Makale

Sovyetler ve Balkanlar'da bağımsızlık hareketleri çığ gibi büyürken Müslümanlar ne yapacak?

Hamdi MERT

Sovyetler ve Balkanlar’da bağımsızlık hareketleri çığ gibi büyürken Müslümanlar ne yapacak?

HER imparatorluğun dağılmasından sonra olduğu gibi, Sovyetlerin çöküşünden sonra da Kafkaslardan-Orta Avrupa’ya kadar uzanan geniş bölgede yer-yer "iç savaş"a varan huzursuzluklar yaşanıyor. Sovyet-Türk Cumhuriyetleri bağımsızlıklarını ilân ediyor; Balkanlar ve Doğu Avrupa patlamaya hazır bir görüntü sergiliyor.
Dünyanın gözü bu bölge üzerinde.. Polonya, Doğu Almanya, Çekoslovakya hatta Macaristan "Batı"ya kolayca entegre olurken, Yugoslavya-Romanya-Arnavutluk ve Bulgaristan’da belirsizlik hüküm sürüyor.
Bu belirsizlik nereye kadar varır? "Batı Avrupa" etnik problemleri bulunmayan ülkeleri kolları arasına aldı. Çekoslovakya, Polonya ve Macaristan artık adeta kâmil manada bir "Batı" üyesi. Almanya "doğu"su ile bütünleşmekle kalmadı, gözünü Hırvatistan ve Slovenya’ya dikti.. Makedonlar, Yugoslavya-Bulgaristan, hatta Yunanistan tarafından bölüşülemiyor. Bütün bunlar olurken, bu bölgedeki Müslümanlara ve Müslüman-Türklere bakalım kimler sahip çıkacak!... Ve Sovyet sınırları içerisinde kalan 100 milyonluk Türk Cumhuriyetlerine.. Yarın bu zincire Çin Türkistan’ı da katılacak. Kerkük-Musul-Batı Trakya ve Kıbrıs Türklüğüne karşı takınılan utanç verici aldırmazlık bu geniş Türk dünyası için de devam mı edecek? Diyanet-Aylık dergi bu sayıda konuyu kamuoyunun dikkatine sunuyor.
Kültürel Destek, Kültür sütunluğu
Kafkasya, Ortaasya-Kazakistan ve Balkan Türklüğü Türkiye’den kültürel destek bekliyor..
Daha önceki sayılarımızda zaman-zaman işlediğimiz bu konu, henüz resmî statüye kavuşturulmuş değil.. Daha ziyade Kafkasya-Kazakistan ve Balkan ülkelerinden gelen heyetlerin canhıraş isteklerine Türkiye’de her kurum müsbet bakıyor. Dışişleri Bakanlığı, Kültür Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı, diğer özel ve resmi kurumlar... Buna rağmen konu somut, belli statülere kavuşturulamadığından, henüz geniş Türk toplulukları ile Türkiye arasında bir kültür köprüsü kurulamamıştır.
Kazakistan, Dağıstan, Moğolistan, Tacikistan, Özbekistan ve Yugoslavya’dan, her gün artan sayıda öğrenciler geliyor. Bu öğrenciler arasında yaş, öğrenim ve lehçe farklılıkları mevcut Her lehçe ve yaş grubunun ayrı eğitime alınması zorunluluğu bir yana, hangi tarz eğitimin hangi dozda verileceği de belli değildir. Keza burada verilen eğitimin, mahallî hükümetlerce tanınıp tanınmayacağı da.. O da belli değildir.
Türkiye’den yoğun neşriyat talebi var. Bu talepler şimdilik sadece Kur’an-! Kerim gönderilmekle karşılanıyor. Hâlbuki ilmihal bilgileri başta olmak üzere, her türlü dinî-kültürel neşriyat ihtiyacı vardır. Bunun için ise alfabe ve lehçe farklılığı bir handikap olarak karşımıza çıkmaktadır. Sovyet Türk Cumhuriyetlerinde Kiril alfabesi kullanılmaktadır. Ortak alfabe "Ki-ril alfabesi" olacaksa, Türkiye ile kültürel bütünleşme nasıl sağlanacak? Aynı soru Kur’an alfabesi için de varit. Lâtin alfabesi olacaksa, sözü edilen Cumhuriyet ve toplulukların Kiril alfabesinden Lâtin alfabesine geçişleri ne kadar sürede tamamlanacak? Bütün bu soruların cevaplandınlması, şüphesiz zaman alacak ama, problemlerin zamana tahammülleri var mı, bunların da ilgili kurumlararası bir koordinasyonla ve şüphesiz diplomatik girişimlerle değerlendirilmesi gerekmektedir.
Bir haklı ve yoğun istek de, Türkiye’den din görevlisi gönderilmesi... Cuma, Bayram, kandil günlerine münhasır olmamak şartıyla, din ve cami hizmeti yapacak; konferanslar verecek; hatim-hıfız ve mevlid törenleri yapacak görevli talebi.. Kafkasya ve Ortaasya’dan-Orta Avrupa’ya.. 100 milyonluk camiaya nasıl yetersiniz?
..Ve bütün bunları koordine edecek Bakanlıklar-kurumlararası bir birim.. Hizmet bütünlüğü ancak bu koordinasyonla sağlanabilir..
Üzerinde durulacak bir konu da, Türkiye’den neşriyat gönderme, Türkiye’ye öğrenci getirtme uygulaması yerine, öğrencinin ve din adamının mahallinde yetiştirilmesi; neşriyatın mahallinde üretilmesi..
En verimli, rasyonel olan elbet bulunur. Bunun için yapılacak iş, herhalde önce konunun devlet/ hükümet seviyesinde ve resmi olarak ele alınması; ilgili Bakanlık ve kurumlar arasında koordine edilmesidir.
Ekonomik Dayanışma, iktisadî Bütünlük
Sovyetler ve Balkanlarda yaşayan nüfûs, dünyanın dinamik ve kalabalık bir nüfus kesimi.. Bu bölge, aynı zamanda yeraltı-yerüstü imkânlarıyla da zengin bir coğrafya.. Bunlara bölgenin stratejik önemini de katarsanız, dünyanın bu bölgesinde kurulacak ekonomik işbirliği herhalde çağın dengelerini etkileyecek bir güç oluşturacaktır.
Bu işbirliğine Türkiye çok şey katacaktır. Mevcut kalkınma modeli ile, demokratik yapısı ile, tarihî-kültürel birikimi ile..

Sovyetler bu işbirliğine isteklidir. Kalkınmasına yeni bir model ararken, kalabalık nüfusuna iş ve yiyecek imkânları peşinde iken..
Balkan ülkeleri bu işbirliğinden yararlanacaklardır. Bu sayede etnik ve sosyal yaraların üzerini sarabilecekler; içerisinde bulundukları Avrupa’ya ayak uydurabileceklerdir.
Bu bölgede yaşayan Türk cumhuriyetleri ve topluluktan da bu işbirliğinden fevkalâde kârlı çıkacaklardır. Sadece ekonomik çıkarları açısından değil, ayrı bir değer olduklarının da farkına varacaklardır.
Karadeniz Ekonomik İşbirliği vb. yaklaşımları bu sebeple olumlu buluyor ve sonuçlanmasını bekliyoruz.

Siyasî Yakınlaşma
Sovyet toprakları ve Balkanlarda yaşayan Türk toplulukları, sadece Türkiye’den değil, 1 milyarlık İslâm âleminden de siyasi destek beklemektedirler.
İslâm ülkeleri bugün, tefrika senaryolarına mağlûp bir hayat yaşamaktadırlar. Sadece Irak’tan Kuveyt ve Suudi Arabistan’a değil, Suriye’den Libya ve Lübnan’a kadar Ortadoğu, insanlık tarihinin hatırı sayılır gülünçlük tablolarından birini yaşamaktadır. İki yakasının bir araya gelememesinin sebebi de budur. Dünyanın en zengin petrol kaynaklarına sahip bölgenin "sefiller" i oynamasının başka bir izahı da yoktur.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin varlık savaşına karşı takınılan tavır ve bazı komşularımızdan Pkk’ya sağlanan destek bizi bu konuda hayal kırıklığına uğratacak gelişmelerdir.
Temennimiz cihan sulhundan sorumlu Müslümanların, bu yeni gelişmeler karşısında daha duyarlı, daha tutarlı olmalarıdır.
Aksi halde C Hakkın "İnanmayanlar bile birbirlerinin yardımcılarıdırlar. Eğer siz böyle yapmazsanız..." diye başlayan ilâhi ikazının muhatap ve mahkûmu olmaktan kurtulamayız.