Makale

AİLE TOPLUMLARI AYAKTA TUTAN BİR MÜESSESEDİR

PROF. DR. MEHMET ŞEKER

AİLE TOPLUMLARI AYAKTA TUTAN BİR MÜESSESEDİR

Her İlahi kitapta olduğu gibi, Kur’ân’da da evlilik teşvik edilmektedir; yüce kitabımızda-, "... Size helâl olan kadınlarla evlenin..." (en-Nisa, 3) ve “Bekârlarınızı evlendirin...” (en-Nûr, 32) emirleri yer almaktadır. Bu emirlerle, müslümanlara kadın ve erkeğin hayatlarını belli şartlarla birleştirmek sûretiyle bir aile kurmalarını emreden Kur’an-ı Kerim, bir toplumun çekirdeğini oluşturan aile kurumuna çok önemli görevler yüklemektedir. Aile, bir toplumun en küçük kurumu olduğuna göre, bu kurumun ayakta durabilmesi için bir takım şart ve akitlere bağlanması gerekir.
Nitekim, eş seçimi konusunda, Kur’ân tarafları uyarmakta (el-Bakar a , 221); ilk olarak iman etmiş kimselerin eş olarak seçilmelerini istemektedir. Eş seçerken hem kadın, hem de erkek aynı haklara sâhiptir. Kadın istemediği biriyle zorla evlendi- rilemez. Bunun için de kızın babası veya velîsinin, bir ömür boyu birlikte yaşayacak olan erkeği seçerken kıza yardımcı olunması hususuna dikkatleri çekilmektedir. Nitekim, Hz. Fatıma’yı, Hz. Ali’den önce başkaları istemişlerse de, Hz. Peygamber onlara olumlu cevap vermemiş, Hz. Ali isteyince de onun isteğini kabul ederek, Hz. Fatıma ile Hz. Ali’nin evlenmelerini sağlamıştır.
Kur’ân’a göre, kişinin kendi cinsinden biriyle hayatını birleştirmesi, insanın huzûr ve sükûna kavuşmasını ve aralarında sevginin artmasını sağlar (er-Rûm sûresi, 21). Bunu, elbise ile vucûdun bütünleşmesi gibi kabul eden İslâm, (Bakara 187) böy- lece, kadının erkeği, erkeğin de kadını tamamlayan bir bütünü oluşturduklarını belirtmektedir. İşte, toplumun çekirdeğini aile, ailenin çekirdeğini kadın ile erkeğin birlikteliğini nikah adı verilen bir anlaşma ile karı koca olmaları teşkil eder. Karı kocanın meydana getirdikleri bu birliktelik, aynı zamanda ana babaları ve kardeşleri gibi kendi yakınlarının da, eşlerin yakınları ile akraba olmalarına yol açar. Böylece toplumda, aileler arası bir kaynaşma ve dostluk kurulur. Bu durum, ailenin çekirdek olarak sonuçta, dünyadaki insanlık ailesinin de temelini oluşturduğunu ortaya koymaktadır. Onun içindir ki, İslam dininin aileye ve aile fertlerinin birbirleri ile ilişkilerine çok önem vermiş olduğunu görmekteyiz.
Evlenen çiftler, karı koca olurlar, yuva kurarlar, aile ocağının sıcak ve samimi temelini atarlar. Bunların birbirlerine karşı mutlaka, olmazsa olmaz olarak kabul edilen sorumlulukları vardır. Her şeyden önce karı koca, erkeği ile, kadını ile, birbirlerini sevip sayacaklardır. Hayatlarını birleştiren bu iki insan birbirlerine güvenecek, aralarındaki her ilişkiyi bu güven duygusu ile yürüteceklerdir. Aksi halde kurdukları müessese yürümez. Güven duygusu yanında; karşılıklı olarak, birbirlerinin iffet ve namuslarını korumak da her iki tarafın vazgeçilmez sorumluluğudur. Yoksa çiftlerin birbirlerine olan güven duyguları sarsılırsa aile ayakta duramaz.
Kur’ân-ı Kerim’de,"kadınlarla iyi geçinin.„”(en-Nisa Sûresi,19) emri yer almaktadır. Peygamberimiz de, Hz. Aişe’den rivayet edilen bir hadîsinde; hanımına karşı, ailesine karşı yumuşak ve iyi davranan beylerin, müminler arasında, iman bakımından en mükemmel bir kişi olduğunu belirtmiştir.(ibn Hanbel.Müsned.VI, 47). Bir başka hadisde deksizin en hayırlınız, kadınlarına iyi davrananlarınızdır.”(et-Tirmizi, Sünen, III, 446 (Reda, 11) buyurulmaktadır. Ayrıca Kur’an’da kadınların haklarının korunmasını isteyen ve onlara zulm edilmemesini emreden emirler bulunmaktadır. Doğal olarak kadınlarında kocalarına karşı haksızlık etmemeleri ve kocalarının haklarına riâyet etmeleri gerekir. Kadının dövülmesini, horlanmasını, hırpalanmasını, aynı şekilde kocasının da hakaretlere uğramasını ne Kur’an, ne de Hz. Peygamber tasvib eder. Kurulan yuvanın huzur içinde ve mutlu bir şekilde-, sıcak ve samimî bir hava ile ömür boyu devam ettirilmesi, karşılıklı olarak çiftlerin birbirlerinin haklarına riâyetle sağlanabileceğinde kuşku yoktur.
Karı kocanın, her hangi bir sebeple aralarında geçimsizlik olursa, bunun tek sorumlusu ne kadındır, ne de erkektir. Bu bakımdan Kur’an, böyle bir durumda karı koca oturup, aralarındaki huzursuzluğun sebeplerini konuşarak bulmalarını ve anlaşmazlıklarını çözmelerini tavsiye etmektedir (en-Nisa, 128). Aralarında barışın sağlanması için, hiçbir tarafa, diğerinin haklarına tecavüz yetkisi verilmemektedir.
Gerçi, Türk toplumunda yaygın olan bir kanaate göre-,"yuvayı dişi kuş yapar". Bunun anlamı feragat ve fedakarlığın çoğunlukla kadından beklendiği düşüncesidir. Fakat, erkeğin de, karısına karşı yerine getirilmesi gereken yükümlülüklerini yerine getirmek için hiç bir fedakârlıktan çekinmemesi gerektiği, eşine karşı korumacı bir anlayışla onu koruyup korumadığı bilinmektedir. Böylece birbirlerinin himâye kanatlarına sığınan eşlerin, geçimsizlikler doğuracak davranış ve hareketlerden kaçınmaları gerektiğini de bilecek olgunlukta olmaları da, kurdukları bu yuvanın uzun ömürlü olmasını sağlayacağı şüphesizdir.
Tarih boyunca Türk toplumları, kurdukları devletleri ancak, huzurlu ve sakin bir yuva olan ve toplumun temeli kabul edilen sağlam bir aile müessesesi ile ayakta tutabilmişler- dir. Bu müessesenin zaafa uğraması ya da yozlaşması durumunda, toplumun her kesimine yansıyan olumsuzluklar görülmeye başlamıştır. Onun için müslüman-Türk toplumunun ne yapıp yapıp, aile müessesesini yeniden sağlam temellere oturtması gerekir. Bunun için de; millî değerimizi ve dinî yaşayışımızı, genç kuşaklara ve gelecek nesillere doğru bir şekilde göstererek öğretmemiz gerektiği unutulmamalıdır.




İSLAM’DA ASLOLAN TEK EVLİLİKTİR

İslamiyet’i tenkit edenlerin, özellikle Kur’an’ın çok kadınla evliliğe izin verdiğini bahane ederek, yönelttikleri eleştirilerindeki bilgisizlikleri üzerinde durmak gerekir. Öncelikle konuya şöyle bir soru ile girmek yararlı olacaktır; Acaba, çok evliliği müslümanlık mı icâd etmiştir? Veya sâdece müslümanlar mı çok evlenmektedirler.
İnsanlık tarihine baktığımızda; insanlığın bilinen tarihinin en eski geleneklerinden biri de, kuşkusuz çok kadınla evlenmedir. Gerek Yahudilikten önce ve gerekse Hz. Musa’nın getirdiği hükümlerde ve uygulamalarda çok kadınla evliliğin var olduğu görülmektedir. Yahudi hukukunun en önemli kaynaklarından biri olan Talmud, bir taraftan, “bir adam hoşuna gittiği kadar kadınla evlenebilir" derken, diğer taraftan bunu "o, artık dörtten fazlasına sahip olamaz" diyerek de sınırlama getirmektedir. Eski ve Yeni Ahid’in hiç bir cümlesi, çok evliliği yasaklamamıştır. Bundan dolayı Hristiyanlıkta da, çok kadınla evlenme anlayışı sürüp gelmiştir. Ancak Pavlos, papazların yalnız bir kadınla evli olmalarını söylediği halde, onların birden fazla kadın alabileceklerini de dolaylı olarak emrettiği görülmektedir.
İslamiyet’in doğduğu ortamda da çok kadınla evlilik oldukça yaygındı. Bu devirde, evlenilecek kadınların sayısı konusunda bir sınırlama yoktu, dileyen dilediği kadar kadınla evlenebilir, câriyeye sahip olabilir, ya da geçici nikah yapabilir veya bunların dışında değişik yollarla kadınlarla ilişki kurabilirdi. İslâm dininde; kendinden önceki devirde var olagelen bu uygulamalar karşısında bir tavır alması beklenirdi. Nitekim; Kur’ân-ı Kerim’in Nisa sûresinin üçüncü ayetinde; "... kadınlardan ikişer, üçer ve dörder nikâhlayın..." buyrularak, en fazla dört kadınla nikahlanılabileceği belirtilerek bir sınırlama getirilmektedir. Burada belirtilen hususun kesinlikle bir emir olmadığı, bir izin ve ruhsat olduğu müfessirlerce ifâde edilmektedir.
Her şeyden önce İslamiyet’in, kıyamete kadar, bütün çağlara yönelik hükümler getiren, çağdaş bir din olduğu düşünülürse, Kur’an hükümleri ihtiyaç duyulduğunda, zorunluluk hallerinde de uygulama alanı bulsun diye emir veya yasaklar koymuştur. İslâm’ın birden fazla kadınla evliliğe izin verişinin, zinayı önlemeye yönelik, erkeğin güçlü ve istekli, kadının zayıf ve isteksiz olduğu haller, ya da kadının doğurgan olmaması, buna karşılık kadınların çoğalması gibi sebeplerle olabileceği veya benzeri sebeblere dayandığı üzerinde durmayacağız. Bu gibi durumlarda erkeğin birden fazla kadınla evlenmesi kesin bir emir değil, bir izindir. Şartlara, İktisâdi ve sosyal durumlara bakarak; ikinci, üçüncü veya dördüncü eş olmayı kabul etmek de kadınlara zorunluluk getirmez. Yani ilk eş böyle bir evliliği kabul etmeyebilir. Bir başka deyişle kabul etmek zorunda değildir.
Kaldı ki bu izin; aynı âyetin devamında; "... haksızlıktan korkarsanız bir kadın nikahlayın... bu bir kadın veya bir câriye ile yetinmeniz adaletten sapmamanız için hakka daha yakındır...” derken bir şarta bağlanmış bulunmaktadır. Bu şartta adaletin gerçekleştirilmesidir. Bu durumda haksızlık yapmamak ve adaletli olmak gerektiği çok aç/k bir şekilde belirtilmiş bulunmaktadır. Yine Nisâ sûresinin 129. âyetinde “üzerlerine düşüp, âdil davranmaya ne kadar uğraşsanız, kadınlar arasında adalete muvaffak ve muktedir olamazsınız, buna güç yetiremezsiniz, bâri birisine tamamen kapılıp, meyledip de diğerini (ne evli, ne bekar) askıdaymış gibi bırakmayın..." buyurulmaktadır. İnsanı yaratan Allah, onların psikolojik durumunu yakinen bildiği için, hem erkeğin hem de kadının ihtiyaçlarını da bilmekte olup, onların davranışlarındaki temâyül ve yönelişlerini de kontrol etmektedir. Bunun için adâlet şartına bağlanan birden fazla kadınla evlilik izninin, erkekler tarafından yerine getirilmesine güç getirilemeyeceği de ortaya konmuş bulunmaktadır. Birden fazla kadınla evlenen bir erkek, büyük bir sorumluluk altına girmiş demektir. Adaleti gerçekleştiremediği taktirde Allah katında sorumludur.
Adalet konusunda ilk akla gelen; kadınların geçimini sağlamak ve onların cinsel isteklerini karşılamak olabilir. Doğrudur, birden fazla kadınla evlenen müslüman bir erkeğin, onların giydikleri, yedikleri, sosyal statüleri ve benzeri konularda eşitliği sağlamaya çalıştığı söylenebilir. Ancak, sevgide muhabbette bunlara eşit davranabilecek midir? Halbuki gerçek adâlet bu konuda da gereklidir. İki hanımı olan bir erkeğin bu hanımları aynı ölçüde sevmesi mümkün müdür? Hiç bir kimse bu konuda kesinlikle olumlu bir yanıt veremez. Kısacası iki eşine karşı aynı duyguları besleyip, birine daha fazla meyletmesinin mümkün olamıyacağı yukarıdaki âyette de belirtilmiş bulunmaktadır. Bu durumda hem kadınların, hem de erkeklerin eşlerine karşı aynı derecede sevgi ve bağlılık göstermeleri gerekirken, bunu birden fazlası ile paylaşmaları durumunda, muhakkak ki birinden diğerine daha fazla yöneliş olacaktır.
İslâm tarihinde birden çok kadınla evlenen müslüman erkeklerin tamamının bu anlamda adaleti yerine getirerek kadınların haklarına tecâvüz etmeden kendilerine tanınan ruhsatı kullandıklarını söyleyebilmek hemen hemen mümkün değildir.
Yukarıda da görüldüğü gibi, çok evlilik İslâmiyetle ortaya çıkmış bir olgu değildir. İslâm’dan önceki çağlarda ve İslâm’ın doğduğu devirlerde, erkeklerin istedikleri kadar kadınla evlendikleri görülmektedir. İslâmi- yetin bunu dörtle sınırladığı; birden çok kadınla evlenmeyi de, yerine getirilmesi çok güç bir davranış olan adâlet şartına bağladığı açıkça anlaşılmaktadır. Adâleti sağlamaktan korkulursa, bir kadınla evlenmeyi emretmiş olduğu görülmektedir.
Görüldüğü gibi, temelde Kur’ân’ın ölçüsü, bir kadınla evliliktir. Bütün batı toplumlarında daha ondokuzuncu yüzyıla kadar çok evliliğin görüldüğü bilinmektedir. Halbuki İslamiyet’in, bundan on beş yüzyıl önce tek bir kadınla evlenmenin müslüman erkekler için daha uygun olacağı hükmünü getirmiş olması üzerinde düşünülecek dikkat çekici önemli bir husustur. Son olarak şunu söyleyebiliriz ki; İslâmiyet- te asıl olan tek evliliktir, birden fazla evlenmek arızidir, geçicidir.