Makale

GÖĞÜN ÖLÜM İNDİRDİĞİ, YERİN ÖLÜ PÜSKÜRTTÜĞÜ AN ÇANAKKALE'DE YAZILAN DESTAN

GÖĞÜN ÖLÜM İNDİRDİĞİ, YERİN ÖLÜ PÜSKÜRTTÜĞÜ AN

ÇANAKKALE’DE YAZILAN DESTAN

Takvimler 1914 Ağustosunu gösterdiği günlerde, dünya coğrafyası hızla iki kutuplu bir dünyaya doğru saflaşmaya başlamıştı. Bir yanda İngiltere, Fransa, İtalya ve Rusya’dan oluşan müttefikler; bir yanda da Almanya, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve Osmanlı Devleti’nden oluşan ittifak kuvvetleri...
Savaşa Götüren Sebepler
Bu saflaşmanın en önemli sebeplerinden birisi, düveli muazzama adıyla anılan İngiltere, Fransa, Almanya ve Rusya arasında yaşanan sömürge yarışı idi. İngiltere bu yarışa erken başlamış, erken kalkan yol alır misali, genel bir valilikle yönetmekte olduğu Hindistan’dan temin ettiği hammaddeleri; Kızıldeniz, Süveyş Kanalı, Akdeniz ve Cebeli Tarık Boğazı yolu ile kendi sanayi şehirlerine getirip işlettikten sonra, pazarlama imkanı bulduğu coğrafyalara satma imkanına çoktan kavuşmuştu. İngiltere’nin, Osmanlı Devleti’nin önbahçesi sayılan Ortadoğu’da bu kadar rahat at oynatmasının yegane sebebi ise, Devlet-i Aliyye’nin gittikçe güç kaybetmesi ve kendi iç meseleleriyle uğraşmak zorunda kalması idi. Her ne kadar Sultan II. Abdülhamit, İstan- bul-Bağdat Demiryolu hattı ile petrol bölgelerinde bir İngiliz-Alman rekabeti yaratmış bulunuyor idi ise de. İngiltere’nin; Akdeniz’den Hindistan’a uzanan deniz yoluna hakim olması, bu rekabetin İngiltere lehine sonuçlanması neticesini doğurmuştu.
Osmanlı Devleti, özellikle II. Abdülhamit devriyle başlayan bir denge siyasetinin, çıkarları açısından daha uygun olduğunu düşünüyordu. Bu siyasetin temeli, Avrupalı devletlerin, Osmanlı Devleti üzerindeki ihtiraslarını diğer devletlere karşı koz olarak kullanma esasına dayanıyordu. Öteyandan Avrupa’daki birçok sömürgeci devlet; İstanbul, Boğazlar, Ortadoğu’da bulunan petrol bölgeleri vb. gibi stratejik önemi haiz yerlerin; rakip devlet kontrolünde olmaktansa, gittikçe zayıflayan Osmanlı Devleti yönetiminde kalmasını tercih ediyorlardı. İşte I. Dünya Sava- şı’nı hazırlayan en önemli nedenlerden birisi, Osmanlı topraklarına göz dikmiş bulunan bazı Avrupalı emperyalist devletlerin paylaşım anlaşmazlığı ve bu devletlerin birbirlerine karşı olan aşırı güvensizlikleri temeline dayanıyordu.
İngiltere’nin; 1877-1878’deki Osmanlı-Rus Savaşı’ndan sonra, Türklere verdiği desteği çekmesi Osmanlı-Alman yakınlaşmasını doğurmuş, ve bu yakınlık. Alman askerî heyetlerinin Türk ordusu bünyesinde görev almaları, İstanbul-Bağ- dat Demiryolu çalışmaları ile sıkı bir işbirliğine dönüşmüştü. Ayrıca Türk ordusunun genç subaylarının büyük bir kısmı Alman ordusunda eğitim görmüş, bazı subaylar da kurmaylık eğitimi almışlardı. Bunların en önde gelenlerinden biri de Enver Paşa idi.
Bütün bu gelişmeler yaşanırken, Avrupa’nın en güçlü devletlerinden biri olan Almanya, OsmanlIlarla açık bir ittifaka girmeye hazır görünüyordu. Nihayet Avrupalı devletler arasında baş- gösteren güven bunalımı adım adım savaşa dönüşürken, 2 Ağustos 1914’te Almanya ile Osmanlı Devleti arasında gizli bir anlaşma imzalandı. Bu anlaşmaya göre Osmanlı Devleti; Almanya ile Avusturya-Macaristan İmparatorluğu arasında oluşan ittifaka yardım edecek, karşılığında da topraklarında gözü olan Rusya’ya karşı destek görecekti.
Boğaz Harbine Doğru...
Osmanlı Devleti’nde, savaşın ayak sesleri iyiden iyiye hissedilmeye başlamıştı. Avrupa’da savaşın başlamasından sonra, nihayet 27 Ekim’de Yavuz ve Midilli adlarındaki iki Türk gemisi, diğerleriyle beraber gizli bir emirle Karadeniz’e açıldılar. Gemiler doğruca Rusya’nın en büyük liman kentlerinden birisi olan Odes- sa’ya giderek, savaş ilan etmeksizin şehri bombalamaya başladılar. Bu ani saldırıyla, aralarında bir Rus kruvazörünün de bulunduğu bir dizi gemi batırılmış, petrol depoları ateşe verilmişti. Osmanlı Donanması, bombardıman işlemini bitirdikten sonra Boğaz’daki üslerine döndüler. Ardından, 2 Kasım’da Rusya, 5 Kasım’da da İngiltere Osmanlı Devleti’ne karşı savaş ilan ettiler.
1914 Kasım’ından sonra Fransa’da askerî harekatın kilitlendiğini düşünen İngiltere, düşmanının güçlü cephelerinde savaşarak vakit kaybetmek yerine, zayıf olan bölgelerinde yeni cepheler açmayı ve rakip kuvvetleri böylece çökertmeyi uygun buluyordu. Bu tanıma en uygun yer de şüphesiz Çanakkale Boğazı ve dolayısıyla İstanbul’du.
ÇANAKKALE GEÇİLMEZ
Bu gelişmelerin ardından, düşman donanması 19 Şubat 1915 tarihinde birleşik filo ile Çanakkale Boğazı’na saldırdı. Saldırı donanması üç tümenden müteşekkildi. Bu üç tümende toplam 62 gemi bulunuyordu. İngiliz ve Fransız gemilerinden oluşan birleşik filonun saldırıları, özellikle Ertuğrul ve Orhaniye tabyalarının tesirli top atışları sayesinde sonuçsuz kaldı, düşmanın Marmara’ya girmesi önlenmiş oldu.
Düşman gemileri, 25 Şubat’tan 17 Mart tarihine kadar, Çanakkale Boğazı’na çeşitli çaplarda defalarca saldırı hareketine girişmişlerse de başarılı olamamışlardır. Nihayet 18 Mart günü, yeni bir hamle yaparak tekrar bombardımana başlayarak ilerleme denemesine girmişlerdi. Fakat Fransız- lar’a ait Bouvet Zırlısı, Hamidiye tabyasından atılan top mermisiyle batırılmıştı. Bu batışda, Nıısret Mayın Gemisi’nin döşemiş olduğu mayınlar da çok etkili olmuştu. Hemen ardından, Ocean ve irresistible gemileri de tabyalardan atılan top ateşleri ve mayınlarla batırılınca, İngiliz ve Fransız kuvvetleri büyük bir şok yaşamış, mağlubiyetin ilk acısını tatmışlardı.
18 Mart’ta uğradıkları ağır yenilginin ardından düşman kuvvetleri, deniz saldırıları ile İstanbul’a ulaşmalarının mümkün olmadığını anlamışlardı. Bu sebeple bundan sonra yapılacak saldırılar, hem karadan hem denizden yapılacak; koordineli bir hücum başlatılacak, böylece Osmanlı güçlerine ağır zayiatlar verdiri- lecekti. Bu maksatla Akdeniz müttefik kuvvetleri başkomutanlığına tayin edilen Hamilton’un emrine verilmiş olan 75 bin kişilik bir ordu, Çanakkale civarındaki adalara yığılmaya başladı. Bu ordu; İngiliz, Fransız, Avustralya, Yeni Zelanda ve diğer bazı sömürge askerlerinden oluşuyordu. Bunlara karşı 80 bin kişilik Türk kuvveti. Alman generali Liman Von Sanders’ in emrine verildi. Bu kuvvetlerin kumandanları; Bolayır geçidi ve civarına konuşlandırılan 5. ve 7. fırkaların kumandanları Liman Von Sanders ve Remzi Bey; 19. Fırka Kumandanı Mustafa Kemal (Atatürk) Bey; 11. Fırka Kumandanı ise Kaymakam Rifat Bey idi.
Seddülbahir Bölgesi
25 Nisan sabahı Seddülbahir Bölgesine bir çıkartma yapan 29. İngiliz tümeni, daha önce tespit edilen beş ayrı çıkış yerinden taarruza geçti.
İngiliz plan rumuzlarına göre bu bölgeler; Hisarlık, Ertuğrulko- yu, Tepekoyu, İkizko- yu ile Sığındere kumsalları idi. Buraya çıkarılan birliklerin hedefi, Alçıtepe ile Kilitbahir’i almaktı.
Bütün bu saldırılar, Türk kuvvetleri tarafından püskürtülmüş- tür. 25-26 Nisan günleri, düşman kuvvetleri tarafından gerçekleştirilen taarruzlar, Seddülbahir kıyı muharebelerinde hedefe ulaşamayınca, İngiliz ve Fransız birlikleri 28 Nisan’da Kirle köyünü ele geçirmek için tekrar saldırıya geçtilerse de başarılı olamadılar. Ardından devam eden Kerevizdere saldırılarında da muvaffak olamayan düşman kuvvetleri, çareyi Arıburnu ve Anafartalar bölgesinde bir cephe daha açmakta buldular. Geceli gündüzlü devam eden ve aylarca süren bu muharebelerde çok kanlı çatışmalar meydana gelmiş, on binlerce Türk evladı şehit düşmüştür.
Arıburnu ve Anafartalar Bölgesi
Düşman kuvvetlerinin iki büyük hedefinden biri olan Arıburunu cephesinde ise, Anzaklar bulunuyordu. Bu kuvvetlerin hedefi, Conkbayırı ve Kocaçimen tepelerini ele geçirip Boğaz’ın en dar yerinden Eceabat tabyalarına ulaşmaktı. Bundan sonraki safhada ise düşman, Seddülbahir bölgesinden ilerleyen kuvvetlerle birleşecek, Boğazı donanmaya açacaktı.
15 Nisan 1915 günü Anzaklar, kıyıya çıkartma yaparak Conkbayırı’nın güney yamaçları ile Düztepe, Kanlısırt ve Kocaçimen bölgelerine dayandı. Türk kuvvetleri, kıyı bölgelerinde tutunma mücadelesi veren düşman kuvvetlerine kanlı taaarruzlarla karşılık verse de tam muvaffak olamadı. Bu arada gücünü takviye eden İngiliz kuvvetleri, 7 Ağustos günü tekrar Conkbayırı’na bir taarruz başlattı. Fakat Miralay Mustafa Kemal Bey’in emrindeki takviye Türk kuvvetlerinin çetin direnişi ile karşılaştı. Gece gündüz süren bu taarruzlar sırasında, gerek düşman gerekse Türk güçleri arasında büyük kayıplar oldu. Öbek öbek Çanakkale Boğazı’na yığılan Mehmetçiklerin bir alayı gidiyor bir alayı geliyor, adeta bir giil bahçesine girerce sine şehadete koşuyordu. Tıpkı millî şairimiz Mehmed Akif’in dizelerinde dile getirdiği gibi, tepeler ve vadilerden adeta cesetler savruluyor, topraklar yer yer kıpkırmızı kan rengine boyanıyordu.
Böylesine kanlı bir kapışmanın ardından 9 Ağustos sabahı, düşman kuvvetleri Kireçte- pe’den Conkbayırı’na kadar genişleyen bir cepheden tekrar taarruza geçtiler. Fakat Kireçte- pe’nin alınması haricinde büyük bir başarı kazanamadılar. Ayrıca Anzak güçleri, 21 Ağustos günü Anafartalar bölgesinde, Kocaçimen-Conkbayırı hattından bir saldırı daha başlattılar. Bu saldırı da Mustafa Kemal’in sevk ve idare ettiği Türk kuvvetlerinin çetin direnişi sayesinde geri püskürtüldü. Nihayet bu taarruz da başarısızlıkla sonuçlanınca, düşman kuvvetleri yavaş yavaş Çanakkale Boğazı’ndan geri çekilmenin hesaplarını yapmaya başladılar.
İngilizler, 17-20 Aralık geceleri yapmış oldukları tahliyelerle Anafartalar ve Arıburnu’mı tamamen boşalttılar. Ardından 1 Ocak 1916’da Seddülbahir cephesinde kalan 17 bin kişilik son birliği de çekmeye başladılar. Beraberlerinde getirdikleri silah ve levazımatı aldıktan, geride kalanları da imha ettikten sonra geldikleri gibi gittiler.

1) Belgelerle Çanakkale Savaşları, Doç. Dr. Ahmet ALTINTAŞ, 18 Man Üniv. 1997.
2) Çanakkale ’nin Ruh Portresi, İbrahim REFİK, Adım Yay. İstanbul, Şubat 1998.
3) Düşünen İnsana Hazine, Nejat MU- ALLİMOĞLU, Şahsi Basım, İstanbul 1997.
4) Yeni Rehber Ansiklopedisi, Türkiye Gazetesi Yayınları, Cilt 5, Sayfa 38.
5) Büyük Kültür Ansiklopedisi, Başkent Yayınları, cilt 4, sayfa 1352, Ankara 1984.