Makale

BU RUHİ BUNALIM NİYE?..

BU RUHİ
BUNALIM
NİYE?..

Abdullah Ceyhan
Dini Yayınlar Dairesi Başkanı

Son zamanlarda toplumumuzu şiddet, korku, bencillik, menfaatperestlik, hoşgörüsüzlük, kanser gibi kemirmektedir. Adî olaylarda tırmanışlar görülmektedir. Vahşi şekilde cinayetler gün geçtikte artmaktadır. İnsanlar parça parça doğranmakta, yakılmakta, ürpertici manzaralarla karşı karşıya geldiğimiz bir vakıadır.
Uzmanların ifadesine göre, halk arasında 500 bin civarında ruh hastası, gelişigüzel dolaşmaktadır. Caddede, sokakta, işyerinde, alış-veriş mekanlarında kendi kendine konuşan pek çok insanla karşılaşabilmektesiniz.
İnsanlar hayallerle günlerini geçirmekte, ya olursa, ya çıkarsa veya olmadık iş yoktur, düşüncesiyle oyalanmaktadırlar. Bazı kimseler de, yaşasam
da olur, yaşamasam da, diyerek ümitsizlik girdabında tükenmek üzeredirler. Onlar için istikbâl yok gibidir. Hâl ise kapkaranlıktır.
İstatistiklere göre, erkeklerin kadınlara nazaran daha çok suç işlediği ülkemizde, suçluluk yaşının da 15-25 yaş arası yoğunlaştığı kesindir. Takdir edersiniz ki bu yaşlar arası gençlerin eğitim ve öğretimde etkin olmaları gereken bir dönemdir. Halbuki kanlarının en deli olduğu dönemde bu gençlerin bir kısmı hayattan bıkmış bir görünüm sergilemekte, bir kısmı da ne olacağım endişesi ile bocalayıp durmaktadır. Bu durumun tabii neticesi olarak kötü alışkanlıklar onların yakasını bırakmamaktadır.
İstismarların, kandırmaların alabildiğine arttığı zamanımızda, alış-verişlerde inanç ve duygu sömürüsünün ön plana geçtiğine de şahit olmaktayız. Bir örnek olması bakımından İslam tarihinin yapraklarını karıştırdığımızda büyük imam, İmam-ı Azam Hazretleri ile ilgili bir anekdotu sunmayı faydalı görmekteyiz.
Bilindiği gibi, İmam-ı Âzam, kumaş tüccarlığı yapan bir esnaftı. Alış-veriş işlerine çok dikkat ediyordu. Kimsenin hakkının geçmesine razı değildi. O, ne aldatmalı ne de aldatılmalı, düsturunu şiar edinmişti. Bir rivayete göre, dükkanında çalışan kalfalardan birisinin bir müşteri içeri girmek üzere iken, kendi kendine salat-ü selam getirmekte olduğunu görünce, derhal işine son vermişti. Kalfa bunu yapmamalı mı idi? Elbette yapmalıydı. Ama kendi kendisine ve gizlice yapmalıydı. Müşterinin duygularına tesir edip, alışverişte şartlandırma gibi bir his vermemeliydi. Büyük imam, bu sebeble onun işine son vermiş, bir şeyler anlatmak istemişti.
Millî ve manevî değer hükümlerinin ve toplumun değer yargılarının yok oluşu, milletler için felaketlerin çağırılması anlamına gelir. Her şey mubah olarak algılanır. Tatminsizlik, dünyanın bu dünya olduğu, bu dünyadan başka bir dünyanın (ahiret) olmadığı, ne yapılırsa kazanç olacağı fikri sabitleşir. O zaman çalma, çırpma, kandırma, öldürme, sindirme meşrulaşır. Ruhî bunalımlar gündeme gelir.
Şurası unutulmamalıdır ki, son günlerde sıkça görülen, duyulan hunharca öldürme, kesme ve yaralama ile ilgili olayların sosyal şartlarla ilgisi sanıldığı gibi pek yoktur. Yani fakirlik, geçim sıkıntısı, ailevi geçimsizlikler insanı akıl hastası yapmaz.
Stresten dolayı insanların ekserisi akıl hastası olmaz. Şayet olsaydı, uzun süre savaşan askerlerin tamamının akıl hastası olması gerekirdi.
İnsanoğlunun yaratılışında şiddet, bencillik ve hunharlık mevcuttur. Bunu çeşitli etkenlerle depreştirmemek gerekir.
Onun için de, inanç, öldükten sonra dirilme, yaptıklarından dolayı hesaba çekileceği düşünce ve inancı geliştirilmelidir.
Kız çocuğunu diri diri toprağa gömen Hz. Ömer’i, Ömer yapan bu duygu ve düşünce değil midir? Zira o, cahiliye devrinde yaptığı bu hatadan dolayı, ölünceye kadar azap çekmiş, her hatırladığında göz yaşı dökmüştür. Bu konuda misalleri çoğaltmak mümkündür. Ancak biz bu kadarı ile iktifa ediyoruz.
Tabiidir ki, geçim sıkıntısı, geleceğe dair güven duygusunun yitirilmesi şiddet olaylarının ortaya çıkmasında etkilidir. Fakat şiddet olaylarını frenleyecek olan yegane engel de eğitim ve inançtır. İnanç olmayınca ümit olmaz. Ümit yok olunca dünya manasız olur.
Parmaklarımız niçin hep karşımızdakinin gözünde. Elimiz niye başkalarının cebinde olsun. Niçin boğaz boğaza yaşayalım? Neden, başkaları çalışsın biz safasını sürelim? Başkalarının kazancı neden bizi rahatsız ediyor? Kötülüklerden nasıl oluyor da zevk alabiliyoruz? Toplumdaki ruhî bunalımlar bu hastalıkların artmasına sebeptir. Ama esas sebep, inanç zaafiyeti veya yokluğu olsa gerektir.
Uzmanlar, sosyal bilimciler, psikologlar ve idareciler toplumun bu sosyal derdine çareler bulmak durumundadırlar. Her geçen gün, hastalık ilerlemekte ve tedavi imkanı azalmaktadır.
Bütün sosyal bilimcilere göre en büyük yatırım insana yapılan yatırımdır. Maddî imkanlarınız yerinde olabilir, ülkeler her türlü üretimi yapabilecek fabrikalar kurabilirler." İnsanlarına iş, aş ve maddi refah bahşedebilirler. Teknolojinin imkanları bile insanları makineleştirebilir, iyi ve kaliteli verim alabilirler. Bizce bu kâfi değildir. İş ahlâkı, insanlara hizmet şevki, ilişkilerde saygı ve sevgi duygusu, patrondan veya işverenden korku kadar Allah korkusu verilmedikçe insan, her an canavarlaşabilir. Tabiatı gereği şiddete başvurabilir, cinayet işleyebilir. Ya da intihara kalkışabilir.
Amaç, insanları huzur içinde yaşatmak olmalıdır. İnsan hem kazanmalı, başkasına muhtaç olmamalı, hem de ağız tadı ile kazandığını eşi, dostu ve çocukları ile birlikte yiyebilmelidir. İnsanın ruhunu tatmin etmek, zannedildiği gibi zor değildir. Bu bakımdan nefsi terbiye etmek öğütlenmiş, öldürülmesine ise cevaz verilmemiştir. Kendisinde nefis olmayan yaratıklar meleklerdir. Onlar ancak verilen görevleri yaparlar. Başka bir şey bilmezler. İnsanlar ise hem melek hem de şeytan tinetinde bir yaratıktır. Bu yüzden yeryüzünün halifesi olmuştur. En güzel bir biçimde yaratılmıştır.
Artık kimse inkâr edemez ki toplum olarak rûhî bunalım içindeyiz. Bu bunalımdan çıkış yolları vardır ve mutlaka bulunmalıdır. Çünkü dünya insanoğlunun bu sıkıntılarını daha fazla çekemez.
Bir yandan insanımızı eğitelim derken, diğer yandan şiddet ve korku filimleriyle, cinayet haberleriyle daha fazla insanımıza kötülük yapmayalım. İnsanları suça teşvik etmek ve özendirmek kadar vahim bir kötülük yoktur.
O halde eğitimciler, sosyal bilimciler, idareciler, sesli ve görüntülü yayın organları, basın mensupları gelin, hep birlikte insanımızı bu sıkıntıdan ve rûhî bunalımlardan kurtaralım.