Makale

DİYALOG MESELESİ

DİYALOG MESELESİ

Dr. Abdulbaki KESKİN

Webster ve bazı sözlükler aslen Latince olan "DIALOGE" kelimesinin çeşitli Batı dillerindeki etimolojik yapısını tahlil edip farklı anlamlarını belirttikten sonra, ne çok kullanılan manasını dikkate alarak, "DİALOGUE" iki veya daha fazla kişinin veya liderin sonuçta bir anlaşmaya varmak ümidi ile yaptıkları fikir alış verişidir diyorlar...
Gerçekten de, anlaşmak ve barışmak için sihirli bir sözcük olan diyalog, tarih boyunca ideoloji, kültür, din, dil, ırk, coğrafya farklılıkları nedeni ile birbirini boğazlayan insanların dün olduğu gibi, bugün de, en çok muhtaç oldukları yaklaşım...
Ancak, bu sihirli sözcüğün insanlık için, anlaşma ve barış gibi sihirli neticeleri doğurabilmesi, her şeyden önce, taraftarların iyi niyetlerine ve özellikle asgari müştereklerinin bulunmasına bağlı gözüküyor...
Nitekim bundan 1400 küsur yıl önce Yahudi ve Hristiyanları diyaloga çağıran Kur’an-ı Kerim, anılan unsurları da bu diyalogun vazgeçilmez şartları olarak zikretmektedir. (1)
Biz bu ölçüleri gözönünde bulundurarak, özellikle son 25 yıldan beri sık sık sözü edilen ve bu amaçla gerek Hıristiyan ve gerekse İslâm Ülkelerinde çeşitli düzeylerde ve farklı zamanlarda yapılan toplantılarda, son olarak da, 1-5 Kasım 1993 tarihleri arasında Türkiye’de aktedilen I. Din Şûrasında yeniden gündeme getirilen Hıristi-yan-İslâm Diyalogu meselesini bu yazımızda tartışmak istiyoruz...
Konunun bütün yönleri ile açıklığa kavuşabilmesi için de, diyalog önerisinin yer aldığı Vatikan dokümanlarına ve bu dokümanlara ilişkin Katolik Dünyasının bugüne kadar izlediği politikalara da temas edeceğiz...
Bilindiği gibi, 1962-65 yıllan arasında aktedilen ve II. Vatikan Karısılı denilen toplantılarda Kilise, kendi tarihi bakımından bazı önemli kararlar almış ve bu kararlar, 1981’de (2) ve 1992’de (3)" iki cilt halinde neşredilmiştir...
Bahis konusu dokümanlardan, "Kilisenin Diğer Dinlerle İlişkilerine Ait Dekleras-yon" (4) bölümünde, Hinduizmin Felsefesinden, Budizmin bazı prensiplerinden ve diğer dinlerden söz edildikten sonra, bir çok bakımdan kendi öğretilerine ters düşmekle beraber, Katolik Kilisesinin, bu dinlerde gerçek ve kutsal sayılan hiç bir şeyi reddetmediği kaydediliyor^.
Daha sonraki satırlarda, merhametli, azametli, yerin göğün yaratıcısı olan tek Allah’a tapan müslümanlara da saygılannın olduğu belirtiliyor, müslümanların esasta, Hz. İbrahim ile olan ilişkilerine, Hz. İsa ve Hz. Meryem hakkındaki inançlarına dikkat çekiliyor, bununla beraber, Hıristi-yanlarla müslümanlar arasında asırlarca süren kavgaların olduğu da vurgulanıyor...
"Kutsal karısıl herkesi geçmiştekileri unutmaya çağırıyor" (5) denilen kısımda ise, karşılıklı anlayışın tesisi ile, tüm insanlığın yararına barışın, hürriyetin, sosyal adaletin, moral değerlerin korunması ve yükseltilmesi için birlikte gayret sarfedilmesi isteniyor...
Apostle Paul’ün, Yahudilerle Hıristiyanlar arasındaki akrabalığa işaret eden mesajından (Rom. 9:4-5) söz edilerek, kilisenin sütunları mesabesinde görülen ve İncil’in öğretilerini insanlara aktaran ilk havarilerin aslen Yahudi olduk-lan belirtiliyor...
Bu dokümanın 4 numaralı kısmı ise, tamamen Yahudi ve Hıristiyan diyaloguna hasrediliyor...
Vatikan dökümanlarında yer alan ve kilisenin diğer dinlerle kurmayı düşündüğü ileri sürülen işbirliği ve diyaloga ait kararlar özetle böyle...
Şimdi biz, bu kararların teker teker analizi ile, uygulamasına kısa bir göz atmak istiyoruz...
Dokümanda müslümanlara ayrılan iki paragraflık bölümde, müslümanların bazı inanç ve ibadetleri ile ilgili bir takım genel ifadelere yer veriliyor...
Buna mukabil, Hinduizm ve Budizm ismen konu ediliyor ve "her ne kadar bunların öğretilerinden bazıları, kilise öğretileri ile farklılık gösteriyor ise de, kilise bu dinlerde gerçek ve kutsal sayılan hiç bir şeyi reddetmiyor" (6) deniliyor.
Yahudiliğe ayrılan 8 sayfalık bölümde ise, her iki dinin kaynağının ilahî olduğuna açıkça işaret ediliyor. Hıristiyanlığın inanç ve ibadet gibi unsurlarından bazılarını Yahudilikten aldığı kaydediliyor...
Bu sıkı menşe ilişkisi göz önünde bulundurularak, yanlış anlamaların bir an önce giderilmesi ve iki din arasında gerçek bir diyalog kurulması isteniyor...
Bu dokümanlarda dikkati çeken diğer bir husus da, özellikle müslümanlar tarafından, Hıristiyan-İslâm Dini işbirliğinden bahsedilirken sık sık tekrar edilen diyalog kelimesine de sadece yah udilere ait bölümde yer verilip, İslam’a ait kısımda böyle bir kelimenin telaffuz bile edilmemiş olmasıdır. (7)
Bize göre II. Vatikan kansılı toplantılarında alınan, dinler arası işbirliği veya diyalog kararlarının başlıca stratejilerinden birisi, yüz yıllar boyu Hıristiyan ve Yahudiler arasında görülen ve İkinci Dünya Savaşı yıllarında Adolf H itler tarafından yahudilere karşı irtikâbedilen "holocaust" (soykırım) olayı ile doruğa ulaşan düşmanlığın oluşturduğu buz dağlarını yavaş yavaş eritmek ve Yahudilere karşı sıcak bir yaklaşım sağlamaktır...
1948’de Filistin topraklan üzerinde kurulan İsrail Devleti, yahudilere karşı sürdürülen tarihi husûmetin tabii bir sonucu olarak, Vatikan tarafından tanınmamıştı. Zira Vatikan, Yahudileri Hz. İsa’nın kanından sorumlu tutuyorlardı.
Ancak, son otuz küsur yıldan beri Dünya politik konjöktüründeki değişmeler sebebi ile, Hıristiyan dünyasının İsrail’e karşı son derece sıcak bir yaklaşım içerisine girmiş olması, Vatikan’ı adetâ bu istikamette bir takım adımlar atmaya zorlamıştır...
Nitekim, iki yıl kadar önce, Vatikan ile İsrail arasında başlayan gizli temaslar 1993 yılında açık bir diyalog haline dönüşmüş, İsrail Dış
İşleri Bakanı Shimon Peres’in ve beş ay kadar önce de Başhaham Avraham Lao’nun Vatikan’ı ziyareti ile iki devlet arasında büyükelçilik seviyesinde diplomatik bir ilişki kurulması kararlaştırılmıştır...
Konu ile ilgili son gelişmeler hakkında bilgi almak amacı ile 19 Kasım 1993 tarihinde Vatikan’ın Ankara’daki Basın Ataşesi ile yaptığımız bir telefon görüşmesinde, sözünü ettiğimiz diplomatik ilişkilerin Aralık 1993 tarihinde gerçekleşmesi beklenirken, katolikler açısından Kudüs’ün statüsü ile ilgili bir anlaşmazlık olduğu, bu yüzden kararın 1994’ten önce gerçekleşmesinin beklenmediği ifade edilmişti.
Bu yakınlaşmada, II. Vatikan Karısılının aldığı üstü kapalı olarak "... Her halde etkili olmuştur..." biçiminde cevap veren diplomat, bu son olumsuz gelişmede, Kudüs’ün statüsünün dışında başka bir faktör rol oynamış mıdır? Mesela, son günlerde gündeme gelen ve Vatikan ve Naziler arasında sıkı bir ilişkinin bulunduğu iddialarına yer veren eserin (8) bir etkisi var mıdır?., şeklindeki sorumuzu da, "... Böyle bir kitabın yayınlandığını duydum... Henüz Kitabı görmedim. Esastan ben bu konularda uzman da sayılmam..." biçiminde bir yanıt vermiştir.
Mark Aarons ve John Loftus tarafından "Unholy Trinity" adı altında 1991 yılında Amerika’da yayınlanan ve Vatikan-İsrail yakınlaşması dolayısı ile son günlerde yeniden gündeme gelen sözkonusu kitapta İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Nazi suçlulannın Arjantin, Avustralya ve ABD’ye kaçırılmasında bizzat Papa Pius XII’nin direktifler verdiği, o gün papanın siyasî müşaviri olan ve daha sonra da "Paul VI" unvanı ile Papalığa kadar yükselen Monsignor Giovanni Montını’nin bizzat bu işe rehberlik ettiği belgelere dayalı olarak ileri sürülüyor. Rus, İngiliz, Amerikan ve Vatikan gizli servisinin faaliyet ve ilişkilerine, kilisenin dünya politikasında oynadığı role de dikkat çekilen eserde, binlerce Nazi suçlusunun adaletin pençesinden kurtulmasına yardım ettiği ve böylece modem tarihte adaleti engelleyen büyük bir güç olduğu belirtilerek ağır bir dille eleştirilen Vatikan, bu itham ve belgelere rağmen öyle gözüküyor ki, Yahudilerle gerçek bir diyalog kurma kararındadır.
Hıristiyan-İslâm diyaloguna gelince, doğrusunu söylemek gerekirse, Vatikan’ı bu teşebbüsünde pek samimi görmüyoruz. Bizi bu kanaate sevkeden sebeplerin başında, yukarıda analizini yaptığımız sözkonusu dökümanların da, İslâmla ilgili görüşleri bir yana, dünyanın gözleri önünde müslümanların insanî haklarının özellikle hıristiyanlar tarafından ihlal edildiği olaylar karşısında Vatikan’ın takındığı ibret verici tavn gelmektedir.
Diğer taraftan İslâm ülkelerine yöneltilen ve giderek yoğunluk kazanan Hıristiyanlık propagandalarıdır.
Mesela, iki yılı aşkın bir zamandan beri Bosna’da, sırf Müslüman olduklan için Hıristiyanlar tarafından katledilen 150.000 kişinin, namuslan kirletilen 55 bin kadının, topraklannın %80’i işgal edilip tahcîre mecbur edilen, çoğu çocuk, bir buçuk milyon Müslüma-nın; hastahaneleri, okullan, hatta mezarlıkları kurşun yağmuruna tutulan bu insanların acı dramı karşısında yüzü bile kızarmayan Hıristiyan Batının ve onun manevî liderlik mevkiini işgal eden Papalığın derin bir ölüm sessizliğine gömülmüş olması, bırakın diyalogu bir yana, dinler arası normal ilişkiler bakımından bile ibret verici değil midir? Sözkonusu İkinci Vatikan Kansılı dokümanlarında, "... Tüm insanlığın yaranna bansın, hürriyetin, sosyal adaletin, moral değerlerin korunması ve yükseltilmesi için birlikte gayret sarfedilmesi" çağrısını yapanlar bunlar değil miydi?
Buna mukabil yıllardan beri, Sudan’ın Güney kesiminde, Hristiyanları savunuyorum, diyerek devlete baş kaldıran, cinayetler işleyen ve Batının yakın desteği ile ülkeyi bölüp parçalamak amacında olduğu açıkça bilinen asi general John Garang’a sanki moral vermek, manevî bir yardımda bulunmak için 10 Şubat 1993 tarihinde bizzat bu ülkeye kadar giden Papa’nın, burada yaptığı konuşmada Hristiyanlara zulmedildiğini ileri sürüp Sudan Hükümeti’ni âdeta tehdit etmesini nasıl değerlendireceğiz?...
22.1.1991 tarihinde yayınladığı ve dünya çapında bir Haçlı Seferberliği ilanını andıran 153 sayfalık bildirisinde, kilise öğretilerini üçüncü dünyaya, hatta İslâm ülkelerine taşıyabilmek için, misyonerlerin yeni bir yaklaşımla aktivitelerini artırmaları çağrısında bulunmasına, Hz. İsa’nın misyonunun henüz tamamlanmadığını ileri sürerek, dünya genelinde hıristiyanlaştırma çabalannın aralıksız sürdürülmesine, kurtuluşun sadece katolik kilisesinde olduğuna dikkat çekerek, İslâm Ülkeleri dahil, misyoner ordularına yeni hedefler göstermesine ne diyeceğiz?... İşbirliği mi, diyalog mu, yoksa İslâm’a karşı ismi konulmamış yeni bir savaş mı?
Şimdi akla haklı bir soru geliyor... O halde, diğer dinlerle işbirliği ve diyalog çağrısını içeren II. Vatikan Karısılı dökümanlarında, Müslümanlara neden yer verilmiştir?..
Bu sorunun cevabı gayet açık... Yeryüzünde nüfusu bir mil-yan aşan bir kitleye böyle bir dokümanda iki paragraflık da olsa yer verilmemesi, işin stratejisi bakımından Vatikan adına çok büyük bir yanlışlık olurdu. Zira, Vatikan, bu dokümanlarda diğer dinlerle işbirliğinden söz ediyor.. Birileri çıkıp bu işbirliğinde müslümanlar nerede? diye kendilerini köşeye sıkıştırmaz mıydı? Her ne ise...
Bize göre bu strateji ile hedeflenen amaçlardan birisi de, Hıristiyanlığa bütün dinlerle işbirliği yapma arzusunda olan banşçı, uzlaşmacı, sevgi temeline oturan bir din imajı kazandırmak, müslümanların Hıristiyanlık propagandalarına karşı hassasiyetlerini kırmak, İslâm Ülkelerinde batı kültürünün meydana getirdiği tahribat ile, inançları ve geleneklerine bağlılıktan zayıflamış olan insanları, Hıristiyanlık adına kolayca avlayabilmektir...
Bu stratejinin diğer bir boyutu da, son yıllarda sık sık tanık olduğumuz gibi, İslâm’a uyuşmaz, insan sevgisinden yoksun, bir korku, bir vahşet, bir şiddet dini olduğu imajını vermek ve bu imajı evrenselleştirmektir.
Bu gayretlere özellikle, Yaser Arafat ve Yitzhak Rabin anlaşmasından sonra, maalesef, bazı İsrail yetkililerinin de açıktan katıldığı görülmektedir. (9)
Acaba bu, oluşmak üzere bulunan Hıristiyan-Yahudi diyalogunun yeni bir boyutu mudur?...
Bütün bunlara rağmen, biz diyoruz ki, birlikte yaşamak zorunda olduğumuz bu gezegende insanî ilişkilerimizin temeli olacak karşılıklı güven ve bansın temini için gerçek anlamda bir diyaloga ihtiyaç vardır...
Müslümanlar böyle bir diyalog için gerekli olan asgari müştereklere de sahiptirler. Zira onlar, Hz. Musa’ya verilen Tevrat’ın ve Hz. İsa’ya indirilen İncil’in Allah’ın Kelâmı olduğuna inanıyorlar. Eğer Hıristiyan ve Yahudiler de, samimi olarak böyle bir diyalogdan yana iseler, Kur’an-ı Kerim’in kendilerine, asırlar önce yaptığı ve ebediyyete kadar geçerli olan çağrısını bir defa daha hatırlamaları gerekir.
De ki, "Ey ehli Kitap, sizinle bizim aramızda müşterek bir kelimeye gelin, şöyle ki: Allah’tan başka bir mabut tanımayalım. Allah’ı bırakıp da bazılarımız bazılarımızı Rab edinmesin" Eğer buna karşı yüz çevirirlerse, o vakit şöyle deyiniz: "Şahit olun ki biz hakikaten Müslümanlarız."

Kur’an-ı Kerim, 3/64
2- Vatican Council 1!, the Conciliar and Post Conciliar Documents, General editor Austin Flannery, O.P. 1981 edition, DP. Dominican Pablications, U.S.A.
3- Vatican Council II, More Post Conciliar Documents, general editor, Austin Flannery, O.P. 1982, Newyork.
4- Nostra Aetae, 28 October, 1965, Vatican Council II. 1981 Edition Vol. I.PP. 738-749
5- Ibid.
6- Ibid.
7- Ibid.
8- Mark Aarons and John Loftus, Unholy Trinity, Newyork, 1991, St. Martin’s Perss.
9- 13 Eylül 1993 tarihinde Yaser Arafat ve Yitzhak Rabin arasında Washington da imzalanan anlaşmayı izleyen günlerde AT Ülkeleri yetkilileri ile yaptığı görüşme sırasında İsrail Dışişleri Bakanı Shimon Peresin irat ettiği nutku, sözkonusu katılımın tipik örneklerinden birisidir.