Makale

Vefatının 20. Yılında İlahiyatçıların “TAYYİB HOCASI”

Prof. Dr. Ismail CERRAHOĞLU

Vefatının 20. Yılında
İlahiyatçıların “TAYYİB HOCASI”

Bundan yirmi yıl önce vakitsiz kaybettiğimiz değerli bilim adamı, samimi ve heyecanlı müslüman Prof. Muhammed Tayyib OKİÇ’İ tanıyanlara hatırlatmak, onu tanımayan genç ilâhiyatçılara örnek bir insanı tanıtmak gayesiyle böyle bir yazıyı kaleme almış bulunmaktayım. Şüphesiz Onu tanıyanların, bu değerli insanı unutabilecekleri™ zannetmiyorum. Merhum, dostlarının ve talebelerinin gönlünde devamlı olarak yasamakta, Onu tanıyan veya tanımayan öğrencilerine yarım asırdan beri örneklik yapmış ve ileriki günlerde de yapmaya devam edecektir.
Kendisini İslam’a ve insanlığa adayan, tahsilini İstanbul’da tamamlayan babasının feyz aldığı bu memlekete karsı ödemek durumunda olduğuna inandığı vefa borcunu, hayırlı bir evlat olarak fazlasıyla ödemek bahtiyarlığına erisen, memleketimizin çeşitli fakülte ve enstitülerinde değerli hizmetlerde bulunan, ülkemizde ilahiyat ve dini hizmetler alanında önemli yerler işgal eden, şahsiyetler yetiştiren merhum hocamız Prof. Muhammed Tayyib OKİÇ bundan yirmi sene evvel 9 Mart 1977 de, Rabbimizin “Her nefis ölümü tadacaktır.” hükmüne boyun eğerek, bizleri ve ilim alemini acı ve üzüntülere boğmuştur. O, kendisini tanımak şansına erişemeyen, bugünün ve geleceğin ilahiyatçılarının da "Tayyib Hoca”sı olacaktır. Zira her meslek ve sanat, birbirine sağlam bir şekilde kenetlenmiş halkalardan teşekkül etmektedir. Bu sebebten Cumhuriyet döneminin ilk ilahiyatçıları olan bizler bile emeklilik dönemlerine gelmiş hatta birçok arkadaşımız, yüce yaratanımızın rahmetine ulaşmış bulunmaktadır.
Ben sahsım ve kendisini tanıyan bütün dostlar namına, kendisine duyduğumuz minnet ve şükran duygularımızın bir nişânesi olmak üzere böyle mütevazı bir yazıyı ele alıp Onu hatırlamayı ve hatırlatmayı bir vazife bildim. Kısaca bu yazımız, merhumun dostlarının ve öğrencilerinin, Onun manevi şahsiyetine duydukları şükran duygularının bir ifadesidir. Muhammed Tayyib OKİÇ, 1 Aralık 1 902 senesinde Bosna’nın Tuzla sancağına bağlı Graçanitsa Kasaba- sı’nda doğmuştur. Babası Bosna - Hersek Reisu’l - Ulema Muavini Yayçalı Mehmet Tevfik Efendi, annesi ise Graçanitsa’lı Hasibe Hanım’dır. 1913 yılında ilkokulu, 1916’da rüştiyeyi Saray - Bosna’da bitirmiştir. 1920’de İlahiyat Koleji’nden diploma almış, 1925’te de İslam Hukuku ve İlahiyat Mektebi’nden mezun olmuştur. 1926’da Zagreb Üniversitesi Edebiyat Fakültesinden Latin Dili ve Edebiyatı diploması, 1928’de Pa- ris’deki “Ecole Nationale des Langues Oriantales Vi- vantes” den Arap ve Türk Dili ve Edebiyatları diploması, 1929’da Sorbon Edebiyat Fakültesi lisans diploması, 1930’da “Ecole Nationale des Langues Orientals Vivantes’’den Fars Dili ve Edebiyatı diplomasına sahip olmuştur. Yine 1930’da Belgrad Hukuk Fakültesi’nden "Hukuk Absolutori- um”u, 1931’de "Haşan Kâfi de Bosnie, Sa vie et Ses Oevvres, avec la Traduction de son Ouvrage, Nizâmu - Ulema” isimli doktora tezinin imprimatürü ve 1939 senesinde de, Belgrad Üniversite- si’nde "agrege profesörlük" ünvanını kazanmıştır.
Kısa bir müddet, Saray - Bosna’daki Birinci Erkek Gimnazyası ile, iki sene müddetle Ser’i Gimnazya’da hocalık yapmış, 1934 - 1941 yılları arasında Üsküp’deki Kral Birinci Aleksandır Büyük Medresesinde yedi yıl Tefsir - Hadis dersleri okutmuştur . İkinci Cihan Harbi sebebiyle vazifesini Saray - Bosna’ya nakletmiş (1941), 1943 mayısından 1944 Ağustosuna kadar Türkiye’nin Belgrad Başkonsolosluğumda mahalli kâtip - tercüman olarak istihdam edilmiş, Türkiye ile Almanya arasındaki münasebetlerin kesilmesi üzerine, sefaretin diğer personeliyle birlikte sekiz aya yakın bir zaman Almanya’da enterne edilmiştir.
Bu enterne dönemi içerisinde Almanya’nın çeşitli şehirlerinde dolaştırıldıktan sonra, Danimarka’nın merkezi Kopenhagen ve oradan da İsveç’e geçerek İsveç bandıralı Drottnıngholm adlı vapurla, Liverpol - Lizbon - Portsaid - Fethiye - Rodos - Bodrum - Çeşme - Çanakkale yoluyla 1ü Nisan 1945’de İstanbul’a geldi. [Bu enterne döneminin ve vapur yolculuğunun 3-4 sahifelik sene, ay, gün ve saatleriyle nerelerde bulunduğuna dair yazmış olduğu bir günlük elimizde bulunmaktadır.)
Merhum hocamız, bu devrelerde çok sıkıntı çekmiş olacaklar ki, yakını olan bizlere bu konuda fazla bilgi vermek istemez, o günleri hatırlamaktan imtina ederlerdi. Bizlere, faşizm ve komünizmin fenalıklarını anlatır, Türkiye’nin bu gibi felâketlere maruz kalmamasına dua ederdi.
10 Nisan 1945’de İstanbul’a geldikten sonra 1950 senesinde Ankara Üniversitesi ilâhiyat Fakül- tesi’ne tayin edilişine kadar, bes sene müddetle İstanbul’da sıkıntılı günler geçirmiş, bu müddet içerisinde Başbakanlık arşivinde ilmi araştırmalarda bulunmuştur.
6 Mart 1950’den itibaren Ankara ilâhiyat Fakültesi’ne mukaveleli yabancı profesör olarak tayini yapılan hocamız, bu tarihten 1969 yılına kadar Ankara ilâhiyat Fakültesinde, 1964 - 1971’de Konya
Yüksek İslâm Enstitüsün’de, 1973 Nisan’ından vefat tarihi olan 9 Mart 1977’ye kadar Erzurum Atatürk Üniversitesi İslami İlimler Fakültesinde çeyrek asrı geçen hizmet süresinde ilmi, ahlakı, fazileti, sahâveti ve insanlığı ile Türk eğitimine yapmış olduğu hizmet, eğitim tarihimizin şanlı ve örnek sahifele- rini teşkil edecektir.
Dostlarının ve öğrencilerinin kendisine duydukları hürmet ve muhabbetin sebebi, islami ilimler mevzuu üzerinde yorulmak bilmez gayreti, derin ihtisası ve en mühim tarafı uğraştığı ilim dalının ahlaki icablarını yerine getirmesi ve onu temessül etmesidir. O dikkatli, geniş bilgiye sahip, kendini yetiştirmiş iyi bir ilahiyatçı ve tarihçi idi. Daha Türkiye’ye gelmeden önce, Üsküp ilim Cemiyyeti ve Üsküp Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ne bağlı "Sırp - Hırvat Dili ve Edebiyatı Cemiyye- ti”azası olmuştur. Viyana’daki “Isla- mischer Kulturbund"un fahri azalı- ğına seçilmiştir.
Müsteşriklerin ilim cemiyeti olan “Societey Asiatighe”nin
[1952’ten beri] Londra’daki “Royal Asiatigue Societey” nin
(1953’ten beri) azası idi. Türkiye’de ise, Milli Eğitim Bakanlığı Terceme Kurulu Arap - Fars Edebiyatı Komisyonu Başkanlığını yapmıştır. Uluslararası ilmi şöhrete sahip olan merhum hocamız, bilhassa müsteşriklerin yaptıkları kongrelerde sunduğu ilgi çekici tebliğlerle ün kazanmıştı. Özellikle Rumeli ve Bosna tarihi ile ilgili, yabancı bütün neşriyatı izler, bunlar hakkında yorumlar, eleştiriler yapardı. Tenkidlerinden bu sahada çalışmalar yapan herkes yararlanmıştır.
Osmanlı tarih arşivlerini, tarih ve iktisad yönünden araştıran ve onları değerlendiren Prof. Dr. Tayyib GÜKBİLGİN’inin hocamız hakkındaki şu hüsnü sehadetini burada zikretmeden geçemeyeceğim:
“Bosna Bölgesi’nin Osmanlı İmparatorluğu bünyesinde taşıdığı
büyük önemi çok iyi değerlendiren Tayyib OKİÇ, bu bölgenin özellikle siyasi, ilmi ve kültür tarihi konularında geniş araştırmalar yapmakta, Bosna’dan yetisen ve Osmanlı Türkiyesi’nde büyük etkiler yapan ve kültür adamlarını, hayat ve eserlerini büyük bir dikkat ve vukufla inceleyerek Osmanlı - Türk tarihine önemli katkılarda bulunmakta idi. Onun bir zamanlar “Haşan Kâfi Akhisâri” üzerinde çalıştığına, bir aralık Bosna’nın yetiştirdiği büyük şahsiyetlerden “Gazi Hüs- rev Bey” hakkında etüdler hazırladığını çok iyi bilirim. Hersek ile Makedonya’daki tarihi kaleleri, beldeleri hatta küçük lokaliteleri çok iyi bildiği için, vesikalarda rastladığım ve yerlerini sıhhatle tayin edemediğim yerleri kendisine sorar, izahları ve açıklamaları ile aydınlanır- dım.”
Paris’te Maurice Gaudefroy - Demonbynes, William Marçais, Louis Massignon, Jean Deny, Vladimir Minorsky, Mirza Muhammed Han Kazvîni, Henri Masse, Ravais- se, EmileHaumant, Paul Boyer, Andre Vailland gibi dünyaca tanınmış kişiler merhum hocamıza hocalık yapmıştır. Dr. Ahmed Benha- muda, Monseigneur Feghali, Dr. Mirza Muhammed Mahallâti, Dr. Abdulhâk Adnan Adıvar gibi şöhretli okutmanlardan ders almıştı. Seyfullah Proho, Abdullah Aynî Bu- şatliç, Muhammed Emin Dizdâr, Ali Rüşti Kapiç, Abdullah Preşlyo, Munib Tseviç, Salih Saffet Basic, Ahmed Burek, Veliuddin Sadoviç, Dr. Osman Skiriç, İbrahim Sırrı Zafraniyya gibi sahasında otorite olan Saray - Bosna’daki hocaları ile, Tahir ibn Aşûr, Muaviye et- Te- mîmi, Muhammed el- Arabi el- Ke- bâdi, Mustafa Zmerli gibi Tunuslu meşhur hocaların talebesi olan merhum hocamız, onlardan aldığı ilmi süzerek talebesine aktarmış ve her seviyedeki talebesinin sevgi ve samimi bağlılıklarına mazhar olmuştur.
Çeşitli zorluklar içerisinde geçen hayatında evlenme fırsatı bulamayan hocamız, kendini ilme vermis nadir şahsiyetlerden biridir. Komünist rejime karsı olusundan dolayı, Yugoslav vatandaşlığından çıkartılmış, bu bakımdan Yugoslavya’ya dönmesi kadar, başka bir memlekete gitmesi de bahis konusu olamamıştır.
Türk vatandaşlığına geçmemesi, sırf barem kanunumuzun olumlu olmayan zaruretlerine boyun eğmesinden ileri gelen bir keyfiyetden dolayıdır.
Evlenmediği için sulbünden bir evlada sahib olamamış, fakat her talebesini bir evladı olarak telakki etmiştir. Bu bakımdan, İlahiyat Fakültesi’nde öğrencisi tarafından en çok sevilen profesör olarak kendini tescil ettirmiştir. Onun kadrü kıymetini bilen dostları ve öğrencileri, merhum hocamızın dünya gözüyle görmekten mahrum bırakıldığı memleketi ve yakınlarının yanına defnedilmek üzere Saray - Bosna’daki ebedi istirahatgâhına fâti- halarla uğurlarken, merhuma duydukları sevgi ve muhabbeti bir daha tescil ve teyid etmişlerdi.
Kendisinin islami bilimlere, tarihe ve bu alandaki kitabiyata derin vukufu, bu sahalarda meşgul olan herkes için zengin bir kaynak idi, evi bir halk üniversitesi ve ihtiyaç sahiplerinin bir sığınağı olmuştu. Şahsen tanıdığı veya hakkında bilgi edindiği kişilerin hayatına dair en ufak ayrıntıları bile olduğu gibi nakledecek kadar sağlam bir hafızaya sahib olduğu her zaman tesbit edilebilirdi. Bosna tarihine iyi vakıf olduğundan, Bosnalı aile ve sülaleleri iyi tanır, bu aile fertlerinin gerek muasırı ve gerekse ahirete intikal etmiş olanlarının hayatlarındaki olayları iyi bilirdi. Bu sebebden bazılarının kendi şecereleri için onun bilgisine başvurmaları nadirattan değildi. İstanbul Devlet Arsivi’ndeki yıllar süren çalışması ona İlmî çalışmalarında da yaptığı gibi, o döneme kadar karanlıkta kalmış tarihi gerçekleri gün yüzüne çıkarma imkânını da bahsetmişti. Evi fikir almak isteyen herkese açık idi.
Ankara dışında oturanlar, Ankara’ya gelince “hocayı” ziyaret etmeyi bir vazife telakki ederlerdi. İnsanlarla dost, öğrencileri ile pede- râne bir münasebeti vardı.
İlmî çalışmalarında son derece titiz ve itinalı idi. Günlük hayattaki sathilikler ve düzensizlikler infiâline sebeb olurdu.
Şahsiyet ve izzet-i nefsine çok düşkündü, bu konuda asla taviz vermezdi. Samimi ve tavizsiz bir müslüman olması sebebiyle, fikrini herkese doğrudan söyleme vasfına sahipti. Bundan dolayı kendisine elem veren düşmanlar da kazanmıştı. Çok zeki olan merhum, geçmiş hadiseleri en ince teferruatına kadar hatırlardı.
Kitap ve yayınlara çok düşkündü. Aldığı maaş ve ücretin tamamını Türkiye’de harcamış, bir dikili ağacı olmamış, ölünceye kadar Ankara’da kirada oturmuştu. Eline geçen imkânları, etrafındakilere maddi ve manevi yönden nasıl yardımcı olabilirim diye kullanmıştı. Periyodikleri dikkatle takibeder, eksiklerini tamamlamak için büyük gayret gösterirdi. Nüktedân idi, latifeyi severdi. Programlı ve intizamı seven bir insandı. Günlük islerini bir kâğıda yazar, işi biteni siler, bitmeyenleri ertesi güne ertelerdi. İbadetlerini muntazam bir şekilde yapar, dinî günlere azami saygı gösterir ve onları kutlamayı asla ihmal etmezdi. İlmî çalışmalarına ait malzemeyi tasnif ederek konularına göre çeşitli zarflara yerleştirirdi. Gelişi güzel yazmaktan çekinir, bir konuda gerekli malzemeyi tamamlamadıkça, o işe girişmezdi.
Merhum, öğrencisinin sadece İlmî sahadaki ihtiyaçları ile değil, bütün müskilleri ile alâkadar olur, onları halletmek için yorulmak bilmez bir gayret ile koşuştururdu. Şahsiyet ve ilmine çamur sıçratmak isteyenlerin gayreti ile, geçirdiği üç senelik fetret devresinde bile, öğrencilerinin isteklerini ve müşkillerini halletmekten geri kalmamıştır. Öğrencilerinin tayin, nakil ve terfi isleri, onların evlenmeleri, çoluk çocuk sahibi olmaları merhum için sevinç ve bahtiyarlık kaynağı olurdu. Öğrencilerinin çocuklarını “torunlarım” diye sever, onları sevindirecek hediyeler vermeden içi rahat etmezdi. Bu se- bebdendir ki, merhum hoca, biz dost ve öğrencilerinin gönlünde “Tayyib Hoca” olarak yasıyorsa, çocuklarımızın gönüllerinde ve kalblerinde “Hoca Dede” olarak tanınacak ve yasıyacaktır. Pek çok talebesinin ve torununun nikah şahitliğini zevkle yapmıştır. Merhumun en güzel huylarından biri, yazılan mektuplara ve bayram tebriklerine zevkle cevap vermesiydi.
Otuz seneye yakın bir süre memleketimizin ilim ve irfanına hizmet etmiş, binlerce talebe yetiştirmiş olan hocamızı, geçirdiği sıkıntılı günler bile ilim ve hizmet aşkından alıkoymamıştır. O bütün çalışmalarını hiç bir dünya menfaati beklemeksizin , Türk gençliğinin dini ve ahlaki yönden yetişmesine tahsis etmiştir. Onun bu faziletli ve verimli hayatı sadece tedris alanında kalmamış, yazdığı değerli eser ve makaleleriyle İslam dini kültürüne kıymetli hizmetlerde bulunmuş ve halen eserleri kütüphanelerimizde en değerli yeri işgal etmektedir.
Onun Türk maârif ve irfanına hizmet ederken, Türk gençliğini ilim, iman ve ahlâk yönünden yetiştirme gayreti merhum için en büyük zevk ve vazife olmuştur. Merhumun bu yoldaki gayretinin müşahhas bir misalini, bir mezuniyet döneminde çok sevdiği öğrencileri ile yaptığı bir hasbihalden alacağım bir kaç pasajla göstermek istiyorum: .
"Yine bir ders yılı sona ermiş ve mezunlar kafilesi bizlerden ve bu şerefli yuvadan ayrılmaya hazırlanmış bulunmaktadır. Sevinç ve hüznün bir arada bulunduğu bu çeşit ayrılışlar nadirdir. Beraberce seneler geçirdiğimiz ve evlat gibi sevdiğimiz bu genç İlahiyatçı zümreyi uğurlamaktan mahzunuz, fakat onların din, vatan ve millet uğrunda mukaddes bir sefere çıkmalarından duyduğumuz sevinç de sonsuzdur... Güçlükler karşısında yılmamak, doğru bilinen yolda sebat etmek dinimizin siârıdır. Bu hususta Hristiyan din adamlarının gayretleri Müslümanlara örnek olmalıdır. Kendi memleketimizdeki yoğun misyoner faaliyeti gözlerimizin önündedir. Her gün değişen dünya şartları, neyi gerektiriyorsa o yola gitmek zarureti vardır. Her gün bir yenisi çıkan sapık ve muzır cereyanlara, ulu dinimizi feda edemeyiz. Bunların açtıkları yaraları yumuşak, tatlı din merhemiyle tedavi etmek durumundayız. Tedavi ve şifa gücüne sahip tek din olan İslamiyet’i bu bakımdan hakkıyla temsil etmek, içinde bulunduğumuz nazik devirlerde, Kur’an-ı Kerim’in emir buyurduğu birlik ve beraberlik ruhunu Müslümanlarda hakim kılmak, görüş ve ayrılıkları en aşağı dereceye indirmek, hatta kaldırmak zarureti aşikârdır...
Aziz öğrencilerim,
Sizleri iyi yetiştirebilmek için, bütün hocalarınız ellerinden geleni yapmışlardır. Bu gayretlerde şahsen en ufak naçiz hizmetim geçmiş ise, kendimi ebediyyen bahtiyar addederim. Bundan sonra da her müşkilinizin halline kudretim nisbetinde koşmaya amade olduğumu bilmelisiniz. Dini bilgiye susamış, temiz kalpli, asil ruhlu Türk halkına seve seve irşad vazifesinde bulunacağınızdan eminim. Halkı iyiye sevketmek, kötülüklerden alıkoymak ulu dinimizin mühim bir emridir. Her hayırlı çalışmanızda Cenab-ı Hakkın yardımcınız olmasına niyaz eder, hepinizin sevgiyle gözlerinizden öperim.”
Sunu da hatırlayalım ki, merhum hocamız çok dil bilen bir “polyglotte" idi. Anadili olan Boşnakça’dan [ki bu dil Sırpça, Hırvatça ve Karadağca’yı da ihtiva etmektedir.) başka okul sıralarındaki edebiyat derslerinde Slovence ve Almanca’yı, Üsküp’deki yedi senelik ikâmeti sırasında pratik Makedonca ve Bulgarca’yı kısacası bütün Slav dillerini öğrenmişti. Paris’de 1927 - 1929 senesine kadar PolonyalI arkadaşı Mihael Domaşeviç’den (kendisine verdiği Arapça derslerine mukabele olmak üzere] Lehçe ve Çekçe öğrenmişti. Mense itibariyle anadili Boşnakçaya yakın olan diğer Slav dillerinden ayrı olarak, Saray - Bosna’daki İtalyan dil kursunda İtalyanca (1941 - 1942], önce Paris’de 1930’da bir İngiliz arkadaşı ile (Arapça ile mübadele seklinde] daha sonra İstanbul’da (1948 - 1949)’da “Amerikan Lisan ve Ticaret Dershanesinde İngilizceye devam etmiştir. Bu dillerden başka, Latince, Rusça, Arapça, Fransızca, Türkçe, Farsça dillerinden diploma sahibi olduğunu, daha evvelce zikretmiştik. Anadili Boşnakçadan başka, Arapça, Türkçe ve Fransızca’yı konuşacak ve yazacak derecede mükemmel bilirdi.
Merhum hocamızın kitapları, tetkik yazıları, ansiklopedi maddeleri, kitap tanıtımları, tercemeler, önsözler olmak üzere yüzlerce makalesi çeşitli eserlerde ve mecmualarda, Boşnakça, Türkçe, Arapça, Fransızca olarak neşredilmiştir. Kısacası, merhumun şahsiyyeti, ahlakı, fazileti ve ilmi ancak geniş bir kitaba sığacak mahiyettedir.
Merhum aziz hocamızın ruhani- yetine sığınarak, bütün aczime rağmen düşüncelerimin seline kapılarak irtihalinden 20 sene sonra yazdığım bu perişan satırlarla tanıtmaya çalıştığım merhum hocamı hakkıyla anlatabildim diyemem. İlmi ve tevazuu, yüce şahsiyetinde toplamayı bilen ve gönüllerinde taht kurduğu dost ve öğrencilerinden naçiz dileğim, Onun ruhunu hatimlerle, fatihalarla şâdetmeleridir. Seneler geçse de böyle bir insan unutulmayacaktır. Ne mutlu sana ki, sen herkesin gıbta ettiği bir mertebeye ulaştın. Ruhun şâd, mekânın cennet, Allah’ın Rahmet ve Mağfireti üzerine olsun. Nûr içinde yat Aziz Hocam.