Makale

DİN VE VİCDAN HÜRRİYETİ HOŞGÖRÜ, BİRLİK VE BERABERLİK

PROF. DR. MUSTAFA ÇETİN/ Süleyman D. Üniv. İlahiyat Fak. Ögr. Üyesi

DİN VE VİCDAN HÜRRİYETİ HOŞGÖRÜ, BİRLİK VE BERABERLİK

Din ve vicdan hürriyeti insanın en tabii hak ve hürriyetlerinden birisidir. Din, kişinin kendi istek ve arzusuyla kabul ettiği bir sistemler bütünüdür, vicdan, sezgi, insanın iyi ile kötüyü birbirinden ayırmasına yarayan bir duygu anlamlarına geldiği gibi, inanç anlamına da gelmektedir.
Din ve vicdan hürriyeti, İslam’ın iki ana kaynağı olan Kur’an-ı Kerim ve Hz. Peygamber’in hadislerinde geniş ölçüde yer almaktadır. Bu olgu aynı zamanda anayasamızda da kesin bir şekilde belirtilmektedir.
Allah sözü olan Kur’an-ı Kerim’de hoşgörüye büyük önem verilmekte, böylece insanlığın birlik ve beraberlik içerisinde yaşaması hedeflenmektedir. Hz. Peygamber de "Ben hoşgörülü doğru bir din ile gönderildim" diyerek bu gerçeği dile getirmekte, uygulamalarıyla da insanlığa açık bir örnek oluşturmaktadır.
Kesinlikle İslam’da din ve vicdan hürriyetini engelleyici, hoşgörüyü ortadan kaldırıcı, insanlığın birlik ve beraberliğini bozucu hiçbir husus yoktur.
Yurdumuzun kurtarıcısı, 75. Yılını kutlamakta olduğumuz Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk de din ve vicdan hürriyetine büyük ehemmiyeti atfeden, müsamahaya son derece değer veren İslam’ı ve onu insanlığa tebliğ eden Hz. Peygamberi övmektedir.
Atatürk, Hz. Muhammed (s.a.s.)M cezbeye tutulmuş sönük bir derviş şeklinde gösteren bir eser hakkında "... Bu gibi cahil adamlar, onun yüksek şahsiyetini ve başarılarını asla kavrayamamışlardır. Anlamaktan da çok uzak görünüyorlar. O, Allah’ın birinci ve en büyük kuludur. Onun izinde bugün milyonlarca insan yürüyor. Benim, senin adımız silinir, fakat sonsuza kadar O, ölümsüzdür" diyor. (Ut-kan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, Ankara, 1971, s. 206-208)
Yine Atatürk; "Cenab-ı Peygamber hatem-i enbiya olmuştur ve Kitab’ı Kitab-ı ekmeldir diyerek, Kur’an-ı Kerimin tam bir ilahi kitap olduğunu belirtmektedir" (Bkz. Gazi Mustafa Kemal, nutuk, (muhteviyatına ait vesaik) Ankara, 1927, s.269-271, vesika no-, 264 eski harflerle.)
Kur’an-ı Kerim prensip olarak herkesin dininin kendine ait olduğunu Kafirun süresindeki "Sizin dininiz size, benim dinim de bana aittir" sözleriyle vurgulamıştır. Bu ve benzeri ifadelerden de anlaşıldığı üzere İslamiyet temelde hoşgörünün vazgeçilmez bir ilke olduğunu, kesinlikle baskıya ve baskıcı bir tutuma geçit vermediğini açıkça belirtmektedir.
Dinde Zorlama Yoktur
İnsanlık dini olan İslâm’da zorlama yoktur. Müsamahaya son derece önem veren bu yüce dinin prensibi, insanın serbest olarak iman etmesidir; gönülden istemeyen herhangi bir kişinin inanması için baskı yapılması da müslümanlıkta söz konusu değildir. Dinin tarifinde de görüldüğü üzere-, o, akıl sahiplerinin kendi istek ve arzularıyla kabul ettikleri ilâhi bir kanundur.
Gerek Kur’an-ı Kerim’de, Hz. Peygamberin sözlerinde ve gerekse on beş asırdan beri yapılan tatbikatta bu husus açık bir şekilde görülmektedir. Müslüman ordular, fethettikleri ülkelerde yaşayan insanları ibadetlerinde serbest bırakmışlardır.
Aslında İslâm’da savaşlar, başka dinlerde olan kişileri zorla müslüman yapmak için değil, aksine, onların maddi ve manevi hak ve hürriyetlerini korumak, kendi dinlerinde serbest olarak hareket etmelerini garantiye almak içindir. Böyle olduğundan dolayıdır ki, başka dinlere mensup pek çok insan, hiçbir baskı altında kalmaksızın, yalnız kendi hür irade ve arzularıyla müslüman olmuşlardır.
Dinde baskı yapılamayacağını Allah Teâla şöyle beyan etmiştin "Dinde zorlama yoktur. Doğru ile eğri birbirinden ayrılmıştır. Kim tağutu inkar eder, Allah’a inanırsa, kopması mümkün olmayan en sağlam kulpa tutunmuş olur. Allah, hakkıyla işiten, hakkıyla bilendir."111
Kaynaklarda, bu âyetin nüzul sebebiyle ilgili olarak çeşitli nakiller yer almaktadır. Konunun açıklığa kavuşturulabilmesi için bunları hülâsa olarak nakledelim:
İslâm’dan önce Medineli bir kadın, çocuğu olmaz yahut olur da yaşamazsa, çocuğu olduğu takdirde, onu Yahudî dîni üzere yetiştirmeye ve Yahudî yapmaya söz verirdi. İslam geldiği zaman Medineli Ensar arasında çocukları bu şekilde Yahudî olmuş aileler vardı. Bir Yahudî kabilesi olan Be-nû Nadîr, hicretten sonra Medine’den ihraç olundukları sıralarda, aralarında Yahudî dinine girmiş Ensar çocukları da bulunuyordu. Ailelerin, bu çocukları Yahudiler arasında bırakmamak için İslâm’a girmelerini isteyip onları buna zorlayınca bu âyet-i Kerime nazil olmuştur. 21 el-Huseyn el-Ensârînin islâmiyetten önce Hristiyan olmuş iki oğlu vardır. Bunlar, yanlarında Ensar’dan bazı kişilerle birlikte yiyecek almak için Medine’ye geldikleri zaman, babaları: "Müslüman olmadan sizi bırakmam" demiş-, fakat onlar buna yanaşmayınca, Hz. Peygamber’e başvurmuştur. Babanın: "ben bakıp dururken benim parçalarım ateşe mi girecekler?" demesi üzerine "Dinde zorlama yoktur" ayeti nazil olmuştur.3
Kur’an-ı Kerim ayetlerinden herhangi birinin indirilmesinde her zaman tek bir olayın amil olduğu düşünülemez. Bir âyetin nüzulünün sebebi tek olduğu gibi, birkaç olayın hepsine çözüm getirecek şekilde de indirilmiş olur. Yukarıdaki âyette de durum böyledir.
Bu rivayetlerden anlaşıldığına göre, İslam’dan önce Yahudilik ve Hıristiyanlığa girmiş olan bazı kişilere, aileleri veya diğer müslümanlar tarafından İslam’a girmeleri için baskı yapılınca, bu ayet indirilerek zorlama yasaklanmış, aynı zamanda Kur’an’ın bu hükmü bütün insanlara teşmil edilmiştir. Zira sebebin hususi olması, hükmün umumi olmasına mani değildir.
Burada şu hususun da belirtilmesinde yarar vardın Dinde zorlamanın yasaklanması hükmü, başka dinlere mensup kişiler hakkındadır-, Müslümanların kendi aralarındaki olayla ilgili değildir. Âyetin mânası bu şekilde değerlendirildiğinden dolayıdır ki, asırlarca, başka dine bağlı olan kişilerden kimse, hiçbir devirde ve hiçbir yerde müslüman olması için zorlanmamıştır. Başka din mensuplarından çoğu, kendi dinlerinde ve milletlerinde görmedikleri bu müsamaha karşısında şaşırmışlar, buna hayran olmuşlar, tabiî, umûmi ve ilâhi bir din olan İslam’ın yüceliğini itiraftan kendilerini alamamışlardır. Yine, müminlerin hak ve hürriyete önem veren İslam’ı, hayatlarında tatbik edişlerindeki incelik ve nezaketi gören kişiler, onların bu örnek davranışlarına imrenerek İslam’a girmişlerdir.
Müslümanların kendi aralarındaki münâsebetlerde tatbikat daha başka olmuştur. Dinin ortaya koyduğu kaidelere uymayan, emir ve yasakları hiçe sayan, güzel ahlâkla bağdaşmayan davranışlarla başkalarına zarar veren ve toplumun huzurunu kaçıran Müslümanlar, diğer müslümanlar tarafından uyarılmış, kendilerinden hareketlerini düzeltmeleri istenmiş, ge-1 rektiğinde de zor kullanılarak doğru yolda yürümeleri sağlanmıştır.
Bunun iyi bir örneği, Hz. Ebube-kir’in mürtedler (dinden dönenler)’e karşı takındığı tavırda görülmektedir. Müslüman olan Esed, Gatafan ve Tayy kabileleri, Hz. Peygamber vefat ettiği ve Hz. Ebubekir halife olduğu zaman, tavır değiştirerek, diğer ibadetleri yapmaya devam edeceklerini, fakat, artık zekatı vermeyeceklerini söylemişler, yapılan çeşitli temaslara rağmen, vermemekte direnmişlerdir. Neticede, Halife onlarla savaş yapmak mecburiyetinde kalmış ve onlardan zekatı zorla almıştır.
Bu tatbîkat, dinde zorlama anlamında değildir. İdareye karşı direnen, isyan ederek devleti yıkmak ve milletin düzenini bozmak isteyen sorumsuz kişilere gereken dersi vermek ve onları disiplin altına almaktır.
Bu ayetin hükmüne göre, İslam’da başka dine mensup olan kişi, kendi dininden döndürülerek zorla iman ettirilemez. Zîra imân kalp işidir. Allah’tan başka hiç kimse Allah ile kul arasına giremez 151 ; kimse kimsenin vicdanına hükmedemez. Herkes istediğine inanmakta şerbettir. Bir kişinin aklı erdirilip ikna edilmeden, zorla İslâm’a sokulmaya çalışılması hiçbir yarar sağlamaz; onun yapacağı amel ve ibaretlerden de hayır gelmez. Önemli olan, bir kişinin fikren hazırlanması, aklı yattığı ve gönlü sevdiği zaman isteyerek iman etmesi ve müslüman olmasıdır. Bu şekilde inanan kişiye, maddi ve manevi hiçbir güç, hiçbir baskı ve zorlama tesir etmez. Zorbaların işkencelerine karşı, dışından ve dil ucundan şeyler söylese de kafasındaki fikirler kesinlikle sökülüp atılamaz; kalbindeki imanda en ufak bir değişiklik meydana gelmez. Nitekim, Mekke Müşriklerinin Müslümanları İslam’dan döndürüp tekrar puta tapmaları için yaptıkları insanlık dışı işkenceler, onlar üzerinde hiçbir tesir icra etmemiş, bu zulümler onların imanlarını daha da güçlendirmiştir.""
Aslında, dinde zorlamaya gerek de yoktur; zira, hak ile batıl birbirlerinden ayrılmıştır. Allah insana akıl vermek suretiyle diğer yarattıklarından üstün kılmıştır. O, bu nimet sayesinde iyiyi kötüden ayırabilir; asılsız şeylere inanmaktan vazgeçip hakka yönelir ve İslam ile şereflenir. İmandan sonra, kulluk görevinin nasıl yapılacağını ise, vahiy mahsûlü olan Kitap ve sünnetten öğrenir. Aklını kullanan kişi, "tağufu red ve inkâr ederek sağlam kulpa yapışmış olur.
Ayette geçen tâğût kelimesi, şeytan, put ve benzeri anlamlara geldiği gibi, insanın Allah’a karşı isyan etmesine ve hak yoldan ayrılmasına sebep olan pek çok şeyi de içine alır. Yine tâğût, bir düşünce, bir heves, bir şahıs, para ve mal-mülk hırsı, şan-şöhret arzusu gibi insanı isyana götüren şeyler demektir.171 Şayet bunlar, insanı Allah’a isyana götürürse, o zaman onların herbiri onun tâğûtu olur. İşte erginlik çağına gelen kişi aklını kullandığında, yüce bir Yaratıcı’nın varlığını bulabilir-, hak dine yönelir, düşüncesizce hareketlerden kaçınarak tâğût’un oyuncağı olmaktan kurtulur. Gerçekte, başka dine mensup kişilerin İslâm’a girmeleri için zorlamasında hiçbir yarar yoktur. Aksine pek çok zarar vardır.
Yukarıdaki ayetin anlamı diğer bazı âyetler tarafından teyid edilmektedir. Örneklen "Eğer Rabb’ın dileseydi, yeryüzündeki herkes îmân ederdi. Böyle olunca sen, bütün insanları, mü’min olsunlar diye zorlayacak mısın?" 181 Burada kimsenin, başkasının zorlamasıyla iman etmeyeceğine işaret edilmektedir.
Âl-i Imrân 20, Gâşiye 21-22. ayetlerinde ise, Hz. Peygambere dini tebliğ görevi hatırlatılarak, insanlar üzerinde zorlayıcı olmadığı bildirilmiştir. Bu ayetler de göstermektedir ki, peygamberlerin vazifeleri, insanların inançları üzerinde baskı kurmamaktadır. Nitekim, peygamberler, dini tebliğ görevlerini bu şekilde yerine getirmişler, inanan ve inanmayan herkese karşı iyilikte bulunmuşlar, herhangi bir ayırım yapmamışlardır.
Cihad ve Allah yolunda savaşa gelince; onun, müslümanlara farz ve yerine getirilmesi gereken bir görev olmasının sebebi ise, gayri müslimleri zorla imana sokmak için değil, fitneyi ortadan kaldırmak, ve dinin yalnız Allah için olmasını sağlamak içindir. Zira fitne, maddi ve manevi her şeyin düşmanıdır. Onun bulunduğu yerde hiçbir müsbet hareket yapılamaz. Fitneyi ve her türlü anarşiyi ortadan kaldırmak ve insanlığın huzurunu temin etmek için gerektiğinde savaş yapılması kaçınılmaz bir vazifedir. Bunun, insanın inancı üzerinde baskı anlamına gelen dinde zorlama (ikrah) ile hiçbir ilgisi yoktur.
Hz. Peygamber pek çok hadislerinde, Allah yanında en makbul ve en sevgili dinin İslam olduğunu, onun da, müsamaha ve kolaylığı prensip kabul ettiğini beyan etmiş, bu yüce dine, insanın zorlanarak değil kendi isteğiyle gireceğini bilhassa belirtmiştir.’"
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında da din ve vicdan hürriyeti açık bir şekilde yer almaktadır. Anayasanın ikinci kısım, 24. Maddesinde bu husus şöyle belirtilmektedir: "Herkes, vicdan, dini inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir... Kimse ibadete, dini âyin ve törenlere katılmaya zorla namaz, dini inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz... Kimse, devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasi veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun din veya din duygularını, yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz. (TC. 1982 Anayasası, 1987 değişiklikleri itibariyle, s.24)
Sonuç olarak, anayasamıza ve İslam’ın şaşmaz prensibine göre, dinde zorlama yoktur; Hoşgörü vazgeçilmez temel esastır. Hiçbir kimse, baskı altında inandırılamaz. İslam’ın din ve vicdan hürriyetine verdiği önem, başka hiçbir dinde yoktur. Bunun için, çağımızda tefekkür gücü yüksek, kültürlü insanlardan İslam’ı inceleyen pek çok kişi müslümanlığı seçmektedir. 10

(1) Bakara, 256.
(2) Ebu Dâvûd. Sünen, Cihad, 116.
(3) Taberi, Tefsir, III, 14; Talat Koçyiğit-lsmail Cerrahoğlu. Kur’an-ı Kerim Meal ve Tefsiri. Ankara 1984-1, 509.
(4) Taberi, Tarih. Brill 1890, IV, 1894.
(5) Enfal, 24.
(6) ibn Hişam, es-Siratü’n-Nebeviyye, Mısır 1936.I, 399 vd.
(7) Rağıb, Müfredat, tahkik: Nedim Mar’aşiı, Dâru’l-Fikril-Arabi, ths. 314, T. Koçyiğit i. Cer-rahoğlu. a.g.e.. I- 511, 512.
(8) Yunus, 99.
(9) Buhari, İman, 29; Ahmed b. Hanbel, Müsned,
III, 433-, IV, 206; Ayni, Umdetul-Kâri, İstanbul 1308/1809, ı, 274-278. Ahmet Naim-Ka-mil Miras, Tecrid-i Sarih, Tere Ankara 1957. I, 47,48.
(10) Geniş bilgi için bkz. Fahruddin er-Razi, Ma-fatihul-Gayb Kahire, 1337/1918. XVII, 14, 15: M. Cemalüddin el-Kasimi, Mehasinu-t Tevil, Mısır 1957, III, 665. M. Abduh-Reşid Rıza, Tefsiru’l-Menar, Mısır 1366/1946, III, 36-, M.H. Yazır, Hak Dini, İstanbul 1938, I, 860-871; A. H. Akseki, İslam, 367-371.