Makale

Yaradan ile Kul Arasındaki Manevi Köprü DUA

Yaradan ile Kul Arasındaki Manevî Köprü
DUA

HALİL Karlık
M.E.B. Din Öğretimi Genel Müdür Yardımcısı

Duâ, fıtrî ve psikolojik bir ihtiyaçtır. İnsanlık tarihinin her devrinde insanlar, bu ihtiyaç ile iç içe yaşamıştır. Nasıl ki, insan, fıtratı icabı üstün bir kudret ve güce inanmaya muhtaç ise, aynı biçimde o, her zaman duâ etmek ve O’na sığınmak ihtiyacı içerisinde olmuştur. Bunu da, insanoğlu çeşitli şekil ve yollarla karşılamaya çalışmıştır tarih boyunca. Bütün bunlar, tarih ve sosyoloji ilminin de, dinin de ortaya koymuş olduğu birer realitedir.
Kelime olarak duâ; "Allah’a yalvarma, niyaz."(1), "Davet etmek, çağırmak, Allah’tan inayet, rahmet, nusret ve selâmet istemek, rızık ve afiyet talep etmek"(2) gibi manalara gelir. Dini terim olarak ise, "Kulun bütün benliğiyle yüce yaradana yönelerek O’ndan istek ve dilekte bulunması ve bu amaçla icra edilen bir ibadet şekli"(3) olarak tanımlanır.
Duâdan maksat, ihlâs ve samimiyetle her türlü halimizi Allah’a arzetmek ve O’na niyazda bulunmaktır.
İnsan doğar, ömrü varsa büyür, yaşlanır ve sonunda da ölür. Bütün diğer canlı varlıklar da aynı İlâhî kanuna tabidir. Ancak insanın sahip olduğu akıl, algı gücü, duygu, düşünce, istek ve eğilimleri gibi özellikleri yüzünden öteki canlılardan ayrılır. İnsanı sürekli olarak çalışmaya, gayret göstermeye ve onu çeşitli davranışlara motive eden de, hayatını devam ettirmesi için gerekli olan ihtiyaçlarıdır. Kimi zaman bu ihtiyaçların bazılarını temin eder. Ancak bu defa başka ihtiyaçlar ortaya çıkar. Kimi zaman da bazı ihtiyaçlarının karşılanması hiç mümkün olmayabilir. Bu durum, o kimsenin hem mutsuzluğuna, hem de sağlığının bozulmasına sebep olabilir, işte bu yüzdendir ki, insanın her zaman ve her yerde duâya ihtiyacı vardır. Duâ, insanların en büyük teselli ve ümit kaynağı olmaktadır. İnsanı sıkıntılardan, mânevî buhranlardan ve ruhî bunalımlardan koruyan bir sığınaktır. Yüce Yaratıcıya sığınmanın, O’na bağlanışın ve Allah iradesine teslimiyetin en güzel örneğini teşkil eden bir ibadettir. İçtenlikle inanarak icra edilen bu ibadetin ilk meyvesi de insanın gönlünü mesrur etmesi ve ruhuna zindelik kazandırmasıdır. Çünkü duâ, insanı Allah’a yaklaştıran en önemli bir vasıtadır.
İnsan, bütün çalışma ve işlerinde sadece Allah’a güvenerek, her şeyi yapan ve yürütenin O olduğunu, varlık sahasında yalnız O’nun hükmünün geçerli bulunduğu düşüncesiyle yaratıklara değil, yaratana kul olacak ve O’ndan yardım dileyecektir. Bu da, duâ ile olur. Duâ her şeyde ve her işte Allah’a sığınmanın, O’ndan yardımını istemenin en özlü ifadesidir. Allah’a bu şekilde ve bu denli bağlanış, Allah’ın iradesine teslimiyetin, O’na olan sevgi ve bağlılığımızın; her işimizde sadece O’ndan yardım dilediğimizin teyididir. Yüce Rabbimize kulluğumuzun tezahürü olan bir ibadettir. Çünkü Kur’an-ı Kerim de, "Bana duâ edin. Size icabet edeyim. Zira bana ibadetten büyüklük taslayıp uzaklaşanlar hor ve hakir cehenneme gireceklerdir."(4) buyrulmaktadır.
Kudsi bir hadiste, "Yüce Allah buyurdu: Ben kulumun benim hakkımdaki zannı ne ise öyleyim. Kulum beni zikrettiği zaman, ben onunla beraberim. Allah kulunun tövbesi ile, birinizin çölde kaybettiği devesini bulduğu zamanki sevincinden daha çok sevinir ve ferahlar. Bana bir karış yaklaşana ben bir arşın yaklaşırım. Bana bir arşın yaklaşana ben bir kulaç yaklaşırım. Kulum bana yürüyerek gelirse ben ona koşarak geiirim."(5)
Duâ ile ilgili bir ilâhî hadis de şöyledir:
"Ellerini bana kaldırıp duâ eden kulumun ellerini boş çevirmekten haya ederim."
(6) Diğer ilâhî bir hadisde de, "Allah Teâlâ kulum beni zikrettikçe ve dudakları benim zikrimle kıpırdadıkça ben kulumla beraberim.“(7) buyrul- maktadır. Kur’an-ı Kerim de de, Allah’ı zikretmenin en büyük ibadet olduğu belirtilmiştir.(8)
"Duâ ibadettir."(9) Aynı zamanda ibadetlerin özü ve başıdır. Nitekim Peygamberimiz (S.A.S.)in, "Duâ ibadetin özüdür" hadisi de buna işaret eder.(10)
Niyet, ihlâs, samimiyet ve devamlılık gibi hususlar, duanın temel unsurlarıdır. İnsanın sevgi ile Allah’a yönelmesi, O’na bağlanması; inançla, güvenle kendisi ve başkaları için iyilik ve hayır temennisinde bulunması, gerçekten güzel ve her zaman istenilen bir davranıştır. Bu, Allah’ın azâbından rahmetine, gazâbından rızasına uzanış ve sığınışın önemli yoludur. Nitekim Hz. Peygamber (S.A.S.) de, "Allah’a duâdan daha kıymetli bir şey yoktur."(11) diyerek, duânın lüzum ve önemini belirtmişlerdir. Duânın en güzeli de, kişinin başkaları hakkında yapmış olduğu duâdır. Başkaları için hayır dilemek, iyiliği için duâ etmek güzel bir iştir. Bu, hem duâ edenin, hem de duâ edilen kimselerin yararına olan bir davranıştır. Meselâ; başkalarının iyiliği için duâ eden kimselere meleklerin, "Amin" diyecekleri ve "Bunun benzeri sana da ölsün" diye o kimse için aynı ile duâ edecekleri bilinen bir vakıadır. Hele hele bu duâ, ana-babanın evlâdı için yaptığı bir duâ ise, Peygamberimiz (S.A.S.) bu konuya işaret ederek bir açıklık getirmiştir:
"Üç kimsenin duâsı makbuldür, kabul edileceğinde şüphe yoktur: Zulme uğrayanın duâsı, yolcunun duâsı, anne-babanın çocuğu için duâsı (12). Hz. Peygamber (S.A.S.)’in, bir diğer hadisinde, "Anne babanın çocuğu hakkındaki duâsının kabul edileceğinde şüphe olmadığını"(13) belirtmişlerdir.
Bu evrende, insanın ahenkli, düzenli ve dengeli yaşamasında duâ büyük önem taşımaktadır. Çünkü insan, maddi ve manevi yönden pek çok istekleri olan ve bunları temine çalışan bir varlıktır. Onun her türlü çalışmalarında karşılaştığı zorluk, güçlük ve sıkıntıların aşılmasında duâ, onun için büyük bir kuvvet ve destek kaynağı olur. Çünkü duâ, insan için manevi bir ilaçtır. İnançla yoğrulmuş, içtenlikle yapılan duâlar, ruhu besler, yüceltir. İnsanı Allah’a yöneltir. İnsanın ruhunu ferahlatır. Sürekli olarak insanın Allah’a bağlanmasını sağlar. Böylece insanı rahatsız eden kötü düşüncelerden uzaklaştırıp, disiplinli olmaya ve ölçülü hareket etmeye yöneltir. Bu bakımdan duâ, yüce dinimizin ıslâh edici esaslı kurallarından biridir.
Kısaca; Allah’a sığınma, ruhun Allah’a yücelişi ve O’nun her şeyde yardımını dileme (isteme) demek olan duâ, hem İlâhî bir istek, hem de ruhî (psikolojik) bir ihtiyaçtır. Duâ Rabbimizin emridir. Nitekim Hz. Peygamber (S.A.S.) de, "Kim Allah Teâlâ’ya duâ etmezse Allah ona gazab eder (14) buyurmaktadır.
En ibtidaî (ilkel) insanlardan, en gelişmişine kadar insanların duâya ihtiyaç duyduklarını ve bunun gözardı edilemediğini, Dinler Tarihi göstermekte- dir.(15)
Bütün bunlardan anlaşılıyor ki insan, her zaman yüce yaratıcısına sığınmaya, isteklerini bildirme ve yardım dileme durumundadır. Böylece kendini rahatsız eden hadiselerden bir an uzaklaşıp, Yüce varlığa bağlanır ve O’na teslim olur. Bu durum, onun mutluluğunu sağlar. Bazen de her şeyin aslını huşû içinde düşünür, şükreder ve bunun sonunda bir takım dilekler de bulunur. Duânın bir başka şekli de; her şeyin yaratıcısı olan Yüce Allah’a karşı gösterilen sevgi ve ibadet şeklinde olur. Bu durumda duâ, insanın görünmez bir varlıkla, var olan her şeyin yaratıcısıyla, hepimizin kurtarıcısı ve koruyucusuyla ilişki kurmak için yapılan çabayı gösterir. Öyle ise duâyı, ruhun Allah’a yükselişi şeklinde tanımlayabiliriz. Buna göre duâ, ezberlenmiş, basit formüllerle değil, kalbten gelen bir sevgi ile, bilinçli olarak Allah’ı düşünmek, kendinden geçerek O’na yalvarmak, O’ndan bir şeyler istemektir.
O halde duâ, sevgiyle, aşkla ve cân’ı gönülden yapılmalıdır. Ancak duâ edilen şey, hemen olmazsa, kabul olmadı diye duâdan vazgeçilmemelidir. Çünkü Cenab-ı Hak, neyi, ne zaman ve nerede vereceğini bizden daha iyi bilir, bu yüzden bizim üzerimize düşen görev, önceden samimi ve ihlas ile istemek ve sonucunu Allah’tan beklemektir. Şüphesiz sabırlı olan insan, sabırlı olmayandan veya sabrı az olandan daha iyidir. Çünkü sabırlı olanlar, daima kazanır ve kârlı çıkarlar.
Duâda riayet edilmesi gereken bazı önemli metodlar şöy- lece özetlenebilir;
- Duâya Allah’ın adı ile başlamak,
- Duânın kabul olacağına inanarak, Allah’ın yardımına güvenmek,
- Duâ da sesi yükseltmemek,
- Kutsal gün ve vakitleri gözetmek,
- Yüzü kıbleye dönük duâ etmek,
- Akıl ve mantığın kabul etmeyeceği şeyleri istememek,
- Kabul edileceğine inanmak,
- Huşû içinde duâ etmek.
---------------------------------

(1) Develioğlu Ferit, Osmanlıca-Türkçe Sözlük, Ank. 1962; Ş. Sami, Kâmus-ı Türkî, 1st. 1317.
(2) Kadri H. Kâzım, Büyük Türk Lügati, 1st. 1928.
(3) İslam Ansiklopedisi, C.9, s. 529.
(4) el-Mü’mirı, 60; el-Bakara, 152, 198; el-Ahzab, 41.
(5) Müslim, VIII, 235.
(6) Erdem H. Nüsnü, İlâhî Hadisler,
Arık. 1952, s. 17.
(7) A. Davudoğlu, Selâmet Yolları, IV, 438,1st. 1965
(8) el-Ankebut; 45.
(9) Sahihu’t-tirmizi, Duâ, 1.
(10) Selamet Yolları, IV, 449.
(11) Gazâlî Ihyâû Ulümi’d-din, Mısır, tarihsiz, 1, 304; Selamet Yolları,
IV, 449.
(12) el-Edebü’l-Müfred, 1, 41-42
(13) a.g.e., s.41-42.
(14) Ibni Mâce, Sünen Ibn Mâce, Mısır, 1313, 11, 223.
(15) Bkz. fazla bilgi için, Cilacı, anılan eser.