Makale

Bir eğitim ve hayır müessesesi DARUŞŞAFAKA

Bir eğitim ve hayır müessesesi
DARUŞŞAFAKA

Doç. Dr. Nesimi Yazıcı
Ankara Üniv. İlahiyat Fakültesi
Öğretim Üyesi

Ülkemizin yenileşme hareketleri içerisinde önemli bir dönüm noktası olan ve hakkında çok şeylerin yazıldığı Tanzimat’m bir bakıma gerçek başlatıcısı olarak kabul edilen II. Mahmud (1808-1839), daha Yeniçeriler ‘in kaldırılmasından önce, 1825 te yayınladığı bir fermanda, küçüklerin eğitim-öğretim konusuna dikkatleri çekiyor. Burada Padişah, bir kısım ana-babaların, çocuklarını yeterli ilköğretimlerini tamamlamadan, daha din ve diyanetleri konusunda asgarî bilgileri almadan bir sanat öğrensin diye çırak olarak verildiklerini ifade ediyor. Bu durumun mahzurlarını ortaya koyan II. Mahmud, bu konuda başta mahalle imamları olmak üzere, çoğu imam veya dinî tahsil görmüş olan mahalle mektepleri hocalarını, esnaf kethüdalarını, esnafı ve nihayet kadıları uyarıyor. işte ülkemizde ilköğretimin bütün tebea için mecburiyeti meselesi, böylece resmen gündeme gelmiş oluyor.
Bu vesile ile bizim hatırlatmak istediğimiz husus, bu sırada yetim, kimsesiz çocukların da unutamadığıdır. Nitekim Padişah, bu konu üzerinde de önemle duruyor ve yetim çocukların esnaftan veya halktan kimin bakım ve gözetimine verilmişse, onun tarafından yetişkinlik çağına kadar günde iki defa okula gönderilmesinin mecburî olduğunu bildiriyor. Böylece onlar da, yetim olmanın handikaplarından korunacaklar, ilerideki hayatlarında vatanlarına, milletlerine, dinlerine hayırlı birer kişi olarak yetiştirilebileceklerdir.
Tarihimizin değişik dönemlerinde yetim çocukların, kız-erkek ayırımı yapılmaksızın eğitim- öğretimleri, bakılıp büyütülmeleri netice itibarıyla cemiyet fertlerinin hepsinin mensup oldukları toplumun hayrı istikametinde yetiştirilmeleri yönünde değişik teşebbüs ve uygulamalarla karşılaşıyoruz. Bunların bir kısmı hedeflerini tam olarak bulamamışsa da, içlerinde uzun süreler halinde, toplumumuzun bakımına muhtaç yetimlerine hizmet sunan başarılı girişimler de çoktur. Nitekim 1838 de ülkemizde bugünkü ortaokulların dengi rüştiyeler açılmaya karar verildiğinde konu dönemin ilgili resmî kurullarında etraflıca görüşülüyor. Bu sıra yetim ve kimsesiz çocuklar için Guraba Mektebi adı ile iki yatılı okulun açılmasına karar veriliyor. Meclis-i Umûr-ı Nâfia’nın daha sonra Padişah Abdülmecid (1839-1861) tarafından da onaylanan raporundan konumuzla ilgili kısma burada yer verelim: "Ve bî-kes olansıbyân ve kimsesiz eytâm içün leylü nehâr ikâmet etmek ve sâye-i merâhim-vâye-i şahanede infâk olunmak üzere taraf-ı eşref-i cenâb-ı mülûkâneden müstakilce iki adet gurabâ mektebi tanzimiyle sokaklarda serserî geştü güzâr eden etfâlin zikrolunan mekteplere alınması..." (Takvim-i Vekayi, Def’a 176, 21 Z.kâde 1254). Fakat bu teşebbüs bir temennî olmaktan ileri geçememiştir.
Aradan yirmi beş sene geçtiğinde Midhat Paşa’nın Niş’te kurduğu ve adını Bakara Sûresi 220. âyetinden aldığı Islahhane ise verimli bir teşebbüs olmuştur. Niş’i diğerleri takip etmiş, yer yer Rusçuk örneğinde olduğu gibi kızlar için de ayrı Islahhaneler açılarak ve din ayırımı yapılmaksızın bu ülkenin bütün yetimlerine, kimsesizlerine parasız eği- tim-öğretim imkânı sunulmuştur. Bu kurumlar o derece rağbet görmüş ki, anası-babası olan çocukların da kabulü yönünde yoğun baskı gelmiş, bunun üzerine onların da buralarda eğitilmeleri, gerekli masraflarını karşılamaları kaydıyla kabul edilmiştir. Küçük yaşta bir suç işlemiş çocukların cemiyete kazandırılmaları istikametinde de bu kurumlardan faydalanılmıştır.
Fakat yakın tarihimizde yetim çocukların eğitim-öğretimleri denildiğinde hepimizin hemen hatırladığı bir müessese var ki, o da Daruşşafaka’dır. Devirler değişmiş, devlet yıkılmış, devlet kurulmuş, Daruşşafaka bir ilim ve irfan ocağı olarak kapılarını müslüman toplumun yetimlerine daima açık tutmuştur. O sayede nice yok olacak veya kötü yollara gidebilecek olan yetim bu topluma kazandırılmış, ülkemize önemli hizmetler yapmışlardır. Geliniz sizinle bu çok değerli irfan kurumunun geçmişi üzerine bir pencere aralayalım. Hangi ihtiyaçtan, nasıl doğdu? Hangi hamiyet per- ver düşüncelerin uygulamaya geçirilmesiyle, ne gibi sonuçlar verdi? Bunları görmeye çalışalım.
Daruşşafaka, ilk adıyla Daru’ş- Şafakati’l-lslâmiyye (Müslümanların veya İslamların Şefkat Evi), Cemiyet-i Tedrîsiyye-i İslamiyye adlı bir dernek tarafından kuruldu. Tanzimat döneminde Osmanlı başkenti İstanbul’da, gayri müslim toplulukların kiliselere bağlı olarak kendi yetim ve kimsesiz çocukları için kurulmuş değişik organizasyonları bulunmaktaydı. Geçmiş dönemlerde çeşitli vakıflarla Müslüman çocuklarına hizmet etmek amaçlandıysa da, bu hizmetlerin yeniden teşkilâtlandırılması gereği ortaya çıkmıştı. İşte bu sırada Kapalı- çarşı’daki esnaf çırakları bir grup hamiyet perver Müslüman Türk aydınının dikkatini çekti. Bu çocuklar sabahlan işlerine geldiklerinde çarşı kapılarının açılışını, çevrede veya kahve köşelerinde, vakitlerini boşu boşuna zayî ederek beklemekte idiler. Bunlara nasıl faydalı olunabileceği, ileride kendilerine lüzumlu, okuma- yazma, hesap, ilmihal bilgileri gibi bazı malumatın nasıl aktarılabileceği düşünüldü. Bunun üzerine 30 Mart 1864’te "Etfâl-i müs- limîne vesâir istid’a edenlere akâid-i Islâmiyye ile beraber mukaddimât-ı ulûmu tedris" etmeyi hedefleyen Cemiyyet-i Tedrîsiyye-i İslâmiyye kuruldu. Tarihimizde izin alarak kurulan ilk dernek olan Cemiyet-i Tedrîsiyye-i islâmiyye öncelikle Bayezit’de Simkeşhâne’deki Valide E met u İlah Kadın Mektebini, söz konusu çırakların boş zamanlarda eğitim-öğretimleri için açtı. Bu hayırlı teşebbüs kısa zamanda çok geniş rağbet ve takdir gördü. Nitekim Aksaray’da da bir başka okulun kurulması gerekti. 1865-1873 arasındaki bu verimli çabaların bir ileri merhalesi Da- ruşşafaka’nın açılmasıdır.
Daruşşafaka; Sakızlı Ahmed Esad Paşa’nın Paris’ten dönmesinden sonra, Cemiyet-i Tedrîsiyye-i İslâmiyye’ye katılması ve bu derneğin çabalarını ilk, orta ve liseyi birlikte içerecek, modern bir eğitim-öğretim kurumu oluşturma yönüne sevk etmesinin sonucunda ortaya çıktı. Tamamıyla yetim Müslüman kız ve erkek çocuklara hizmet verecek modern bir okul olarak düşünüldü. Yerinin seçiminde çok titiz davranıldı. Güzel bir proje hazırlatıldı, inşaatın eksiksiz gerçekleşmesi için büyük özen gösterildi. Nihayet arzulanan hedefe 28 Haziran 1873’te ulaşıldı ve derhal eğitim-öğretime başlandı.
Gerçi Daruşşafaka’ya düşünüldüğü şekli ile kız öğrenci alınamadıysa da, yatılı kalan erkek öğrencilerle öğretim seviyesi oldukça yüksek tutuldu. Devlet okullarının üzerinde olan öğretim düzeyi ancak Galatasaray Sultanîsi /ile kıyaslanabilirdi. Bilindiği gibi Galatasaray ancak zengin çocuklarının devam edebildiği bir okuldu. Halbuki Daruşşafaka’nın giderleri tamamıyla Müslümanların yardımlarıyla karşılanıyor, kötüye yönelecek veya en azından yok olacak çocuklar, birer değer olarak topluma hizmete sevk ediliyorlardı.
Bilindiği gibi bugün Daruşşafaka, yüz yirmi yılı aşan geçmişiyle halâ hizmete devam etmekte ve Türk Eğitim Tarihi’nin en önemli müesseselerinden birini oluşturmaktadır. Onun için makaleler yazılmış, kitaplar telif edilmiştir. 0 bunlara, belki de çok daha fazlasına lâyıktır. Müslüman Türk insanının hamiyet perverliğinin, yardım severliğinin bir abidesi olmaya devam etmesi, hizmetlerini daha da arttırması en içten temennîmizdir. Bu vesile ile bizim son olarak ifade etmek istediğimiz bir husus da, bu müessese- nin bir zamanlar ülkemizin yegâne telgrafçı kaynağı olmuş olduğudur. Nitekim telgraf okulları kapanıp, sistemi çalıştıracak yeterli fen bilgisine ve lisana sahip kişilere ihtiyaç hissedildiğinde, bu hizmet için Daruşşafaka uygun bulunmuş, fen dersleri o yönde takviye edilmişti. Böylece ülkemizin, insanımızın yetim çocukları telgraf fen memuru olarak toplumun hizmetine girmiş, içlerinden seçilen yetenekliler Daruşşafaka sonrası Avrupa’ya gönderilerek daha üst düzeyde, mühendisler olarak hizmet etmeleri sağlanmıştır. Salih Zeki, Ahmed Fahri, Ahmed Şevki, Mustafa Fuad, Mehmet Ali, Mustafa Nesimi, Mehmed Emin, Ihsan, Mehmed Said, Ferit, Giritli Hüseyin, Mazlum, Hüsnü Sadık (Durukal), Abdurrazzak, İsmail Hakkı, Ali Ulvi beyler bunlardan, isimlerini arşiv vesikaları ve eski yayınlardan çıkarabildiğimiz bir kaçıdır. Nitekim telgrafın mucidi Semuel Morse’un Osmanlı Dev- leti’ne teşekkürleriyle hediye ettiği ilk yaptığı cihazın bir benzeri de, bu nedenle Daruşşafaka Fen Laboratuvarı’na konulmuştur.