Makale

İslam'da Seyahatin Önemi

Fahrettin AŞIK / Eskişehir Müftüsü

İslam’da Seyahatin Önemi

Hareket, eşyaya ve insana hakim olan bir vasıftır. Her şeyin yapısında ve yaratılışında bulunan hücrelerin hareket halinde olduğu, vücudun merkezini ve idare mekanizmasını teşkil eden kalbin de sürekli çalıştığı, çalışması bitince hayatın da biteceği bilinmektedir. Eşyanın yapısında görünmeyen ve anlaşılmayan bu hareketliliğin yanında görülen hayat ve hareket olaylarının değerini ve kıymetini takdir etmemek mümkün değildir. Yerinde çalışmak, verimli olmak, yerinde çalışarak verimli olunamayacağı takdirde yer değiştirmek, verimli olunacak yere gitmek makbul sayılmıştır. Maddi ve manevi yönlerden verimsiz kalınan, atıl olmaya müsaid yerlerde ve yörelerde çakılıp kalmakla insanlar emredilmemiştir. Bilhassa dini sebeplerle seyahat etmenin, seferlere çıkmanın, başka bölgelere hatta ülkelere gitmenin, oralarda icra-i faliyette bulunmanın, güzel, meşru ve ma’ruf olan isleri oralara taşımanın, gerektiğinde orada bulunan bu cinsten faydalı görülenleri ülkesine getirmenin ehemmiyeti inkâr edilemez bir gerçektir.
Seferlerden ve seyahatlerden fertleri mahrum bırakılan, kendi sınırları içinde adeta hapsedilen toplumlar ilerleyememişlerdir. Bu esastan hareketle İslam dini, müntesiplerini seyrüsefer etmenin nema ve nimetlerinden faydalanmış ve feyizlenmiş olmalarını temin için asil gaye olarak hac ziyaretini; tâli gaye olarak da bununla ilgili memleketlerin seyahatini bazı kayıtlarla en az ömürde bir defa da farz kılmıştır. Medeni devletler bu arada T.C. devleti, seyahat özgürlüğünü vatandaşlarına çok az kayıtlarla hem 1961 hem de 1982 Anayasaları ile tanımıştır. Öyleki bunu idari tasarruflarla ve Kararnamelerle önlemek hatta sınırlamak imkânsızdır. Anayasamızın 23. maddesinin 1. fıkrası şöyledir. “Herkes yerleşme ve seyahat hürriyetine sahiptir.” Daha sonraki fıkralarında da bu hürriyetin ancak ceza-i ve sosyal sebeplerle ve suç islemesini önlemek maksadıyla gerçek sebeplere dayanarak Kanunla sınırla- nabileceği, yurtdışına çıkışların da buna ilaveten ülkenin ekonomik krizle karsı karsıya geldiği anlarda tahdit edilebileceği vurgulanmaktadır.
Dinimizde de meşru ve mubah olan seyahatler tavsiye edilmiş ve övülmüştür. Bu konu Kur’an-ı Kerim’de birçok ayetlerde yer almaktadır. Bu cümleden olarak Yüce Allah “Sizden önce bir kısım şeriatlar gelip geçti. Yeryüzünde bir dolasın da bakın, peygamberlerini yalanlayanların akıbeti nasıl olmuş.” (1),“De ki, yerde bir do- lasında sonra peygamberlerini yalanlayanların sonucu nasıl olmuş bakın.”(2) buyurmakta ve gezilmesini, ibret gözüyle bakılmasını ve ders alınmasını istemektedir. Diğer yandan yerinde darlık, kıtlık, zorluk ve yokluklarla kıvranıldığı zamanlar ve zeminler zuhur ettiğinde gezilmesini ve yeryüzünde dolaşılmasını, rızık almaya yeryüzünün müsait yaratıldığını açıklama konusunda Allah-ü Tealâ “O (Allah’dır) ki, sizin için yeri uysal kılmıştır. O halde haydi onun omuzlarında (üzerinde) yürüyün de Allah’ın rızkından yiyin. Sonunda dönüş Onadır.”(3) buyurmuştur.
Pek tabiidir ki, bu ortamı yaratan ve imkanı veren Allah’ın bilinmesi ve ahiretin akıldan ve hayalden her halükârda uzak tutulmaması uyarısını da buradan anlamak, rızkın tahsili ve temini için meşakkatlerle dolu olsa bile yeryüzünde sefere çıkılabileceğinin sakınca doğurmayacağını bilmek lazımdır. Kur’an-ı Kerimde, göçlerde, seyrü-seferde ve seyahatlerde, kara ve denizlerde nakil vasıtaları yaratıldığı bir kısım yük ve binek hayvanlarının kulların emrine verildiği ifade edilmektedir. “Yarı can olmadan ulaşmanız imkansız olan beldelere yüklerinizi taşıyan hayvanatı yarattı. Rabbiniz çok şefkatli ve merhametlidir."(4) ayetinde yolculuğun zorluklarını azalttığı, insanların islerine bu konuda yardımcı olduğu beyan edilmektedir. Bundan başka uzun yolculuklardaki ibadetlerde tanınan ruhsatlarla seyahat kolaylaştırılmış, adeta teşvik edilmiştir. Seyahat, kültür, ilim, ibret ve gidilen yerleri ihya ve imar hareketi olarak telakki edilmeli, tahrip vasıtası yapılmamalıdır. Nitekim Şafiî fıkhında ruhsatlardan yararlanabilmek için hac, cihad, gaza gibi ibadet niyetinin en azından mubah bir yolculuğun olması, millete, kişiye ve topluma karsı mal ve can alma gibi cürüm ve cinayetler maksadını taşımaması gerekli görülmüştür(5).
Sözlükte, suyun akmasına “seyahat” denilmiş; ilim, ibadet, ibret ve rızık için yeryüzünde dolasan kişiye de “seyyah" denmiştir(6). Akan suyun toprağı ihyası ile seyyahın irşad ve İslah yolu ile kalpleri ihyası arasındaki bağ ve benzerlik açıktır. Bunlardan İkincisi birincisinden daha verimli sürekli ve önemlidir. Bunun içindir ki seferler ve seyahatler sebebi ile İslam gölgesinin düştüğü her yerde abideler yükselmiş, şehirler ma’mur, insanlar mes’ud olmuş, İslam atmosferinde yepyeni bir hayat filizlenmiş, madde ve manası ile hakka ve halka uygun düşmeyen her şey iyiliğe ve güzelliğe inkılap etmiştir. Bu cümleden olarak vaktiyle deniz kenarında küçük bir Bizans şehri olan İstanbul, Romalılar döneminde çok az gelişerek’gerçek hüviyetine ve hususiyetine fetihten sonra kavuşmuştur. Birkaç kilise ve basit birkaç bina ile beraber uyuklayan şehir, fatihan ruhuyla canlanmış, manevi, maddi ve bediî özelliklere ve güzelliklere bürünmüş, altında yatan şehitleriyle, üstünde gezen yiğitleriyle haşmet ve satvet kazanmış, sade ülkemizin değil, dünyanın gıb- ta ettiği en azından gezip görmeye can attığı müstesna bir yer haline gelmiştir. Bu, örneklerden sadece bir tanesini teşkil etmektedir.
Cehalet, dalalet, küfür ve bilhassa zulüm bulutlarını dağıtmak için yapılan seyahatler, Allah katında en makbul seyahatlerdir. Cihad anlamına da gelen bu durum genelde bütün peygamberlerde, özelde de bizim peygamberimizin [A.S.) hayatında çokça müşahade edilmiştir. Önceleri kısa mesafelerle başlayan seyahatleri, sonra Taif, Yesrib (Medine] ile devam etmiş ve Mekke’nin fethi muvaffakiyetine ulaşmıştır.
İnsanların despotça davranışları yüzünden dini ve vicdanı baskılara uğrayan, serbestçe ibadet yapma hürriyetine sahip bulunmamanın zulmüne maruz kalan kişi ve kitleleri kısa ve uzun vadede alınacak tedbirlerle kurtarmak için çalışmak topyekün müslümanların görevidir. Bu görev imkan ölçüsünde Batı’da ve Doğu’da kısa ve uzun süreli seyahetlerle yerine getirilmeye çalışılmaktadır. Bu yolla Batı’da müslümanlığı seçme şerefine ulaşan bir muhtedinin “Bu telkin ve tebliğinizden çok memnun kaldım ve müsterih oldum. Ancak bes sene önce buraya gelseydiniz babam da büyük ihtimalle müslüman olacak ve öyle ölecekti. Ama malesef...” demesi meselenin önemini ve aciliyetini belirtmesi bakımından çok ilginçtir. Bakınız veda hutbesine muhatap olan ashabın yüzyirmi bine ulaştığı, bunlardan çok azının Medine’de Cennet’ül Baki’de defnedildiği gözönüne alınırsa birçoklarının fetihler, kesifler ve tebliğler maksadıyla uzak diyarlara gittikleri, oralarda dini ve ilahi görev ifa ederken vade doldurdukları ve kabirleriyle de o diyarlara şeref verdikleri, hayatlarıyla olduğu gibi mematlarıyla da sanki ikinci bir hizmet ifa ettiklerine bakılırsa seyahatin önemi daha iyi anlaşılacaktır. Hadis yazarları, Allah uğruna ilahi keli- metullah için cihad edenler ve Allah dostları evliyalar bu yolu takip etmişler, sefer ve seyahatin zorluklarına katlanmışlar, sözlerini dudaktan, gözlerini taştan-budaktan esirgememişlerdir.
Sunu da unutmamak lazımdır ki, imkanlar ve fırsatlar el verdiği halde zulümlere, zulmetlere ve vicdani baskılara ömür boyu katlanmak, mülhitlere ve gayri müslimlere devamlı boyun eğmenin zilletini sineye çekmek, tasvip edilir bir davranış değildir. Nitekim Yüce Allah “Erkek, kadın ve çocuklardan zayıf düşenler, hiçbir çareye gücü yetmeyenler ve hicret için yol bulamayanlar dışında, o kimseler ki nefislerine zulmetmekte iken, canlarını alacak melekler, onlara siz ne iste idiniz? derler, onlarda biz yeryüzünde zayıf kimselerdik cevabını verirler (Bunun üzerine) melekler Allah’ın yeryüzü geniş değilmiydi? Oraya hicret etseydiniz ya! derler. İste bunların yeri cehennemdir. O ne kötü dönüş yeridir.” (7)
Her ne kadar bu ayetler müslüman olduğu halde hicret etmeyen ve Bedir harbinde kafirlerle beraber öldürülenler hakkında inmişse de, bu özel sebep manasının ve hükmünün genel olmasını engellemez.
Toplumlarda çeşitli yerlere yapılan seyahat notlarını içeren birçok eser, bilginler tarafından meydana getirilmiş, Seyahatname adıyla, bazen de başka adlarla nesillere intikal etmiş kültür hâzineleri vardır. Batı’da Markopolo’nun yapıtları XIII. yüzyıla ait önemli bir kitap ve ilk eserdir. Y. Gothe’nin Italyan seyahati yazıları çok ilgi toplamıştır. Arap gezgini İbni Batuta’nın “Tuhfetü’n-Nuzzar Fi Gara- ibi’l-Emsal ve Acâibi’l Esfâr” isimli kitabı İslam dünyası için toplumsal, siyasal ve kültürel yönden dünyanın en ünlü eseridir.(8)
Bizde Şeydi Ali Reisin “Mir’atü’l Memâlik” Sair Na- bi’nin “Tuhfet’ül-Harameyn”,
Cenab Sahabettin’in “Hac yolunda” eserleriyle Evliya Çelebinin gezilerini anlattığı on ciltlik seyahatnamesi mevcuttur. 1620’den başlayarak elli yılı askın bir zamanda büyük bir emekle ve titizlikle gerçekleştirdiği eserinde gezip gördükleri yanında, başkalarından dinlediklerine ve kitaplardan okuduklarına da yer vermiştir.
Seyahat, mü’minlerin önemli bir vasfı olarak Kur’an-ı Kerim’de yer almakta ve çeşitli manalara gelmektedir. “Tevbe edenler, ibadet edenler, ham- d edenler, seyahat edenler, rüku edenler, secde edenler, iyilikleri emr kötülüklerden nehy edenler ve Allah’ın hudutlarını koruyanlar, bu Mü’minleri müjdele.(9) ayetinde tevbe, ibadet ve hamdden sonra zikredilen seyahatin manasından, bir kısmı mühacirleri anlarken, bazıları da ilim talebi için diyar diyar dolaşanlardır, demiştir. Bunların oruç tutanlar olduğunu söyleyenler de vardır.
Allah’ın yaratıklarında ve kâinat kanunlarında gizlediği hikmetleri düşünen ve araştıran kimseler olduğu kanaatim taşıyanlar da mevcuttur. Bu görüse göre yaratılışın hikmetini düşünmek bütün ömrü teemmül ve ibretle geçirmenin esasına dayalı olarak hayat binasının kurulmasını ve imarını gaye edinme manasını çıkarmak da, bir çeşit seyahat sayılmıştır. Tahrim sûresinin 5. ayetinde Yüce Allah, seyahati mü’mine kadınlara da hayır alameti olarak göstermiş ve önemli bir özelliği olarak saymıştır.
Sefer ve seyahatlerin kısa tutulması konusunda Hz. Peygamberimiz (A.S.) “Sefer azaptan bir parçadır. Sizden birinizin yemesine, içmesine ve uykusuna engel olur. Sefere çıkan isini bitirince, ehline dönmekte acele etsin”(10) buyurmuştur. Ehlü ayalinden uzak kalmak işlerin birikmesine ve sorunların artmasına sebep olacağından tek basma yapılan sefer ve seyahatlerin kısa tutulmasına önem verilmekte hele lüzumsuz uzatılmalarına olumlu bakılmamaktadır.

(1) Âl-i Imran sûresi, 137.
(2) En’am sûresi, 110.
(3) Mülk sûresi, 15.
(4) Nahl sûresi, 7.
(5) Bidayetül Müctehid ve Nihayetül Muktesid, İbni Rlışd C. 2/123. (B) El Müncid.
(7) Nisa sûresi, 97-98.
(8) Ana Britanika.
(9) Tevbe sûresi, 112.
(10) Tecrid-i Sarih Tercümesi,C. 6/190.