DİNİ HÜKÜMLER VE DELİLLERİ
Bu yazımızda, yüce dînimizin bildirdiği ana hükümleri genel olarak kısaca belirttikten sonra, bu hükümlerin kaynağı olan dört dînî delil hakkında özlü bilgiler vereceğiz.
İslâm Dîni, bu dünyâyı îmar ve ıslâha memur edilen, bunun için de bütün varlıklar emrine musahhar kılınan insanları fert ve cemiyet olarak refah ve saâdete kavuşturan içtimâî, hukukî ve ahlâkî en güzel hükümleri bildiren İlâhî bir nizamdır.
İslâm Dîni, beşeriyyetin gelişme ve yükselmesiyle Allah tarafından kemâle erdirilen ve her türlü ihtiyâca her zaman cevap verebilen gerçek inanç, sâlih amel ve güzel ahlâk esaslarını getiren en son ve en mükemmel bir dindir. İnsanları dâimâ doğru yola sevkeden ve hidâyete eriştiren İlâhî bir yoldur. Çünkü o, insanı, önce Yüce Rabbine ve nefsine, sonra âilesine, daha sonra içinde yaşadığı cemiyete ve bütün insanlara karşı olan vazifelerini öğreterek, insanların en güzel ahlâk üzere olmasını, dünyâ ve âhirette saâdete ermesini temin eder.
İslâm Dîni’nin getirdiği İlâhî hükümler, akla hitâbeder, ilme ve irfâna, hikmet ve bürhâna dayanır. Çünkü bu yüce din; aklı, vahyin ve ilmin nûru ile nurlandırır, onu dalâletten ve bâtıl inançlardan korur; inanan insanları hakka, hakikate ve hidâyete yöneltir.
İşte dâimâ akla hitâbeden, nefsi, kalbi, fert ve cemiyeti ıslâhı gâye edinen dînimizin İlâhî hükümleri, şu üç büyük gruba ayrılır:
1) İman ve akâide taallûk eden i’tikâdî hükümler,
2) Ferdî ve beşerî işlere ve münâsebetlere taallûk eden emirler ve yasaklar, yâni amelî hükümler,
3) Kalbe, ahlâka ve vicdâna taallûk eden ahlâkî veya kalbî hükümler.
DÎNÎ DELİLLER (Edille-i Şer’iyye):
Ahkâm-ı Şer’iyye denilen dînî hükümlerin kaynağı, İlâhî bir esâsa dayanan dînî delillerdir. Naklî olan bu delillere “Edille-i Şer’iyye” denir.
Dînî hükümlerin hepsi, İlâhî vahye istinad eden şer’î delillerden öğrenilir. Bu hükümlerin hiçbiri, beşerî bir esâsa dayanmaz. Bir fert veya toplumun vaz’ettiği kanunlardan veya hukukî esaslardan alınmaz. Herhangi İslâmî bir hüküm tetkik edilirse, mutlaka İlâhî bir esâsa dayandığı ve kutsî bir karakter taşıdığı görülür.
İslâmî hükümlerin kaynağı olan şer’î deliller, Kitap, Sünnet, İcmâ-ı Ümmet ve Kıyâs-ı Fukahâ olmak üzere dörttür. Bunlardan İcma’ ve Kıyas esas itibariyle Kitap ve Sünnete istinad ettiğinden, Kitap ve Sünnet, dînî delillerin ilk iki mühim esâsıdır. Sünnet ve diğer bütün şer’î deliller, hakikatte, Kitâbu’llah’daki İlâhî hükümleri keşfe ve îzâha çalıştıklarından ve dâimâ O’na istinad ettiklerinden, Kitap, bütün şer’î delillerin aslı ve yegâne kaynağıdır. Bu sebeple Kitâb’a, “Aslu’l-Usûl” yâni (Asılların Aslı) denilmiştir.
Şimdi bu dört İslâmî kaynağı sırasıyla ve kısaca izah edeceğiz.
KİTAP (Kur’ân-ı Kerîm):
Kitap lügatte; her yazıya ve her yazılana verilen bir isimdir. Fakat, müslümanlar artısındaki örfe göre Kitap’tan kasıt, Allâh kelâmı olan Kur’ân-ı Kerîm’dir. “Kur’ân” kelimesi aslında, “ka-ra-a” fiilinden (Gufrân gibi) mastar olup, “kırâet” ve “tilâvet”, yâni “okumak” mânâsına gelir. Sonra Kur’ân-ı Kerîm, Hz. Muhammed (s.a.v.) e vahyolunan ve bize tevâtür yoluyla naklolunan Allah Kelâmının mecmuuna denmiştir. Böylece, mukaddes Kitâbımıza mahsus bir isim olmuştur.
Usûl-i Fıkıh âlimlerinin ıstılâhına göre Kur’ân-ı Kerîm:
“Hz. Muhammed (s.a.v.) e Allâh-u Teâlâ tarafından Cibrîl-i Emin (Cebrail) vasıtasıyla inzâl olunan ve bize bizzat Peygamberimiz’den tevâtür yoluyla aynen naklolunan mukaddes bir kitaptır.”1
Kur’ân-ı Kerîm İlâhî bir tecellî olarak, tebdil ve tağyirden mâsun olup, kıyâmete kadar aynen mahfuz kalacaktır. Nitekim Cenâb-ı Hak;
“Muhakkak ki Kur’ân’ı Biz indirdik ve O’nu mutlaka Biz muhafaza edeceğiz.”2 buyurmuştur.
Kur’ân-ı Kerîm, en yüksek edebî üslûb ve belâgati, en derin ve en geniş mânâsı ile, lâfzan da, mânen de, İlâhî eşsiz bir mûcizedir. Bu Yüce Kitap, beşeriyyeti fert ve cemiyet olarak refah ve saâdete ulaştıran her türlü inanç, amel ve ahlâk esaslarını ve her türlü içtimâi nizâmı ihtiva eden İlâhî bir kaynak, mukaddes bir menbâdır.
Kur’ân-ı Kerîm’in, bizzat Kur’ân’da sâbit olan elliden fazla isim ve sıfatları vardır. En meşhurları:
Kitâbullah, Kelâmullah, Furkân (Hakkı bâtıldan ayıran), Tenzil (Azar azar İndirilen), Zikr (Hatırlatan), Kitâbu’l-Hakk (Doğru ve gerçek kitap), Kitâbu’l- Münîr (Kalbleri ve fikirleri aydınlatan kitap) ve iki kapak arasındaki sayfalar mânâsına gelen. “Mushaf’tır.
Kur’ân-ı Kerîm 114 sûre, 6236 âyet, bir rivâyete göre de (6666) âyettir. Bu sûreler hep birlikte toplu olarak nâzil olmayıp, hâdiselere, ihtiyâca ve hikmet-i İlâhiyyeye uygun olarak, âyet âyet, sûre sûre nâzil oldu. Mîlâdî 610 yılında başlayarak 23 sene, diğer bir rivâyete göre de 22 yıl 2 ay 22 gün devam etti.
İlk nâzil olan âyet, “Alâk” sûresinin ilk beş âyeti, son nâzil olan âyet ise “Bakara” sûresinin 281 inci âyetidir. Sûre olarak ilk nâzil olan “Fâtiha” sûresi, son nâzil olan da “Nâs” sûresidir.
Bu sûrelerin en uzunu “Bakara” (286 âyet), en kısası “Kevser” (3 âyet) sûreleridir.
114 sûreden 86 veya 93’üne Mekkî, 21 veya 28’ine de Medenî denir. Mekkî olanlar: Peygamberimiz’in Medine’ye hicretinden önce nâzil olan ve îman ve i’tikad esaslarına taallûk eden kısa sûreler, Medenî olanlar ise; hicretten sonra Peygamberimiz’in Medine hayatları esnasında nâzil olan amel ve ahlâka, sosyal hayâta, genel hukuka ve devlet nizamına taallûk eden sûre ve âyetlerdir.
Kur’ân-ı Kerîm Peygamberimiz (s.a.v.) e Cebrâil Aleyhi’s-selâm vasıtasıyla nâzil olunca, her âyet ve sûreyi bizzat ezberler ve yanında bulunan ashâbına okurdu. Onlar da kendilerine tebliğ edilen âyet ve sûreleri Peygamberimiz’in emri ile ezberler ve huzûrunda yazarlardı. Yazılan âyetlerin bir sûreti Peygamberimiz’in evinde, diğer bir sûreti de “Vahiy kâtipleri’’ denilen sahâbîler tarafından muhafaza olunurdu. Rasûlullah (s.a.v.), Kur’ân-ı Kerîm’den başka hiçbir sözün yazılmasını emretmemiştir.
Böylece Kur’ân-ı Kerîm o zamanki imkânlara göre, kâğıt yerine kullanılan ağaç kabuğu, deri, düz kemik ve taşlar üzerine yazılarak muhafaza edilir ve ayrıca ezberlenirdi. Nâzil olan her âyetin hangi sûreye âit olduğunu ve tertibini Peygamberimiz (s.a.v.) Vahiy Kâtiplerine bizzat bildirirdi.
Vahiy Kâtiplerinin adedi, en sahih rivâyete göre 29’dur. En meşhurları; Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Muâviye ile Zeyd b. Sâbit, Ubey b. Kaab, İbn-i Abbas ve İbn-i Mes’ud radıya’llâhu anhum hazretleridir.
Zaman zaman indirilen Kur’ân-ı Kerîm’in bütün âyetleri, Sahâbîler tarafından kolayca ezberlenmiş, fakat Peygamberimiz’in sağlığında bir kitap haline getirilmemiştir.
Binlerce zevat tarafından tevâtüren nakledilen ve halen elimizde bulunan Kur’ân-ı Kerîm, ancak ilk Halîfe Hz. Ebû Bekir (r.a.) ın hilâfeti zamanında görülen lüzum üzerine Hz. Ebû Bekir’in bir emri ile, Vahiy Kâtiplerinden ve Sahâbenin en çok itimadını kazanmış olan Zeyd b. Sâbit’in riyasetindeki büyük bir hey’et tarafından, sonsuz bir dikkat ve itina ile toplanmış, sonra bunlar tetkik ve tertip edilerek bir kitap haline getirilmiştir.
Peygamberimiz (s.a.v.) in bildirdiği tertip üzerine yazılan ve o zaman “Mushaf” adı verilen Kur’ân-ı Kerîm, Hz. Ebû Bekir (r.a.) e teslim edildi. Bilâhare II. Halîfe Hz. Ömer (r.a.) e, O’ndan da III. Halîfe Hz. Osman (r.a.) e teslim edilen Kur’ân-ı Kerîm, Hz. Osman’ın hilâfeti zamanında çoğaltılarak, genişleyen İslâm ülkelerinin en mühim merkezlerine gönderildi. O günden bugüne kadar Kur’ân-ı Kerîm’in aslı muhafaza edilerek çoğaltılmış ve İlâhî bir mu’cize olarak hiçbir değişiklik ve tahrife uğramamıştır. En gerçek, en güzel ve en mükemmel olduğu muhakkak olan İslâm’ın Mukaddes Kitâbı, işte böylece yazılmış, çoğaltılıp muhafaza edilmiş ve bütün İslâmî hükümlerin kaynağı ve delîli olmuştur.
PEYGAMBERİMİZ (s.a.v.) İN SÜNNETİ:
Sünnet, lügatte; iyi veya kötü herhangi bir yol mânâsına geldiği gibi, hal ve âdet mânâsını da ifade eder.
Usûl-i Fıkıh âlimlerinin ıstılahına göre Sünnet: Peygamber Efendimiz’in, Kur’ân-ı Kerîm’den başka olarak sarfettikleri sözler, yaptıkları işler ve sükût ile karşıladıkları şeylerdir.
SÜNNETİN NEVİLERİ:
İslâmî hükümlerin ikinci mühim kaynağını teşkil eden Sünnet, “Kavlî, Fiilî ve Takrîrî” olmak üzere üç kısımdır.
Kavlî Sünnet: Peygamberimiz (s.a.v.) in çeşitli münâsebetlerde sarfettikleri sözlerdir. Bunlara, “Hadîs-i Şerif” adı verilmiştir.
Fiilî Sünnet: Peygamberimiz (a.s.) ın fiil ve hareketleridir. Fakat bu fiillerden, oturmak, kalkmak, yemek, içmek ve uyumak gibi tabiî olanlar, ancak bu işlerin mübah olduğuna delâlet eder. Şer’î bir hüküm istihsaline mesnet olamaz. Uyku esnasında vâki’ olan şeyler ile, Peygamberimiz’in zâtına mahsus olan şahsî işler de böyledir. Bunlar, ümmeti üzerine hüccet teşkil eden ve dînî hükümlere kaynak sayılan “Fiîlî Sünnetler”den hariçtir.
Takrîrî Sünnet ise: Peygamberimiz (a.s.) ın, huzûrunda söylenen sözleri veya yapılan işleri sükûtla karşılamak sûretiyle, onları takrir etmesidir. Takrir, tesbit etmek mânâsına gelir. Ret ve inkâr etmeyerek sükûtla karşıladıkları şeylerin, takrîrî sünnet’ten sayılabilmesi için, o şeylerin —meselâ puta tapmak gibi— münkerattan olmaması, yâni, aslında kötü olduğu için kabûl olunmayan şeyler cinsinden bulunmaması şarttır.
Kavlî Sünnete “Hadîs” dendiği gibi, “Haber” veya “Eser” de denir. Hadîs’in cem’i “Ehadîs”, Haber’in cem’i “Ahbâr”, Eser’in cem’i de “Âsâr” gelir.
Peygamberimiz’in Sünneti, İslâmî hükümlerin çıkarılmasında Kur’ân-ı Kerîm’den sonra en mühim kaynak olarak kabûl edildiğinden Ashâb-ı Kirâm (r.a.), Peygamberimiz (s.a.v.) in sözlerini büyük bir dikkat ve itina ile zabt ve tesbit ederek ezberlemiş ve daha sonra, gelenlere nakletmişlerdir.
Bu hadîslerin sübûtu ve daha sonra gelenlere ulaştırılması, ancak nakil yoluyla olduğundan, İslâm âlimleri nakle son derece önem vermişler ve nakil mevzuunda en sağlam esasları ve en kuvvetli usûlleri koymuşlardır. “Usûl-i Hadîs” ilmini teşkil eden “Müstalâh el-Hadîs” ve “Nakd-i Ricâl” ilimleri, asrımızda dahi emsâli görülmeyen titizlikle vücûda getirilmiştir.
İşte Peygamberimiz (s.a.v.) den rivâyet edilen bütün hadîsler, bu tenkit süzgecinden dikkatle geçirilerek, herbirinin derecesi, her râvinin mertebesi tesbit edilmiştir. Yâni, Peygamberimiz’in Sünneti diye rivâyet edilen her şey, hemen kabûl edilmemiş, hepsi de usûlü ile tetkik ve tenkit edildikten sonra ilmî ölçülere uyanlar, Peygamberimiz’in Sünneti olarak kabûl edilmiştir.
Rasûlullah (s.a.v.) in hadîsleri, “Sahîhan” denilen Buhârî ve Müslim’de, “Sünen” denilen Tirmizî, İbn-i Mâce, Ebû Dâvud ve Neseî gibi (Kütüb-i Sitte)’yi teşkil eden, mûteber hadîs kitaplarında yer almıştır. İmâm-ı Mâlik’in “Muvatta’ ”ı ve İmâm-ı Ahmed’in “Müsned”i de bu cümledendir.
Peygamberimiz (s.a.v.) in Sünneti de, Kur’ân-ı Kerîm gibi, İlâhî vahye istinad eder.
Çünkü Cenâb-ı Hak O’nun için buyuruyor ki:
“O, nefsinin arzusuna göre konuşmaz. O’nun sözleri, kendisine vahyolan sözlerden başka bir şey değildir.”3 Yâni Peygamberimiz’in her sözü, İlâhî bir vahye istinad eder.
Peygamberimiz (s.a.v.) de;
“Allâh-u Teâlâ bana Kur’ân’ı ve Hikmet’den de iki mislini verdi.” buyurmuşlardır.
Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerîm’inde;
“Peygamberin size getirdiklerini alın, yapmanızı men’ettiklerine de son verin.”4
Yâni nehyettiklerini terkediniz.
“Her kim ki, Peygambere itaat eder, Allah’a itaat etmiş olur.”5 buyuruyor.
Peygamber Efendimiz de, kendisinden görüldüğü gibi ibâdet edilmesini, Sünnetinin aynen alınıp tatbik edilmesini emrediyor.
Bunun içindir ki, İlâhî vahye istinad eden Peygamberimiz (s.a.v.) in Sünneti, Kur’ân-ı Kerîm’den sonra İslâm Dîni’nin en büyük kaynağı, dînî hükümlerin ikinci İlâhî menbâı ve delili sayılmıştır.
Peygamberimiz (s.a.v.) in Sünneti; Kur’ân-ı Kerîm’i tasdik, bildirdiklerini te’kid eder. Onu tefsir ederek, anlaşılması müşkül olan kısımlarını açıklar. Muhtasar ve mücmel olanını tafsil eder. Mânâsı muhtemel (birkaç mânâya ihtimalle) olanı tâyin ve mutlak olanı takyîd ettiği gibi, Kitâbu’llâh’ın beyan etmediği cüz’î hâdiselerin hükümlerini de re’sen beyan eyler.
O halde Sünnetin iki mühim vazifesi vardır:
1 — Kur’ân’ı tefsir ederek, İlâhî hükümleri açıklamak,
2 — Gerektiği zaman müstakil olarak ahkâmı teşri’ etmek.
Bu sebeple Kitap, esas ve ilk İlâhî kaynak ise de, Sünnet onun tefsiri ve tamamlayıcısı mahiyetindedir. Yâni Sünnet; aslı olan Kitâba, Kitab da; tefsiri bulunan Sünnete muhtaçtır«;.
Gelecek yazımızda, “Dînî Deliller”den Kıyas ve îcma’ hakkında bilgi vereceğiz.
(1) Et-Tayyib Hasan En-Neccâr: Teysiru’l-Vusul ilâ ilm-i’l-Usul. s. 68 (Kahire 1951)
(2) Hicr: 9.
(3) Necm: 3-4.
(4) Haşr: 7.
(5) Nisâ: 81.
(6) Fazla bilgi için bkz: Abdurrahman Celâleddin es-Suyutî: el-îtkân fi Ulum’i’l-Kur’ân (Kahire 1951). Muhammed Ebu Zehv: el-Hadîs ve’l-Muhaddisûn (Kahire 1958) et- Tayyib Hasan en-Neccâr (Kahire 1951). Büyük Haydar Efendi: Usul-i Fıkıh Dersleri (İstanbul 1326) .