Çocuk Terbiyesinde İctimâî Tesirler
Hayvanlar, akıl yönünden insanlardan fersah fersah gerilerde olmalarına rağmen, istenileni yapmakta bazan insanları geçmektedirler. Bunun en güzel misalini sirklerdeki fevkalâde gösterilerde görmekteyiz. Fil, arslan, kaplan gibi vahşi ve yırtıcı hayvanları bir kuzu gibi uysal ve bir akrobat gibi hareketli yapan nedir? Bir kırbaç şakırtısının, doğuştan ateşten ürken atları, alevler arasında dans ettiren; arslanları, kaplanları alev çemberinden geçiren kuvveti nereden gelmektedir?... Bütün bunların cevabını, usulüne uygun ve muayyen prensiplerden hareket edilerek tatbik edilen terbiye sisteminde bulmaktayız. Bir hayvan, hem de vahşi ve yırtıcı bir hayvan, terbiye kanunundan nasibini alırsa, üstünlüğü kimseye bırakmayan ve gerçekte de mahlukatın en şereflisi olan insanoğlunun, bu kanundan nasibini alamaması, nasipsizliğin en acısı değil midir?
Nasıl ki, mücerret varlıklarıyla birşey ifade etmeyen renkler, bir ressamın elinde, mana, şekil ve kıymet kazanıyorsa, doğuştan iyi olan (1), her türlü yetişme tarzına müsait bulunan, çocuk da, etrafını çeviren iyi-kötü, güzel-çirkin, sayısız misallere göre ve kendisine verilen terbiye ile gösterilen dikkat ve itina nisbetinde bir kıymet kazanır.
«Ağaç yaş iken eğilir» diyen atalarımız, istenilen şekil ve kalıba sokulmaya müsait çocuğun, aile ve millet hayatındaki yerini, kıymetini ve bu hususta gösterilmesi gereken ilginin zaruretini veciz bir şekilde ifade etmişlerdir.
Çocuğun yetişmesine engel olan ferdî âmiller (aklî ve rûhî anormallikler) ve bunlann önlenilmesi ayn bir konu olup; bizim asıl üzerinde duracağımız husus, çocuğun yetişmesine âmil olan ictimâî tesirlerdir.
Çocuğun yetiştirilmesinde birinci plânda, ana-baba gelmektedir. Ana kucağında ve baba ocağında başlayan bu terbiye, daha sonra okul ve muhit içinde devam edip gider.
Çocuk doğduğu andan itibaren, ailenin dar kadrosu içerisinde bir takım alışkanlıklar kazanır. Bu alışkanlıklar, çocuğun dış muhitle teması neticesinde yeni alışkanlıklar kazanmasına yardım eder. Böylece aile ve muhitin sahib olduğu —müsbet veya menfi — karakter, aynen veya biraz farklı olarak çocukta kendini gösterir.
Alışkanlıkların çocuk hayatında büyük yeri vardır. «Kâh sırf taklit ile kâh düşünceli bir sûrette başlayan itiyatlar, zaman içinde tekrarlana tekrarlana yerleşir ve başlangıçtaki şuurunu kaybederek otomatikleşir. Meselâ, büyüklerin sağa sola tükürdüğünü... gören küçükler evvela buna özenmeye başlar; bir iki tekrardan sonra bu tiksindirici hareket onlarda da bir itiyat halini alır... itiyatların başlangıcı, tekerrür eden hareketler serisinin ilk hareketidir; mühim olan da bu ilk harekettir. (2) ... Huy halini alan ruhî itiyatlar da böyledir. Yalancılık ilk yalandan... iradesizlik, ilk zaaftan başlar ve tekrarlandıkça bu hareketler otomatikleşir ve nihayet mukavemeti güç rûhî bir temayül ve hususiyet halini alır. (Hülâsa) Alışkanlık yoluyla teşekkül eden kötü huyların esareti, boyunduruk altındaki öküzlerin esaretinden daha ağırdır.» (3)
Aileyi meydana getiren fertlerden olan ana-babadan birinin veya her ikisinin olmaması, üvey olmaları veya gayri meşru bir hayat içinde bulunmaları, çocukların yetişmesine çok yakından tesir eden faktörlerdir.
Çocuğun yetişmesiyle ilgili bir başka önemli nokta da, eğer ana-baba; kumarbaz, küfürbaz, alkolik, çocuğun gidişatını kontrol etmeyen, evde devamlı geçimsizlik çıkaran —kavga eden—, bizzat suç işleyen ve hatta bazan çocuğu suç işlemeye sevkeden kimseler ise, bu takdirde çocuk, bir melek kadar saf ve masum iken, bilcümle kötülüklerin menbaı ve naşiri durumuna gelir.
Her türlü kötülüğün içinde olan ve kötülüğe itilen, şefkat, yardım ve manevî terbiyeden mahrum, kötü misallerle yoğrulmuş, kendi haline terk edilmiş bir çocuk için, cazibesi kaybolan evin yerine, sokak hayatı tercihe şayan olur. Artık çocuk, kötülüklerle burun burunadır. Hemen, hemen her şey onun nazarında çekici ve hayatın tatlı yönüdür. Bu arada okul da bir kenara itilmiştir. Başıboş sokaklar, iki üç filmin bir arada gösterildiği sinemalar, çeşitli vesilelerle yapılan toplantılar, kır gezintileri, bu başıboşluk sınırsız bir hürriyete kavuşmanın sarhoşluğunu tattırır çocuğa. Bu durumdaki bir çocuğu bekleyen tehlikeler ise sayısızdır. Hele âilevî terbiyeden uzak kalmış, gevşek iradeli himayesiz çocuklar, şehirlerin tahrik edici çeşitli vasıta ve imkanları içinde tahammül gösteremeyerek, tehlikeli bölgeye girmekten kendilerini alamamaktadırlar.
Bilhassa sinemaların çocuk üzerindeki çeşitli yönlerden menfi tesirlerini kabul etmemek gayr-i kabildir. Gördüklerini yapmaya özenen çocuklar için terbiyevî filmler faydalı olabilirse de büluğ çağının sarsıntıları içinde bulunan çocuğun, karanlık içinde ve bazı filmlerin kötü sahneleri karşısında kontrolsüz kalması büyük bir tehlikedir. Sinemanın cazibesine kapılan çocuk, sinemaya gitmek için para bulamadığında, kalem defter parasını bilete vererek yalancılığa başlayabileceği, o yetmezse evden para çalmaya ve neticede gördüğü telkin ve tesirinde kaldığı filmlerdeki gibi hareket edeceği muhakkakdır.
Her yaştaki çocuk ve büyüklerin, her çeşit filmi serbestçe seyredebildiği memleketimizde, yıkıcı filmlerin tahribatını görmezlikten gelmek cidden büyük bir gaflettir.
Çocuğu aile içinde ve dışında bekliyen tehlikelerden kısaca söz ettikten sonra, onun terbiyesinde önemli olan noktaları yine aile içinde ve dışında olmak üzere izah etmeye çalışalım:
Birçok ana ve babalar çocuklarının, herşeyleriyle ayrı ayrı ilgilendiklerini fakat umduklarını göremediklerini ifade etmektedirler. Bir defa, evlâda gerçekten verilmesi gerekenle, verilip verilmemesinin amelî ve hayatî değeri olmayanı iyice ayırt etmek gerekir. Eğer bir çocuk doğruluk ve dürüstlüğün ne demek olduğunu öğrenmişse, doğruluk ve dürüstlüğün değerine hakkıyla inanmışsa, inandırılabilmişse, onun gayr-i meşru yola kayması pek kolay olmaz. Ama böyle bir terbiyeden yoksun bir çocuğun kılık kıyafeti ne kadar düzgün, karnı en güzel yiyeceklerle ne kadar tok olursa olsun, onun kötülüğe sapması bir an meselesidir. Bu bakımdan evlâda yapılacak iyilikler ve kazandırılacak değerlerin hayatî ve amelî değeri haiz olmasına azami gayret gösterilmelidir. Aksi takdirde yapılacak bütün fedakârlıklar neticesiz kalmaya mahkûmdur.
Çocukların hiçbir zaman işitmemeleri, hatta şüphe bile etmemeleri lâzım gelen bir şey varsa o da: anne ve babalarının arasındaki münakaşalardır. Ne yazık ki, bir çok ana-baba, çocuklarının gözleri önünde birbirlerini itham ederler; çok geçmeden de sarf ettikleri sözleri unutular; çünkü unutmak, bir birlerini affetmek için sebepleri vardır. Fakat çocuklar için durum daha başkadır. Münakaşa esnasında söylenen sözler, onları ziyâdesiyle üzer; münakaşaya müdahale imkanından mahrum oldukları ve taraflardan birini tutamayacakları için, hissettikleri ızdırabı içlerine atarlar. Bu gibi sahnelerin sık sık tekrarı ise, çocuğun ruhunda derin yaralar açar. Bu atmosfer neticesinde ortaya, ne yapacağım şaşırmış, geleceğe karşı güvenini kaybetmiş bir çocuk çıkar. Onun için ana-baba, münakaşalarını, çocukların gözleri önünde yapmaktan sakınmalıdırlar. Gerçekten çocuk, etrafında olanları bir teyp ve fotoğraf makinesi gibi muhafaza eder; ana-babanın gözünden kaçan nice şeyler, onun şuur altında yer eder. Bir çocuk için ana-baba, bilhassa ilk yaşlarda rakipsiz numunelerdir. Bu bakımdan ana-baba, çocuğuna kötü örnek olmaktan kaçınmalı iyi örnek olmalıdır.
Ana-babalardan bir kısmı da, çocuklarının terbiyesiyle ilgilenmeye vakit bulamadıklarından sızlanmaktadırlar. Her şey için vakit bulabilen ebeveynin, üzerine titrediği, canından fazla sevdiği evlâdının, yetişmesi zaruretine inandıktan sonra, vaktin yetersizliğinden söz etmesi, herhalde meşru ve makul bir mazaret sayılmamalıdır. Hele «adam sende daha vaktimiz var. Bu küçük kusur elbette kendiliğinden geçer» deyen ana-baba, bu anlayışının yanlış olduğunu kısa zamanda öğrenir ama, o zaman da iş işten geçmiş olur.
Ana-babanın çocukları için düşünecekleri mühim konulardan birisi de «çocuk neşriyatı» dır. Çocuk neşriyatı üzerinde çok şey söylenmiş ve yazılmıştır. Ne yazık ki bu sahada neşredilen kitap ve mecmualar, günümüz çocuğunu rûhen tatmin edecek, bir üst seviyeye çıkartacak nitelikten çok uzaktır. Neşredilen kitap ve mecmuaların çoğu, vurucu, kırıcı, haydutluk, soygunculuk yapmayı öğreten kitaplardır. «Dünya Çocuk Kitapları Haftası» gibi haftalar münasebetiyle yapılan faaliyetler de, maalesef maksada kâfi gelmemektedir. Bu durumu bilen ana-babanın, okuma sevgisi aşıladığı çocuğuna, hiç olmazsa mevcutları içinden münasip olan kitapları seçip alması, yerinde bir hareket olacaktır.
Çocukların arkadaşları da, yetişmelerinde önemli bir yer tutmaktadır. «Kişi, arkadaşının dîni üzerindedir; sizden biriniz kiminle arkadaşlık edeceğine iyi baksın» buyuran Peygamberimiz, (S.A.S.) arkadaş seçiminde gösterilmesi gereken titizliğe dikkati çekmiştir. Şüphesiz çocukları kafeste beslenen kuşlar gibi arkadaşsız bırakmak düşünülemez. Fakat, hiç olmazsa ana-baba, bilhassa şehirlerde, kolayca yoldan çıkmaya müsait çocuklarının, kiminle gezip tozduğuna, kimlerle ne şekilde arkadaşlık ettiğine dikkat ederek ahlâklı, terbiyeli çocuklarla arkadaşlık kurmasına yardımcı olmalıdır.
Çocuğun ikinci aile yuvası okuldur; Çocuğun terbiyesinde ve yetişmesinde okul önemli bir yer tutmaktadır. Ancak, vaktin değerlendirilmesi, çalışma alışkanlığının kazanılması, müsbet bilgilerin elde edilmesi yönlerinden faydalı olan okul, okumayı öğrendikten sonra, kitap karıştıran, çeşitli gazete ve mecmualardan kötülüklerin işleniş şekillerini öğrenen çocuğun terbiyesinde, tam müessir olamamaktadır. Hele, suçun büyüğü ve tehlikeli olanını işleyenlerin okumuşlar arasından çıkması, mücerret tahsilin, manevi tehlikede bulunan çocukları kurtarabileceği inancını sarsmıştır. Binaenaleyh, tahsilin ahlâkî ve manevî terbiye ile beraber yürütülmesinde zaruret vardır. Terbiyeden yoksun bir tahsilin hiçbir değeri yoktur; hatta böyle bir tahsil, vatan ve insanlık menfaatlerine aykırı meyveler bile verebilmektedir. Dinî bilgi ve görgüden netice itibariyle ahlâkî ve manevî terbiyeden mahrum olan çocukları, kötülük yapmaktan kurtarma imkânının kalmadığını yaşadığımız günler açıkça göstermiştir. Amerika’da vücudunu kiralıyarak hayatlarını kazanan kadınların % 26 sının üniversite mezunu olması bu konuda cidden düşündürücüdür.
«... dinî fikir ve kanaatin ortadan kaldırılmasından mütevellit boşluğun nasıl doldurulacağı hususu bilinmedikçe ve din yerine, ayni kuvvette ve ahlâkı tasfiye edebilecek başka bir esaslı kanun bulunmadıkça, çocuklara, dinden başka yollardan yürümek suretiyle, manevî ve ahlâkî bir terbiye vermeye imkân olmadığını zannediyoruz.» (4)
«Allah duygusundan ve sevgisinden uzak bir terbiye, yalnız fayda ve menfaat düşüncesine dayanır. Fakat din terbiyesi hasbi ve ulvidir. Bu terbiye insanı yükseltir, iyiliği ve adaleti, hiç bir menfaat düşüncesine saplanmadan sevdirir.» (5)
Çocuk terbiyesinde müsbet ve menfi yönden müessir olan amilleri toplu olarak ele aldığımız yazımızı, bir hadis-i şerifle bitirelim: Bir insan öldüğünde, ameli(nin sevabı) kesilir. Defteri a’mâli kapanır. Yalnız:
1. Sadaka-i câriyesi (çeşme, köprü, hastahane, cami, mektep yaptırmak, ağaç dikmek...)
2. İlmî bir eseri,
3. Kendisine dua eden hayırlı bir evlâdı olan kimsenin defter-i a’mâli kapanmaz. (Böyle âmme menfaatına ait eserleri bâki kaldıkça sevabı da devam eder.)» (6)
(1) «Her doğan çocuk muhakkak İslâm fıtratı üzerine doğar. Sonra anasıyla babası onu yehûdî yahut nasrânî, yahut mecûsî yaparlar... (Sahih-i Buhâri Muhtasarı, Tecrid-i Sarih Tercemesi C: 4, S: 529, Hadis No. 664).
(2) Gençlerle Başbaşa, Ord. Prof. Dr. Ali Fuad Başgil, İstanbul 1970, sahife: 24-25.
(3) Aynı eser, sahife 40.
(4) Çocuk Suçluluğu — Küçüklük — Çocuk Mahkemeleri ve İnfaz Müesseseleri, Dr. Naci Şensoy, İstanbul 1949, Sahife: 69.
(5) Gençlerle Başbaşa Ord. Prof. Dr. Ali Fuad Başgil, İstanbul 1970 Sahife: 43.
(6) Riyaz’üs-Salihîn C: 3, S: 5, Hadis No: 1412.