Makale

AÖF Proğramı Nedir? Ne Kazandıracak

Halil KAYA


AÇIK İĞRETİM PROGRAMI NEDİR? NE KAZANDIRACAK?


HALEN Diyanet işleri Başkanlığı’nın 80 bine yakın kadrolu personeli bulunmaktadır. Bunların % 7,3’ü yüksekokul mezunu, % 62’si de İmam-Hatip Lisesi mezunu. Kalanı da ilk ve ortaokul mezunudur.
Görüldüğü gibi, din gibi çok önemli
ve hassas bir konuda hizmet veren Diyanet Teşkilâtı’nın yüksek tahsilli elemanları yeterli değildir.
Görevlilerin yüksek tahsil yapmaları ile ilgili ilk teşebbüs 1989 yılında Ankara, İstanbul, İzmir ve Bursa İlahiyat Fakülteleri bünyesinde açılması planlanan "İlahiyat Meslek Yüksekokulları"dır. Ancak bu okullardan sadece ikisi (İstanbul ve İzmir) öğrenime başla-yabildi. Bir de bu yıl, Erzurum İlahiyat Fakültesi bünyesinde Erzincan da açılan İlahiyat Meslek Yüksekokulunu sayabiliriz
Bugün Türkiye’de kısa zamanda geniş kitleleri eğitme projesi, Anadolu Üniversitesi Açık öğretim Fakültesi’nce yürütülmektedir.
Genel Açık öğretim programlan dışında ilk olarak öğretmenlere yönelik olarak başlatılan meslekî kariyer eğitimi de büyük ilgi görmüştür.
2000’li yıllara hazırlanan Türkiye’nin bilgilendirilmesinin de çağın şartlarına göre yüksek tahsilli, bilgili elemanlarca yapılmasının gerekliliği aşikârdır.
Bu amaçla Diyanet işleri Başkanlığınca 3 yıldır sürdürülen çalışmalar meyvesini verdi ve 1992-93 Öğretim Yılında 50 bin dolayında Teşkilât Mensubunun Açık öğretim Fakültesi’nde yüksek tahsil yapması gerçekleştirildi.
Konuyla ilgili olarak 8 Kasım 1991 tarihinde Diyanet İşleri Başkanlığında il müftülerinin de hazır bulunduğu bir toplantı yapıldı. Toplantıda Devlet Bakanı Fahrettin KURT, Maliye ve Gümrük Bakanı Adnan KAHVECİ, Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mustafa Said YAZICLOGLU birer konuşma yaptılar.
Açık öğretimle ilgili olarak ilgililerin görüşlerini aldık. Açık öğretim programlarının ne olduğunu, nasıl uygulanacağını ve Diyanet Personeline neler kazandıracağını araştırdık. Bu maksatla Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mustafa Said YAZ1CIOĞLU ve Anadolu üniversi-tesi Rektörü Prof. Dr. Yılmaz BÜYÜKER-ŞEN ile birer görüşme yaptık.

BU PROGRAM NELER SAĞLAYACAK?
1. Her görevli, yüksekokul DİPLOMASI’na sahip olacaktır.
2. Kadro derecesi olarak, BİRİNCİ derecenin son kademesine kadar yükselme imkânı olacaktır.
3. Üst görevlere tayin ve terfi imkânı doğacaktır.
4. Kur’an kurslarında derse girme ve ek ders ücreti alma imkânı sağlanacaktır.
5. Yurtdışına din görevlisi olarak atanabileceklerdir.
6. Maaş ve tazminatlarda artış olacaktır.
7. Yeniden intibak yapılacak ve müktesepleri yükseltilecektir.
8. il ve ilçe merkezlerine tayin ve nakilde öncelik verilecektir.
9. Programı başarıyla bitirenler, Başkanlıkça "Teşekkür Belgesi" ile ödüllendirilecektir.
10. Bu ön lisans programını tamamlayanlar, istedikleri takdirde iki yıllık mesleki lisans programına da katılmak suretiyle dört yıllık lisans tamamlama
İmkânına sahip olacaklardır.
11. Açık Öğretim programına katılan görevlilere bu programla ilgili sınavlara katılma konusunda, Başkanlık ve müftülüklerce yardım ve kolaylık sağlanacaktır.
Sonuç olarak; her görevli, çalıştığı yerde ve bulunduğu görevde, yüksek öğrenim yapma imkânına sahip olacak; böylece eğitim - öğrenim düzeyini yükseltmiş; mali statüsünü, sosyal ve kültürel düzeyini de geliştirmiş olacaktır.

AÇIK ÖĞRETİME NEDEN İHTİYAÇ DUYULDU?
Diyanet İşleri Başkanlığı, mevcut durumu ile insanlarımızın ileriye dönük beklentilerine cevap vermekte zorlanmaktadır. Artık bilgi çağından söz edilmekte, kurumlar, geleceğe yönelik hizmet plânla-malan ile kendilerini yenileme ihtiyacını hissetmektedir.
Kendini yenileme durumunda olan kurumların başında, bana göre. Diyanet Teşkilâtı gelmektedir. Çünkü verilen hizmet kaliteli, çok iyi yetişmiş elemanlarla ancak ba-şanlı olur.
Bu ihtiyaca cevap verebilmek için, bilindiği gibi, İlahiyat Meslek Yüksek Okulu projemiz yürürlüğe girdi ve geçen öğretim yılında ilk mezunlarını verdi. Ancak toplam personelin %62’sini oluşturan, 50 bin civarındaki İmam-Hatip Lisesi personelimizin bu okullardan geçi-rilmesi, çok uzun bir zaman dilimini gerektirmektedir.
Konuyu pratik olarak çözebilmek için, Türkiye’de önemli bir kurum haline gelen, Açık Öğretim sisteminden istifade etmek düşünülmüştür. Bu sistemden, Türkiye’de her kesim ve kuruluş faydalanmaktadır. 50 bin civarında, toplam personelin %62’sini oluşturan, yaş ortalaması 24-25 olan, öğrenmeye ve kendini yenilemeye fevkalâde açık Diyanet mensuplarının, bu imkândan istifade etmemeleri veya ettirilmemeleri hiçbir şekilde izah edilemez.
Toplumda din hizmeti gibi nazik, hassas ve nitelikli eleman istihdamını gerektiren, bu alandaki eğitimin mutlaka şart olduğuna inandık Bu hedefe ulaşabilmek için de üç yılı aşkın bir süre önce faaliyete geçtik. İlk müracaatımız reddedildi. Bu bizi yıldırmadı. Konuyu daha etraflı ve gerekçeli bir şekilde, tekrar oluşturup müracaatımızı yineledik
Bu arada bir vesile ile, Maliye ve Gümrük Bakanı Sayın Adnan Kahveci konuya muttali oldu ve projeye inanarak tüm gücü ile yardıma oldu. Onun samimi ve içten gayreti olmasaydı, projenin gerçekleşmesi mümkün olmazdı. Bu vesile ile bütün teşkilatım adına kendisine tekrar teşekkür ediyorum.
Böylece, 3 yılı aşkın bir gayretin sonucunda bu noktaya gelinmiştir. Şunu ifade etmek isterim ki, sağlanan bu imkân, Diyanet tarihinde önemli bir merhale oluşturmaktadır. Başarılı bir şekilde uygulanması halinde birkaç yıl içinde, %7’lerde seyreden yüksek tahsilli personel oranı %80’lere kolaylıkla tırmanabilecektir. Bu küçümsenemeyecek önemli bir fırsat ve im-kândır. En iyi ve verimli şekilde kullanılması mutlaka gereklidir.

PROJEDEN NELER BEKLENİYOR?
Şunu ifade etmek isterim ki programın muhtevası, yani okutulacak dersler konusunda insiyatif tamamen Açık Öğretim Fakültesinin olmuştur. Zaten genel bir program olarak düşünülmüştür. Daha ziyade sosyal muhtevalı dersler programlanmıştır.
Düşünceme göre bu hali ile de, sosyal bir görev yapan din görevlilerinin istifadeleri çok olacaktır. Yeter ki dersler teorik değil, pratiğe yönelik olsun.
Proje ile teşkilâtın yüksek tahsilli personel sayısı büyük oranda artacaktır. İlkokul öğretmenlerinin gerisine düşen Diyanet Teşkilâtı dengeyi tekrar sağlamış olacaktır. Böylece din görevlileri, İmam-Hatipler toplum içinde daha saygın bir yer edinecek, daha bilgili ve birikimli hale gelmek sureti ile, hizmetleri de o ölçüde iyileşecektir. Buna paralel olarak, özlük ve idari konulardaki başka pekçok haklar sağlanmış olacaktır.
Bir diğer çok önemli husus da şudur: Bu program başarı ile tamamlandığında, ilâve 2 yıllık meslekî ağırlıklı, önlisans tamamlama programı imkânı doğacaktır. Böylece bu programa başlayan görevlilerimiz, 4 yıllık lisans seviyesinde öğrenim görmüş olacaklardır. Bu büyük bir imkândır ve mutlaka değerlendirilmesi gereklidir.
Özlük haklarının düzelmesi de önemli bir gelişme olacaktır. Şu durumda bu konularda sıkıntılar vardır; ancak düzeltilmesi çok zor olmaktadır. Bu hususun kesin çözümü bu programla halledilmiş olacaktır.
Kur"an kurslarındaki eğitim ve öğretimin seviyesi de, bu programa paralel olarak yükselmiş olacaktır. Zaten Kur’an kurslarına verilecek yeni şekil, mutlaka yüksek tahsilli öğretmen gerektirecektir. Bu önemli konuya da bu şekilde çözüm getirilmiş olacaktır.

GÖREVLİLERDEN BEKLENEN..
Programa gereken ilginin gösterilmesini istiyorum. Her kademedeki görevlimize düşen görenler vardır. II Müftülerimizle Ankara’da yapılan toplantıda, bu hususlar, her yönü ile dile getirilmiştir. Herkesin üzerine düşeni ciddiyetle yapması, programın başarısı için mutlaka gereklidir.
İşin her kademede ciddiye alınması gerekmektedir. Çok zor gerçekleşen bu imkânın, en isabetli şekilde değerlendirilmesi esastır. Bu da herkesin üzerine düşen her türlü fedakârlığı yapmasına bağlıdır. Bilhassa söz konusu programa katılma durumunda olan görevliler, her türlü çalışma ve gayreti göstermek durumundadırlar. Başarılı olmanın başka bir yolu yoktur.
İşaret etmek istediğim bir diğer husus, ders programının mesleki değil, sosyal bir program oluşunun istismar edilmemesidir. Yukarıda ifade ettiğim gibi, sosyal bir program düşünülmüştür. Mevcut hali ile pek çok eksiklikleri tamamlayacaktır. Sosyal bir görev yapanların, bu alanda takviye edilmeleri kesinlikle küçümsenmemelidir.
Önümüzdeki dönemlerde arzu edilen düzenlemeler yapılabilecektir. Ancak mevcut hali ile de, başarılı bir şekilde uygulanması halinde, sağlayacağı faydalar büyük olacaktır.
Ayrıca bu alt yapının üzerine, 2 yıllık Ön Lisans Tamamlama programı, tamamen meslekî ağırlıklı olarak gerçekleştirilebilecektir. Bu açıdan da değerlendirildiğinde, çok müspet sonuçlar alınacağı tabiidir.
Din görevlilerinin önüne açılan bu büyük imkândan, Başkanlık mensuplarımızın, azami istifadeyi sağlayacaklarına olan inancımı ifade ederken, her kademedeki mensubumuzun üstün başarılı olmasını Cenab-ı Hak’tan niyaz ediyor, programın hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum.

Fahrettin KURT:(*)
"Bugün Avrupa’da din adamının büyük bir saygınlığı, özerkliği var. Ama biz, protokolde hâlâ Diyanet İşleri Başkanımızı bir Genel Müdür seviyesinden yukarı çekememişiz..."


EĞER biz 21. asra damgamızı vurmak istiyorsak, önce kendi dinimizi iyi bilmemiz ve İslâm’ca yaşamımız gerekir ki, diğerlerinin de bize bakarak Müslüman olmalarını temin edelim. Bu bakımdan bu eğitim işi son derece önemli bir hadisedir. Buraya gelinceye kadar bir takım yanlışlarımız oldu. Yanlışlarımızın nereden geldiğini bilemezsek, onları telafi etmek imkânımız da olmaz. Biz Cumhuriyet döneminde harfleri değiştirdik, değiştirdik ama o dönemin eser-lerini yeni yazıyla gençlerimize aktaramadık. O eserleri tercüme edemedik Şu anda kütüp-hanelerde bulunan iki milyona yakın eserden ancak % 15’ini tercüme edebildik. Dolayısıyla köklü bir kültür perspektifini sürekli sağlayacak bir mozayiği, bir organizasyonu gerçek-leştiremedik Hilâfeti kaldırdık ama bu milletin % 99’u Müslüman. Milletin dinî ihtiyaçlarına cevap verebilecek ciddi bir Diyanet işleri Başkanlığı kurup, gençliğin dinî ihtiyaçlarını karşılayacak bir eğitim sistemi uygulayarak, boşluğu dolduramadık Onun için bugün insanlarımızın bu boşluğunu başka gruplar doldurdu. Bugün hala Diyanet İşleri Başkanlığının ciddi, modern bir sitesi yoktur. Bu sitenin yapılması noktasına daha yeni gelinmiştir.
Bugün Avrupa’da din adamının büyük bir saygınlığı, bir özerkliği vardır. Ama hala biz, Diyanet İşlerimizi bir Genel Müdür seviyesinden yukarıya çekememişiz. Sayıştay, Danıştay Başkanlarına kırmızı plaka vermiş, özerklik kazandırmışız. Ama bunu Diyanet İşlerine verememişiz.

Bu konuda belirli problemleri aşmak zorundayız.
Bu eğitim programı, inşallah, din adamlarımızın daha iyi yetişmesine neden olur. Bugün Türkiyemizde aydınlarımız dindar, dindarlarımız da aydın olmadıkları takdirde çağı yaka-lamamız mümkün değildir.
İslâmiyetin şekilcilikte, teferruatta kalmasından işin özünü insanlarımızın kavrayamama-sından, belirli aydın geçinen bir grup, din adamlarımıza düşman olmuştur. Dolayısıyla toplumda birbirine bilgi akışı yapan, birbirini kucaklayan insanlar yumağı meydana getiri-lememiştir. Bu yanlışlıkların ortadan kalkması ancak bizim örnek-aydın din adamı yetiştir-memizle mümkündür. Bu eğitim programının elbette daha çok halledilmesi gereken yerleri var. Fakat önemli olan bu programın önemini kavramaktır. Eğitim öyle hassas bir şeydir ki, yanlış verirseniz cezasını 20 yıl sonra çekersiniz. Ama doğru verirseniz bunun meyvesini de 20 yıl sonra alırsınız. Bu konuda en büyük baskıyı yapan ülkelerden biri Sovyet Rusya’dır. Rusya’da Komünist rejimi kurabilmek için önce kiliseleri ve camileri kapattılar. Komünizmin yerle-şebilmek için diğer inançların ortadan kalkması lâzımdı. Ama 70 yıl sonra baktılar ki ot gibi bir nesil, inancı yok mefkûresi yok, hedefi yok. İşinden çıkınca doğru votka içmeğe gidiyor, evine gitmiyor. Böyle bir nesille kendilerini ayakta tutamayacaklarını anladıkları için 7-8 seneden beridir ibadethaneleri hizmete açtılar".
(*) Sayın Fahrettin KURTun, Devlet Bakanı olarak, II Müftülerine yaptığı konuşmadan alınmıştır.

Adnan KAHVECİ: (*)
"Biz, kendi dinimizi iyi anlatabilsek, dünyada Hıristiyan kalmaz..."
"özellikle Türkler Avrupa’ya, Amerika’ya gitmeye ve orada önemli cemaatler oluşturmaya başladıktan sonra, oraya gönderdiğimiz din adamlarının Hıristiyanlarla olan ilişkilerinde eğitim yetersizliğinin ne kadar aleyhimize olduğunu fark ettim.
Bugün birçok Hıristiyan Budist oluyor. Bunların neden Budist olduğunu araştırdım. Budist din adamları, kendi dinlerinin faziletlerini anlatan çok güzel eserler yazmışlar. 0 kadar basit bir sebepten Hıristiyanlar Budist oluyorlar. Dedim ki, eğer biz kendi dinimizi anlatabilirsek dünyada Hıristiyan kalmaz. Budizm’e dönmelerinin temel sebebi, Budistler meditasyon yapıyorlar. Batı toplumu da stres içinde Meditasyon da stres içinde olan bir insan için çok önemli bir şey. Hıristiyanlıkta meditasyon haftada bir pazar günü yapılıyor, bu da Hıristiyanlara yetmiyor. Ama Budizm bunu he gün yaptırıyor. Biz bu meditasyonun Müslü-manlıkta günde S defa yapıldığını anlatabilirsek, günde 5 kere meditasyon yaptığımızı (5 kere namaz kıldığımızı) anlatabilirsek bunu anlatabilecek din adamı yetiştirebilirsek yahut bunu anlatan kitaplar yazabilsek batılı Budist olmaz, Müslüman olurdu. Bu düzeyde din âlimi, din adamı yetiştiremediğimiz için, biz ne içerde ne de dışarıda dinimizi tanıtamamışız. Eğitimin düzeyi ne kadar yüksek olursa o kadar iyi olur. Bugün başlatılan program bence ilk adımdır. Bu adımların çok ötesinde adımlar atılması şarttır.
Cumhuriyet kurulurken o günkü laiklik anlayışı, maalesef resmen dinsizlik anlayışı olmuştur. İlahiyat Fakültelerini kapatmışlar, İmam-Hatip Okullarını açmışlar ve zannetmişler ki din adamı yetişen okulları açmazsak din olayı da kalkar gider, zannediyorum ki bu düşüncede olanlar kuzey komşumuz olan Rusya’dan da etkilenmişler. Çağımız bilim çağı. Radyo var, telsiz var, uçaklar var. Din artık 20. asnn içinde kaybolmaya mahkûm, diye düşünmüşler ve bırakın din âlimi, din adamı bile yetiştirmemişler. Böylece çok büyük kayıplarla, sıkıntılarla karşılaşılmıştır.
Bugün bir cuma namazında camiye gelen cemaatin çoğunluğu üniversite mezunu. Din görevlisi bu üniversite mezununa kendini dinletebilmelidir. Yani din adamının öyle engin bilgisi olmalıdır ki, karşısına gelen cemaat onu ilgi ile inanarak güvenerek dinlemelidir. Cemaat, "bu din adamı en az benim kadar tahsilli’’ diyebilmelidir. 0 zaman cami cemaati de artar. Eğer bu şekilde olursa bugün 10 milyon olan cami cemaatı 20 milyona, 25 milyona yükselir. Bu da hocalarımızın eğitim düzeyinin yükselmesine bağlıdır. Onun için bu programın önemi çok büyüktür. Bu programın daha da geliştirilmesi, İlahiyat Fakültesi’nde okutulan derslerin de konulması için elimizden gelen yardımı yapmaya hazırız."

(*)Sayın Adnan KAHVEd’n/n, Maliye ve Gümrük Bakanı olarak, İl Müftülerine yaptığı konuşmadan alınmıştır.



RÖPORTAJ:
AÇIK ÖĞRETİM ÜZERİNE

Prof. Dr. YILMAZ BÜYÜKERŞEN İLE SÖYLEŞİ
Bugün Türkiye’de kısa zamanda geniş kitleleri eğitme projesi üniversitenizce başlatılmış, çeşitli meslek gruplarını da içine alacak şekilde kapsamı ve kapasitesi artırılmıştır. 1992-1993 yılında başlatacağınız açık öğretim programlan kimleri kapsayacak. Genel bir değerlendirmesini yapar mısınız?

Açık Öğretimin özelliklerinden birisi, çalışan ve işi nedeniyle devam mecburiyeti olan örgün yüksek öğretim kurumlarına kaydolup yüksek öğrenim yapamayan kimselere uzaktan öğretim yöntemiyle eğitimde imkân ve fırsat eşitliği vermesidir.
Bir diğer özelliği de, insanlara beşikten mezara kadar öğrenebilme imkânını sağlamasıdır. Bunun dışında "yaygın eğitim" için günümüzdeki en etkili sisteme de sahip olmasıdır.
Açık Öğretimde uyguladığımız 4 yıllık lisans programları dışında yüksek öğrenim yapmamış öğretmenler ile sağlık hizmetlerinin daha da iyileştirilmesi için hemşirelere uyguladığımız ön lisans programları, kamuoyunda ve çeşitli meslek grupları arasında üniversitemize yeni yeni program talebi yapmalarına yol açtı. Çeşitli Bakanlıklar, kuruluşlar ve meslek kuruluşları kendi mensupları için çeşitli meslek dallarıyla ilgili programlar açmamız yolunda Yüksek Öğretim Kurulu’na başvurularda bulundular. Kamuoyunda oluşan bu taleplerin ayrı ayrı programlarla karşılanmasındaki güçlüğü dikkate alan YÖK, genel bir "Sosyal Bilimler ön Lisans Programı" açılıp, bu tür taleplerin bu program içinde karşılanması yolunda karar alarak ders programıyla beraber üniversitemize bildirdi. Bu program, iki yıllık bir ön lisans programıdır. Dersler hangi meslekten olursa olsun, insanımızın bilgi ve kültür seviyesi ile özel ya da kamu hizmetindeki çalışmalarını daha verimli ve daha seviyeli hale getirmeyi he-defliyor.
YÖK’ün sosyal bilimler ön lisans programı dışında açık öğretimde açılmasına karar verdiği bir diğer program da kadınlarımızı ve kızlarımızı ilgilendiriyor. Bu da, Türk kadınının kültür ve bilgi seviyesini artırmayı ve ev hanımları dahil tüm bayanlar için hazırlanan "Ev İdaresi ön Lisans Programı’dır. Bu program da sürekli olup, 1992-93 ders yılında başlayacaktır. Kontenjanı YÖK tarafından ilk yıl için 30.000 Öğrenci olarak tespit edilmiştir.
Bu sistem uygulanırken nasıl bir eğitim modeli uygulayacaksınız? Radyo veTV’den de yararlanılacak mı?
Modelin üç temeli var. Sistem bunların üzerinde kurulu bulunuyor.
1) Basılı malzeme, yani okunup anlaşılması kolay, akıldan çıkması güç ve öğrencinin ko-nuları öğrenip öğrenmediğini kendi kendine kontrol edebilmesine imkân veren özel bir teknikle yazılmış kitaplar.
2) Radyo ve TV’deki dersler. Bu dersleri öğrencilerin çoğu videoya kaydedip, istedikleri zaman, istedikleri kadar hocaları, kendilerine ders vermek ve tekrarlatmak üzere esir alabil-dikleri bir sistem. Hiç şüphesiz sadece radyo ve TV’de izleyerek de öğrenilebilecek tarzda hazırlanan bu programlar da özel eğitim teknolojileri kullanarak meydana getirilmiş derslerdir. Babadan oğula kadar kalacak kadar da evladiyelik sayabilirsiniz.
3) Bizim sistemde "Akademik Danışmanlık" olarak anılan yüz yüze eğitim, sistemin üçüncü temelini teşkil eder. Bu ise mutlaka öğretmen yardımına ihtiyaç hissedilen derslerde, haftanın belli günlerinde öğrenci ile hocanın herhangi bir okulda, dershanede karşılıklı olarak ders yapmasıdır. Biz bu yöntemi daha çok matematik, istatistik, muhasebe gibi çok alıştırma yapmayı ve problem çözmeyi gerektiren derslerde uyguluyoruz. Ancak sosyal bilimler ön lisans programında, bu gibi dersler olmadığı için sistemin bu temelini kullanmayacağımızı zannediyorum. Esasen bu usulü kullanabilmemiz için her il, her kaza ve her köyde görev yapacak öğretim elemanı bulmak da bugün için pek imkânlarımız dahilinde değil.

Açık öğretim programından Diyanet Personeli için kaç kişilik kontenjan ayrıldı?
1992-1993 öğretim yılında başlayacak ön lisans programının toplam 70.000 kişilik bir kapasitesi olacak Bunun 50.000’e yakınının Diyanet İşleri Başkanlığı’na tahsisi düşünül-mektedir.
Kayıtlarda ne gibi şartlar arayacaksınız?
Bu programlara lise düzeyinde herhangi bir orta öğrenim kurumunu bitirmiş vatandaşlarımız katılabileceklerdir.
Hiç şüphesiz, ön lisans eğitimi de yüksek tahsilin ilk kademesi olduğu ve YÖK kanunun-da "Yükseköğretime Sınavla öğrenci Alınması" şartı bulunduğu için, bu programlara kay-dolacakların ÖSS sınavına girmeleri ve başarılı olmaları zarureti vardır.
Açık öğretimin diğer programlarında olduğu gibi, şartlan taşıyan yeni ve eski imam-Hatip Lisesi mezunları da bu programlardan yararlanabileceklerdir. Program, 1992-93 öğretim yılında başlayacaktır. Bununla ilgili ilan ve duyurular 1992 yaz mevsimi içinde yapılacaktır.
Bu programda öğrenciler hangi dersleri okuyacaklar? Derslerde özel meslek gruplarını direkt hedef alan konulara yer verilecek mi?
Bu programa kaydolacak kimseler birinci yılda Türk Dili, Y.Dil, Sosyoloji, Psikoloji, Temel Hukuk, Halkla İlişkiler, Manok Yurttaşlık ve Çevre Bilgileri derslerini alacaklardır.
İkinci yıl alacakları dersler ise İnkılâp Tarihi, Edebiyat, Antropoloji, Bilim Tarihi, uygarlık Tarihi, Dinler Tarihi, Siyaset Bilimi ve Felsefe’dir.
Görüldüğü gibi YÖK tarafından kararlaştırılan ders programlan çağımızın aydın ve kül-tür düzeyi yüksek insanını yetiştirmeyi hedef almıştır ve her meslek sahibi kimsenin yarar-lanabileceği bir disiplin yapısına sahiptir.
Yüksekokul mezunu olmayan görevlilerimizin en büyük eksikliklerinden biri de pedago-jik formasyon. Her hafta, hatta her gün bu görevlilerimiz camilerde, Kur’an kurslarında mil-yonlarca vatandaşa hitap ediyorlar. Dinî bilgiler veriyorlar.
Sizin uygulayacağınız örgün olmayan açık öğretim programıyla pedagojik formasyon nasıl kazandırılacak?
Bilindiği gibi eğitim psikolojisi formasyonu yalnızca eğitim fakültelerinde verilmektedir. Sosyal bilimler ön lisans programını alan öğrenciler ise dersler arasında bulunan sosyoloji, psi-koloji, mantık felsefe, Türk dili gibi dersleri öğrenirken ilişkide oldukları insanlara nasıl hitap edilip, nasıl davranılacağı konusunda zaten gerekli bilgileri edinmiş olacaklardır.
Bu programların belirli bir süresi olacak mı?
Bu programlar, öğretmen programında olduğu gibi 1 defalık program olmayıp, sürekli bir programdır. Yani yıllarca devam edecektir. Söz konusu programda 4 yılda mezun olamayanlar öğrenci pasosu, askerlik tecili gibi haklardan yararlanamıyorlar. Ancak okuma haklan kaldırılmayıp, kaldıkları derslerden ne zaman kendilerini hazır hissedip sınava girmek isterlerse, okula başvurup yeniden sınava girme hakkına sahip bulunuyorlar. Diğer bir deyişle, sonsuz hakka sahipler.


BİR SORU BİR CEVAP

Hamileliği Önlemenin Dini Hükmü(*)

1- İslâm, prensip olarak evlenip çoğalmayı, teşvik etmiştir.
2- Çeşitli sebeplerle doğum istenmediği durumlarda, gebeliği önleyici tedbirlere başvurulması, ashab-ı kiram ile İslâm müctehid ve bilginlerinin çoğunluğu tarafından caiz görülmüştür. Sahabe-i kiram’ın bir kısmı ile onların görüşlerine katılan bazı İslâm müctehid ve âlimleri ise gebeliği önleyici tedbirler almayı hoş görmemişler, bu davranışı tamamen sakıncasız saymamışlardır.
3- Çocuk doğurma, çocuk sayısının sınırlandırılması, iki gebelik arasındaki sürenin ayarlanması, kısırlığın tedavi ettirilmesi... gibi konularda da kan-kocanın ortak isteğine göre, meşru ve emin çarelere başvurulması, İslâm âlimlerinin çoğunluğunca caiz görülmektedir. Ancak, devamlı kısırlığa yol açan ilaç ve âletlerin kullanılması, kesin sıhhî bir zaruret bulunmadıkça tecviz edilmemektedir.
4- Henüz dört aylık olmayan gebeliğe son verilebileceği görüşünde olan ve bu görüşlerini kanaatimizce sağlam delillere dayandıramamış bulunan bazı fakihler varsa da gebelik gerçekleştikten sonra, -4 aylık süre içinde de olsa- bir zaruret olmaksızın, rahimdeki nutle veya ceninin gerek ilâç, gerekse diğer etki ve işlemlerle düşürülmesi veya aldırılması (kürtaj) İslâm bilginlerinin büyük çoğunluğu tarafından caiz görülmemiştir. Dört aylıktan sonra ise, annenin hayatının kurtarılması dışında bir sebeple, gebeliğe son vermenin, (kürtaj’ın) haram ve cinayet hükmünde olduğunda İslâm müctehid ve fakihleri ittifak etmişlerdir.
Sonuç olarak denilebilir ki, gebeliği önleyici tedbirlere başvurarak doğumu kontrol altında bulundurmak, istenmeyen durumlarda gebeliğe engel olmak caiz ve mümkündür. Ancak, gebelikten sonra, haklı, kesin ve meşru bir zaruret olmaksızın, düşürmek veya aktırmak (kürtaj) yolu ile bir canlının hayatına son verilmesi caiz olmayacağı mütalea olunmuştur.
(*) Din İşleri Yüksek Kurulu Fetvalarından