Makale

OSMANLI TÜRKLERİNDE YÜKSEK İFTA MAKAMI

OSMANLI TÜRKLERİNDE YÜKSEK İFTA MAKAMI

Ali Himmet BERKİ

İslâm Dininde erkek kadın her Müslümanın îtikad ve amele dair hü­kümleri icmâlen öğrenmesi farzdır; bütün teferruatı bilmekle mükellef değildir. Bunları ilim ve irfan sahipleri bilir. Bunları bilmeyenler ilim sâhiplerinden sorar öğrenir1. Fakat müracaat olunacak kimselerin İslâmî ilimleri lâyıkıyla bilmeleri lâzımdır, işte bunun içindir ki, İslam devletlerinde, müs­lümanların îtikad ve amele müteallik tesadüf ve tereddüt ettikleri müşküllerini öğrenmek için iftâ makamı tesis olunmuştur. Osmanlı Devleti Türk ve İslâm Devleti olduğu için şer’î hükümlerde mercî olmak ve vâkıaları ce­vaplandırmak üzere müftüler tâyin olunmuştur. Bunların en büyükleri Şeyhü’l-İslâm’dır ki, bunlara Müfti’l-Enâm, yâni halkın sorularına cevap veren zat denirdi.

Şeyhü’1-İslâmlar, mevcut ulemâdan ilim ve faziletle şöhret bulan kim­seler arasından padişah tarafından tâyin olunurdu. Daha evvel İslam mem­leketlerinde bu namla tebcil olunan âlimler vardı. Fakat bunlar resmî sıfatı haiz değillerdi. Yüksek ilim ve faziletlerinden nâşi ulemâ ve halk tarafın­dan Şeyhü’l-İslâm lâkâbiyle anılırlardı. Şemsü’l-İslâm, İmâmü’l-Eimme, ilh... allâme gibi tavsifler de bu kabildendir.

Osmanlı Devletinde Sultan II. Murad zamanında ilk defa bu maka­ma getirilen ilim ve faziletleriyle herkesin hürmetini kazanmış olan "Mehmed Şemseddin Fenârî Efendi"dir. Bu zat halk arasında o derece takdir olun­muştu ki, Cum’a günleri namaza giderken ahâli geçeceği yerlerde toplanır, onu görmekten zevk ve haz duyarlardı. Molla Fenâri’den evvel bu vazifeyi Şeyh Edebâli ve Dursun Fakîh gibi büyük âlimler îfâ ederlerdi. Mehmet Fenâri Efendi’den itibaren Osmanlı Devleti’nde 128 Şeyhü’l-İslâm bulunmuş­tur. 124. Şeyhü’l-İslâm olan Hayri Bey’e kadar Şeyhü’l-İslâmların hal tercemeleri ve eserleri, elyazılarıyla cevap ve imzalarını taşıyan bâzı fetvâları Şeyhü’l-İslâm Hayrı Bey’in meşihatı zamanında derlenip 1334 tarihinde yayınlanan İlmiye Salnamesinde muhtasaran neşrolunmuştur.

Şeyhü’l-İslâmlardan birkaçı, İntihab hatâsı olarak istisnâ edilirse, diğer­leri âlim, fâzıl, müteşerrî yüksek şahsiyetlerdi. Bunlar arasında en ziyâde şöhret bulan Mehmet Şemseddin Fenâri, Molla Gürâni, Zenbilli Ali Efendi, Molla Hüsrev, İbn-i Kemâl, Ahmet Şemseddin, Ebussuud Efendi, Hoca Sa­dettin Efendi, meşhur şâir ve âlim Yahyâ Efendi’dir. Bu zatlar ilim ve eserleri ve iftâları ile devlet ve millete meşkûr hizmetlerde bulunmuşlardır. Ebus­suud Efendi merhumun kanun ve nizamları tedvinde gösterdiği kudret ve kifayet pek büyük olmuştur. Tefsîri ve Fetâvâ mecmuası pek kıymetli ve meşhurdur.

Şeyhü’l-İslâmlar, maiyetlerindeki zevatla birlikte kiraladıkları konaklarda îfâ-yı vazîfe etmektelerken 1241 târihinde Yeniçeri Ocağı ilga edilince merhum Sultan II. Mahmud Şeyhü’l-İslâmların Yeniçerilerin merkezi olan Ağakapısı’nda vazife yapmalarını irade eylemiş ve bu târihten sonra bu binada îfâ-yı vazîfe etmişlerdir. Son aldığı şekilden sonra buraya halk arasında "Meşîhat Dairesi" (Şeyhü’l-İslâm Kapısı) denirdi. Bu daire, Süleymaniye Câmii Şerifi avlusunun beş on metre yakınındadır.

Şeyhülislâmların maiyyetlerinde, fetva işlerinde kendilerine yardım edecek memurlar bulunur ve bunlara Şeyhü’l-İslâm Kâtibi ve Müsevvidi de­nirdi. Bunların başında Fetvâ Emîni unvâniyle bir zat olup ilmî faâliyete nezâret ederdi. Şeyhü’l-İslâmlardan sonra re’y ve karar sâhibi bu zat idi.

Fetvâ Emînliği Sultan Süleyman’ın padişahlığı zamanında ihdas edil­miştir. İstanbul’un fethinden evvel bu vazifeyi Bursa kadıları ve fetihten sonra İstanbul kadıları îfâ eylemişlerdir. Fetvâ Emînleri de fıkıh ilmine tam mânâsiyle vâkıf, metin ve müteşerrî zatlar arasından intihab olunurdu.

İlk Fetvâ Emîni unvâniyle tâyin edilen zat, Balıkesirli Mehmed Muhiddin Efendi ve son Fetvâ Emîni de Fâtih Dersiâmlarından Muğlalı Ali Rıza Efendi’dir, Bu zat, Fetvâ Emîni olmadan evvel Fetvâhâne Îlâmat Odasının kıymetli erkânından idi. Ve Vâmık Şükrü Altunbaş merhumun "Fetvâ Emîn­leri" adlı derin bir tetebbû mahsûlü olan kıymetli bir eseri vardır. Bu eserde muhtelif zamanlarda bu makama gelen 69 Fetvâ Emîninin hâl tercemeleri ve eserleri yazılmıştır. Bu eser Şerafeddin Yaltkaya’nın Diyanet Reisliği zama­nında Diyanet Reisliği’nce satın alınmışsa da nedense tâb ve neşrolunmamıştır. Halbuki, bunun neşri Fetvâ Emâneti ve münderecatı itibariyle hu­zur dersleri tarihi için faideli olurdu.

Son zamanlarda "Fetvâhâne-i Âlî", biri pusula odası ve diğeri fetvâ oda­sı, üçüncüsü îlâmat odası olmak üzere üç kısımdan müteşekkildi. Pusula oda­sı, soru sahiplerinin sordukları sorulan vâzıh olarak yazar ve bu soruları fetvâ odasına verirdi. Burada verilecek fetvânın metni yazılır ve bu metin cevabı yazılmak üzere Şeyhü’l-İslâm’a takdim olunurdu. Şeyhü’l-İslâm müs­bet veya menfî cevaplarını yazıp imza ettikten sonra bunları fetvâ odasına iade eder ve defter-i mahsûsuna aynen kaydolunduktan sonra soru sahip­lerine verilirdi.

Hatırımda kaldığına göre, cevabı müsbet olanlar yeşil atlas torbaya ve menfî olan yâni olmaz yazılacak olanlar da pembe bir torbaya konarak ce­vabı yazılıp imza edilmek üzere Şeyhü’l-İslâm’a takdim edilirdi. Şeyhü’l-İslâm merhum Hüseyin Hüsnü Efendi hepsinin bir torbada gönderilmesini emretmiş ve bir müddet böyle yapılmıştı. Lâkin merhum, bu usûl fazla meşgûl ediyor diyerek, eskisi gibi ayrı ayrı torbalarda gönderilmesini istemiş ve öyle yapılmıştır.

Şeyhü’l-İslamlar Fetvâ Emânetinin mütalâasıyla mukayyet değildiler. Mucip sebep zikriyle herhangi bir fetvayı Fetvâ Emânetine iade edebilirdi. Fetvâ Emâneti Hey’eti, Şeyhü’l-İslâm’ın re’yini kabûl etmezse, fetvâ Şeyhü’l-İslâm’ın re’yî ile yazılırdı. Çünkü iftâ yetkisi münhasıran Şeyhü’l-İslâmlara âitti.

Şifahen cevap isteyenlere fetvâ odasından şifahen cevap verilir, isti­da ile vuku’ bulan soruların cevabı istidâ üzerine yazılarak talep sâhibine iade olunurdu. Fetvâ odası bir miktar da müsevvit ve memurlardan müte­şekkildi.

Fetvâ şekilleri görülmek üzere burada müsbet ve menfî iki fetvâ nümûnesi yazmayı faideli sayıyoruz:

Minhü’t-Tevfîk

Bu mes’ele beyânında eimme-i Hanefiyeden cevap ne veçhiledir? Zeyd mevlidinde (doğduğu yerde) meçhûlü’n-neseb olup (babası kim olduğu bilinmeyip) yedinde olan Amr sagîr (küçük Amr) için, oğlumdur diye ikrar edip lâkin Amr nefsinden tâbire kâdir olmayıp (mümeyyiz ol­mayıp) tasdîke ehil olmamakla tasdik etmeyip ba’dehû Zeyd fevt olsa (öl­se), Amr’ın nesebi Zeyd’den sâbit olup Zeyd’e vâris olur mu? Beyan buyrula.

Olur.

Ketebehû Hâlid Efendi-zâde

Mehmet Cemaleddîn

ufîye anhümâ

Bu mes’ele beyânında eimme-i Hanefiyeden cevap ne veçhiledir?

Zeyd, Amr’ın bir maslahatına Amr’ın izinsiz kendi malından şu kadar akçe (para) sarfeylese, Zeyd, mücerret maslahatına sarfeyledim deyû mas­rufu nâmına Amr’dan nesne almaya kâdir olur mu? Beyan buyrula.

Olmaz.

Ketebehû Mehmet Sâlih Efendî-zâde

Ahmet Es’ad

ufiye anhümâ

Bu fetvâ numûnelerinde metinler Fetvahane odasınca, cevap ve imza Şeyhü’l-İslâmlar tarafından yazılmıştır.

Îlâmat odası: Îlâmat müdirînîn idaresinde yeteri kadar mümeyyizlerle kalem işlerini gören memurlardan ibaretti. Bu odada şer’iye mahkemelerin­den verilip doğrudan doğruya alâkalılar tarafından tevsik için gelen îlâm ve hüccetler tetkik olunur ve îcabları, yâni doğru ve usûlüne muvafık olup olmadığı yazılarak Fetva Emîni ve İlâmat Müdürü taraflarından mühürlenirdi. Meselâ bir kimse bir şer’iye mahkemesinden veraset hücceti almıştır. Bu hüccetin doğru olup olmadığını anlamak için Fetvâhâneye verir, tasdik edi­lirse mucibince hareket etmek üzere hıfzeder; Fetvâhâne, usûlüne muvafık değildir, diye bozarsa, o hükmü veren mahkemede ıslah ettirirdi. Ve bir de Mahkeme-i Şer’iyeden verilen îlâm veya hüccet, aleyhinde olan kimse ta­rafından nakz talebiyle müracaat olunur, bu takdirde yalnız o îlâm ve hüc­cet münderecatlarına göre tetkik olunur, usûlüne muvafık değilse bozularak mahkemesine iade olunur ve muvafık ise tasdik olunarak zapta muvafık olup olmadığı tetkik olunmak üzere meclis-i tekkîkata havale edilir ve bu­raca tetkik olunarak muvafık ise, Fetvahanenin tasdîki kaydolunarak yeni­den bakılması talebi reddolunur; değilse, kabûl olunarak yeniden bakılmak üzere mahkemesine iade olunurdu.

Doğrudan doğruya veya temyiz sûretiyle Îlâmat Odasına gelen îlâm ve hüccetleri, evvelâ mümeyyiz muavinleri ve sonra mümeyyizler tetkik edip mütalâalarını ilişik kâğıda yazarak imzaladıktan sonra îlâmat müdürü olan zâta verir; müdür, mümeyyizin mütalâasını doğru bulursa imza eder, bulmazsa mütalâasını yazarak her iki sûrette Fetvâ Emînine takdim ederdi. Fetva Emîni de imzaladıktan sonra yazıyla işâret edip yazı masasına tevdî olunurdu. Fetvâ Emîni ilâmat Müdürünün re’yini muvafık bulmazsa sebe­bini beyan ederek müdüre iade eder, muhtâc-ı teemmül ve müzakere de­ğilse, Fetvâ Emîninin işâreti veçhile îcâbı yazılır ve muhtâc-ı müzakere ve teemmül ise, Fetvâ Emininin riyasetinde îlâmat Müdürü Reisü’l-Müsevvidîn, yâni Fetvâ Odası Reisi ve Fetvâ Emîni Muavini toplanarak, ariz ve amîk teemmül ettikten sonra îcâbı kararlaştırılır ve ihtilâf halinde Fetvâ Emîninin re’yi tercih olunurdu.

Burada büyük hukuk âlimi ve fazîlet-i ahlâkiye sâhibi bir zâtı hatırla­madan geçemeyeceğim; ümit ederim ki, bu zâtın hayâtı ve salâbet-i ahlâkı vazifeliler için mûcib-i ibret ve intibah olur:

Medresetü’l-Kuzâd’dan Hicrî 1327 târihinde mezun olduktan sonra Fetvâhâne-i Âlî’de memur tâyin olunmuştum. O târihte îlâmat Müdürü Kayse­rili İsmâil Efendi idi. Kayserili bir tanıdığım bu zâtın Develi kazasından ol­duğunu söyledi. Bu mümtaz İslâm hukuku alimi, hayret edilecek bîr hâfızaya mâlik ve İslâm hukukunda müstesna bir ihataya sâhîpti. Fetvâhâne îlâ­mat işlerinin ağırlığı bu zat üzerinde idi. Beş on sene evvel tetkik ettiği bir îlâmı ve bu îlâma ne îcab yazıldığını bile hatırlardı. Yetiştirmek için bize îlâm tetkik ettirirdi. Halbuki Fetvâhâneye intîsab edenler mukayyitlîkten ve kâtiplikten başlayarak istidadına göre tedricen terfi eylerdi. Bunlara îlâm tetkikine müsaade olunmazdı. Kendisi her gün on onbeş îlâm ve hüccet tet­kik eder ve o kadar da okumak üzere evine götürürdü. Ne yazık ki 62-63 yaşlarında akciğer veremine müptelâ oldu ve yatağa düştü. Bu halde dahi îlâm ister, tetkik eder ve mütalâasını yazıp iade eylerdi. Izdırabı arttığı za­man, kısa îlâm gönderiniz, diye dâireye haber göndermişti. Vefâtından üç gün evveline kadar îlâm okudu. Emeli, aldığı maaşın helâl olması ve vazife­sini yaptığı halde kalb huzuru ile âlem-i âhîrete intikal etmek idi. Hayâtım­da nüfûz-u nazar ve kuvve-i hafıza sâhibi bu gibi hiçbir kimseye tesadüf etmedim. Allah kabrini nur ve makâmını Cennet buyursun.

Fetvâhâne ve fetvâlardan bahsederken Fetâvâ mecmualarının (dergi­lerinin) fâidelerinden bahsetmek yerinde olacaktır.

Şeyhü’l-İslâmlar, fakîhler ve hukuk âlimleri tarafından sayısız fetvâlar verilmiş, bunların bâzıları toplanarak taallûk ettikleri bahislerde derle­nerek kitaplar halinde neşredilmiştir. Bunları toplayarak neşretmekten mak­sat, benzeri hâdiselerde hâkim ve müftilere rehberlik etmekten ve devletçe amel olunan meseleler hakkında bilgi vermekten ibaretti. Bugün Temyiz Mahkemesi ve Devlet Şûrâsı kararları ne maksatla derlenip toplanıyorsa ve Tevhîd-i İçtihat müessesesi hangi düşünce ile tesis olunmuşsa, fetvâ kitap­ları da bu maksatla meydana getirilmiştir.

Şu muhakkaktır ki, bu gibi eserler tatbikatta pek faydalı olmuş ve ittirada hizmet etmiştir.

Bâzı kimseler bu fetvâ kitaplarının içtihada ve hukukun inkişafına mâni olduğunu söylerler; fakat doğru değildir. Çünkü her akla gelen içtihat ola­rak kabûl edilemez. İçtihat öyle zannedildiği gibi kolay bir iş değildir. Ge­niş bilgiye ve hukuk ilmine melekeye ve halkın ihtiyaç ve örf ve âdetleri­ne vukufa muhtaçtır. Bir hâkimin bir türlü, diğer hâkimin benzeri hâdisede başka türlü hükmetmesi adâlette ittirat ve halkın muamelelerinin selâmeti ve âmmenin adâlet ve kazâya îtimadı bakımından isabetli telâkkî edilemez.

Mâhaza, hukuk âlimleri düşüncelerini kitaplarında yazabilir. Esasen içtihat serbestisini de bu mânâda anlamak lâzımdır. Mevcut fetevâ mecmua­larından mülga Fetvâhâne ve İslâm hukuk âlimlerince en mûteber olan Fetevâ-yı Erbaa mecmualarıdır ki şunlardır:

Ali Efendi Behçe, Feyziye ve Netîcetü’l-Fefevâ mecmuaları. Bunlar sâbık Şeyhü’l-İslâmlar tarafından verilmiş olan fetvâları muhtevidir. Türkçe Ebussuud Efendi Fetevâ mecmuası ile, Arapça Fetevâ-yı Hayriye, Fetevâ-yı Hehdiye fi’l-Vekayii’l-Mısriye dahi istifade olunacak eserlerdendir. Arapça yazılı Fetevâ-yı Bezzâziye, Fetevâ-yı Hindiye, Fetevâ-yı Tatarhâniye ve ben­zeri eserler ilmî olarak tedvin edilmiş ve Fetevâ adıyla iştihar eylemiştir. Hepsi İslâm ulemâsı arasında muteberdir. Keşfü’z-Zünûn adlı meşhur eserin­de Kâtip Çelebi merhum Fetevâ mecmuaları hakkında mâlûmat vermiştir.

_____________________________________

(1) “Bilmiyorsanız ilim sahiplerinden sorunuz.” (Nahl Sûresi, Âyet:43)