza Kanunu’nun 526. maddesinin "vicdan hürriyetine ve laikliğe aykırı" bulunarak değiştirilmesi hakkında bir kanun teklifi verildi ve Meclis yasağı kaldırdı. Bu tasarruf ülke çapında büyük bir sevinç ve rahatlamaya vesile oldu. Diyanet İşleri Başkanlığı, haberi teşkilatın taşra birimlerine devrin en hızlı yazılı haberleşme yolu olan telgrafla duyurdu. Sözgelimi Kula Müftülüğüne 17 Haziran 1950 tarihinde gönderilen telgrafta kısaca "Ezan, kamet yasağı kaldırıldı. Arapça okuyunuz. Hamdi Akseki" deniyordu.

Bu haberden 6 gün sonra 23. 6. 1950 tarihinde müftülüklere gönderilen tamim aynen şöyle idi:
"Ezan ve kametin sadece bir ilân değil, namaz vakitlerinde ve Peygamber tarafından takrir edilmiş olan hususi lafızlarla ve namaz vakitlerinin girdiğini bildiren bir ilam ve ilân olduğu ilmî ve dinî bir hakikattir. Kitap ve Sünnetle sabittir. Elfazı mahsusa, ezanın rüknü ve sıhhatinin şartı olduğuna göre, hususi lafızlardan başkası ile okunan, velev en doğru bir tercüme ile de olsa, itibar yoktur. Tamamiyle dinî bir ibadet mevzuu olan Ezan ve kameti aslî şeklinden çıkarıp şu veya bu dille okumaya zorlayıcı hükümlerin, Ezan ve kameti din lisanı ile okumak yasağının ahiren B. Millet Meclisince kaldırılması hadisesinin vatandaşlar üzerinde husule getirdiği büyük ferahlık ve hoşnutluk, yurdun muhtelif bölgelerinden gelen yazılarda açıklanmaktadır. Bu yolda yapılan tebligat üzerine ilinizde / ilçenizde hasıl olan durum hakkında bilgi verilmekle beraber hangi gün ve vakitten itibaren tatbikata başlandığının ve E-zanı, kendisine mahsus olan usul ve dinî lisanla okumayı bilmeyen müezzinler bulunup bulunmadığının, şayet böyleleri varsa bu hususta ne gibi tedbirler alındığının bildirilmesi lüzumu ehemmiyetle beyan olunur."

Diyanete muhtariyet verilmesi yönünde tartışmalar
Bir önceki sayımızda Sayın Hamdi Mert Diyanet işleri Başkanlığının statü problemine değindi. Bu konuda farklı iki eğilimden bahsettikten sonra şu ifadelere de yer verdi: "Bazı kesimler ise Diyanet işleri Başkanlığının meri mevzuat sisteminin dışında "Muhtar" olması görüşünü öne sürmektedirler. Vakıflara ait akar ve malvarlığının da Diyanete bağlanması ge-rektiğini savunan bu kanaat, meri Anayasa ve diğer mevzuata uymamakla birlikte geniş kit-lelerde halâ öne sürülmekte, kabul görmektedir" (Diyanet Aylık Dergi, Eylül 1991 sayı 9, s. 7)
Konunun boyutu bu olmakla beraber, zaman zaman bu yönde tartışmalar olagelmiştir. Biz burada incelemekte olduğumuz dönemdeki gelişmelere kısaca göz atmak istiyoruz.
7 Aralık 1947’de iktidar partisinin kongresinde laiklik ile ilgili şiddetli tartışmalar oldu. Bu arada Seyhan Milletvekili Sinan Tekelioğ-lu, Evkaf idaresinin Diyanete verilmesini ve Diyanet İşleri Reisliği’nin yetkilerinin genişletilmesini teklif etti. (lasckhe, a.g.e. s. 99) 1950 yılı Temmuz ayında Ordu milletvekili Fevzi Boztepe de Meclis Başkanlığına Diyanet Riyaseti’nin tam istiklâli hakkında bir takrir verdi. Bu takrirde mevcut uygulamanın laiklik prensibine aykırı olduğu vurgulandıktan sonra şu teklife yer verildi:
"Bugün, Başbakanlığa bağlı olarak idare edilmekte olan Diyanet İşleri’nin, tamamen müstakil bir hale getirilmesi ve muhtariyetinin kabul ve ilanı icap eder. Din müessesesinin devletle olan münasebetleri, muhtar üniversitemize benzer şekilde sadece umumi bütçe ile a-lakalı malî bir mesele olarak mütalâa edilmelidir. Lâikliğin huduttan bu şekilde tayin ve tesbit edilince, yani dinin devlet işlerine müdahalesi veya bunun tersi olan devletin din üzerindeki vasiliği sistemi ortadan kalkınca, din müessesesi mutedil bir iklim içinde müstakil olarak gelişme imkânı bulur ve cemiyet hayatındaki manevî vazifesini serbestçe ifaya devam eder." (S. Reşad, ClV, sayı 83)
Eylül 1950’de İstanbul’da yaptığı basın toplantısında devrin Diyanet İşleri Başkanı A. Hamdi Akseki, konu ile ilgili olarak şu görüşleri serdediyordu:
"Bu hususta ötedenberi bir temayül vardır. Her sene Diyanet Bütçesi müzakere edilirken bilhassa encümenlerde düzenlenen ve uzun münakaşalara sebep olan bu mesele yeni meclis teşekkül eder etmez daha ciddi bir şekilde ortaya atıldı.
Muhterem bir milletvekili B.M. Meclisine bir takrir verdi. Mesele matbuata intikal etti. çok kıymetli yazılar da yazıldı. Diyanet Riyaseti de bu hususta ilmî tetkiklerine devam etmektedir. Istişarî mahiyette komisyonlar kurarak selâhiyetli ilim adamlarının mütalaalarını toplamaktayız. B.M. Meclisi ve Hükümeti, bu meseleyi lâyık olduğu ehemmiyetle nazar-i itibara almış olduğu için bu defa bu meselenin en iyi bir şekilde hallolunacağına şüphe yoktur. Matbuatımızın bu hususta ilmî ve hukukî neşriyat ile meselenin halline yardım etmelerini rica edeceğim.
Malumdur ki Diyanet Riyaseti, din ile alâkadar işlerin, muamelelerin idaresi müessesesidir. Bu müessesenin irşad soruları veya tehaddüs eden meseleleri cevaplandırma, mabedlerin tanzim ve imarı, hademe-i hayratın tayin ve terfihi, İslâmiyetin hakikatlerini yaymak üzere kitaplar, broşürler neşri, mev’ize ve hutbelerin tertip ve idaresi İslâm topluluğunun hayat ve mematı ile alâkalı dinî vazifeleri ifa edebilecek insanların yetiştirilmesi gibi geniş bir faaliyet sahası vardır. Her biri de mühim bir mevzuu teşkil eden çeşitli işler vardır. Bugünkü teşkilatla bütün bunların lâyıkı veçhile başarabilmesi elbette mümkün değildir.
Evkaf Diyanet İşlerine bağlanmadıkça bütün bu işleri istenildiği yolda yürütmeye de imkân yoktur... Bu mesele B.M. Meclisi ve Hükümetçe her ne suretle halledilirse edilsin, Evkafın Diyanet Riyaseti’ne bağlanması zaruridir. Esasen ilk B.M.Meclisi zamanında da böyle idi. Başka suretle mabetlerimizi, dinî müesseselerimizi bugünkü harabi ve perişaniden kurtarmak ve hatta vakıf müessesesini yaşatmak imkânı göremiyorum." (S. Reşad, C iv, sayı 86 s. 164)