Makale

ADALET MUCİB İ SAADETTİR

ADALET
MUCİB İ SAADETTİR

Dr. Durak Pusmaz

Adalet; her şeyi yerli yerinde yapmak, hak sahiplerine haklarını vermek, herkese hakkaniyet, doğruluk, müsavat ölçüleri içerisinde muamele etmek, tutum ve davranışlarında ölçülü olmak, haddi aşmamak gibi anlamlara gelen geniş kapsamlı bir kelimedir.
Dilimizde “adalet” sözcüğüyle beraber kullanılan iki kelime daha var. Bunlar "insaf’ ve "vicdan"dır. İnsaf; hak ve eşitlik gözeterek davranma, orta yolda olma, aşırı uçlara kaymama, vicdanlı olma, doğrulukla iş görme gibi anlamlarda kullanılır.
Vicdan ise; insanın içinde bulunan ve iyi ile kötüyü ayırt edebilen duygudur. Böyle bir duyguya sahip olup dürüst hareket eden ve adalet ölçülerinden ayrılmayan kimselere vicdanlı, böyle olmayan kimselere de vicdansız denir. Vicdansız; şefkat ve merhametten yoksun, acıma duygusu olmayan, insanlara karşı her türlü kötülüğü yapabilen kimsedir. Kötülük ve zulüm yapan biri görüldüğü zaman, ’hiç mi vicdan ve insafın yok’ denir. Vicdan ve insaftan yoksun olan kimse her türlü kötülüğü yapabilir.
Kanun
Bir de kanun vardır. Kanunlar adalete uygun olabileceği gibi, olmayabilir de. Onun için adaletle kanunu karıştırmamak lazım. Asıl olan kanun değil, adalet ve hakkaniyet ölçüsüdür. Onun için kanunlar adalete uygun olmalıdır. Eskiden kralların, hükümdarların ağzından çıkan söz kanun sayılırdı. Bunların adil ve iyi olanları olduğu gibi, halka zulüm ve baskıyı öngören kanunlar da olurdu. İnsanların ibret almaları için Kur’an’da, bu tür zulüm ve baskıya dayanan yönetimlere de misaller verilir. Eskiden Mısır hükümdarlarına Firavun denirdi. Hz. Musa dünyaya gelmeden önceki senelerde kahinler, yakın gelecekte tsrail oğulları içerisinde doğacak bir erkek çocuğun, büyüdüğü zaman Firavun’un tacını tahtını yıkacağını söylerler. Bunun üzerine Firavun, İsrail oğulları içerisinde yeni doğacak bütün erkek çocukların kesilmesini emreder. Firavun’un bu sözü bir kanundur, idareciler tarafından acımasızca uygulanılır. Kur’an’da bu husus İsrail oğullarına hatırlatılarak şöyle belirtilir:
"Hatırlayın ki sizi Firavun taraftarlarından kurtardık. Onlar size azabın en kötüsünü reva görüyorlar; yeni doğan erkek çocuklarınızı kesiyorlar, kızlarınızı hayatta bırakıyorlardı. Bunda sizin için Rabbiniz tarafından büyük bir imtihan vardır."01 Başka ayet-i kerimelerde de buna temas edilir.’2’
Mucib-i Saadet
İslamın gayesi insanların huzur ve mutluluklarıdır. insanlar adaletle mutlu olur. Onun için eskiler "adalet mucib-i saadettir" yani, adalet mutluluk getirir, demişlerdir. Devletler de adaletle ayakta dururlar, adaletle varlıklarım devam ettirirler. Adalet ülkeleri abad eder. Adaletin olmadığı yerde zulüm vardır. Zulüm ise ülkeleri berbat eyler, harap eder, viraneye çevirir. Genceli Nizamî bu gerçeği bir dörtlüğünde şöyle ifade eder: Zulümkârlık dağıtır, berbat eyler ülkeyi Adalet, saadetle âbâd eyler ülkeyi Memleketin direği adalettir her zaman Adaletle nasibin saadettir her zaman.
Nice milletler, nice kavimler adaletsizlik yüzünden helak olmuşlardır. Sadece adil olmak yeterli değil, adaletsizliği ortadan kaldırmak için çalışmak gerekir. Devletin aslî görevlerinden biri, idaresi altında bulunan insanlar arasında haklıyı haksızı ayırt edip doğrudan, haktan ve haklıdan yana olmak, hak sahiplerine haklarını eksiksiz vermek, zulmü, baskıyı, haksızlığı önlemektir. Toplum içerisinde adaleti gerçekleştirmek devletin en başta gelen görevlerindendir. Dinimiz idarecilerin halka adaletle muamele etmelerini emreder. Ayeti Kerimede: "Adil davranın, şüphesiz ki Allah adaletle muamele edenleri sever.’"3’ buyrulur. Peygamberlerin gönderiliş sebeplerinden biri de toplum içerisinde adaletin gerçekleştirilmesidir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulur: "An- dolsun ki biz peygamberlerimizi açık delillerle gönderdik ve insanların adaleti gerçekleştirmeleri için beraberlerinde kitapları ve adalet ölçü (sünü) indirdik. "<4’ Demek ki peygamberlerin gönderilmesinden ve kitapların indirilmesinden maksat yer yüzünde adaletin gerçekleştirilmesi ve insanlar arasında adaletle hükmedilmesi içindir. Eskiden adalet asîl, soylu kimselere pek uygulanmaz, güçsüzlere, sıradan insanlara uygulanırdı. Peygamber efendimiz, hadis-i şeriflerinde, suçlu, kızı Fatıma da olsa mutlaka adaleti uygulayacağını beyan etmiştir. Peygamber efendimizin
vefatından sonra halife seçilen Hz. Ebu Bekir de yaptığı ilk konuşmasında şöyle diyordu: "Sizin yanınızda kuvvetli olan, ondan hak sahibinin hakkını alıncaya kadar benim yanımda zayıftır. Sizin yanınızda zayıf olan da hakkını alıncaya kadar benim yanımda kuvvetlidir."<5) Evet İslam’ın koymuş olduğu ölçü budur. Devlet güçlüden yana değil, haklıdan yana olmalıdır. Devletin görevi güçlüleri korumak değil, ayrım yapmaksızın bütün insanlar arasında adaleti sağlamaktır. İdarecilere, halka adaletle muamele etmelerini emreden dinimiz, müslümanlara da idarecilere itaat etmelerini emretmiştir. Peygamber efendimiz bir hadis-i şeriflerinde: "Müslüman kişiye gereken; hoşlansın, hoşlanmasın itaat etmektir. Ancak kendisine günah olan bir şeyin emredilmiş olması hariç. Günah, suç olan bir şeyi yapması emredilirse o zaman itaat edilmez."<6)
İslâm’ın öngördüğü toplumda idareciler halka adaletle muamele eder, halk da idarecilere itaat eder. Böylece huzurlu ve mutlu bir toplum oluşur. Adalet karşısında ırk ve din ayrımı da yapılmaz. İnsanlar hangi ırk ve dine mensup olursa olsunlar, mutlaka kendilerine adaletle muamele edilir, asla haklan çiğnenmez, gasbedilmez. Diğer Türk hükümdarları gibi Sultan II. Kılıç Arslan da idaresi altında bulunan halka adaletle muamele eder, bu hususta din farkı gözetmezdi. Bu davranışları yü- zündendir ki, Hıristiyanlar bile onun zamanında kiliselerinde Sultan’ın şevketi ve başlarından eksik olmaması için dua ediyorlardı.
Mülkün Temeli
Devlet millet kaynaşması olmadan hiçbir şey olmaz. Devlet millet kaynaşmasının sağlanabilmesi için devletin millete adaletle muamele etmesi şarttır. Onun için: "Adalet mülkün temelidir" denilmiştir. Burada mülkten maksat, devlet düzenidir. Onun için özellikle devlet dairelerinde ve mahkemelerde adaletin sağlanması çok önemlidir. Bunun için lüzumlu tedbirlerin alınıp uygun ortamın sağlanması gerekir. Yoksa adaletin tevziinde güçlükle karşılaşılır. Her dönemde adaletsizlikten şikayet edilmiştir. Eskiden hakimlere ’kadı’, mahkemelerde ilgilileri çağırmak ve gerektiğinde getirmekle görevli kişiye de ’muhzır’ denirdi. Ziya Paşa bir beytinde:
"Kadı ola davacı ve muhzır dahi şahit 01 mahkemenin hükmüne derler mi adalet." der.
Ecdadımız üç kıtaya hakim olmuş, buralarda renkleri, ırkları, dinleri, dilleri farklı olan milletleri asırlarca adalet sayesinde ayakta tutmuştur. Tarihçi Tahsin Ünal’ın "Osmanlılarda Fazilet Mücadelesi" isimli eserinde bahsettiğine göre (s. 104) meşhur seyyah Thevenot, seyahatnamesinde Osmanlı Devletinden bahsederken sözü adalete getirerek şöyle der: "Burada herkes hangi tabakadan, hangi din ve ırktan olursa olsun dinlenir. Bir fakir bir vezirden adalet talep eder. Mahkemede aynı muameleyi görür, iltimas yapılmaz. Bir Musevi de bir Müslü- mandan aynı şekilde hak talep eder, işler hemen halledilir. Hiçbir dava hüküm giymeden dört beş günden fazla bekletilmez. Bir yanlışlık, bir adaletsizlik olacağından hiç korkulmamalıdır. Zira vezirler, kadılar başlarından korktukları için adaletsizlik edemezler.”
Avnî mahlasıyla şiirler yazan Fatih Sultan Mehmet Osmanlı Devletinin felsefesini bir beytinde şöyle hülasa eder:
Yokdurur zulme rızamız adle biz mailleriz Gözleriz Hakk’ın rızasın emrine kailleriz.
Fatih’in oğlu Sultan II. Bayezid’in, oğlu Yavuz Sultan Selim tahta çıkarken verdiği öğüdü bir Osmanlı şairi manzum olarak şöyle ifade eder: Padişah oldunsa adli pîşe it Zulm ü bî dâd eyleme endişe it Merhamet it âciz ü bî çareye Şefkat eyle bî kes ü âvâreye Tangriçün it ehl-i ilme ihtirâm Dertmendün hatırın hoş gör müdân Müfsidün neslini kes ger şah isen Adle meylet bende-i Allah isen01 Anlamı şöyledir: "Padişah oldunsa adaleti adet haline getir. / Sakın zulüm ve adaletsizlik yapma. Aciz ve çaresizlere merhamet et. / Kimsesiz ve gariplere şefkat et. Allah için ilim sahiplerine saygı göster. / Dertlilerin gönlünü devamlı hoş tut. Padişah isen, fesatçı, insanların arasını bozanın neslini kes. / Allah kulu isen adalete meylet.”
Fıkıh literatüründe, İslam ülkelerine ’daru’l-İslam’ denildiği gibi ’daru’l-adl’ yani adalet ülkesi de denilir. Zira müslümanların hakim olduğu ülkeler
de zulüm olmaz, adalet hakim olur, öyle olmalıdır. Zira İslâm bunu emretmektedir. Şayet müslümanların hakim oldukları ülkelerde zulüm ve baskıdan söz ediliyorsa bu, İslam’ın değil, onu yanlış anlayan ve yanlış uygulayan müslümanların suçudur. Devleti idare edenler, üstün bir sorumluluk duygusuna sahip olmalılar, öyle ki toplum içerisindeki her türlü haksızlık ve kötülükten, tıpkı Halife Hz. Ömer gibi kendilerini sorumlu tutmalılar. Mehmet Akif, Ömer’deki yüksek adalet duygusunu şöyle dile getirir:
Kenar-ı diclede bir kurt kaparsa bir koyunu Gelir de adl-i İlahî sorar Ömer’den onu.
Adalet denilince akla sadece devlet idaresi ve mahkemeler gelmemelidir. Adaletin kapsamı çok geniş olup hayatın her safhasını kaplar. Anne baba çocuklarına karşı tutum ve davranışlarında adalete riayet etmeliler, iş veren, işçilerine karşı adil olmalı, alış veriş ve benzeri hususlarda adalet ve hakkaniyetten ayrılmamalı.
Alış verişte insanları kandırmak, kusurlu mal vermek, ölçü ve tartıyı eksik tutmak haksızlıktır, adaletsizliktir, başkalarının haklarına tecavüzdür. Birden fazla çocuğu olan kimselerin, çocukları arasında ayırım yapması, bağış ve benzeri hususlarda birini diğerlerinden önde ve üstün tutması adaletsizliktir. Sahabe-i kiramdan Numan b. Beşir bizzat yaşamış olduğu bir olayı şöyle anlatıyor:
“Babam beni Hz. Peygamber’ e götürdü ve:
- Bu oğluma bir kölemi bağışladım", dedi. Hz. Peygamber: “Diğer çocuklarına da böyle bir bağışta bulundun mu?" buyurdu. Babam: ,
- Hayır, dedi. Resul-i Ekrem: “Allah’tan korkunuz ve evlatlarınız arasında adil davranınız", buyurdu. Bunun üzerine babam döndü ve yaptığı bağışı geri aldı.’"8
Görüldüğü gibi adalet dinimizin temel prensiplerinden biridir. Mümin hayatının, her safhasında adalet ve hakkaniyetten ayrılmamalıdır.

1- Bakara, 49.
2- Kasas, 4; Ibrahim, 6.
3- Hucurat, 9.
4- Hadid, 25.
5- Taberi, II, 450.
6- Buharı, Cihad, 108; Müslim, Imare, 38.
7- Ahmet Uğur, Kemal Paşa-zade, M.E.B. Yay. Ankara,1996, s. 132.
8- Buharı, Hibe, 12-13; Müslim, Hibat, 13.