Makale

TAKVA NE DEMEKTİR MUTTAKİ KİMDİR?

Vaaz Örneği

TAKVA NE DEMEKTİR
MUTTAKİ KİMDİR?

Lütfi ŞENTÜRK

Değerli mü’minler,
Bugünkü sohbetimiz takva hakkında olacaktır.
Muttaki, takva sahibi demektir. Takva ise kuvvetli bir himayeye girerek korunmak anlamındadır. Bunun gereği olarak korkmak, kaçınmak, sakınmak ve çekinmek manalarına da gelir. Gerçek koruma, ancak Allah’ın korunmasına girmekle olur.
Kur’an-ı Kerim’de takvanın üç derecesi olduğu bildiriliyor.
Birincisi, Allah’a inanmak ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmamaktır. Başka bir ifade ile Allah’tan başka ilâh olmadığına, O’nun ortağı, eşi ve dengi bulunmadığına inanmaktır. Bu inanç takvanın ilk mertebesidir ve bu inanca sahip olan kimse de müttakidir. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruluyor :
"Onları takva sözü üzerinde durdurdu.’""
Takva sözü, "Lâilâhe İllallah^ Allah’tan başka ilâh yoktur" sözüdür.’2’
Osman b.Affan (r.a.); Peygamberimizin şöyle buyurduğunu işittim: "Ben bir kelime bilirim ki, onu kalbinden inanarak söyleyen kimseye cehennem ateşi haram olur. "m Bunun üzerine Ömer b.Hattap (r.a.): "Ben size o kelimenin ne olduğunu söyleyeyim. O, thlâs kelimesidir ki, Peygamberimiz o kelimeyi amcası Ebû Talip ’e ölümü esnasında telkin etmiştir. "
Said lbn Müseyyeb’in babası lbn Hazn (r.a.) şöyle demiştir: Ebû Talib’de ölüm belirtileri görüldüğü sırada Peygamberimiz yanına gelerek: "Amca, Lâ İlahe İllallah de ki, bunu Allah katında senin için delil olarak göstereyim (ve sana şefaat edeyim)" buyurdu.14’
Bu konuda Peygamberimizin bir hadis-i şerifini de nakledelim. Şöyle buyuruyor: "Her kim ölür de ölümü anında, Allah ’tan başka ilâh olmadığını bilir ve buna inanırsa cennete girer. "’"
İkincisi, büyük günahları işlemekten ve küçük günahlarda ısrar etmekten sakınmakla farzları eda etmektir ki, bilinen takva budur. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de:
"O ülkelerin halkı iman etseler ve ittika etselerdi, günahtan sakınsalardı elbette onların üstü-
ne gökten ve yerden nice bereket kapıları açardık, fakat yalanladılar, biz de ettikleri yüzünden onları yakalayıverdik."16’
Üçüncüsü, kalbini Allah’tan meşgul edecek her şeyden kaçınmak ve bütün varlığı ile Allah’a yönelmektir. Allah Teâlâ’nın:
"Ey iman edenler, Allah’tan O’na yaraşır şekilde ittika edin ve ancak müslümanlar olarak can verin."17’ âyet-i kerimesindeki ittika budur. Bu takva öylesine yüksek bir mertebedir ki, hemen hiç kimse için mümkün değildir.
Takvanın bu üç mertebesini toplayan bir âyette şöyle buyuruluyor:
"İman eden ve iyi işler yapanlara hakkıyle korunup iman ettikleri ve iyi işler yaptıkları, sonra yine hakkıyle sakınıp iman ettikleri, sonra da hakkıyle sakınıp yaptıklarını ellerinden geldiğince güzel yaptıkları takdirde onlara, (haram kılınmadan önce) tattıklarından dolayı günah yoktur. Allah iyi ve güzel yapanları sever.’"8’
Her Cuma günü hatiplerimizin hutbeden sonra okudukları âyet-i kerimede, takva derecelerinden herbirini kapsar. Bu âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
"Muhakkak ki Allah adaleti, ihsanı, akrabaya yardım etmeyi emreder. Çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp futasınız diye size öğüt veriyor."19’
Ayet-i kerime’de üç şey emrediliyor, üç şey de yasaklanıyor. Emredilen üç şey, dünyada düzeni ve huzuru sağlayan üç esastır. Bunlar adalet, ihsan ve akrabaya yardımdır.
Adalet, her şeyi yerli yerine koymak, herkesin hakkını vermek ve ölçülü davranmaktır. Her haktan önce Allah hakkı gelir. Bu hakkın birincisi, Allah’ın birliğine, ortağı, dengi ve eşi olmadığına inanmaktır. Buna inançta adalet denir, inançtaki adaletsizlik ve haksızlık ya yaratanı hiç tanımamak veya O’na ortak koşmaktır. ihsan, dinin özüdür. Peygamberimize ihsanın ne olduğu sorulduğunda: "Sanki görüyorsun gibi, Allah’a ibadet etmendir. Sen Allah’ı görmüyorsan da Allah seni görüyor." diye cevap vermiştir.’"" Peygamberimizin bu tarifinden şu anlaşılıyor: İhsan, görevi en güzel şekilde yapmaktır. Bunun için Peygamberimiz: "Allah Teâlâ her şeyde ihsanı, yapacağı şeyi güzel yapmayı yazdı. Bundan dolayı öldürme ve kesmeyi hile güzel yapın. Herbiriniz bıçağını iyi bilesin ve boğazlayacağı hayvanı rahat ettirsin." buyurmuş ve ihsanın herşeyde dikkate alınmasını tavsiye etmiştir.
Akrabaya Bakmak
Akrabayı görüp gözetmek, muhtaç olanlara yardım etmek emrediliyor. Peygamberimiz buyuruyor:
"Sevabı en çabuk olan taat, yakın akrabaları gözetmektir. Bunun için zekât ve sadaka verilirken, yakın akrabadan muhtaç olanlara öncelik tanınması tavsiye edilmiştir. Nitekim Peygamberimiz, şöyle buyurur: "Yoksula bir şey vermek sadakadır. Akrabaya sadaka vermekte iki sevap vardır. Birisi sadaka sevabı, diğeri de akrabayı görüp gözetme sevabıdır."^
Ayet-i kerime’de yasaklanan üç şey de fahşa, münker ve bağy’dir.
Fahşa, zina, yalan ve iftira gibi çirkinliklerdir. Bunların edepli insanlar için çirkinliklerini anlatmaya gerek yoktur.
Münker, dinin ve akl-ı selimin beğenmeyip fena saydığı iş ve davranışlardır.
Bağy, insanlara zulüm ve baskı yapmaktır.
İşte Allah Teâlâ bu üç şeyi de yasaklıyor. As-hab’ın ileri gelenlerinden biri ve Medine-i Münev-vere’de ilk vefat eden sahabi olan Osman İbn Maz’ûn (r.a.), bu âyet-i kerime ile ilgili bir hatırasını şöyle anlattı: "Ben başlangıçta, Peygamberimizin müslüman olmam konusundaki teklifini reddetmekten utandığım için müslüman olmuştum. İslâm henüz kalbimde yerleşmemişti. Bir gün Peygamberimizin huzuruna vardım. Benimle konuşuyordu. Bir ara gözünü göğe dikti, sonra da sağından aşağı indirdi. Sonra bunu bir daha tekrar etti. Sebebini sordum. Şöyle buyurdu: "Seninle konuşurken, birdenbire Cebrail aleyhisselâm geldi ve bu âyeti getirdi." Ben, bu âyeti duyunca çok etkilendim ve o andan itibaren iman kalbime yerleşti. Hemen koştum Ebû Talib’e haber verdim. O da şöyle dedi: "Ey Kureyş topluluğu, yeğenime uyunuz, doğru yolu bulacaksınız. Şüphesiz O, size güzel ahlâktan başka bir şey emretmiyor." Bunu duyan Peygamberimiz; "Amcacığım, insanların bana uymalarını emredersin de, kendini unutur musun?" buyurdu. Fakat o, şehadet getirmekten kaçındı. Bunun üzerine:
"Ey Peygamberim, doğrusu sen her sevdiğini hidâyete eriştiremezsin. Ama Allah dilediğine hidâyet verir ve hidâyete girecek olanları en iyi o bilir.’""" ayeti nazil oldu.
Hz. Ali şöyle demiştir: "Allah Teâlâ Peygamberine, kendisini Arap kabilelerine arzetmesini emretti. Bunun üzerine yüce Peygamber çıktı, ben ve Ebû Bekir de beraberinde idik. Bir topluluğun yanına geldik üzerlerinde onur vardı. Ebû Bekir:
- Bunlar kimlerdir? diye sordu.
- Şeyba b. Sa’lebeden, dediler. Bunun üzerine Peygamberimiz, onları iki şehadet kelimesini getirmeye davet etti ve Kureyş, Peygamberi yalanladığı için kendisine yardım etmelerini teklif etti. Bu teklif üzerine Makrûn b. Amir:
- Ey Kureyşli, bizi davet ettiğin şey nedir ? diye sordu. Peygamberimiz bu âyet-i kerime’yi okudu. Bunu dinleyen Makrûn b. Amir:
- Gerçekten sen güzel ahlâka ve güzel amele davet ediyorsun. Seni yalanlayan ve aleyhinde hareket etmek isteyenler, yemin ederim ki, iftira ediyorlar" dedi. (Hak Dini Kur’an Dili, âyet-i kerime’nin tefsiri)
İbn Mes’ûd (r.a.) bu âyet-i kerime ile ilgili olarak: "Kur’an-ı Kerim’de iyilik ve kötülüğü en çok bir arada toplayan bu âyeti kerimedir" demiştir."5’ Ve denmiştir ki: "Eğer Kur’an’da bu âyetten başka âyet olmasaydı ona yine, her şey için bir açıklama, bir hidâyet ve rahmet kaynağı ve müslü-manlar için bir müjde denmesi doğru olurdu.""6’
Evet değerli mü’minler, takva sahibi olanlara muttaki denir. Kur’an müttakilerin, gerek inanç ve gerekse ahlâk yönünden sahip oldukları nitelikleri bize bildirir. Kur’an-ı Kerim’in ikinci sûresi olan Bakara Sûresi’nin ilk âyetlerinde müttakilerin nitelikleri şöyle sayılıyor:
"Elif Lâm Mim. O kitap (Kur’an): Onda asla şüphe yoktur. O, müttakiler için bir hidâyet kaynağıdır. Onlar (o müttakiler) gayba inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda harcarlar. Sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler, âhiret gününe de kesinkes inanırlar. İşte onlar, Rablerinden gelen bir hidâyet üzeredirler ve kurtuluşa erenler de ancak onlardır.""71
İşte müttakilerin nitelikleri:
1. Gaybe İnanırlar.
Kur’an-ı Kerim’e göre varlıklar iki kısma ayrılır.
Bir kısmı gözle görülüp idrak edilemeyen varlıklar ki, bunlar gayb âlemini oluşturur. Bir kısmı da gözle görülen elle tutulan varlıklardır. Bunlar da şehâ-det âlemini meydana getirir. Manevî varlıklar gayb âlemindedir. Gayb âlemine ait varlıklar da iki kısma ayrılır. Bir kısmının varlığını Allah’tan başka kimse bilmez. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de:
"Gaybın anahtarları O’nun kutludadır. Onları, O’ndan başkası bilmez."181 buyurulmuştur ki, gaybın bu kısmına işaret edilmiştir. Kaza ve kader hep bu gaybdendir.
Bir kısım varlıklar da vardır ki, bunlar duyu or-ganlariyle idrak edilemez ise de var oldukları delillerle anlaşılabilir. Allah’ın varlığı, Allah’ın sıfatları, melekler, âhiret, cennet ve cehennem bu tür gaybe dahildir.
İşte, "onlar gaybe inanırlar" âyetindeki gaybden kastedilen gayb varlıkları, bu delil ile varılan gaiplerdir. Yani mü’min ve müttakiler görmedikleri halde Allah’a, O’nun meleklerine, peygamberlere gelen kitapların Allah tarafından vahyedildiğine, âhirete, cennet ve cehennem’e ve Allah’ın huzurunda sorgulanacaklarına inanırlar.
2. Namazı Dosdoğru Kılarlar.
Namazı dosdoğru kılmak demek, namazın şartlarına uyarak güzelce edâ etmek demektir. Allah Te-âlâ, imandan sonra namazdan daha üstün bir ibadet emretmemiştir. Peygamberimiz namaz için, "Namaz dinin direğidir""9’ buyurmuş, dini ayakta tutan bir ibadet olduğunu bildirmiştir. Günde beş vakit Allah’ın huzurunda duran kimsenin, duygu ve düşüncelerinde mutlaka bir değişiklik olacaktır. Allah Teâlâ’nın; "Muhakkak ki namaz, kötü ve iğrenç şeylerden vazgeçirir."20’ buyurması bu gerçeğin ifadesidir. Namazını kılan kimsenin en az dört kazancı vardır: Temizlik, kalb kuvveti, vakitlerin intizamı, toplumsal düzelme. Namazın büyük faydalarını hesap etmek ise mümkün değildir. Biz burada namazdan bahsedecek değiliz. Çünkü buna zamanımız yetmez.
3. Kendilerine Verilen Rızıktan Allah Yolunda Harcarlar.
İnsan kazancını sadece kendisine harcamamalı, onu toplumu ile paylaşmalıdır. Çünkü insan yalnız yaşayan bir varlık değil, toplum halinde yaşayan medenî bir yaratıktır. Toplum halinde yaşayan insanların hepsi eşit değildir. Bir kısmı varlıklı iken bir kısmı yoksuldur. Bir kısmı sağlıklı iken bir kısmı mâlül ve hastalıklıdır. Sağlıklı ve varlıklı olan kimseler en yakınlarından başlamak üzere toplumdaki yoksulları, dul ve yetimleri, kimsesiz çocukları görüp gözetmek ve Allah’ın kendilerine verdiği nimetin bir bölümünü olsun onlara vermekle yükümlüdürler. Bu takva sahiplerinin özelliklerin-dendir. Asıl iyilik budur. Nitekim Allah Te-âlâ buyuruyor:
"İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmek değildir. Asıl iyilik, o kimsenin yaptığıdır ki, Allah’a, âhiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanır. Yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilenenlere ve kölelere sevdiği maldan harcar, namaz kılar, zekât verir, antlaşma yaptığı zaman sözlerini yerine getirir. Sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreder. İşte doğru olanlar, bu nitelikleri taşıyanlardır. Müttakiler ancak onlardır."12"
4. Sana (Ey Muhammed) İndirilen ve Senden Önce İndirilene İman Ederler.
Müttakilerin dördüncü niteliği, hem son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s.)’e, hem de ondan önce gönderilmiş olan bütün peygamberlere; hem son Peygambere indirilen Kur’an’a, hem de önceki peygamberlere indirilmiş olan kitaplara iman ederler. Bu kitapların Allah kelâmı olduğuna inanırlar. Gerçi âyet-i kerime’de peygamberlerden değil, onlara indirilen kitaplara inanırlar denilmektedir ama, kitaplara inanmak, o kitaplar kendilerine indirilen peygamberlerin peygamberliğine de inanmak demektir. Çünkü getirilen habere inanan kimse, o haberi getirene de inanması gerekir. Zira onlara indirilenlerden birisi de peygamberlikleri davasıdır.
Ayet-i kerime müttakilerin, peygamberler ve onlara indirilen kitaplar hakkında ayırım yapmadan hepsine inanmaları gerektiğini bildiriyor. Meselâ Hz. Musa peygamberdi ama Isa değildi; Tevrat Allah’ın kitabıdır, fakat incil değildir; yahut Mûsa ve Isa peygamber idiler ama Hz. Muhammed (s.a.s.) değildir, olsa bile bizim değildir, Arapların peygamberidir; Tevrat ve incil Allah’ın kitabıdırlar, fakat Kur’an değildir gibi sözlerle, Allah’ın peygamberlerini ve o peygamberlere indirilen kitapları farklı görmezler, hepsine inanırlar.
5. Âhirete de Kesinlikle İman Ederler.
Âhirete inanmak demek, öldükten sonra dirileceğimize ve Allah’ın huzurunda dünyada yaptıklarımızdan mutlaka sorgulanacağımıza; iman edip iyi işler yapmış ve Allah’ın rızasını kazanmış olanların Cennet4e gireceğine ve burada sonsuz bir şekilde yaşayacağına, Allah’ı inkâr edip inanmayanların ise Cehennem’de azap edileceğine inanmaktır.
İşte bunlar müttakilerdir ve Rablerinden hidâyet üzeredirler ve işte bunlar kurtuluşa eren bahtiyar-lardır.
Değerli mü’minler, Âl-i İmran sûresinde de Cennetin müttakiler için hazırlandığı bildiriliyor ve bunların başka özelliklerinden de söz ediliyor. Şöyle buyuruluyor:
"Rabbinizin bağışına ve genişliği göklerle yer arası kadar olan, müttakiler için hazırlanmış bulunan cennete koşun.
O müttakiler ki, bollukta ve darlıkta Allah için harcarlar, öfkelerini yutarlar, insanları affederler. Allah iyilik edenleri sever. Ve onlar çirkin bir günah işledikleri, yahut nefislerine zulmettikleri zaman Allah’ı hatırlayarak, hemen günahlarının bağışlanmasını dilerler. Allah’tan başka günahları kim bağışlayabilir? Bir de onlar bile bile, işledikleri günah üzerinde ısrar etmezler.
tşte onların mükâfatı Rableri tarafından bağışlanma ve altından ırmaklar akan, ebedî kalacakları Cennetlerdir. Çalışanların mükâfatı ne güzeldir.’"221
Bu âyetlerde müttakilerin özel ahlâkî nitelikleri sayılıyor. Onlar sadece Allah’a ortak koşmaktan sakınmakla yetinmiyor, bir takım özelliklere de sahip bulunuyorlar. Bu özellikler şunlardır:
1. Bollukta ve Darlıkta Allah İçin Harcarlar.
Mal, canın yongasıdır. İnsan kolay kolay malından ayrılamaz. Yoksul düşeceğinden korkar. Ancak müttakiler, hiç tereddüt etmeden bollukta da darlıkta da Allah yolunda seve seve harcarlar. Çünkü onlar, harcadıklarından kat kat fazlasını Allah’ın kendilerine vereceğine, ayrıca kıyamet gününde Allah’ın büyük ödülüne erişeceklerine inanırlar. İşte bu iman onları, Allah için harcamaya sevkeder. Çünkü Peygamberimiz buyuruyor:
"Asıl pehlivan, güreşte rakibini yenen değil, kızdığı zaman öfkesini yenen kimsedir. ’"4l
Öfke, insana sonradan pişman olacağı işleri yaptırır. "Öfke ile kalkan, zararla oturur" demişlerdir. Bir çok cinayetin öfke yüzünden işlendiği, pek çok aile yuvasının bu yüzden yıkıldığı bilinen gerçeklerdendir.
2. İnsanları Affederler.
Affetmek ahlâkî bir erdemdir ve insanı yüceltir. Peygamberimiz buyuruyor:
"Sadaka malı eksiltmez. Af sebebiyle Allah, bir kulun ancak şerefini artırır. Bir kimse Allah için tevazu gösterirse, Allah onu ancak yükseltir. "’25’
3. Günah İşledikleri veya Kendilerine Zulmettikleri Zaman, Hemen Allah’ı Hatırlar ve O’ndan Mağfiret Dilerler.
Müttakiler, herhangi bir günahı işledikleri zaman o günahta ısrar etmez, hemen pişman olur tevbe ederler. Allah’tan bağışlanmalarını dilerler. Elbette böyle yapacaklar, çünkü Allah’tan başka, insanın günahlarını kim bağışlayabilir? İşte herhangi bir günah sonunda Allah’tan utanıp da hemen tevbe ve istiğfar edenlerin, Allah Teâlâ tevbelerini kabul eder ve onları bağışlar ve cennetine koyarak ödüllendirir.
Değerli mü’minler, işte müttakilerin niteliklerini Kur’an böyle bildiriyor. Muttaki, bu niteliklere sahip olan kimsedir, bunda şüphe yoktur. Peygamberimiz de: ’
"Muhakkak Allah, sizin suretlerinize ve mallarınıza bakmaz- Fakat kalblerinize ve yaptıklarınıza bakar" buyurmuştur.’26’ Yine Peygamberimiz, üç defa göğsüne işaret buyurarak: "Takva işte buradadır. "(27>
İşte kimin muttaki olduğunu ve müttakinin ne gibi nitelikleri bulunduğunu âyet ve hadisler böyle bildiriyorlar. Âyet ve hadislerin dışında bir takva ölçüsü aramanın yanlış olacağı ve insanı yanıltacağı şüphesizdir.
Konumuzu Peygamberimizin bir duası ile tamamlayalım:
"Allahım ! Senden hidâyet, takva, iffet ve gönül zenginliği isterim. "’28’

1- Fetih, 26.
2- Buharı, Eyman. 19; Ahmed h. Hanbel, 5/138.
3- Ahmed h. Hanbel, 1/63.
4- Buharı. Eyman. 19.
5- Müslim. İman. 10. 6-A’raf, 96.
7- Âl-i İmran, 102.
8- Mâide, 93.
9- Nahl, 90.
10- Bulum, İman. 37; Müslim, İman. 57.
II - Müslim. Sayd, 57; Ebû Davûd, Adahî. 12: Neseî, Dahaya, 22.
12- lbn Mâce, Zühd. 23.
13- Tirmizî, Zekât. 26.
14-Ahmed b. Hanbel, 1/3IH.
15- Âlûsi, 14/219.
16- Âlûsî, 14/220.
17- Bakara, 1-5. 18-EıCam. 59.
19- Feyzu’l-Kadir, 4/248.
20- Ankebût. 45.
21- Bakara. 177.
22- Âl-i tmrân. 133-136.
23- Bakara. 274.
24- Müslim. Birr. 107; Ebû Davûd, Edep. 3; Buharı. Edep. 76.
25- Müslim, Birr, 19.
26- Müslim, Birr. 10.
27- Müslim, Birr. 10.
28- Müslim. Zikr. 18.