Makale

İSLAM İKTİSAT DÜŞÜNCESİ ve İKTİSADÎ HAYATTAKİ TEZAHÜRLERİ

İSLAM İKTİSAT DÜŞÜNCESİ
ve
İKTİSADÎ HAYATTAKİ TEZAHÜRLERİ

Dr. Ali Rıza Gül
Yüzüncü Yıl Üniversitesi llâhiyat Fakültesi

Kur’an, fakirin gönlü incitilmeden, başına kakılmadan gönül alıcı güzel sözlerle yapılan yardımı ve verilen sadakayı, her bir tohumu yedi başak, her başağı da yüz tane verecek kadar iyi cins bir buğday yetiştirmeye benzeterek, usulüne uygun yapılan infakın kazandıracağı sevabın ne kadar fazla olacağını resmetmektedir.

İnsanlar arası ilişkilerin büyük bir kısmı üretimden tüketime, finansmandan alışverişe, harcamadan tasarrufa, kalkınmadan paylaşıma geniş bir yelpazeyi temsil eden İktisadî alanda gerçekleşmektedir.
Biz bu yazımızda, İslâm’ın Müslüman fert ve toplumların İktisadî hayatla ilgili duygu, düşünce, karar ve davranışlarını etkileyen ilkelerini ana hatlarıyla ortaya koymaya çalışacağız. Bu arada İslâm’ın önerdiği iman ve ibadetin, Müslümanların İktisadî düşünce ve davranışları üzerindeki etkilerine de temas edeceğiz.
İslâm’ın temel kaynağı Kur’an-ı Kerim, gökleri ve yeryüzünü Allah’ın yarattığını, onlarda ne varsa hepsinin O’nun olduğunu sürekli vurgulamaktadır. (Bakara, 116-117, 284; Âl-i İmran, 109, 129, 189; İbrahim, 2)
İktisadî açıdan bu söylem, göklerdeki ve yerdeki her maddî varlığın ve bütün zenginlik kaynaklarının gerçek sahibinin Allah olduğunu, yani gerçek mülkiyetin O’ndan başka kimseye ait olmadığını ve olamayacağını, eşyayı yalnızca O’nun dilediği gibi yönetebileceğini mü’minin hatırında tutma amacına yöneliktir. Allah’ın eşya karşısındaki bu hakim konumu, Müslümanın hem Allah’la olan ilişkisini derinden etkilemekte, hem de eşyaya vermesi gereken anlamın ortaya çıkmasında belirleyici ve şekillendirici bir rol üstlenmektedir. Buna göre, insanın eşya üzerindeki sahipliği ve tasarruf hakkı mecazî, sınırlı ve geçicidir. Ancak Allah, göklerdeki ve yerdeki hammadde zenginliklerini işletme görevini, bu sınırlılık içerisinde de olsa insana vermiş, nimetlerini onun önüne sermiştir.(Lokman, 20; Casiye, 13) Öyleyse insan, bu görevini en iyi şekilde yerine getirerek, Allah’ın kendisine sunduğu nimetleri O’nun bu sunumuna layık bir tarzda işlet- melidir. Nasıl ki, Rabbi muhteşem yaratma örnekleri sunmuşsa, kendisi de insanoğlunun ihtiyaçlarını karşılamak maksadıyla en kaliteli ürünleri üretme, en faydalı keşifleri yapma sorumluluğunu hissetmelidir. Çünkü O, Yüce Yaratıcısı adına iş yapan (halife) (Bakara, 30; En’am, 165) ayrıcalıklı ve üstün bir varlıktır;(isra, 70; Tin, 4) yaptığı İktisadî işler, adına iş yaptığı Rabbinin şanına ve yaratıcılığına lâyık güzelliğe ve ihtişama sahip olmalıdır. Müslümanların İktisadî alandaki dinamizmini ve hedeflerini işte bu düşünce belirlemelidir.
Müslümanın bir fert veya toplumun İktisadî faaliyetlere bakış açısını oluşturan zihnî ve fikrî temel bundan ibarettir. Ancak İslâm’ın İktisadî hayata katkısı bununla sınırlı değildir. Kur’an’da, İktisadî faaliyetlerin ahlâkî temeller üzerine oturtulması gerektiği her fırsatta önemle belirtilmektedir. Sözgelimi, İktisadî işlemlerde hile yapanlar, özellikle ölçü ve tartıyı bilinçli olarak yanlış yaparak haksız kazanç sağlayanlar kınanmakta, (A’raf, 85; Hûd, 84-86; Şuara 181-183.) yetim malı yemenin çirkinliğine vurgu yapılmakta, (Nisa, 2) ergenlik çağma girinceye kadar onun malına yalnızca iyi niyetle -ki, sadece geçimi için harcama, hatta mümkünse işletmek suretiyle çoğaltma bu iyi niyetin içindedir- yaklaşılması istenmektedir. (Isra, 34) Kur’anî öğretiye göre, fakirlere, düşkünlere, hiçbir işi olmayanlara yardım etmek de büyük bir ahlâkî erdemliliktir. Madem ki, göklerin ve yerin mirası gerçek anlamda Allah’a aittir, o halde serveti O’nun yolunda harcamak (in- fak=harcama, yardım, zekât, sadaka vb.) icap etmektedir. (Hadid, 10) Allah insana zenginliği nasıl lütfetmişse (İhsan), insan da ihtiyaç sahiplerine öyle lütfetmek yükümlülüğü ile karşı karşıyadır. (Kasas, 77) Bu ilke, zenginlere hem fakirlere yardım etme zorunluluğu getirmekte, hem de yardımın şeklini belirlemektedir. Zira yardım etmek kadar yardımın şekli de önemlidir.
Kur’an, fakirin gönlü incitilmeden, başına kakılmadan gönül alıcı güzel sözlerle yapılan yardımı ve verilen sadakayı, her bir tohumu yedi başak, her başağı da yüz tane verecek kadar iyi cins bir buğday yetiştirmeye benzeterek,(Bakara, 261-264) usulüne uygun yapılan infakın kazandıracağı sevabın ne kadar fazla olacağını resmetmektedir. Diğer bazı ayetlerde, usulüne uygun yapılan yardımın cehennemden kurtuluşa vesile olacağı ve cennetle ödüllendirileceği anlatılmaktadır. (Müddessir, 42-44; Leyi, 5-11, 1921)
İslâm’ın yardım öğretisinde amaç, başkalarının sırtından geçinen asalak bir toplum kesimi türetmek değildir. Bu yüzden mü’minler- den, yardım konusunda israf ile cimrilik arası orta bir yol izlemeleri istenmiştir.(Furkan, 67) Ölçüsüz ve bilinçsiz bir biçimde yardım etmek, malı saçıp savurmak olarak değerlendirilmiş, bunu yapanlar çok ağır bir ifadeyle "şeytanların kardeşleri" ilân edilmişlerdir.(lsra, 26-27) O halde infak etmeye biraz daha farklı bir anlam yükleyerek, bir iş yeri kurarak bir veya birkaç işsize sürekli bir kazanç kapısı açmak, bilinçsiz bir yardım duygusallığı sergileyip de gereksiz yere "asalaklar" ve "toplayıcılar" grubu türetmekten elbette çok daha dindarca bir tavırdır.
Zira başka bir iş yapma imkânı varken toplayıcılık yapmak, İslâm’la ve insanlıkla bağdaşmayan bir davranış biçimi olup, işgücü kaybından başka hiçbir şey değildir.
Müslüman yaşadığı toplumda bir birey olarak diğer insanlarla olan ilişkilerini ilkeli ve güven verici bir şekilde sürdürmek, başkalarına yük olmaktan kendini kurtarmak zorundadır.
Bu noktada Hz. Muhammed’in gerek peygam- . herliğinden önceki ve gerekse sonraki tavırları, Müslümanlar için iyi bir örnektir. Toplum içindeki davranışlarından ve ticarî muamelelerinde elde ettiği güvenden dolayı peygamberliğinden önce ona "güvenilir" (el-emîn) lâkâbı verilmişti. (Muhammed b.lshak b. Yesar, Siratu ibn Ishak, thk. Muhammed Hamidullah, Konya, 1401/1981, s. 57;
Ebû Muhammed Abdulmelik b. Hişam, es-Siratu’n-Nebe- viyye, thk. Mustafa es-Sakka vd., Beyrut, tarihsiz, 1, 194,
199, 209) O, güvenilir olma vasfını, peygamberliğinden sonra putperestlere karşı bile göstermiştir. Aleyhindeki bütün kampanyalara rağmen, hiç kimse onun doğru ve güvenilir bir kişi olması hususunda tereddüt göstermemişti.
İktisadî ahlâkla ilgili olarak üzerinde durulması gereken diğer bir konu da lüks ve israftır, israf, gereksiz yere harcama yapmaktır. Kur’an’dan anlaşıldığına göre, kişinin kendisi veya ailesi için yaptığı lüzumsuz harcamalar israf olduğu gibi, yardım ederken veya sadaka verirken yukarıda belirttiğimiz orta yolun üstüne çıkmak da israf kavramı içerisinde yer almaktadır. (En’am, 141) Kur’an’da, insanlara yeme, içme ve giyme hususunda israf yapmamaları öğütlenmekte, (A’raf, 31) ancak aynı öğüt içerisinde genel bir anlatımla "Allah israf edenleri sevmez" denilmekle de, bunların sadece birer örnekten ibaret olduğu gösterilmektedir. Lüks ve israf içerisinde şımaranların bir toplumun idaresini ele almaları, o toplumun helâki için yeter sebep olarak zikredilmektedir. (Isra, 16) Buna karşılık, Yusuf örneğinde olduğu gibi, (Yusuf,
46-55 vd.) ekonomiyi akıllı, tutumlu ve ihtiyatlı kişilerin yönetmesi, toplum için bir kurtuluş olarak sunulmaktadır.
Bir Müslümanın İktisadî faaliyetlerini yönlendiren unsurlardan biri de meşruluk ilkesidir. Kur’an’a göre, tüketime konu olacak mal, her şeyden önce iyi ve temiz olmalıdır.(Nisa, 2) Kur’an İktisadî faaliyetlere konu olacak mallarla ilgili bir meşruiyet çerçevesi çizdiği gibi, insanlar arası muameleler ve kazanç yolları ile ilgili de meşruiyet ilkeleri getirmektedir. Genel bir ilke olarak Kur’an’da, haklı gerekçelere dayanmayan veya haksızlığa yol açan hiçbir kazanç yolu onaylanmamaktadır. (Nisa, 29) Bu yüzden faiz (riba) (Bakara, 275) ve fuhuş (Nur, 33) gibi kazanç yolları, meşru görülmemektedir. Malı stoklayanlar ve parayı istifleyenler şiddetle eleştirilerek kınanmaktadır. (Tevbe, 34; Hümeze, 1-2.)
Buraya kadar özetlemeye çalıştığımız bakış açısı, imanlı insanın kaynak, ihtiyaç ve çevre ile ilgili düşüncelerini, üretim, tüketim, harcama, tasarruf ve paylaşım gibi iktisadın temel faaliyet alanları ile ilgili tavırlarını, amaçlarını, kararlarını ve eylemlerini derinden etkiler. Bu İktisadî düşünce sisteminde tembelliğe, ekonomik gelişmede ve teknolojik ilerlemede içinde bulunulan durumla yetinmeye, ümitsizliğin yeşerttiği kadere teslimiyetçiliğe yer yoktur; bunların yerine durmadan çalışma, en iyiyi üretme, ilerleme, ileri dünya ülkeleri arasında yerini alma, büyük bir medeniyet kurma gibi düşünceler vardır.
Ayetler iyi tetkik edilecek olursa, Kur’an’da zihniyetten başlayarak, ahlâk ve meşruluk düzleminde devam eden bu düşünce sisteminin Müslümanlar üzerinde yeterince etkili olmasını sağlamak maksadıyla bazı söylemlere başvurulduğu görülecektir. İlk olarak, İktisadî faaliyetler her şeyden önce Allah’a iman ve itaatle ilişkilendirilmek- tedir. Sözgelimi, faizden vazgeçirmek için "eğer (gerçekten) iman sahibi iseniz, henüz almadığınız faizden vazgeçin" denilmektedir. (Bakara, 278) Böylece gerçek imana sahip olan ve Rabbine gerçekten itaat eden Müslümanların, İktisadî faaliyetlerinde doğruluktan, haktan ve adaletten ayrılamayacağı vurgulanarak, imana İktisadî tavırları doğrudan etkileme rolü verilmiştir.
ikinci olarak, infak, zekât, sadaka gibi İktisadî davranışlar ibadetlerle birlikte zikredilerek, Rabbine gerçek anlamda ibadet eden Müslümanların başkalarını aldatmak şöyle dursun, ihtiyaç sahiplerine yardım eden İktisadî davranışlar sergileyecekleri hissettirilmektedir. Bu bağlamda, Kur’an’da namazla zekâtın defalarca birlikte zikredilmesi, (Bakara, 42, 277; Tevbe, 5,
11 ; Hac, 78) Cuma namazından sonra İktisadî faaliyetlere girişilerek kazanç elde edilmesinin öğütlenmesi (Cuma, 10) ticari faaliyetler esnasında ibadetin (namaz) terk edilmemesi gerektiğinin belirtilmesi, hatta kurtuluşun ve mutluluğun (felâh) buna bağlanması, (Nur, 37) hacda kesilen kurbanların fakirlere ulaştırılmasının istenmesi (Hac, 28) sadece birkaç örnektir. Bu örneklerde ibadetlere İktisadî davranışları yönlendirme görevi yüklendiği açıkça görülmektedir. Zaten diğer bir ayete göre, samimî duygularla kılınan namaz Müslümanı bütün kötülüklerden alıkoyacaktır. (Ankebut, 45)
Üçüncü olarak, Kur’an’da insanların, İktisadî davranışlarından dolayı ahiret hayatında ya ödüllendirilecek ya da cezalandırılacakları haber verilmektedir. Böylece, uhrevî mükâfat İktisadî hayatla ilgili iyilikleri yapmayı teşvik edici, ceza da kötülükleri önleyici birer unsur olarak işlenmektedir. Sözgelimi, ticari faaliyetlerinde doğruluktan sapanların cehenneme atılmak suretiyle cezalandırılacakları belirtilirken, (Mutaffifîn, 1-9) insanların mallarını haksız yollarla yeme günahını işlemeyenlerin cennetle ödüllendirilecekleri müjdelenmektedir.(Nisa, 2931)
Dördüncü olarak, İktisadî faaliyetlere Kur’an’da dinî bir nitelik kazandırılır. Bu bağlamda, mal ve servet, (Âl-i Imran, 180; Nisa; 37, 73; Tevbe, 28) İktisadî özellikle ticarî- faaliyetler "Allah’ın lütfü" (Bakara, 198; Isra, 12; Cuma, 10), ticaretten elde edilen/edilecek kâr da "Allah’ın bıraktığı" - şeklinde isimlendirilmektedir.(Hud, 86) Servetin, İktisadî faaliyetlerin ve bu faaliyetlerden elde edilen gelirin Allah’a izafe edilmesi, O’nun her şeyin gerçek sahibi olduğuna işaret etmekten öte, insanın O’na izafe edemeyeceği durumlardan kaçınması gerektiğini vurgulayan mecaz bir kullanımdır. Kur’an’da bu tür mecazlar, anlatımın gerektirdiği miktarda kullanılmaktadır. işlenen günah ve sevapların "kazanç" kavramıyla ifade edilmesi, (Bakara, 134, 141, 286; En’am, 70; Nur, 11; Şûra, 22, 24) bu dünyada işlenen amellerin ahirette sevap kazandırıp kazandırmayacağını bildirmek için "ticaret" kavramının tercih edilmesi, (Bakara, 16; Fatır, 29; Saf, 10) yine böyle bir kullanımın sonucudur.
Nihayet beşinci olarak, yapılan İktisadî işlerin bu dünyadaki kişisel ve toplumsal sonuçlarına dikkat çekilmektedir. Kur’an’da, fakirlere yardım etmenin ülkede fitne-fesat çıkarılmasını önlemedeki rolüne dikkat çekilmektedir.(lsra, 35) Öte yandan satıcılara dosdoğru bir ölçme aracı kullanmaları ve ölçme işini kusursuz yapmaları emredilmekte, bunun iyi bir davranış olduğu ve en iyi sonucu doğuracağı belirtilmektedir. Gerçekten de dinî ve İnsanî bir davranış olan dürüstlük, ticarette en iyi kredidir, insanlar alışveriş yapmak için dürüst satıcıları daha fazla tercih ederler. Ayrıca dürüstlük, satıcılarla müşteriler arasında ihtilaf, tartışma, kırgınlık vb. tatsız hadiselerin meydana gelmesini önler. Bunlar da hem satıcı, hem de müşteri açısından iyi sonuçlardır. Oysa haksız kazanç sağlayacak yollara başvurmak böyle değildir. Kur’an, ticarî ve İktisadî muamelelerde haksızlık yapmanın toplumsal düzenin bozulmaya yol açacağını dile getirmekte, (Şuara, 183) "(haksız yollara tevessül etmek suretiyle) birbirinizi öldürmeyin" (Nisa, 29) ayetiyle de, bu İktisadî haksızlıkların getireceği kin, nefret, düşmanlık, kargaşa gibi sonuçlara işaret ederek insanları ciddi bir biçimde uyarmaktadır, iktisadi alanda yapılacak kötülüklerin bu dünyadaki ve yakın gelecekteki sonuçlarına gönderme yapması bakımından bu söylem türü oldukça etkili ve caydırıcıdır.
Tarih boyunca Müslümanlar, gerek İnsanî ve ahlâkî temellerini düşünerek, gerekse dünyevî ve uhrevî sonuçlarını dikkate alarak, İktisadî faaliyetlerinde İslâm ahlâkı ve meşruiyet ilkesi ile bağdaşmayan her türlü kötülükten, kalitesizlikten, haksızlıktan vs. uzak durmaya, bunun yerine iyi davranışları, kaliteli üretim tarzını, hakkaniyete dayalı işlemleri ikame etmeye çalışmışlardır. Sözleşmelerindeki ahlâkî unsurlar; yaptıkları cami, medrese, kervansaray, han, hamam, köprü gibi eserlerdeki ince işçilik ve yüzyılların yok edemediği kalite; sadece ihtiyaç sahibi insanlara değil, aynı zamanda hayvanlara bile hizmet sunan ve kendi dönemlerine göre çok ileri bir düşüncenin ürünü olan vakıflar vb. kurum ve kuruluşlar onların İslâm tarihini süsleyen dindarlıklarının İktisadî birer göstergeleridir. Çünkü bu güzellikleri dinlerinden hareketle ortaya koymuşlardır. Müslümanlar İktisadî faaliyetlerine dinlerinin güzelliklerini hakim kıldıkları zaman dünyanın en ileri teknolojilerini geliştirmişler, en güçlü devletlerini tarih sahnesine çıkarmışlar, en büyük medeniyetlerini kurmuşlar, neticede dünya tarihini belirlemede etkin rol oynamışlardır. Günümüzde olduğu gibi, Müslümanların ileri teknolojiye sahip olamadıkları, büyük medeniyetler kuramadıkları, kısaca eşyaya hükmedemedikleri ve tarihe müdahil olamadıkları dönemler, aynı zamanda İktisadî davranış ve faaliyetlerinden dinlerinin güzelliklerini çıkardıkları, bunun yerine ticarette basit ve seviyesiz aldatma biçimlerini, üretimde kalitesizliği, muamelelerde haksızlığı, paylaşımda adaletsizliği büyük ölçüde ikame ettikleri dönemlerdir.