Makale

KADINLARIMIZDAN PORTRELER

KADINLARIMIZDAN PORTRELER

Emine Işınsu / Kimdir?

Emine Işınsu, 1938 yılında Kars’ta ! asker bir baba ve öğretmen, şair-yazar bir annenin çocuğu olarak dünyaya geldi.
Halide Nusret Zorlutuna gibi bir annenin çevresinde büyüdü. Dolayısıyla yazar olmak onun için tabiî bir sonuçtu. Annesinden etkilenmesi sebebiyle ayrıca bir mesleği de olsun isteyen Işınsu, özürlü çocuklar için bir merkez açmak amacıyla pedagoji okumak istedi. Ancak, Ankara D.T.C.F. felsefe bölümünden ayrılarak gazete ve dergilerde fıkra yazarlığı yaptı. Her ne kadar “insanlar yazarlığı bir meslek kabul etme! se” de, yazarlık onun için artık bir meslekti.
Hikaye, roman ve oyunlarıyla tanınan Işınsu, Töre ve Bozkurt dergilerini çıkarmıştır.

Hazırlayanlar
Fatma ALPASLAN
Havva BAS
Nuran GIRGEÇ


İki Nokta, Bir Yürek Satıldı, Bir Milyon İğne, Ne Mutlu Türk’üm Diyene, Atsız Kahramanlar, Küçük Dünya, Azap Toprakları, Ak Topraklar, Tutsak, Sancı, Çiçekler Büyür, Can- baz, Kaf Dağı’nın Ardında, Atlıkarınca, Cumhuriyet Türküsü, Dost Diye Diye, Nisan yağmuru ve Havva eserleriyle tanıdığımız Emine Işınsu ile, sizler için sohbet etmek istedik.
İkisi evli, yetişkin üç çocuk annesi olan Işın- su’yu ziyarete gittiğimizde, kızının geçirdiği ameliyatın haberini almıştı. “Kızım 38 yaşında ama hâlâ küçük bir çocuk gibi onu merak ediyorum, onun için endişeleniyorum. Çocuklarım benim için hâlâ bir çocuk” şeklinde duygularını bize aktarırken, herhalde tüm annelerin hislerine tercüman oluyordu.
75’li yıllarda Diyanet Dergisi’nin Kadm-Ai- le köşesini hazırladığını öğrendiğimiz Işın- su’nun tasavvufî bir romanın hazırlık aşamasında olduğunun da müjdesini aldık.
Sıcak bir ortamda, mütevazi kişiliği bizi ağırladığı Ankara’da bulunan evinden, büyük hazlar alarak ayrıldık.
- Yazmaya nasıl başladınız? Yazar olmayı hedeflemiş miydiniz?
- Annem, şâir-yazar, olduğu için evde zaten bir sanat havası eserdi. Evi derleyip toplarken şiirler okuduğunu hatırlarım. Ahbaplarımızın çoğu sanatçıydı, onların arasında büyüdüm. Yazar olmak benim için o kadar tabiî bir şeydi ki, hiçbir zaman yazar olmamayı düşünmedim demek daha doğru olur.
Sanırım annemden etkilenerek bir başka mesleğim de olsun istedim. Pedagoji okuyup, özürlü çocuklar için bir merkez açmak düşünce- sindeydim. Ancak hayat başka taraflara yönlendirdi, felsefe okudum. Yine de yazarlık içgüdüm hiç yok olmadı.
İlkokulu bitirdiğim yaz, Minko’nun Hatıraları diye bir köpeğin ağzından yaşadıklarını anlatan bir roman yazdım. Kolejde okurken de Eğitim Dergisi ’nde bu romanım tefrika halinde yayınlandı. 16-17 yaşlarında ilk şiirim yine Eğitim Dergisi’nde çıktı. Bu arada Anadolu’da çıkan pek çok dergiye yazı ve şiirlerimi gönderiyordum. Zorlutuna soyadımı iltimas olmaması için kullanmadım. Göbek adım Emine ve adım Işınsu’yu birlikte kullandım. Bu benim için edebiyatta bir kimlik arayışıydı sanırım.
- İlk ödülünüzü Küçük Dünya ile aldınız. Minko’nuıı Hatıralan’nı saymazsak bu aynı zamanda ilk romanınızdı. Nasıl oluştu “Küçük Dünya”?
- O zamanki adıyla Turizm ve Tanıtma Bakanlığı, Türkiye’yi yabancılara tanıtacak bir roman müsabakası açmıştı. Radyodan devamlı duyurular yapılıyordu. Bu çağrı bana dedim kendi kendime. Çocukluğumda bulunduğum ve beni etkileyen Urfa’yı tanıtmak istedim. 23 yaşındaydım. Ayağımda kızım Elifi sallarken bir taraftan Küçük Diinya’yı yazıyordum. Bu romanı yazacağım ve kazanacağım diye düşündüm. Sonuçta ıoıııan ödülünü kazandım.
- Tutsak, Azap Toprakları, Çiçekler Büyür, Dış Türklerin dramlarını anlatan, onların varlığından okuyucuları haberdar eden romanlarınız. Neden bu konuya ağırlık verdiniz?
- Babamlar 93 Harbi sırasında Bulgaristan’dan göç etmişlerdi. Babamdan, Bulgaristan’da yaşayan, eziyet çeken Türklerin hikayelerini dinlerdim. Bu sebeple dış Türklerin varlığını biliyordum. Ancak bizdeki Ermeni, Rum, Yahudi vatandaşlarımız gibi azınlık haklarına sahiptiler sanıyordum. Zamanımızda bu tür tutsaklıklar, baskılar olmaz sanıyordum.
Bir arkadaşım beni Trakya’da yaşayan Türklerle tanıştırmıştı. Onlardan dinlediklerimle Azap Toprakları ve tabiî bir akış içinde diğerleri geldi. Pek çok göçmenle konuştum, onları dinledim. Bu arada üzüntüden epeyce bir hasta da oldum... Romanlarımı yazarken gerçekten de onları yaşıyorum. Yaşadığım ve hissettiklerimi yazıyorum...
- Romanlarınızda karşılaştığımız, olumlu insan karakterinde bir Mehmet mutlaka var. Bu “Mehmet”in özel bir yeri mi var? Neden “Mehmet” ismi?
- Çiçekler Büyür’de başlayan ve Cumhuriyet Türküsü’nde son bulan bir Mehmet var romanlarımda, doğru. Mehmet benim için bir umut sembolüdür. İdeal insandır. Ü romanlarımda, gelecek için mutlaka umut vadeden bir rolü vardır Mehmet’in. Adı da Hz.Muhammed (s.a.s.)’den dolayı Mehmet’tir.
-“Romanlarımı yazarken yaşıyorum” demiştiniz. Son yıllarda eserlerinizde tasavvutî bir yoğunluk hissediliyor. Bu, tasavvufun üzerinizdeki etkisi midir?
-Tabiî ki beni etkileyen konuları yazıyorum. Tasavvufun ışığında kendimi tanımaya başladım. Hayatımda hiç kimseye bilerek kötülük yapmadım. Bir hayvanı bile incitmedim. Bu sebeple nefsi emmâreyle biı ilişkim yok sanırdım. Oysa “Nefsini bilen Rabbini bilir” diye düşünüyorum. Ve bu arada sigarayı bırakamayışımın aslında nefsi emmâreden olduğunu bir arkadaşım sayesinde farkettiın. Kendimde halâ tanımadığım yönler keşfediyorum. Şu anda da tasavvuf! bir roman yazma hazırlığı içindeyim.
-Hem bir eş hem bir annesiniz. Eş ve anne olarak kadınların aile içindeki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Hakların ve vazifelerin eşit olması taraftarıyım. İşten gelen kadının mutfağa girerken, erkeğin içeri geçip gazete okuyarak yemeği beklemesi beni rahatsız ediyor. Kadının omuzlarına daha fazla yük biniyor; iki defa çalışmış oluyor. Bunu ne Allah indinde ne kul indinde hakça bu luyorum. Şimdilerde bu deııge biraz daha sağlandı. Gençlerin çocuk bakımını bile paylaştık larıııı görüyorum. Ben oğullarım Yağmur ve Murathan’a yarın eşinize yardım edersiniz diyerek iş yaptırdım, büyükler kardeşlerine baktılar. Bugün Yağmur, kardeşindeki tecrübelerle çocuk bakımında eşine yardım ediyor.
-Pek çok kişiye evde yazıyor olmanız kolay gelir, gerçekten kolay oldu mu?
- Aslında evde olmak yazmayı zorlaştırıyor. Bir bürom olsa daha kolay yazardım. Çoğu kimse yazarlığı meslek olarak görmez de. Eski den geceleri yazardım. Sabah namazına kadar çalışır, öğlene kadar da o zaman yazı yazdığım dergiye giderdim. Zira gündüz çalıştığımda çocuklar daktilomu, kağıtlarımı kurcalardı.
- Hikaye, roman denemeleri olan ya da en azından böyle bir niyeti olan okuyucularımıza tavsiyeleriniz neler olabilir?
- Yazma işi ilk önce Allah verigisi bir yetenektir. Bunu işletip çalıştırmak şüphesiz kişinin elindedir. Değer bakımından yetenek “bir” ise çalışmak “on” dur.
Bazı insanlar eminim yazma kabiliyetleri olduğunu far- kedemeden göçüp gitmişlerdir. Bu yeteneğin ilk anahtarı okumaktır. Ben çok genç yaşta, çok çeşitli okumaya başlamıştım. İlkokul 4. sınıfta hem masal kitaplarını, hem büyükler için yazılmış kitapları okuyordum.
Yazmaya niyetlenen arkadaşlara tavsiyem önce bol bol okumalarıdır. Roman, hikaye, popüler, bilimsel eserler, seyahatnameler, dinî eserler, psikolojik eserler, bibliyografyalar, otobiyografiler... tavsiye edeceğim kitaplar arasındadır.
Yazma arzusu içten gelir. Bol bol yazsınlar. Hatta bir günlük tutarlarsa daha güzel olur. “Bugün falan yere gittim, falanca yemeği yedim” şeklinde değil de, karşılaştıkları olaylar ve insanlar hak- kında-dedikoduya kaçmayarak fikir ve duygularını yazsınlar. Daha sonra yavaş yavaş hikaye, şiir, roman yazmaya başlayabilirler.