Makale

Vefatının 60. Yılında ATATÜRK’Ü ANARKEN

MESUT ÖZÜNLÜ

Vefatının 60. Yılında
ATATÜRK’Ü ANARKEN

Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün hayatına baktığımız zaman, onun; diğer milletlerin devlet ve hükümet adamlarına göre farklı bir özellik taşıdığına şahit oluruz. Bu farklılıklardan birisi de, onun söylev ve demeçlerinde sık sık kendisinin bir fani olduğunu vurgulaması ve ölüm gerçeğini zaman zaman dile getirmiş olmasıdır.
Atatürk’ün İzmir’de yaptığı bir konuşmada, hemen herkesin hafızalarına yerleşmiş şu sözleri, bunun güzel bir örneğidir.
“Benim naçiz vücudum birgün elbet toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.”"’1
Nitekim o da her insan gibi doğdu, büyüdü ve Allah’ın rahmetine kavuştu. Vefatından yıllar önce söylediği gibi naçiz vücudu toprak oldu. Fakat onun kurduğu Türkiye Cumhuriyeti, devleti ve milleti ile 75. kuruluş yılına erişti.
SAAT DOKUZU BEŞ GEÇE...
Bundan altmış sene öncesi Yıl 1938... Aylardan Kasım, günlerden perşembe... Atatürk ölüm döşeğinde. Büyük önder birdenbire gözlerini açtı. Bir an, askerce bir selam verircesine sert bir hareketle başını sağa çevirdi. Bu, onun ruhunu teslim ettiği andı. Başucunda hıçkırıklar koptu. Doktorlar gözlerini kapattı ve çenesini bağladılar. Daha sonra şu kısa raporu yazıp imzaladılar.
“Reisicumhur Atatürk’ün umumi hallerindeki vehamet dün gece saat 24.00’de neşredilen tebliğden sonra her an artarak, bugün 10 İkinci Teşrin Perşembe 1938 sabahı, saat dokuzu beş geçe, büyük şefimiz derin koma içinde terki hayat etmişlerdir.”
Atatürk’ün vefat haberi, ajanslar, radyolar ve telgraflar aracılığıyla duyulur duyulmaz, binlerce Türk ve yabancı hemen Dolmabahçe Sarayı’na koşmuş, hazırlanan özel deftere üzüntülerini yazmış, kartlar bırakmış ve Atatürk’ün yakınlarına telgraf çekerek “Onun aziz ruhu bizi bırakmayacak, her zaman kalplerimizde yaşayacaktır." diyerek teessürlerini bildirmişlerdir. “2
Biz de hem Cumhuriyetimizin 75. kuruluş yılı, hem vefatlarının 60. sene-i devriyesi olması hasebiyle Atatürk’ü, onun silah arkadaşlarını ve aziz şehitlerimizi rahmet ve minnetle yadediyoruz.
SONRAKİ YILLAR...
Atatürk’ün yıllarca yanında bulunmuş dost ve arkadaşlarının hatıralarına bakıldığında, onun sadece teşkilatçı bir devlet adamı olmayıp, Türk toplumunu ilimde, teknikte ve fende ileri bir anlayış ve eğitimle şekillendirme gayreti içerisinde bulunan inkılâpçı bir lider olduğu görülür. Fakat esefle belirtelim ki, Atatürk’ün bu millete kazandırdığı ilke ve inkılâpların zaman zaman bazı kişilerce farklı mecralara çekilmek suretiyle istismar edilmeye çalışıldığı dönemler olmuştur. Nitekim eski Kara Harp Okulu Komutanlarından Tümgeneral İrfan Yay’ın-, Okulun yeni öğretim yılına başlaması münasebetiyle yaptığı konuşmanın ardından, ertesi gün 29 Eylül 1981 tarihli gazetelerde şöyle ilginç bir tespit yer almıştır.
“Bazı çevrelerce Atatürk ilkeleri kötü maksatlarla yorumlanmış ve yozlaştırılmak istenmiştir. Nitekim İnkılâpçılık ilkesi ihtilalcilik, Halkçılık ilkesi sosyalizm, Milliyetçilik ilkesi faşizm, Laiklik ilkesi de dinsizlik manasına alınmıştır.
Atatürk, fanatik görüşü reddeder. Bugün istismar edilen bölücülük konusuna da 1929 yılında dikkati çekmiştir. Milliyetçilik ulusal bir bağdır. Atatürk milliyetçiliği, komünizme karşı bir kalkandır.” 3
NEREDEN NEREYE...
1923’ten 1938 sonuna kadar geçen 15 senelik zamana “Atatürk Devri” demek yerinde olur. Aslında bu devre 15 sene değildir. Hazırlık ve hastalık süresini hesaba katarsak Atatürk’ün icraatı, ancak 10 seneye sığar. Az zamanda büyük işlerin yapıldığı bu dönem, Cumhuriyetin kuruluş, tutunuş ve inkılâpların yapılış devresidir.
Türkiye Birinci Dünya Savaşına girerken 29 milyonluk bir nüfusa sahipti. Cumhuriyetin ilanı sırasında bu nüfus 11 milyona düşmüştür. Anadolu’nun en mamur bölgesi olan Batı Anadolu; üç sene süren İstiklâl Harbi sırasında harap olmuş, İzmir Yunanlılar tarafından yakılmıştı. Doğu Anadolu’da köyler boşaltılmış ve zelzeleden yıkılmış taş yığınlarını andıran bir görünüme bürünmüştü.
Köy ve kasabalarda, hatta şehirlerde gıdasızlıktan halk vereme tutulmuş, bataklıklar kurtulamadığından sıtma yaygın bir hastalık halini almıştı. Doğu illeri eşkiyanın eline düşmüş, millet perişan bir vaziyette kaderine terk edilmişti. Hiç kimse yarından emin değildi. Halk tam bir çöküş devrini yaşıyordu. Dilimize yerleşmiş olan “Yarına Allah Kerim” deyimi, bu yılların yeis ve ümitsizlik günlerinden kalmıştı.
Memlekette sanayi diye birşey yoktu. Halkın zaruri ihtiyaçları yabancı ülkelerden, ecnebi tüccarlar vasıtasıyla sağlanırdı. Petrol, tenekeler içerisinde Batum’la Romanya’dan-, mevlevi külahı şeklindeki kelle şekerleri Rusya’dan ithal edilirdi. Çimento, kiremit, tuğla Akdeniz ülkelerinden gelirdi. Marsilya kiremiti, Portland çimentosu en kaliteli ithal mamuller arasındaydı. Haliç tersanesi ile havuzlarını İngilizlerin ünlü Armstrong şirketi işletirdi.
Bir harp halinde bütün zaruri ihtiyaç maddeleri bir anda yok olurdu. Birinci Dünya Savaşı sırasında İstanbul halkı mısır koçanı dahil, çeşitli gıda maddelerinden yapılan kerpiç gibi ekmeği vesika ile almış, mahallelerde kaynayan müşterek kazandan karnını doyurmuş, bir teneke gazyağı ile bir okka şeker 5 Reşat altınına satılmıştı.(4)
Türk Milleti İstiklâl harbini, başta din adamları olmak üzere-, el ele, omuz omuza vererek başardı. Atatürk’ün önderliğinde şahlanan milli irade, düşmanları yenerek kesin zafere ulaştı. Atatürk milleti ile, millet de Atatürk ile muharebe meydanlarında kaynaşarak bütünleşti. Birbirlerine güvenleri tamdı. Şerefi, namusu, tarih ve varlığı için; bunca insanüstü fedakarlıklara katlanmış bu büyük millete, hakimiyetten başka ne verilebilirdi? İşte Atatürk’ün dehası buradadır. O, milletin kazandığını millete verdi. "Hakimiyet Kayıtsız Şartsız Milletindir." diyerek, bunu tarihe tescil etti.

(1) Avni ALTINER, Her Yönüyle Atatürk, Bakış Kütüphanesi Yay. 1975, s.358.
(2) The Best Dergisi, Sayı 11, Kasım 1996, s. 18.
(3) Ahmet GÜRTAŞ, Atatürk ve Din Eğitimi, Di yanet İşleri Başkanlığı Yay. 1997, s.124.
(4) Avni ALTINER, Her Yönüyle Atatürk, Bakış Kütüphanesi Yay. 1975, s.765.