Makale

KÜLTÜR, YABANCILAŞMA VE GENÇLİK

Ertuğrul YAMAN

KÜLTÜR, YABANCILAŞMA VE GENÇLİK


Kapsamı çok geniş olan kültür kavramıyla ilgili olarak değişik sahalardaki kullanımları da dikkate aldığımızda, pek çok tanımlamanın yapıldığını görüyoruz. Bizim bu yazıda üzerinde duracağımız "kültür" kavramı, sosyal bilimcilerin sıkça kullandığı ve en kısa şekliyle "milletlerin yaşama tarzı" diye tanımlanan özel anlamlı kültürdür. En önemli niteliği "millîlik" olan kültürün, birbirinden az çok farklı, epeyce ayrı tanımlan mevcuttur. Kültürü bir bütün olarak ele alıp "bir milletin maddî ve manevî değerlerinin bütünü" şeklinde ifade edenler çoğunluktadır. Kültür tanımlamalarının hemen hepsinde dikkati çeken ortak nokta, onun bir milletle ilgili olması, yani "millîlik" (yerlilik) vasfıdır.
Son yıllarda kullanım sıklığı artan kavramlardan birisi de hiç şüphesiz "yabancılaşmadır. "Yabancılaşmadan bizim anladığımız, kendimize ait her değeri veya pek çok değeri beğenmeyip kendi dışımızdaki her iş, olay ve tarza körü körüne kapılmaktır. Aslında, millet olarak yabancılara karşı meyilli olmamız çok dikkat çeken özelliklerimizden birisidir. Geçmişte, bu özelliğimiz kendimize olan güvenimiz sayesinde zarar verecek seviyeye gelmemiştir. Günümüzde ise, özellikle gençlerimizde, kendine "güven duygusu" azaltılma, bu özelliğimiz bizi hüsrana uğratacak dereceye ulaşmış-or. "Yabancılaşma" hareketi her ne kadar "evrensellik", "uluslararası değerler" diye takdim edilmekteyse de arak mızrak çuvala sığmaz olmuştur.
Kültür ve yabancılaşma kavramları, ülkemizde son yıllarda çok zaman birlikte kullanılan, biri diğerini çağrıştıran kelimelerden olmuşlardır. Bu durum ise, söz konusu kavramlarla ilgili olarak bir problemin varlığını göstermektedir. Çünkü "kültür" kavramının belirgin vasfı "millîlik" yani yedilik " yabancılaşma" kavramınınki ise, malum olduğu üzre, bunun aksine "gayri millilik" tır. Biz bu yazımızda, üzerinde çok konuşulan ve yazılan bu iki kavramın gençler açısından durumunu gözler önüne serdikten sonra, ana hatlarıyla, çözüm teklifleri getirmeye çalışacağız.
Yukarıda bir iki çok bilinen tanımını verdiğimiz ve hemen herkesin bilerek ya da bilmeden değişik anlamlarda kullandığı "kültür" terimi, son zamanlarda daha değişik nitelik ve vasıflar kazanmaya başlamıştır. Dünyanın çok hızlı bir değişim yaşadığı günümüzde kavramların da bir ölçüde anlam kaymalarına veya değişmelerine uğraması, esasen pek normaldir. Ne var ki bu değişmelerin, dilin tabiî yapısına uygun olarak yavaş yavaş ve o dili kullananlara benimsenerek gerçekleşmesi gerekir. İşte, kültür kavramlarıyla ilgili olarak birtakım sıfatlar çok hızlı ve henüz hafızalara yerleşmeden kullanıma sokulmaktadır. Bu durum ise, yabancılaşmaya elverişli bir zemin hazırlamaktadır.
Kültür kavramını nitelemek için kullanılan bu tür kelimelerden birisi de "evrensel" sıfatıdır. Esasen, sözlük anlamlan düşünüldüğünde, kültür ve evrensel kelimeleri, anlam itibariyle, birbirini niteleyemeyecek kadar farklılık arz ederler. Çünkü, kültürün milletlere özgü olması-, evrensel kavramının ise en azından çok millete ait olması bu birleşmeyi engeller mahiyettedir. Bir başka ihtimal olarak kültür kavramının tanımında bir değişme yaşandığını kabul etmemiz gerekecek ki, en azından şimdilik bunu söylemek pek mümkün görünmemektedir.
Yabancılaşma hareketi ile doğrudan ilgili olduğunu düşündüğümüz ve son yıllarda dillerden düşmeyen "evrensel kültür" iradesinin kullanımına biraz daha açıklık getirmenin yararlı olacağı kanaatindeyiz. Çünkü yabancılaşma, ülkemizde evvela kavram kargaşasıyla başlamakta-, daha sonra da yalan yanlış şekliyle yerleşmektedir. Nedir "evrensel kültür"/ Birbirine belli oranlarda zıtlık ifade eden İki kavramdan oluşan bu ifadenin d’ş yapısını bir yana bırakıp iç yapısına baktığımızda, yine bir kargaşayla, daha doğrusu aldatmacayla karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz. Bugün için bütün kültürlerin üstüne çıkmış ve gerçekten ev-rensel" nitelik kazam-..? Herhangi bir kültürden söz edilemeyeceği açıktır
Bir başka ihtimal olarak mevcut kültürlerin birleşimiyle ortaya çıkmış, hepsinden farklı bir ortak kültürün oluştuğu düşünülebilirse de hiç olmazsa günümüz için, böyle bir oluşumdan söz etmek henüz mümkün görünmemektedir. Kanaatimizce "evrensel" sıfatıyla reklamları yapılanlar, güçlü ve baskıcı kültürlerin az çok kendilerince ortaklaşa benimsedikleri unsurlardır. Eğer bu değerler, gerçekten evrensel olsaydı, bunların bazı toplumlara zorla kabul ettirilmesi veya en azından şartlandırılması gibi bir durum söz konusu olamazdı.
O hâlde yabancılaşma denilen hadise, birtakım yanlış şartlandırmalardan başka bir şey değildir. Bizi, "evrensel kültür", "insancıllık" gibi yapay kavramlarla oyalayanların kendi değerlerinden pek de taviz vermemeleri dikkat çekicidir. Bu durumun öreklerini hemen her sahada görmek mümkündür.
Yabancılaşma hadisesinin özünde, şöyle ya da böyle kendi değerlerinden uzaklaşma yatmaktadır. Bu uzaklaşma çok zaman başkalarının etkisiyle ortaya çıkmaktadır. Bunun en kestirme yolu da toplumda kavram kargaşası oluşturarak kendilerine ait her türlü değer yargısını "eskiye ait", "çağ dışı", "geçersiz" gibi birtakım moda ve kaşıdı ifadelerle yıpratmaktır.
İşte, bu türlü bir ortamda, sahneye gençler çıkartılmaktadır. Çünkü, bu oyun, en iyi ve aslına yakın şekliyle gençlerin o tertemiz fakat pişmemiş zihinlerinde sahnelene bilecektir. Gen-cin, yaşı gereği kontrol edemediği kimi duygu ve heyecanlan bu yolla istismar edilerek kendi kendini beğenmez duruma düşürülmektedir. Bundan sonrası son derece kolaydır. Kendi de-ğerlerinden başkasının daha "akılcı", daha "çağdaş" olduğuna inandırılan genç, her türlü yabancı rüzgâra hemen kapılacaktır. Bunu da kendi mantığıyla bağdaştıracak yani aklîleştire-cek ve uygulama sahasına koyacaktır. O zaman da "âsî genç", "zamane çocuğu", "kuşaklar çatışması" gibi bazı kullanımların Sıklaştığı görülecektir.
Hâl böyleyken acaba yalnızca gençleri suçlayıp geçmek meseleyi çözecek midir? "Gençlik" kitlesi, netice itibariyle bu toplumda yetişen ve yine bizim insanlarımızın çocuklar; olan yetişkinlerdir. Yani, gençlerde herhangi bir eksiklik, herhangi bir yozlaşma varsa, bunda gençten ziyade büyüklerin payı olmalıdır. Çünkü bu çocuklan yetiştiren, yönlendiren yine bizler değil miyiz? Yoksa? Aileleri ve hatta toplumu aşan gizli güçler mi yetiştirip yönlendi-riyor çocuklarımızı? Lütfen bu noktada, elimizi vicdanımıza koyup biraz düşünelim!
Bizim toplumumuzda, çocukları yetiştirirken büyüklerin de net tavırlarla hareket ettikleri pek söylenemez. Toplumun bir bölümünce doğru kabul edilen bir hareket, diğer kesimince ta-mamen yanlış kabul edilebilmektedir. İşin acı tarafı, galiba toplum olarak doğrulara ve yanlışlara ait kıstaslarımızı kaybediyoruz. Birtakım ortak yönlerimiz gruplaşma ya da ferdileşmelerle yok edilmekte; kozmopolit bir yapıya doğru sürüklenilmekteyiz.
Yabancıların gençler üzerinde etkili olması için. yabancıların gayretleri, kendi idealleri açısından normal bir durumdur. Bu, insanın tabiatında olduğu gibi, milletler için de geçerlidir. Bizim ülkemizde görünen odur ki yabancılaşmanın asıl sebebi, yabancıların gayretlerinden ziyade kendi yanlışlıklarımız ve ihmalkârlıklarımızdır. Biz toplum olarak gencin karşısına bir değerler karmaşasıyla çıkıyoruz. Sonra da şikâyet ediyoruz. Çevresindeki tezatlarla dolu değerler arasında gerçeği ve doğruyu arayan genç, çok zaman bu karmaşanın içinde boğulmakta; çelişkilere düşmekte; bütün bunların tabiî bir sonucu olarak da sonunda çareyi, biraz da akranları ve diğer etkenlerin zorlamasıyla, yabancılaşmanın kucağına düşmede bulmaktadırlar.
Demek ki asıl suçlu, eğer illâ aranacaksa, gençliği yetiştirenler olmalıdır. Şunları da iyi anlamak gerekir ki yalnızca bağırıp çağırmayla, yasaklamayla bir yerlere varmak mümkün değildir. Gence bir hareketinin yanlış olduğunu söylüyorsak mutlaka doğrusunun da ne olduğunu göstermeliyiz. Yalnızca bizim göstermemiz de yetmeyecektir. Toplumca ortak tavırlar benimsenmedikçe, bu durumun düzelmesi pek mümkün olmayacaktır. Alternatifsiz telkinler işe yaramayacaktır.
Kanaatimizce, toplum olarak en büyük eksikliğimiz, gençlerimize rahatça tavsiye edebileceğimiz belirgin bir değerler sisteminin bulunmayışıdır. İç içe girmiş değerlerle; yerine göre doğru, yerine göre yanlış sayılan hareket tarzlarıyla şahsiyet kazanmak hiç mümkün müdür? Kaldı ki 21. yüzyıla hazırlanan dünyanın peşinden yetişecek en azından kendi kimliğini unutmayacak bir nesil yetiştirmek için pek bir hazırlığımız olduğu da söylenemez. Gençlerin gerçekten sorumlu, geleceğe güvenle bakan insanlar olarak yetişmelerini istiyorsak, her şeyden önce gençlerimizin kendilerine güvenmelerini sağlamak zorundayız. Bu durum, bir mecburiyetten öte, var olmamızın teminatıdır. Bu maksatla da günümüz şartlarına uygun bir biçimde düzenlenip netleştirilen kendi kültürel değerlerimiz, kitaplardan çıkarılıp uygulama safhasına konulmalıdır. Diğer yandan, gençlerimize, kendine güven duygusu yanında mutlaka belirli oranlarda sorumluluk yükleyerek onlara güvendiğimizi göstermeliyiz.
Kendine güvenen, kendi kendisiyle, geçmişiyle gurur duyan, yeri geldiğinde yanlışlarını da gören bir genç için "yabancılaşma" diye bir hadise artık söz konusu olmayacaktır. Çağımızda, kendi idealleri çizgisinde gençlik yetiştirenler için zaten böyle bir problem yoktur.
Çağımızda mevcut olan bir gerçeği de göz önünde tutmak zorundayız. İletişimin sınır tanımadığı günümüzde, gayet tabiî olarak kültürlerarası ilişkiler, karşılıklı alış verişler olacaktır. Bu etkileşim belirli oranlarda ve aslımıza zarar vermeyecek tarzda olursa, buna kimsenin itirazı olmayacaktır. Ne var ki kendine güveni olmayan, başıboş, sorumsuz yetiştirilen bir gençlik için bu etkileşmeler, fayda yerine zarar getirecektir. Diğer yandan kültürlerarası etkileşim de yalnızca aha olmayıp zaman zaman da verici olmak esas olmalıdır.
Bütün bu söylediklerimizden sonra "yabancılaşma tuzağına düşmeyecek göğsümüzü kabartacak bir nesil için neler yapılabilir?" sorusuna kendimizce birkaç cevap vermenin doğru olacağını düşünmekteyiz. Her şeyden önce çareyi kabukta değil, özde, yani kendimizde aramalıyız. Bizi biz yapan değerlerimize yeniden hayatiyet vermeliyiz. Kendi elbisemizi kendimiz biçip kendimiz dilemeliyiz. Ancak yeri geldiğinde, temel değerlerimize ve özellikle mukaddeslerimize zarar vermeyecek bazı alış verişlerde de bulunabilmeliyiz. Bu zamanda kendi içimize kapanmanın doğruluğunu kimse savunamaz.
İlk iş olarak gençlerimizin manevî bakımdan tatmin edilmesi, ruhlarının İslâm pınarının berrak sularıyla paklandırılması gerekir. Ruhunu temizleyen, nefsini kontrol eden bir genç-, dini, imanı, vatanı, milleti, ülkesi ve devleti için her türlü fedakârlığı yapacaktır. Bu nokrada şu iyice anlaşılmalıdır ki, manevî değerler, yalnızca kul ile Allah (cc) arasında kalan bir sistem olmayıp, aynı zamanda ferdin toplumdaki davranışlarını düzenleyip kontrol eden bir mekanizmadır. Fert veya millet olarak gelişip kalkınmanın yolu yalnızca menfaate dayalı un-surlardan geçmemelidir. Asl olan insandır ve insanın sorumluluğu da sevgi, saygı, karşılıklı güven, hakka riayet gibi birtakım ahlâkî kurallara bağlıdır.
Netice itibariyle, gençlerimizin dinî bakımdan yetiştirilmesi temel şarttır.
Öte yandan tarihî dönemler içinde kalan, bugün için slogandan öte değer ifade ettirilmeyen ve çok zaman çarpıtılarak verilen Ahmet Yesevî, Mevlana ve Yunus Emre gibi millî şahsiyetlerimizin düşünceleri, gerçek anlamda tespit edilip uygulamaya konulmalıdır. Meselâ, Yunus Emre’yi anlatırken Yunus’u Yunus yapan değerlere de yer vermeliyiz. Yine, ruhumuzu aynk otlarından kurtarabilmek için, kültürümüzün edebî kaynakları tespit edilerek her seviye ve tabakadaki insanımızın okuması temin edilmelidir. Bu amaçla Orhun Abidelerinden başlanarak Kutadgu Bilig, Nehcü’l-Feradis, Divan-ı Hikmet, Kısasü’l-Enbiya ve benzeri eserler öncelikle ele alınmalı, daha sonra diğer eserlerimiz okutulmalıdır. Kendimizi tanıdıktan sonra, Doğunun ve Batının klasiklerinden faydalanılmalıdır. Bizde genelde önce yabancı eserler okunmakta; sonuçta da gençlerimizde bir aşağılık duygusu ortaya çıkmaktadır.
Ayrıntılara girmeden kısaca verdiğimiz bu birkaç teklif, esasen ilk kez ortaya atılmış değildir. Ne var ki bizde çok söylenir, az yapılır. Yine de bu söylenenler uygulamaya konup bizim söylememize gerek kalmayıncaya kadar yazıp çizmek zorundayız. Biz ümit ediyoruz ki gençlerimiz ruhlarının bir köşesinde sessizce yatan o arslanı bir gün uyandıracak ve millî kimliklerine sahip çıkacaklardır. Bu, hem dileğimiz hem de kesin inancımızdır. Her an gençlerle iç içe olan birisi olarak bu düşüncemi, samimiyetle ifade etmekte hiçbir sakınca görmemekteyim. Gençlere güvenelim ve asıl kendimizi, onlar adına sorumlu hissedelim.