Makale

HZ. PEYGAMBERİN ÖRNEK YAŞANTISI

ŞÜKRÜ ÖZBUĞDAY / Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

HZ. PEYGAMBERİN ÖRNEK YAŞANTISI

Beşer tarihinin uzun devreleri boyunca pek çok siyâsî ve fikrî doktrin, hayat sahnesinde yer almıştır. Bunlarda hep görülen husus, da’vâ ile hakikat, söz ile fiiller, iddia ile vakıa arasında mühim farklılıkların bulunduğudur. Devamlı iddia, söz, dâvâ, vâkıadan, fiillerden ve hâdiselerden üstün olagelmiştir. Ancak Peygamberler tarihinde bunun aksine olarak, Peygamberlerin yaşayışları, sözleri ve dâ’vet ettikleri şeylere mutabık olmuş, onların fevkinde bulunmuştur. Onları gören, onlarla muhatap olan insanlar, henüz onların Peygamberliğini bilmeden doğruluk ve dürüstlüklerini teslim etmişlerdir. Meselâ; Hz. Yûsuf, zindanda iken hapis arkadaşları ona: "Şüphesiz biz seni iyilik ve İhsan sahiplerinden görüyoruz"1 diyerek rüyalarının yorumunu istiyorlardı.2
Yine günümüzde ve geçmişte nice kanun koyucusu ve uygulayıcısı vardır ki, kendilerini çoğu zaman hukukun üstünde tutmuşlar ve koydukları kanunlara, savundukları fazilet prensiplerine uymayı başkalarından beklemişlerdir. Bunun tek istisnası Peygamberlerdir ve özellikle Yüce Peygamberimiz (SAS.)’dir. Filhakika, kendi tebligatını tatbik eden birisi olarak, Hz. Peygamberin pürüzsüz, kusursuz, örnek bir hayatı vardır.
O, kendisini, mü’minleri mükellef tuttuğu görevlerin üstünde veya dışında görmemiş; bilakis ümmetinin en zâhid ferdinin kıldığından çok namaz kılmış-, tuttuğundan çok oruç tutmuş-, verdiğinden çok zekât ve sadaka vermiştir. Şâyet tebliğ ettiği ahkâmın bizzat kendi nefsinde tatbikine mahal bulunmamışsa, o zaman bu kabil hükümlerin uygulamasına evvelâ en yakınlarından başlamıştır.
Nitekim, faizi her çeşidiyle kesin olarak yasakladığında işe evvelâ amcası Abbas’ın faiziyle başlamış-, câhiliyye âdetlerinden olan kan dâvâsını lağvederken de ilk kaldırdığı, amcalarından Hâris’in torunu, Amir’in kan dâvası olmuştur.3
Hz. Peygamber (S.A.S.) biri her ne pahasına olursa olsun, kendisini durdurmağa ve başarısız kılmağa çalışan müşrikler, biri faaliyetlerini gizlice yürüten münâfıklar, biri de en ince teferruatına kadar hayatlarının her safhasında kendisini örnek almaya çalışan ashâb-ı kiram olmak üzere üç grup insanla iç içe yaşıyordu. Bu üç grup insan, gaye ve niyetleri farklı olmakla beraber, aynı dikkat ve titizlikle Hz. Peygamberin hayatını takibe almış bulunuyorlardı. Buna rağmen bu gruplardan hiç biri Hz. Peygamber’e: “Bize söylediklerini niçin yapmıyorsun?" diyecek bir sebep ve vesile bulamamıştır. Aksine, ashabına kolay olanı emrederken, kendisi için zor olanı tercih etmiştir.
Nitekim “Savm-ı Visâl" denilen ve araya iftar ve sahur koymadan oruçlu günleri peşpeşe ulamak demek olan oruç çeşidini menetmiş iken, kendisinin aynı şeyi niçin yaptığı sorulmuş-, cevaben de “Ben sizin gibi değilim; (Rabbım tarafından) yedirilir, içirilirim"4 buyurmuşlar; yâni bir mânâda “Benim takatim için olan her şey size kolay olmayabilir” demek istemişetir. Yine kuşluk namazı gibi, teheccüd namazı gibi ümmeti hakkında mendub olan bir takım ameller Hz. Peygamber (S.A.S.) hakkında vâcip bir görev olmuştur.151
Peygamberimizin bu örnek davranışları, İslâm’ı kendilerine tebliğ ettiği kişiler üzerinde tesir bırakan önemli bir faktör olmuştur. Umman meliki el-Culendi’ye Rasûlüllahin İslam’a dâvet mektubu ulaştığı zaman, Hz. Peygamberin hayatı hakkında bilgiler edinen melikin sözleri şöyle olmuştur: “Allah beni bu ümmî Peygambere delâlet etmiştir. O Peygamber, hiç bir iyiliği kendisi ilk tatbik eden olmaksızın emretmiyor-, hiç bir kötülüğü de kendisi ilk terkeden olmaksızın nehyetmiyor. O, mutlaka gâlip gelecektir, engellenmiyecektir-, mutlaka üstün çıkacak, darda bırakılmayacaktır. O, ahde vefâ gösterir, va di yerine getirir. Ben kesinlikle kabul ediyorum ki O, bir Peygamberdir.”
Yüce Allah, sözle yapılan da’vete fiilen örnek olmayı emreden “İnsanları Allah’a çağıran ve kendisi de iyi iş yapan ve “Ben müslümanlardanım"diyen kimseden daha güzel sözlü kimdir?” 6 İnsanlar örnek görmek isterler. Psikoloji ve Pedagojide, örnek almanın doğurduğu “taklit fonksiyonumun büyük değeri vardır. Her taklit olayı önce insanların ruhlarında arzu, ihtiyaç, itikat ve fikir şeklinde doğar. Daha sonra bunlar hareket ve davranışlar, adet ve alışkanlıklar şeklinde yaşayışa intikal eder.
Yaşayışıyla güzel örnek verme kâidesinin müessiriyetini gayet iyi bilen Peygamber Efendimiz (S.A.S.), kendisi, hayatıyla örnek teşkil ettiği gibi, İslâm’a da’vet ettiği insanların İslâmî yaşayışı görerek fikir ve kanaatlerini ona göre tayin ve tespit etmelerine imkân ve vesileler hazırlamıştır. Bedr Gazvesinde ele geçirilen esirlerin topluca bir yerde tutulmaları yerine, birer birer ashâb-ı kirama dağıtılarak misafir edilmeleri, başka bir takım fayda mülahazaları yanında büyük ölçüde, esirler sahâbenin İslâm’ı yaşayışına vâkıf olsunlar diye olsa gerektir. Benû Hanife kabilesi reisi Sümâme’nin müslüman olmasına, Hz. Peygamberin ona iyi davranması ve karşılıksız affı yanında, Mescid-i NebevPde kaldığı müddet zarfında İslâmî tatbikatı görerek, hakikati idrak etmesi de müessir olmuştur. Tâif heyeti geldiği zaman, müslümanların Kur’an okuyuşları, namaz kılışları, huşu ve huzû içinde ibadetleri ve İslâm’ı yaşayışları kalplerini rikkate getirsin diye, Hz. Peygamber onları Mescid-i Nebevînin hemen yanında misafir etmiştir. Bazı heyet mensuplarının, ashab-ı kirâmın evlerine dağıtılarak misafir edilmelerinde de bu husus göz önünde bulundurulmuştur. 7
Ahlâk hakkında dikkat nazarına alacağımız mühim bir nokta şudun Bir insan bir fazileti beğenip ona göre hareket etti mi, ona bütün varlığıyla sarılmalı ve onu o kadar devamlı bir şekilde tatbik etmeli ki, nihayet onu gayet tabii bir şekilde göstermeli ve herkes onun, o faziletle beraber yaratılmış olduğuna kani olmalıdır. O derecede ki, hiç kimse ondan o fazilete aykırı bir şey sudûr edeceğine inanmamalıdır. Başka bir deneyimle güneş nasıl ışık saçar, çiçekler nasıl ortalığa koku yayarsa, ağaçlar nasıl yemiş verirse, fazilet de insandan öylece sudûr etmelidir. Harekette sebat ve devamlılık bundan ibarettir.
Sevgili Peygamberimiz, bu kâideye bütün samimiyetiyle riâyet ederdi. O’nun her hareketi sonuna kadar devam ederdi. “Sünnet" kelimesi, bu prensibin en hakiki ifadesidir. Bu itibarla sünnet onun amel ve hareketlerindeki sebat ve devamın en kesin delilidir.8
Dünyanın ahlâk mürşidleri içinde "Buda’’nın önemli bir mevkii işgal ettiği söylenir. Fakat acaba Hindistan’da bir kimse, Buda’nın nasıl yaşadığını, Buda’nın telkinleriyle hayatı arasında nasıl bir münâsebet bulunup bulunmadığını bilir mi? Fakat Hz. Peygamber: "Niçin yapmadıklarınızı söylüyorsunuz"9 Prensibini bütün insanlığa tebliğ etmiştir. Çünkü kendisi, telkin ettiğini hayatında tatbik ederdi. Başkalarına izâh edip öğrettiği edep ve ahlâk kaidelerini, kindisi en mükemmel surette yaşardı.10
İslâmiyet kılıçla yayılmıştır diyenler çok büyük insafsızlık etmektedirler. İslâmiyet, İslâm Peygamberi Hz. Muhammed’in örnek ahlâkı sâyesinde yayılmıştır. O’nun mübarek hayatı, güzel ahlâkı, görenleri kendisine celbediyordu. Ondaki yüksek insanlığa hayran kalanlar, İslâm nurunun câzibesine bir pervâne gibi kendilerini verirlerdi. Bu bakımdan İslâmiyet önce Allah’ın yardımı, sonra da Hz. Muhammed’in örnek ve yüksek ahlâkı sayesinde yayılmıştır.11
Peygamberimizin yüce ahlâkı ve örnek yaşayışı, İslâm’a girenlerin, imanlarının kökleşip derinleşmesine, girmeyenlerin de, imrenip İslâm’a girmelerine vesile olmuştur.
Peygamber Efendimiz, Medine’ye hicret ettiği zaman O nu ilk kez gören Yahudi bir âlim Abdullah b. Selâm, intibâını ve İslâm’a girmesine vesile olan hususu şöyle dile getirin “O’nun yüzünü gördüğüm zaman bir yalancı yüzü olmadığını derhal anladım.” "12
Hz. Peygamberi (S.A.S.) öldürmek niyeti ile gelen bir bedevî de O’nun yüzünü görüverdiği anda, “aklının gittiği, nefsinin zayıfladığı" itirafında bulunur.13
Müşrikler tarafından, Peygamberimizle görüşmek üzere elçi olarak gönderilen Ebû Râfî, Medine’de O’nunla görüştükten sonra, kendisine olan muameleden dolayı İslâmî kabul ederek, Mekke’ye dönmek istememişti. Fakat Hz. Peygamber, elçinin kendi arzusuyla kalmasını-, alıkonulmuş gibi zannedilmesini uygun görmeyerek, Ebû Râfi’ye evvelâ Mekke’ye dönmesini sonra tekrar Medine’ye gelmesini tavsiye etmiştir. "14
Medineli müşriklerden Osman İbn Talha, Kâbe’nin anahtarını taşırdı. Hz. Peygamber’in Kâbe’ye girmesine engel oldu. "Peygamber olduğunu bilseydim, onun girmesine engel olmazdım" dedi. Hz. Ali, onun elinden anahtarı alıp, kapıyı açtı. Hz. Peygamber içeri girip çıktıktan sonra amcası Abbas, anahtarın kendisine verilmesini istedi. Allah’ın Rasulü ise, anahtarın yine eski sahibine verilmesini emretti. O’nun bu emri, neticede İbn- i Talha’nın müslüman olmasına sebep oldu.15
Bu konuda daha pek çok örnek verilebilir. Hz. Peygamberin vefatından sonra İslâm’a muhatap olan fert ve toplulukların, İslâm’ı öğrenme ve kabul etmede tamamen uzak ve biğane kalmalarına sebep -malesef- İslam’ı hiç duymadıkları veya yanlış anladıklarından ziyade, müslümanlardan, gördükleri kötü yaşayış ve davranışlar olmuştur. İslâm’ı kabul edenleri incelediğimiz zaman bunların iki ana grup teşekkül ettirdiğini görüyoruz. Bunlardan birincisi, Allah’a ve İslâm’a samimiyetle bağlı müslümanların örnek yaşayışlarından etkilenerek müslüman olanlar; diğeri ise, hür düşünce ve tarafsız bir araştırmayla İslâm’ın hakikatini anlayarak, İslâm’ı kabul edenler. Şüphesiz birinci grup, İkinciden kat kat fazladır. Müslümanlar ve İslâm’ı tebliğ edenler, kendi yaşayışlarını İslâm’a uydurarak güzel bir örnek halinde İslâmî sunabilseler, Avrupa’sıyla, Amerika’sıyla, bütün bir cihan kapılarını İslâm’a açacaktır. ,,16’Bu da ancak Sevgili Peygamberimizi örnek almakla mümkündür.
Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.S.)’in ona inananlar için model ve örnek olduğu, son derece âşikârdır. ; Zaten Peygamberlerin en önemli gönderiliş gayelerinden birisi de insanlığa örnek ve model olma konumlarıdır. Yüce Allah, Peygamberimize hitâben de “Muhakkak sen çok yüce bir ahlâk üzeresin" "17 buyururken; insanlara hitaben de: “Gerçekten sizin için Allah’a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için Rasûlüllah’da çok güzel bir örnek vardır.”"18’ buyurmaktadır.
Kutlu Doğumunun 1427. yıldönümünde, insanlığın, peygamber ahlâkına ve örnek yaşantısına yönelmesi dileğiyle...


(1) Yûsuf, 36.
(2) Prof. Dr. Ahmet Önkal; Rasûlüllah’ın İslâm’a Da’vet Metodu, Konya, 1990, S.214.
(3) Kamil Miras Tecrid-i Sarih Tercemesi ve _ Şerhi, D.İ.B. Yayını, Ankara 1972, C.10,. S.397; Prof. Dr. Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi (Tere. M. Said MUTLU) t İSL1966, C.1, S. 175.
(4) Buharı, Savm 48; Müslim, Siyam, 55; Ebû - Davud, Savm 24; Tecrid-i Sarih Tercemesi, C.6 S.290.
(5) Tecrid-i Sarih Tercemesi, C.4, S.14, 105; İbn-i Abidin, C.1, S.460. Yrd. Doç Dr. Ahmet Gürtaş; Hz. Peygamberin Şahsiye. tinden Çizgiler (1989 Yılı Kutlu Doğum • Haftasında Sunulan Tebliğ) Kutlu Doğum I, T.D.V. Yayınları, Ankara, 1990, S.36-37.
(6) Fussilet, 33.
(7) Önkal; a.g.e., S.214, 215, 216.
(8) Mevlana şiblî, Asr-ı Saadet, Tere. Ö. Rıza Doğrul, İst. 1974, C.2, S.64-65
(9) saf; 2
(10) a.g.e., S.61
(11) A. Himmet Berki, Osman Keskinoğlu; Hz. Muhammed ve Hayatı, D.İ.B. Yayını, Ankara, 1974, s.190
(12) Tirmizî, Kıyamet 42; İbn Mâce, İkamet ’ 174, Hadis No: 1334
(13) Önkal; a.g.e. S.218
(14) A. Reşit Turnagil; İslamiyet ve Milletler . Hukuku, i.ü. Hukuk Fakültesi Mecmuası,C.8, Sayı: 3-4, S.369 t
(15) ibn-i Kesir, Tefsir-ul-Kur’an-ıl Azim, C.2, S.299
(16) Önkal, a.g.e. S.216
(17) Kalem, 4
(18) Ahzâb, 21