Makale

KADINLARIMIZDAN PORTRELER

KADINLARIMIZDAN PORTRELER

Hazırlayanlar:
Havva BAŞ
Fatma Alparslan

Kimi bağında, tarlasında çalışan, yorulan bir çiftçi, kimi bir köy öğretmeni, ebesi, kimi gelirini sağlama gayretinde bir işçi ya da evini çekip çeviren bir ev kadını, kimi kendi işini kuran bir müteşebbis, kimi masa başında bir yönetici ya da eli kalem tutan, yazan, fikir üreten bir beyin... Belki bir sanatçı ya da sporcu... Ortak tarafları; kadın ve anne olmalarının yanında, çabaları, emekleri ile ayaklan üzerine basan, alanlarında başarılarını ispatlamış, bu sebeple tanımaya değer isimler olmaları.
Her sayıda, tanımaktan mutlu olacağımız, kendi adımıza mutlaka yeni şeyler öğreneceğimiz konuklarımızla -ilk sayıda belirtildiği gibi- kadının tarih, din, toplum ve aile içindeki konumunu değerlendireceğiz. Meselelere onların gözüyle bakacağız.
Bu anlamda köşemizin ilk konuğu, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fatülte- sinde çok sayıda Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi ve İmam- Hatip Lisesi Meslek Dersleri Öğretmeninin, öğretmenliklerinde büyük katkıları olan, Prof. Dr. Beyza Bilgin hocamız oldular. Kendilerine teşekkür ediyoruz.

Prof. Dr. Beyza Bilgin...

Okuyucularımız, özellikle ilköğretim öğrencileri, sizi “Beyza Teyze’den Hikâyeler” serisi ve “50 Bin Yıllık Bir Gün” kitapları ile tanıyor. Yine Diyanet İşleri Başkanlığı yayınlarından “İslâm ve Çocuk” adlı kitabınız, Diyanet Aylık ve İlmî dergilerinde per çok makaleniz var. İlahiyat Fakültesi’nde liselere ve İmam - Hatip Liselerine çok sayıda öğretmen yetiştirdiniz. Kısacası dolu dolu bir İlmî çalışma hayatınız var. Bu sebeple Türkiye’de Din Eğtimi alanında büyük emeğiniz var.
Bu günlere gelirken kendinize bir hedef helir- Cj lemiş miydiniz?
-Öğrencilik yıllarımdan itibaren var olan eksik likleri bir şekilde tamamlamak için çalışmak, benim idealim oldu. Meselâ ilk. orta ve lisede hiç din dersi okumadan yetiştim. Ahiret. cennet, cehennem ibarelerini okuma hile bilmeyen insanlardan öğrenmek zorunda kaldım. "Allah diyor ki...” diye söze başlayan ve hep korkutucu, ürkütücü şeylerden bahseden bu insanlar, bunları nerden biliyorlardı? Bunlar nerde yazıyorsa bende ordan okumak istiyordum. Oysa onların kitaptan okuduk dedikleri şey, başkalarının yazdıkları, onun, ondan, ondan... dinlediği şeylerdi. Yani suyunun suyunun suyu. Allah’ın kitabı değil, hadis kitabı değil, muteber kaynak kitaplar değil...Ve hep merak ettim. Tuzun, sabunun kimyasını biliyoruz da, abdesti, nanwi neden okuması yazması olmayan insanlardan öğreniyoruz?... İşte bütün bunlar, bir hedef çizmeni için beni etkileyen şeyler oldu.
Amacınıza, hedefinize ulaştığınızı söyleyebilir misiniz?
-Hedefime sözüm dinlenir hale geldikten sonra eğitim şûralarıyla ulaşmaya başladım diyebilirim. Öğretmenliğin ikinci yılında; 62’de eğitim şûrasına katıldım ve yemek pişirme dersi var, hazır giyim- dersi var da neden din dersi yok diye hep bunu sordum.
Eğitimde eksik bir yan vardı. İnsanın hayat hakkındaki sorusu. “Ben neyim? Nereden geldim? Niçin Yaşıyorum? Sonunda Ne Olacağım? ..." Bu sorulara cevap verecek bir ders veya ders içinde bir konu yoktu. Bu ancak ilahiyatın konusudur. İlahiyattan sonra din eğitiminin konusuydu. Bu nerde verilmeli diye düşünmüştüm. İnsanlara bunu sadece din verebilirdi. Ne kadar veriliyor, ne ölçüde veriliyor bilemiyorum ama veriliyor. Verilmesi verilmemesinden her zaman daha iyidir. Din öğretiminin genel öğretim içerisindeki eksikliği giderilmiştir.
İlâhiyat Fakültesinde de Pedagoji diye global bir ders vardı. Biz onu Din Eğitimine çevirdik. Ben bu açılardan başarılı sayarım kendimi,
Yeni çalışmalarınız, projeleriniz var mı?
Bundan sonra... Diğer dinlerle ilişkiler yani dinler arasında diyalog konusu var. Hani Kur’an’da peygamberimize hitaben diyor ki Allah: “De ki; gelin, en güzel kelimede birleşelim." Nedir O? Allah’a inanmaktır. İşte burada birleşip, diğer din mensuplarının anlayışlarına saygı göstererek kavga etmeden, “sizin dininiz size, benim dinim bana” diyerek, dünyada insanların mutlu olmasına, daha seviyeli bir hayat sürmesine din eğitimi yoluyla nası! katkıda bulunabiliriz sorusuna cevap aramak...Madem ki mü’miniz ve tün canlılar üzerinde, her şeyde sorumluluğumuz var, o halde tabiatı mahvetmeden, birbirimize ve çevremize zarar vermeden nasıl daha seviyeli ve mutlu yaşayabiliriz, bunları anlatabilmek. Bu gün bu amaçla, dünyada dinlerin temsilcileri bir araya geliyorlar, bu soruya cevap arıyor lar. Ben de onlara katılıyorum, işte bunlardan dola yı çok mutluyum.
Bulunduğum her ortamda, konferanslarda bunları dile getirdim. Ben burada başka bir hususa da işaret etmek istiyorum. Ayrıca vaizelik de yaptım
Ben vaize olduktan sonra kızlarımız vaize oldu. Daha önceleri böyle şeyler olmazdı, benim de her
Halde bunlara katkım olmuştur diye düşünüyorum.
Çalışma hayatınızda kadın olmanızın avantaj ya da dezavantajlarım yaşadınız mı?
-Bu alanda daha önce kadın olmadığı için dik kat çekti. Bu bir avantajdı tabii. Bazende sırf kadın olduğum için ya da bu alanı -İlahiyatı- temsil etmekten doğan dezavantajlar oldu. Ama dezavantajı da kullandım, avantajı da. Bazen dezavantaj bile avantaja çevrilebiliyor
Bir kadın ve anne sıfatıyla, profesörlüğe kadar gelirken, toplumumuzun geleneksel bakışından etkilendiniz mi?
Toplum; eşiniz, kayınvalideniz., karşı çıkmasa bile annelik içgüdüsü bazen yetiyor. Ama ben bu konuda neden anne olarak sıkıntı çekiliyor da, baba olarak çekilmiyor diye düşünüyorum Anne çalıştığı zaman çocuk annesiz kalıyor da. baba çalıştığı zaman babasız kalmıyor mu? Bunlar yanlış şeyler. Geleneksel bakışımız bu. Benim çocuklarım anneleri çalışıyor diye annesiz kalmamışlardır. Tam tersine akılları erdiği zaman sevinmişlerdir bile. Benim ilk çocuğum, sorunları olan, yardıma ihtiyacı olan bir kız olduğu için onunla daima ve halâ meşgul oluyorum. Bunlar beni yavaşlatan sebepler olmuştur, geri çeken sebepler olmuştur. Ama eşim son derece anlayışlı olduğundan dünyanın her tarafına gidiyorum, geziyorum, konferanslar veriyorum. Çocuğum babasıyla kalabiliyor. Bunu kaç erkek yapabilir.’ Doğrusu kadının erkeğin, erkeğinde kadının arkasında olması gerekir Hani âyet var ya;
Frkek mü’minlerle kadın mü’minler birbirleriyle yardımlaşırlar" Böyle olursa biç bir sorun olmaz.
Ama böyle olmaz "Ben erkeğim...” “Ben kadınım...” denirse, o zaman sertleşir taraflar. İkisi de yapacaklarını yapamaz hale gelebilirler.
Kadının çalışmasına İslam’ın ve geleneğin bakış açısını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Allah insanı çalışmak için yarattığım söylüyor. Her varlığı kendisine hizmet etmek üzere yaratmıştır. Bizler yeryüzünde Allah’ın işçileriyiz; misafir işçileriyiz. Bu açıdan bir ayırım yoktur. Herkes kabiliyetine göre iş yapar. Kadın olsun, erkek olsun yeter ki üzerine aldığı işi yürütebilsin, üstlenebilsin. Herkes sevdiği, yapabildiği, yapmak istediği şeylerin işçisi, hizmetçisi olur. Bu konuda İslâmî hiçbir engelleme yoktur.
Ama geleneksel açı biraz farklı. Bu konudaki toplumun bakış açısının suçunu erkeklere yüklemek boşuna diye düşünüyorum. Anneler çocuklarını yetiştirirken oğullarına ve kızlarına eşit terbiye verseler onlar da aynı şekilde düşünür. Farklı alanlardaki kadınları, kadınlar istemiyor. (Erkeklerin) toplumun sahip olduğu bu düşüncelerin arkasında kadınlar vardır maalesef.
Hem ilmî çalışma yapmak, hem dışarda çalışıyor olmak bir anne olmanız dolayısıyla sizi nasıl etkiledi?
-Bence annelik, çocuğun anneye bağımlı olduğu kısa bir dönemde oluyor.
Bu bittikten sonra çocuklar kendini idare edebilir duruma geliyorlar. Evde de nasılsa bir babaanne, teyze; bir büyük bulunuyor. Daha sonra da okul, çoğu zamanlarını alıyor.
Anne olmanın dışarda çalışmakla zedeleneceği kanaatinde değilim. Tahsil yapmak herkese farzdır derken, nasıl bütün erkekler bunu yapmıyorsa, kadınlar da yapamayabilir. Herkes kendi ihtiyacını, sorumluluğunu kendisi bilir. Anne- çocuk ilişkisinde, çalışan anne ile çalışmayan anne-çocuk ilişkisi nedir, nasıldır bilemiyoruz. Nitelikli zaman ayırmak önemli, sadece başında durmuş olmak değil...
Anne- babalara çocuklarının din eğitiminde d faydalanabilecekleri tavsiyeleriniz var mı?
-Bu soruyu bana çokça sorarlar. Ben de derim ki; çocuklara daha güzel eğitim vermek için çok masal ve hikâye öğrenin. Çocuklar ne sorar, neyi merak ederler, buna nasıl hazırlanırızın cevabını verebilecek kültür edinin.
Hatta bunun daha çok büyükanne- büyükbaba işi olduğunu düşünüyorum. Çünkü anne-babalar henüz gençtirler. Çok yoğundurlar. Büyüklerin de hizmetini görür genç anne-babalar. Hem kendilerinden küçük olan, yetiştirdikleri çocuklarına hem de kendi anne-babalarına hizmet verirler. İki arada perişan olurlar. Onun için onlarada merhamet etmek gerekir. Büyükanneler, teyzeler, halalar onlara dinî hikâyeler okumalı, programlan çocuklarla seyredip, onların sorularını cevaplandırmalı, kısaca onlarla hemhâl olmalıdırlar.
Bir eğitimci olarak toplumda dinî yaşantıyı nasıl görüyorsunuz?
Aslında bir taraftan dinî bir coşku var. Allah sevgisinin coşkusu var. Barış Manço’nun cenazesinde örnek bir imamımız cemaatle nasıl bütünleşti. Böyle din görevlilerimiz yetişiyor. Bunlar da var.
Bir taraftan eksik bulduğum bazı şeyler var. Sadece aile veya kadın olarak değil de, çok genel olarak dinin estetiğinin yaşanmadığını, duygusallığının, güzelliğinin yaşanmadığını, gösterilmediğini düşünüyorum. “Allah güzeldir, güzeli sever” “ Temizlik imanın yarısıdır” Yani bu güzelliklerin sergilenmesi gerekiyor. Nerde bizim şairlerimiz, ressamlarımız, edebiyatçılarımız, sanatın diğer dalları?... Temzilik, güzellik, güleryüzlülük... nerde? İslâm’ın görünen yüzünü göstermemiz bulmamız lâzım, bunun özlemi içindeyim. Uzak hedefim şimdi bu. İnşaallah biraz da bunlar için çalışalım...

Beyza Bilgin Kimdir?
1935 Yılımla İzmir’de doğdu. 1956-57 yılında İlahiyat Fakültesine girdi. I960’da mezun oldu. 1960-61 ’de Yozgat İmam Hatip lisesinde, 1961-65’de Ankara İmam Hatip Lisesinde Meslek dersleri öğretmenliği yaptı. Bıı arada 196364 öğretim yılında on ay süre ile Almanya ’nın Münih şehrine, orta öğretim kurumlarında din dersleri incelemesi için gitti. 1962-65 yıllarında Ankara Ahitura ve İçcebeci camilerinde fahri vaizelik yaptı.
1965-66 öğretim yılında A.Ü. İlahiyat Fakültesi Pedegoji asistanı oldu. 1971’de “İslâmda Eğitimin Temeli Olarak Sevgi” tezi ile doktor, 1979’da “Türkiye’de Din Eğitimi ve Liselerde Din Dersleri” tezi ile doçent ve 1988 yılında “Eğitim Bilimci ve Din Eğitimi Takdim” tezi ile profösör oldu. İlahiyat Fakültesi Yönetim kurulu üyeliği ve Dekan yardımcılığı görevlerinde bulundu. A. Ü.İ. Fakültesi Felsefe-Din Bilimleri Bölümü, Din Eğitimi Anabilim Dalı Başkanı ve İlköğretim Din Kültür ve Ahlâk Bilgisi Öğretmenliği Bölümü Başkanı olan hocamız evli ve iki çocuk annesidir.

ANNE VE BABALAR İÇİN


İstenmeyen Davranışa Cezasız Engel Olmak. Davranış Sırasında:

Nasıl Davranıyoruz?...
- Artık kardeşinin eşyalarını alıp oynamaktan vazgeç kıskanç şey!
- Ne korkaksın! Her gece, her gece yanıma geliyorsun.
- Alışverişte her rafa elini uzatmana sinir oluyorum. Yeter artık!
- Yemek yaparken ayaklarıma dolanma, beni rahat bırak.
- Oyuncakların yine mi salonun ortasında? Bıktım sana lâf anlatmaktan, bıktım!...

Nasıl Davranalım?...
- Belki de kardeşini daha çok sevdiğimi zannediyorsun.
- Benimle yatmak hoşuna mı gidiyor, ben de gündüz seni özlüyorum.
- Alacağımız paketleri sen arabaya koymak ister misin?
- Ben yemek hazırlarken sen de şu fasulyeleri al, yemek yap; ne dersin?
- Oyuncaklarını salonun ortasına bıraktığında toplamak zorunda kalıyorum ve çok yoruluyorum, sonra da kızıyorum.
Çocuğa sorun olan bir davranış sırasında kızmak, bağırmak, beddua etmek o anlık problemi çözebilir ama, halletmez.
Karşı tarafı suçlayarak söylenen her söz, savunuculuk, kızgınlık ve kırgınlık yaratır; dinlenmez, duyulmaz. Çocuklar laf olsun diye olumsuz davranmazlar. Bunun arkasında mutlaka giderilmemiş bir ihtiyaç vardır. Bu sebeple; olumsuz davranışın nedenini düşünüp bulmalı, alternatif sunmalı.
Anne / baba duygularını -bağırmadan- belirtmeli, olumsuz davranışın kendi üzerindeki etkilerini çocuğa onu suçlamadan açıklamalı.