Makale

İSLÂM DİNİNİN, İNSAN RUHUNU YÜCELTMEDEKİ TESİRİ

İSLÂM DİNİNİN, İNSAN RUHUNU YÜCELTMEDEKİ TESİRİ

Lütfi DOĞAN
Diyanet İşleri Başkan V.

(…………………………………………………..)

Yukarıya metnini aldığımız âyet-i celilede Allah Taalâ meal olarak şöyle buyurur: Halbuki onlar, dinde ihlâs sahipleri ve muvahhidler olarak ancak Allah’a ibâdet etsinler, namazı dosdoğru kılsınlar ve zekâtı versinler diye emrolunmuşlardır. Ve işte dosdoğru olan din de budur.» (1)

İslâm dini insan fıtratına en uygun olan, fert ve cemiyet için dünya ve ahiret mutluluğunu temin etmeği hedef alan bir dindir. Bu gayeye vusul için insan ruhunu arındıracak ve insan her bakımdan olgunlaştırıp, yüksel­tecek prensipleri câmi bulunmaktadır.

Bu yüce din, bizlere herşeyden önce varlığı kendinden ve zaruri olan Allah Taalâ’ya iman, O’na kemali tazim ile itaat etmemizi emreder.

Allah, o zât-ı kibriyadır ki, her şeye kaadirdir. Kâinatta ancak O’nun dile­diği olur. O, her şeyi hakkıyla bilendir, hikmet sahibidir. Her şeyi görür ve işitir. O’nun bilgisinden hiç bir şey gizlenemediği gibi, görmesinden ve işit­mesinden de hiç bir şey gizli kalamaz. Allah Taâlâ, bütün kemal sıfatlarıyla muttasıf ve her çeşit noksan vasıflardan münezzehtir. O, bütün yaratıkları kendi irade ve kudretiyle ilim ve hikmetine uygun olarak yaratmıştır. Bütün varlıkları kendi bilgisine, irade ve hikmetine göre tedbir eden de O’dur. «İşte bu sıfatlara sahip olan sizin Rabbınız Allah’tır. O’ndan başka ilâh yoktur. Her şeyi yaratan da O’dur. O halde O’na kulluk edin. O, her şeyde (güvenilecek bir vekildir.» (2)

İşte bu, hak olan tevhid itikadıdır ki, insan ruhunu cehâletin karanlığın­dan aydınlığa çıkarır ve onu, şirkin çukurundan kurtarıp, tevhide, nurlu ufuk­lara yükseltir. Bu itikat, insan ruhunu kuruntuların ve hurafelerin mânevi lekelerinden temizler. Böylece mânen arınmış ve ruhen yücelmiş olan insan, cansızlara, hayvanlara veyahut da insanlara kulluk etmek felâketinden ebediyyen kurtulmuş olur.

İslâm dini bir kısım ibâdetlerle de insanları mükellef kılmıştır ki, bu ibâdetler, dînî birer görev olmakla beraber, insanların gönüllerine selâh ve huzur veren, RUHLARINI TERBİYE EDİP, OLGUNLAŞTIRAN en güzel ve en üstün tesirleri de hâiz bulunmaktadır. Meselâ, dinimiz, müminler üzerine, bir gün bir gecede beş vakit namaz farz kılmıştır. Elbise, beden ve mekân te­mizliği namazın ilk şartı olmuştur.

Böylece insan, bütün meşgalelerden o an için (namaz esnasında) uzak bulunarak, içi, dışı, ruh ve bedeni ve bulunduğu mahal, tertemiz olarak Rabbinin huzuruna durur. Kalbini Allah’a tevcih eder, O’nun, peygamberi lisanıyla öğrettiği şekilde, O’na münacaatta bulunur. Muttasıf olduğu kemal sıfatlar ile O’nu sena eder; azâbından korktuğunu, rahmet ve mağfiretini umduğunu ve sadece O’ndan yardım ve hidâyet dilediğini lisanıyla Cenâb-ı Hakk’ın huzuru izzetine arz eder. Böylece insan, nefsine, iradesine hâkim olur. Allah Taâlâ’nın onu her an murakabe ettiğini düşünür. Bu duygu ve düşünce ile her an Cenabı Hakk’ın murakabesinde olduğu, tefekkürüne kendisini alıştırmış olur. İşte o zaman Rabbının gazabını gerektiren her çeşit kötü işlerden ve Al­lah’ın yasak kıldığı bütün çirkin fiillerden uzak kalmak saadetine erer. Nite­kim Kur’ân-ı Kerîm’de Cenâbı Hak Meâlen,

«Namazı dosdoğru kıl. Şüphesiz ki namaz kötülüklerden, akla ve dine uymayan her şeyden alıkoyan Allah’ı zikretmek en büyük (ibâdettir). Ne ya­parsanız Allah bilir.» (3)

Dinimiz fakirlerin ihtiyacını gidermek, borçluları güçlüklerden kurtar­mak, yolda kalmışların işlerini kolaylaştırmak, ayrıca ve benzeri hikmetlere binaen zengin olan müminler üzerine zekâtı farz kılmıştır.

Zekât ibadeti ile müminlerin gönüllerinde kerem, cömertlik ve emsâli faziletler kökleşir; zekât, mü’minin ruhunu cimrilik ve bahülik gibi kötü va­sıflardan kurtarır; fakirlerin kalbinde zenginlere karşı bulunması mutasav­ver kinlere yer bırakmaz; onların gönüllerini zengin kardeşlerine karşı sevgi ve saygı ile dolu hale getirir. Fakirle zengin arasmda sarsılmâz bir tesânüt sağlamış olur. Zengin fakiri düşünür, fakir de zengine karşı iyilik ve saygı­dan başka bir şey düşünemez. Böylece fertler arasında sevgi, ahenk ve kar­deşlik teessüs eder. Emniyet ve mânevi huzur, hepsini mesut kılar. (4)

İslâmiyet insanda ahitlere vefalı olmak faziletini geliştirmek, iradesini kuvvetlendirmek, şiddetlere karşı sabırh olmasını ve heyecan sırasında nefse hakimiyetini temin etmek; iffetli, kanaatli, emânete fevkâlade riâyetkâr, muh­taçlara çok merhametli olmasını sağlamak, iyiliklerin kadrini bilmek, nimet lere şükrü hatırlatmak için oruç ibadetini müminler üzerine farz kılmıştır. Oruç ile bir taraftan Cenâb-ı Hakk’ın emrine itaat edilmiş olur, diğer ta­raftan da yukarıda bir kısmına işaret edilen faziletlerle insan âdeta melekleşmiş bir duruma gelir. Kur’ân-ı Kerim’de de meal olarak şöyle buyurulur: «Allah size kolaylık murat eder, hakkınızda güçlük istemez. Kolaylık istemesi sayıyı (oruç borcunuzu) ikmal etmeniz Allah Taâlâ’yı -sizi muvaffak buyur­duğu o şeyden dolayı da- büyük tanımanız içindir. Umulur ki şükredersi­niz.» (5)

Hac ibâdetinin hikmetleri düşünüldüğü zaman, insanın gözü önünde da­ha geniş ufuklar açılmaktadır. İnsanlar evlât, vatan ve servetlerinden ayrıl­mış; dünya nimetlerinden sıyrılmış olarak, bir bakıma kefen misali bir li­basla Cenâb-ı Hakk’ın huzurunda, dururlar. Allah Taâlâ’nın emirlerine karşı hepsi muti, hepsi huzur ve sükun ile inkiyad etmekte; zenginle fakir, küçükle büyük, kumandanla nefer arasında tam bir musavaat görülür. Tevazuun en

güzeli orada daha çok hissedilir. Gururun, büyüklük taslamanın insana yakış­mayacağı ve bir zaaf olduğu orada daha iyi hissedilir. İnsanların hepsinin Adem’den, Adem’in de topraktan olduğu hakikatini insan daha yakînî bir şe­kilde idrak etmiş olur. Kur’ân-ı Kerim’de Cenâb-ı Hak meal olarak şöyle bu­yurur: «Şüphesiz ki sizin Allah nezdinde en şerefliniz takvaca en ileri olanı­nızdır. Hakikatte Allah her şeyi bilen, her şeyden haberdar olandır.» (6)

İslâmiyet, insanları felâkete, yokluğa götürecek; cemiyet fertleri arasında kin ve düşmanlık meydana getirecek, aklı bozacak, iffeti ve utanma duygusu­nu giderecek, malı heder edecek ne kadar kötü şeyler varsa, onların haram olduğunu bildirmiştir. Meselâ, İslâmiyet adam öldürmeği, zinayı, insanlara iftira etmeği, içki içmeği, kumar oynamağı ve oynatmağı, ribâyı, tefeciliği, rüşvet almağı ve vermeği veya bunlara vasıta olmayı, bâtıl yolla insanların mallarım yemeyi haram kılmıştır. Gıybet etmek, söz taşımak, hıyânette bu­lunmak, haksızlık, kin, haset, halka eziyet veren şeyler, Müslümanlıkta yasak edilmiştir. «Müslümanın Müslümana canı, malı ve namusu haram kılınmış­tır. (Bunlar muhterem kabul edilmiştir).» (7)

Görülüyor ki insan tevhid dinine sımsıkı sarıldığı takdirde ruhunu ter­biye etmiş, onu kötü huylardan ve bayağılıklardan arındırmış olur. Bu duru­mun güzel tesirleri, diğer insanlarla olan dürüst muamelelerinde ve âdâbı muaşeret kâidelerine uymada kendini gösterir.

Dinin buyruklarına sâdık kalan, onun emir ve hikmetlerine uygun hare­ket eden bir mü’minin bütün fiil ve davranışları güzel, muameleleri doğru ve adâlete uygun olur. Böyle bir insan ebeveynine iyilik eder, yakınlarına, mü­min kardeşlerine ve cemiyet fertlerine güzel muamelede bulunur. Aile fertle­rinin hukukunu korur. Çocuklarını iyi terbiye eder. Onların bilgi ve kültür­lerini artırır. İyi ahlâk sahibi olmaları için bütün gücüyle çalışır. Komşula­rına eziyet vermez. Başkalarına lânet okumaktan, fena söz söylemekten, söz taşımaktan, kıskançlık yapmaktan, kin tutmaktan şiddetle sakınır. Olgun bir mümin, almasında, satmasında, ölçme ve tartmasında hiç bir suretle hile yapamaz. Söylediğinde yalan konuşmaz. Vadettiğinde va’dini yerine getirir. Emânete hiyânet etmez, kibirli ve inatçı olmaktan sakınır. Kendisine bir iş emânet edildiğinde, onu, en güzel şekilde yerine getirir. Âmme hizmeti emâ­net edilirse insanlar arasında âdil muamele yapar. Âmmenin menfaatını ko­rur. Doğrudan ve haktan başka kuvvete boyun eğmez. Zayıfın hakkını zâyi etmez.

Gerçek mânada İslâm ahlâkını yaşayan bir kimse, yeryüzünde insan sure­tinde bir melek gibi olur. Artık böyle bir insanın hayatı (yaşaması) her türlü iyiliğin kendi çapında artması, ölümü ise, kendisinin her çeşit mihnetlerden kurtulması ve Cenâb-ı Hakk’ın sonsuz ikramına mazhariyeti demek olur.

Yukarıda sıralamaya çalıştığımız dinî gerçeklerin insan ruhunu olgunlaş­tırıp, yüceltmek için en güzel ve yapıcı tesirleri hâiz bulunduğu şüphesizdir. Yeter ki müminler olarak görevlerimizi eksiksiz yerine getirmeye bütün gücü­müzle çalışalım. Allah Taâlâ Kur’ân-ı Kerim’de meâl olarak şöyle buyurur: «Bizim uğrumuzda mücâhade edenlere gelince. Biz elbette onlara yollarımızı gösteririz. Şüphesiz ki Allah her halde iyi davrananlarla beraberdir.» (8)

(1) Beyyine: 5
(2) En’am: 102
(3) Ankebut: 45
(4) Tevbe: 103
(5) Bakara: 185
(6) Hücurat: 13
(7) Müslim ve Müsned Ahmed İbn Hanbel (Fethû’I-Kebir: C. 3. s. 316)
(8) Ankebut: 69