Makale

ÇALIŞMAK DENİNCE

ÇALIŞMAK DENİNCE

ALAATTİN KOÇAK

Çalışmak: Dilimizden düşmeyen bir kelime. Ciddiyet ve kudsiyet içeren güzel bir söz. Her işe başlarken birbirimize öğütlediğimiz müşterek sözcüğümüz, temel tavsiyemiz. Yediden yetmişe herkesin önemle üzerinde durduğu başarının sırrı ve ön şartı. Hedeflerimizin anahtarı, ülkümüzün aydınlık yolu, vazgeçilmez olan ortak noktamız. Yüce Dinimizin ısrarla teşvik ettiği, Peygamberimizin . de her vesileyle durmadan vurguladığı hayatî bir konu...
Eskiden beri söylediğimiz: “Çalışan insan başarır" sözü ne kadar da gerçekçi ve kıymetli bir sözdür. Boşa sarfedil- meyen bu söz; başarılı olmamız için mutlaka çalışmamız, gayret sarfetmemiz gerektiğini şart koşuyor. Çalışmayı başarının vazgeçilmez bir mihenk taşı olarak dikkatimize sunuyor.
Evet, çalışan, tüm dikkatini çalıştığı konu üzerinde toplayarak çalışan kişi başaracaktır. Çalışmayan, tembelliği alışkanlık haline getiren bir insan da çevresinde sevilmeyen, kendisine ve düşüncesine değer verilmeyen bir kişi olacaktır.
Ancak, çalışmayan bir toplumun sonu, pek kötüdür. Uğrayacağı âkıbet daha acı, daha fecidir. Çalışmayan, kalkınmayan, ileriyi göremeyen tembel toplumlar yıkılmaya, ezilmeye, dahası; yok olup gitmeye mahkûmdurlar. Buna - örnek vermek için, öyle çok uzaklara gitmek gerekmez.
Pek yakın bir geçmişimizi bir an düşünelim!..
Koskoca bir imparatorlukken paylaşılan, Paramparça edilen, korunmasız bir devlet haline gelen OsmanlIları şöyle bir gö- zönüne getirelim. Bu dev imparatorluğun ileri gelenleri, devletin yönetiminde söz ve sulta sahibi olan insanları, imparatorluğun temellerinden sarsıldığı, yıkılmaya yüz tuttuğu yıllarda dahi uyanmadılar.
Devletin kurtarılması için çözümler üretmediler. Her şeyin yolunda gittiği felsefesi ve gafleti içinde oyalandılar. İmparatorluğun, kötü işleyişinin sonucunda çöküşü kaçınılmaz olacaktı. Akıllı tedbirleri alıp yürürlüğe koymadılar. Sonunda çalışmamalarının, müsbet ilme yönelmemelerinin cezasını nasıl da ağır ödediler. Nasıl da düşmanları tarafından, bir an önce ölmesi beklenen bir hasta adam durumuna düşürüldüler. Değil mi? İşte...İşte çalışmayan, etraftaki gelişmeleri gözardı eden, dünyada meydana gelen icatları ve yenilikleri takip etmeyen bir imparatorluğun çöküşü. İşte koca bir cihan imparatorluğunun, tarihi seyrine, geçmişteki göz kamaştırıcı ihtişamına bakınca, içimizi burkan acı sonu!
Öte yandan bir başka örnek: Almanya 2. Dünya Sava- şı’ndan sonra harap olmuş bir ülke idi. Gücünü ve itibarını pekçok yenden yitirmişti. Galip devletler tarafından kolu, kanadı kırılmış bir toplumdu. Ama yıkılmadı Almanya. Milletçe yaşadığı badireden ve içine düştüğü korkunç felâketten yılmadı. Çalışmakla, düzenli ve çok çalışmakla ayakta kalmayı başardı. Günümüzün ekonomisi güçlü, sayılı ülkelerinden biri oldu.
Japonya: Üstüste atılan atom bombalarıyla sarsıldı. O korkunç savaştan büyük yaralar alarak yıkılmaya yüz tutan bir başka devlet idi. Ama Asya’nın bu çekik gözlü insanları tembelliğe tutunup kalmadılar, canhıraş bir çalışma temposu ve gayret içine girdiler. Canlarını dişlerine takıp çalıştılar. Hem de son sür’at çalıştılar. Fen ve müsbet ilme sıkı sıkıya sarılarak çalıştılar. Kısa denecek bir zaman içinde yaralarını sarıp millî kültürleriyle yeniden kenetlendiler.
Bitmek tükenmek bilmeyen çalışkanlıkları ve gayretleri neticesinde göz önüne koydukları, hedefleri birer birer gerçekleştirdiler. Sonunda dünya ekonomisinde sözü geçen bir Asya ülkesi oldular. Bu örnekler döha da çoğaltılabilir...
Ancak, kısaca ifade edelim ki; bugün dünya üzerinde tembelliğe, atâlete pirim vermeyen, bütün görevlerini ciddiyet prensibi üzerinde yürüten milletler, her yönden kalkınmışlar, lider toplum haline gelmişlerdir. İleriyi gören, çalışan kişi veya toplumlar, eninde sonunda başrıya imza atıyorlar. Gece-gündüz demeden koşup gayret edenler çalışkanlıklarının karşılığını mutlaka alıyorlar. Kolaycılığa ka- çmayıp zor olanı başarıyorlar. Sonun da ecnebi milletler karşısında ezilip büzülmekten kurtuluyorlar. Dünya devletleri arasındaki hakettikleri yere er-geç gelip oturuyorlar. Bundan sonra da dünyanın sevk ve yönetiminde ağırlıklı sözün sahibi oluyorlar...
Yukarıda verilen örneklerden de anlaşılacağı üzere-, çalışkan, şuurlu hareket eden, fertleri birbirine tutkun olan toplumlar da, ahlâken ve iktisâden terakki ederler. Böyle toplumlar, lider toplum olma hakkını kazanmış olurlar. Artık onlar, her alanda başarıdan başrıya koşabilirler. Her gün bir yeni başarı kazanmaya namzettirler. Böyle toplumlar, uluslararası teşkilatlarda söz ve prestij sahibi olurlar. Milletlerarası sorunların görüşülmesi ve bir karara bağlanmasında her zanan nüfuzlarını ve ağırlıklarını hissettirirler. Uluslararası örgütlerin çalışmalarında daima bir baskı unsuru oluştururlar. Böylece dünyanın birçok bölgesinde, çıkar ve menfaat bölü- şümünde, kendilerine arslan payı koparmayı garanti ederler. Bütün bunlar, günümüzde ve dünyamızda artık doğal karşılanır oldu. Çünkü, dünya milletleri bu konuda açıkça birbirleriyle yarış halindedirler!...
Çalışkanlıkları ve gayretleri sayesinde kalkınmış, günümüzde bu güzel noktalara gelmiş milletler, dünyanın diğer devletleri tarafından saygıyla ve övgüyle karşılanıyorlar. Hor ve hakir görülmüyorlar. Bilakis, elde ettikleri başarılar muvacehesinde, kendilerine gıpta ediliyor. Alkışlar tutulup şapka çıkartılıyor. Böyle toplumlar ve devletler, haklı olarak atak ve cesur hareket ediyorlar. Kimse onlara hasta adam muamelesi yapamıyor, milletlerarası bir eziklik de yaşamıyorlar. Bilhassa, bütün dünyaca tanınıyorlar. Sözlerine itibar ediliyor. Sesine kulak verilip, saygı duyulan bir millet ve devlet olmanın haklı gururunu yaşıyorlar.
Öyleyse; bizler de genç Türkiye Cumhuriyeti Devletimizin pırıl pınl yeni nesli olarak, enerjik ve heyecan dolu, çalışkan Türk gençliği olarak, yükselmeyi ve ilerlemeyi kendisine amaç edinen vefakâr ve münevver fikirli Türk evlatları olarak, şunu asla belleklerimizden çıkarmayalım ki:
Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi âhiret için çalışmamızı isteyen-, iki günü birbirine eşit olanın da zarar ve ziyanda olduğunu bildiren Allah’ın en sevgili kulu Yüce bir Peygamber (s.a.s.)’in ümmetiyiz.
Bu sebeple çalışmak, hem de çok çalışmakla mükellefiz. Planlı ve bilinçli çalışmak, daima uyanık bulunmak zorundayız. Bilhassa geleceğimizin teminatı olan çocuklarımız için bunu yapmak durumundayız. Onlara daha müreffeh bir vatan bırakmak için vargücümüzle çalışmaya mecburuz. Millerimizin, Devletimizin, millî ve dini kültürümüzün yaşaması için, çalışmaya mecburuz. Mukaddes bildiğimiz bütün varlıklarımızın bekası için çok çalışmaya ve başarılı olmaya mahkûmuz. Bu gerçeği asla gözardı edemeyiz ve görmezlikten gelemeyiz. Aksi takdirde tarih önünde, millet önünde, Allah (c.c) huzurunda mes’ûliyetten kurtulamayız. Kendi sorumluluklarımızla birlikte, çocuklarımızın vebalini de omuzlayarak Allah huzuruna çıkarız.
Bu nedenlerle; rehberimiz Kur’an-ı Kerim, parolamız çalışmak olmalıdır. Meş’alemiz müsbet ilim, hedefimiz daha ileri gitmek olmalıdır. Kalplerimiz, medeniyetler beşiği aziz Anadolumuzu, günleri kutlu, insanları-, ama bütün insanları mutlu bir cennet ülke yapmak için birlikte çarpmalıdır. İşte atalarımızın bize emanet ettikleri bu azi2 /e güzel vatanı insanıyla, doğasıyla, taşıyla, toprağıyla yüceltmek için uygulayacağımız tek yöntem, takip edeceğimi? tek çıkar yol bu- dur.
Zira, Kur’an-ı Kerim’de,. inasana dünyada iken çalışarak kazandığından başka bir şey verilmeye’.eği, kesin bir ifadeyle bildirilmiştir. Yüce Allah (c.c.) meâlen: “Bilinsin ki insan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur. Ve çalışması da ileride görülecektir.” buyuruyor.
Bu İlâhî uyarı, hem dünya hayatımız ıcin, hem de ahiret âlemine taalluk eden çalışmalarımız vb. gayretlerimiz için geçerlidir. Milletçe hepimiz, içinde bulunduğumuz aymazlıktan kurtulalım. Üzerimize bir kâbus gibi çöken gafletten bir an önce jyanalım. Hesabımızı buna göre yapmayı asla unutmayalım.
Aksi halde, uğrayacağımız akıbetten çok pişmanlık duyarız! Ama, o saatten sonra duyulacak nedâmet ve pişmanlık bize bir yarar sağlayamayacaktır.

(1) Necm Suresi, ayet 3v-40