Makale

ŞEYTAN MANTIĞI VE NAMAZ

ŞEYTAN MANTIĞI VE NAMAZ

Doç. Dr. Talât KOÇYİĞİT

( … )

Aklının verdiği her hükmün doğruluğuna ve şaşmazlığına inanarak, dini ve dinin esâsını teşkîl eden vahyi inkâra kalkışan bugünün insanına, bu inanç, İblîs’den mîras kalmış olacaktır. Çünkü Allâhü Teâlâ, Hz. Adem (A.S.)’i yaratıp, bütün meleklerin ona secde etmelerini emir buyurduğu zaman, İb­lis müstesna, hepsi secde etmiş, fakat o, mantıkî kıyâsın şaheser bir örne­ğini vererek;

"Ben ondan hayırlıyım; beni ateşten, onu ise topraktan yarattın"1 hük­mü ile secde emrine muhalefet etmiştir.

Bu muhalefet, zikrettiğimiz âyet-i kerîmeden de anlaşılacağı üzere, İblîs’in, mantıkî kıyâsının tabiî olan bir netîcesidir. Mantıkla biraz meşgul olan herkes, bu sözdeki hüküm ve neticeyi tesbit etmekte güçlük çekme­yecektir. İblîs diyor ki:

Beni ateşten, onu topraktan yarattın.

Ateşten yaratılan topraktan yaratılandan hayırlıdır.

O halde ben ondan hayırlıyım; dolayısıyla benim ona secde etmem ge­rekmez.

Bu şeytânî kıyâsı bir başka yönden de ele almak mümkündür: İblîs, Allâhü Teâlâ’nın, “Sana emretmişken, Âdem’e secde etmene mâni olan şey nedir?” sorusuna, "Ben ondan hayırlıyım" cevâbını vermiştir. Bu cevap, eski mantıkçıların suğrâ dedikleri küçük önermedir. Kübrâsı ise mahzuftur ve şöyle takdir olunmak gerekir: "Hayırlı olanlar, dûn olanlara secde et­mezler". Bunları mantık tekniği içerisinde sıralayacak olursak karşımıza şu kıyas ve neticesi çıkar:

Hayırlı olanlar dûn olanlara secde etmezler.

Ben ondan hayırlıyım.

O halde benim ona secde etmem gerekmez.

Ancak şunu hemen belirtmek gerekir ki, bu kıyas ne kadar aklî ve mantıkî olursa olsun, İblîs’e has bir kıyastır ve bâtıldır. Çünkü İblîs’in, ate­şin topraktan hayırlı olduğu yolunda ileri sürdüğü hüküm gerçeğe aykırıdır ve yalandır. Ateş ve toprak, her ikisi de, Allah tarafından yaratılmış birer maddedir ve birinin diğerine, yâhut birinden yaratılmış bir başka madde­nin diğerinden yaratılmış bir başka maddeye üstünlüğünü ileri sürmek ge­rekmez. Oysaki Allâhü Tealâ, başta Hazret-i Muhammed (sav) olmak üzere bütün peygamberleri, nurdan yaratmış olduğu meleklere üstün kılmıştır.

İblîs, bu bâtıl kıyâsına istinaden, kibirlenmesi ve secde emrine uymak­tan imtina etmesi dolayısıyla Cennet’ten kovulmuş ve lânetlenmiş olarak,

"Biz, meleklere, Âdem’e secde edin dedikte hepsi secde ettiler de, yalnız İblîs bunu yapmadı; kibirlendi ve kâfirlerden oldu"2 kavl-i şerifinin de açıkça ortaya koyduğu gibi, kâfirler zümresine idhâl olunmuştur.

Yazımızın baş tarafında, Müslim’in Sahîh’inden naklen zikrettiğimiz bir hadîs-i şerifinde Hazret-i Peygamber, İblîs’în hâlini bahis konusu ederek şöyle buyurmuştur:

"Ademoğlu secde (yi emreden âyeti) okuduğu zaman secde eder; bunu gören şeytan ağlayarak uzaklaşır ve hayıflanarak şöyle der: Vay bana ki, Ademoğlu secde ile emrolundu ve secde etti de Cennet ona tahsîs olundu. Ben de secde ile emrolundum, fakat bunu yapmadım ve bu sebepten Cehennem’e müstehak oldum’’.3

Hazret-i Peygamber, bu hadîs-i şerîfiyle, secde etmekten çekinen İblîs’in kâfirler zümresine idhâl olunduğunu ve Cehennem’e müstehak bu­lunduğunu beyan buyurmuştur. Kezâ, secde emrine uyarak Rabbına secde eden insanoğlunun da Cennet’le tebşîr olunduğu yine bu hadîste ayrıca açıklanmıştır.

Ancak, burada üzerinde durulması gereken mühim bir nokta vardır. Hazret-i Peygamber, mezkûr hadîsinde, Rabbine secde eden insanoğlunu Cennet’le tebşîr etmiş, fakat İblîs gibi secdeden imtinâ eden ve şeytânî kı­yasla Hâlık’ının huzûrunda alnını toprağa sürmeyi gururuna yediremeyerek kibirlenen insanoğlunun diğer bir çeşidini bahis konusu etmemiştir. Bunun­la beraber, yazımızın baş tarafına koyduğumuz ikinci hadîs, bu konudaki istifhamı tamâmiyle izâle edecek bir mânâya sahiptir. Nitekim İmam Müslim de bu hadîsi diğer hadîsin hemen akabinde zikretmek sûretiyle, secdeden imtinâ eden İblîs ile yine secdeden imtinâ eden insanoğlu arasındaki ben­zerliğe işaret etmek istemiştir. Hazret-i Peygamber, bu hadîsinde şöyle bu­yurmuştur:

“Muhakkak ki, insan ile şirk ve küfr arasında namazın terki bulunmak­tadır".4

Bu hadîs-i şerifle ifâde edilmek istenen mânâ şudur: İnsanın şirke ve­ya küfre düşmesine, yâhut müşrik veya kâfir olmasına namaz engel olur. Kişi namazı terkettiği zaman, kendisiyle şirk ve küfür arasındaki bu engel kalkmış olur da, artık onu küfre düşmekten hiçbir şey kurtaramaz.

Secde, namazın en mühim rükünlerinden biridir; hattâ namazın kendi­sidir, İnsan, namazda, Hâlık’ının huzûrunda toprağa yüz sürer ve ubûdiyyetini O’na arzeder. İnsanoğlu bunun için namazla emrolunmuştur; fakat na­mazdan imtinâ ettiği zaman, Hâlık’ının huzûrunda O’na secde etmekten im­tinâ etmiş demektir.

O halde, Allâh’ın secde emrine muhatap olup da, kibri dolayısıyla sec­deye yanaşmayan ve kâfirler zümresine dâhil olarak Cehennem’i hak eden İblîs ile yine secdeyle emrolunduğu halde kibirlenerek Rabbine secde et­mekten çekinen insanoğlu arasında ne fark vardır?

İblîs, kendisini yine kendi şeytanî kıyâsıyla küfrettiği Hâlık’ının azâbından kurtaramamışken, ona tilmizlik etmek mevkiinde bulunan insanoğlu hangi aklıyla ve hangi mantıkî kıyâsıyla kendisini bundan kurtarabilecektir?

Bu sualler, İslâm ulemâsı tarafından çeşitli şekillerde cevaplandırılmıştır. Hulasaten diyebiliriz ki:

Namazı terkeden kişi, eğer onun vücûbunu inkâr ederek terketmişse, Müslümanların icmâ’ı ile kâfirdir ve İslâm vasfını kaybetmiştir.

Namazı terkeden kişi, hâlen birçoklarımızda görüldüğü gibi, vücûbuna inanmakla beraber onu sırf tembellik dolayısıyla terketmişse, bu kişi, İmamların değişik görüşlerine göre, değişik şekillerde isimlendirilmiştir.

İmam Mâlik ve İmâm-ı Şâfiî’ye göre, böyle kimseler tekfîr olunmazlar; bunlar fâsıktırlar. Seleften bir cemâat ise, Ali ibn-i Ebî Tâlib’den gelen bir rivâyete istinaden, böylelerini de tekfîr etmişlerdir. Bu görüş, aynı zaman­da Ahmed ibn-i Hanbel’in, Abdullah ibnü’l-Mübârek ve İshak ibn-i Râheveyh ile Şâfiî ashâbından bâzılarının görüşüdür.

Ebû Hanîfe ile bâzı Kûfe imamlarının görüşlerinde ise, târiku’s-salât tekfîr olunmaz; fakat namaz kılıncaya kadar üzerine bâzı cezalar tatbik edilir.

Allah, bütün Müslümanları şeytanın iğvâsından muhâfaza ederek na­mazını dosdoğru kılan kullarından eylesin. Amin.

_________________________________

(1) A’raf Sûresi, Âyet: 11.

(2) Bakara Sûresi, Ayet: 34.

(3) Müslim, Sahîh, Kitâbü’l-Îmân, Hadîs No. 81.

(4) Aynı yer.