Makale

RAMAZAN’IN AYDINLIĞI VE İNSAN HAKLARI

B A Ş Y A Z I

MEHMET NURİ YILMAZ
Diyanet İşleri Başkanı

RAMAZAN’IN AYDINLIĞI VE İNSAN HAKLARI

Son İlâhî vahiy olan Kur’an-ı Kerim’in son Peygamber Hz. Muhammed’e (s.a.v.) indirilmeye başlamasının yıldönümü, oruç ibadetinin iklimi ve mevsimi olan mübarek Ramazan Ayı’nı bir kez daha idrak etmiş olmanın mutluluğu içindeyiz. Bu vesile ile bütün Diyanet mensuplarının ve müslüman halkımızın Ramazan-ı Şeriflerini tebrik ediyor; bütün müslümanların sıhhat, afiyet ve şuurlu bir manevi disiplin ortamı içinde, mübarek Ramazan bayramına erişmelerini Cenab-ı Hakk’tan niyaz ediyorum. Bu vesileyle bütün taşra ve yurtdışı teşkilatındaki görevlilerimizden, tebliğ ve irşad hizmetleri konusuna, daha yoğun bir mesai ve hassasiyetle yönelmelerini bekliyor ve aziz milletimizin bu konuda, büyük bir yöneliş içinde olduğunu hatırlatmakta fayda görüyorum.
İçinde bulunduğumuz önemli gündem maddelerinden biri de; insan haklarının Birleşmiş Milletler Teşkilatında kabul edilişinin ellinci yılını idrak ediyor oluşumuzdur. İkinci Dünya Savaşı’nın 1945 yılında sona ermesiyle birlikte uluslararası ve devletlerarası ilişkilerde yeni bir dönem başlamıştır. Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarını yaşamak zorunda kalan insanlık bir yandan; yeryüzünde bir daha savaş çıkmaması için yeni düzenlemeler peşinde koşarken, bir yandan da insan hakları ve özgürlükleri konusunda yeni ve ileri adımlar atmıştır. Bu hamlelerin başında insan haklarının kabulü ve Demokratik Rejimlerin kuvvetlendirilmesi girişimleri gelmektedir.
İslam Dünyasında, Batılı ülkelerin müstemlekesi statüsünde bulunan ülkelerde sömürge yönetimlerinden kurtulma hareketlerinin hızlandığı görülmüştür. Türk istiklâl Harbini (1919-1923) örnek alarak geliştirilen bu mücadelelerde; İslâmî ve millî mefkurelerin temel hareket noktası olduğunu ve geniş kitlelerin bu ruh ve anlayış içinde yabancı istilacılığına karşı direndiğini görüyoruz.
Ülkemizde de bu dönemde Çok Partili Siyasi Hayata giriş, Din ve Vicdan Hürriyeti konusunda Batılı ülkelerin standartlarına ulaşılmasının amaç edinilmesi, din eğitimi konusunda yeni adımlar atılması gibi girişimlerin başladığı müşahade edilmektedir. Ankara İlahiyat Fakültesinin açılması, ilkokulların dördüncü ve beşinci sınıflarına Din Bilgisi dersinin konulması ve İmam-Hatip Kurslarının açılmaya başlanması 1949 yılında gerçekleştirilmiştir. Bu vesile ile o devrin Milli Eğitim Bakanı Tahsin BANGUOĞLU’nu rahmet ve minnetle anıyorum.
Batı dünyasında insan haklan ve özgürlükler konusu gündeme geldiğinde; bunun tarihi 1776 yılındaki Amerika İstiklâl Beyannamesine ve 1789’daki Büyük Fransız ihtilâline dayandırmak gelenek haline gelmiştir. Bizde ise "Hürriyet” denilince 1908 yılındaki II. Meşrutiyet döneminin (1908-1919) başlaması ve Kanun-ı Esasi’nin ilanı akla gelir. Halbuki İslam kültüründe ve İslam dünyasında hak ve özgürlüklerin tarihi çok daha eskidir. Bunun ilk örnekleri hicretten sonra Medine’de kabul edilen Medine Vesikasına ve Veda Haccında bizzat Hz. Peygamber (s.a.v.) tarafından okunan Veda Hutbesine kadar uzanmaktadır.
Üç dine mensup insanların (müslümanlar, Yahudiler, putperestler) oluşturduğu bir coğrafyada (Medine ve çevresi) bir site devleti olarak teşekkül eden İslâmi organizasyonda; İslam dininin din ve vicdan hürriyetine, ülkenin korunmasına ve vatandaşlar arası ilişkilerin düzenlenmesine ayrı bir önem verildiği görülmektedir. Bundan on yıl sonra Veda Haccı münasebetiyle arefe gününde, yüzyirmi bin müslüman hacı adayı aracılığıyla, o zamanın iletişim imkanlarıyla, "canlı” hoparlörler (münadiler) vasıtasıyla, bütün insanlığa İslam’ın yirmi üç yılda gerçekleştirdiği büyük inkılabın mesajı iletilirken, İslam’ın evrensel ilkeleri de tebliğ ediliyordu.
Bu ilkelerin başında tevhid inancı, bütün insanların aynı ana-babadan (Hz. Adem ve Havva) geldikleri, kadın ve erkeklerin karşılıklı hak ve özgürlükleri, can, mal ve ırz dokunulmazlığı vb. temel hukuk konuları gelmektedir. Veda Hutbesi bu yönüyle, Resulü Ekrem Efendimizin ümmetine son mesajı, vasiyetnamesi gibidir. Allah’ın kitabı olan Kur’an-ı Kerim ve Sünnet-i Muhammediyye onun insanlığa bıraktığı iki temel mirastır. Bu iki kaynak, gereğince riayet edildiği ve davra- nıldığı takdirde, mü’minleri ve insanlığı sapıklıktan ve hurafelerden koruyacaktır.
İslam bilginleri özellikle fıkıhçılar İslam’ın insanlık ve beşeriyet için öngördüğü üstünlükleri ve ideal hedefleri yorumlamışlar ve bunları özellikle Usul-i Fıkıhla ilgili eserlerde, hükümlerin teşri ve va’z olunma gerekçelerinin yorumlandığı bahislerde teferruatıyla işlemişlerdir. İzzüddin ibn Abdüsse- lam’ın Kavaidü’l-Ahkâm’ını, şatibi’nin Muvafakatim, Ebu Ya’la’nın Ahkamüs-Sultaniyyesini, Muhammed Şelebi’nin Ta’lilü’l-Ahkam’ını özellikle zikretmeliyim. Bu arada Vakıflarla ilgili eser yazan bilginleri (Mesela el-Hassaf) hatırlamalıyız. İslam’da vakıfların, cami ve medreselerin yaşatılması için inşa edilmiş ve gelir sağlayan kaynaklar demek olmadığını, bu tür tariflerin Batı Dünyasındaki “Kilise Emlaki” için söz konusu olduğunu; İslam dünyasındaki vakfiyyelerin insanların hatta bütün canlıların mesalihi ve korunması için gerçekleştirilmiş olduklarını teyiden ifade etmek isterim.
Artık çağımızda ittifakla kabul edilmiş bulunan üç temel hak konusunda, insanlık için geriye dönüş imkansızdır. Bunlar; düşünce hürriyeti, din ve vicdan hürriyeti ile (ekonomik) girişim hürriyetidir. Ülkemiz 1948 yılında ilan edilen insan hakları ile ilgili temel ilkeleri en önce kabul ve taahhüd eden memleketlerdendir. Bu konuda, geriye dönüş mümkün değildir. Fıtri gerçekler tersine çevrilemez.
Bu arada 23-27 Kasım 1998Tarihleri arasında gerçekleştirdiğimiz ve dergimizin Ocak sayısında tüm ayrıntıları ile ele alacağımız, ikinci Din Şûrâsı’nın Diyanet Teşkilatımız, camiamız ve Milletimiz için hayırlı olmasını diliyorum.