Makale

HİCRETİ HAZIRLAYAN SEBEPLER VE PEYGAMBERİMİZİN HİCRETİ

HİCRETİ HAZIRLAYAN SEBEPLER
VE PEYGAMBERİMİZİN HİCRETİ

Ramazan ÖZALPDEMİR

Hicret hadisesi, İslâm tarihinde dinin tebliğ ve talimindeki önemi, Müslümanların dinî hayatlarını idamede yeni bir dönemin açılması bakımından bir dönüm noktası olma niteliği taşır.
İslâm dini hicret sayesinde, hür bir ortamda gelişme, yayılma; fert, aile ve toplum hayatında uygulanma imkanına kavuştu. Medine’de on yıllık bir süre zarfında tamamlanarak, İslâm toplumunun inşasında başlangıç olması yönüyle de ayrı bir öneme haizdir.
Genel anlamının dışında hicret, Hz. Peygamber ve Mekkeli Müslümanların Medine’ye göçünü ifade ettiği gibi, hicri takvimin de başlangıcı olmuştur. Hicret terimine yüklenen bu anlamların dışında “Allah’ın yasakladığı kötülük ve günahları terketme” şeklinde tarif edildiği de olmuştur. Hicretin ahlâk ve zühdle olan yönüne işaret eden ayet ve hadisleri göz- önüne alan bir kısım mutasavvıflar ise hicrete “Nefsi terbiye etmek maksadıyla manevî yolculuğa çıkmak; kalben ve zihnen masivayı terk etmek” demişlerdir
Tarihte Hicret
Tarihin muhtelif devirlerinden Peygamberimize kadar farklı zaman dilimlerinde, dinleri ve inançları sebebiyle hicrete mecbur edilen peygamberler ve onlara bağlılıklarım samimiyetle gösteren ümmetlerinin olduğunu Kuran-ı Kerim, bize sarih olarak haber vermektedir. İbrahim (as), Allah (cc) tarafından Peygamberlikle görevlendirildiği zaman kendisine inzal buyrulan hakikati “tevhid”i anlatmaya başlamıştı. Bunun üzerine etrafındaki kimselerden sert bir karşılık görmüş ve söylediklerinden derhal vazgeçmesi istenmişti. Aksi takdirde ateşte yakılmak gibi bir sonuçla karşılaşacağı kendisine ihtar edilmişti. Ama herşeye rağmen Hz. İbrahim tebliğini yapmış; ateşe atılmak gibi bir durumla karşılaşmıştı. Neticede Hz. İbrahim, “Doğrusu ben, Rabbimin emrettiği yere hicret ediyorum.” demek durumunda kalmıştı. Büyük Peygamber, şirkin karanlığından yolunu kaybedenleri vahyin aydınlığına çağırmıştı. Akabinde, önce Filistin’e, oradan Mısır’a daha sonra da Kenan ülkesine yerleşmeyi tercih etmişti.
İbrahim (as)’la aynı dönemde başka bir kavmi ir- şadla görevli Lut (as) da top.umunu düştükleri iğrenç ahlâksızlık batağından çıkarmak istemiş; netice alamayınca da bir gece vakti yaşadığı topraklardan arkasına bakmadan ayrılıp gitmişti. Şuayp (as) ise, tebliğ buyurduğu İlahî mesajlar yüzünden, kendine inananlarla beraber terki diyar ettirilenlerdendi. Kavmi- nin elebaşları, “Ey Şuayb! Seni ve sana iman edenleri mutlaka memleketimizden ıkaracağız; yahut dininizden döneceksiniz.” 131 diyerek tehditlerini ortaya koymuşlardı. Hz. Musa (as) da diğer peygamberlere benzer kaderi paylaşmıştı. Firavunun zülmüne maruz kalmış olan İsrailoğullarını bir gece yola çıkaran Hz. Musa, kavmiyle sahili selamete çıkarken. Firavun ve askerleri suda boğulmuştu <4>
Peygamberimiz ve Hicret
Peygamber Efendimiz ve ashabı, önceki peygamberler ve ümmetlerinin başına gelenlerin aynısıyla karşılaştı. Mekke müşrikleri Rasülü Ekrem Efendimize karşı İslâmiyeti tebliğ etmeye başladığı andan itibaren menfî bir tutum içine girdiler. Öyle ki bu tutum zaman zaman sertlik derecesinde kendini gösterdi. Müşrikler, sadece İslâm’ı reddetmekle kalmadılar; Hz. Peygamber ve arkadaşlarını küçümseyip alaya aldılar. İslamiyet Mekke hududları dahilinde insanlar nezdinde kabul edilip yayılmaya başlayınca, baskılar, işkence ve kötü muamele olarak şekil değiştirdi. Hatta bu işkenceler o dereceye vardırıldı ki, dayanamayıp hayatını kaybedenler bile oldu. İslam’ın ilk şehidleri Sümeyye ve kocası Yasir bu devrede dayanılmaz işkenceler altında şehid düşenlerdendi. Amcası Ebu Talib’in himayesinde bulunan Allah Rasülü, cereyan eden bu olaylardan son derece müteessir olmaktaydı. Ancak Müslümanların bu yapılan mezalime karşı koyabilecek güçleri de henüz yoktu.
Hüzün Yılı
Rasülü Ekrem Efendimiz, nübüvvetinin onuncu yılında (621) yardım ve desteklerini kendisinden hiç eksik etmeyen sâdık eşi Hz. Hatice (r.ah) ve amcası Ebû Talib’i kaybetmenin derin acısını yaşadı. O, Hatice ki, en zor zamanda Hz. Peygambere iman ederek en büyük desteği vermiş, eşini hiç bir zaman yalnız bırakmamıştır. Ebû Talipse en kritik durumlarda yeğeni Hz. Muhammed’i (as), Kureyşin tüm baskı ve tazyiklerine kulak asmadan korumuştu. Eşi ve amcasının kaybından doğan acının yaşandığı yıla “hüzün” yılı denir.
Müşriklerin Dayanılmaz Saldırıları
Müşrikleri, müminler üzerine insanlık dışı yöntemlerle saldırıya sevk eden sebeblerin başta geleni. İslamiyetin, putperestlerin atalarından kendilerine geçen yanlış din telakkilerini reddetmesi ve Mekke’de uzun yıllar hüküm süren zulüm ve haksızlık temeline dayalı yapıyı değiştirmek istemesiydi. Hz. Peygamberin getirdiği bu yeni din, insanların kabul edilemez bir takım kategorilere ayrılarak köle-efen- di, fakir zengin, soylu soysuz, kadın erkek gibi ayırımcı muamelelere tabi tutulmasını onaylamıyor: temelde bütün insanların bir tarağın dişleri gibi eşit olduğunu ilan ediyor ve herkesin doğuştan gelen insan haklarının olduğu ilkesini getiriyordu. Kendilerini imtiyazlı görmeye alışmış, müşrik toplumun ele- başlan eşit muamele görmeye nza göstermiyor; gayr-i âdil yollarla elegeçiıdikleri makam ve mevkilerin mütemadiyen kendi ellerinde kalmasını ısrarla istiyorlardı. Kısacası, İslâmiyeti kabul etmemelerinin temelinde; dini, sosyal, iktisâdî, İdarî ve nefsânî sebepler vardı.I6’
Habeşistan’a Yapılan İlk Hicret
Ashab-ı Kiramın, müşriklerden gördüğü takat getirilemez eziyet ve işkence karşısında Peygamber Efendimizin fazlasıyla üzüntü duyduğunu belirtmiştik. İşte bu sebeple, Hz. Peygamber, risaletinin beşinci yılında (615) müslümanların dinlerini daha kolay uygulayabilmeleri, rahat bir nefes alabilmeleri için Habeşistan’a gitmelerine (hicret) izin verdi. İçlerinde Hz. Osman ve Peygamberimizin kızı Hz. Rukiye’nin de bulunduğu bir grup müslüman adı geçen ülkeye hicret ettiler. Habeşistan hükümdarı Necâşî’nin semavî bir dine inanması; adaletle hükmetmekte oluşu ve ayrıca da Arapça bilmesi hicret için Habeşistan’ın tercih edilmesinde önemli bir sebep teşkil etmişti. Biri kadın altı kişiden müteşekkil bu kafilenin hicreti, aynı zamanda Peygamberimizin Afrikay’a temasa geçmesinde önemli rol üstlenmiş oldu. İslamiyet’in Mekke dışında duyulup yayılmasına dahi tahammülleri bulunmayan Küffar-ı Mekke, Habeşistan’a giden müslümanların kendilerine iadesini temin maksadıyla bir heyeti bu ülkeye gönderdilerse de, istediklerini elde edemeden heyet Mekke’ye geri döndü. Varoluşun hikmet ve anlamını kavramaktan uzak bulunan müşrikler, “Rabbim Allah” dedi diye müslümanları akıl dışı yollarla ezmeye ve sindirmeye çalışıyorlardı.
Hüzünlü Yıllarda Taife Gidiş
Ebû Talib’in ölümünün ardından büyük bir destekçisini kaybeden ve kabilesinin de kendisine yardımcı olamayacağının anlaşılması üzerine Peygamber Efendimiz, tabii olarak yeni bir çevre arayışına girdi. İlk planda uygun bir mekan olarak Taif’i düşünmüştü. Burasını seçerken Taif’in ileri gelen ailelerinden Abdi Yelil ailesinin Peygamberimizin anne tarafından akraba olmasının önemli rolü vardı.171
Böylece davasını rahatlıkla duyurabileceği insanlarla karşılaşabileceğini düşünmüştü. Amcası Hz. Abbas da, Taifliler nezdinde itibarlı, sevilen, sayılan biriydi. Taif in yakın oluşu da yolculuk için tercih unsuru olmuştu. Ne yazık ki. Kainatın Efendisi Hz. Mu- hammed (as), burada da kendisini dinleyecek, anlatılanlara kulak verecek muhataplar bulamadı. Hatta o kadar çirkin bir durumla karşılaştı ki Taif in ileri gelenleri sokak serserilerini geçeceği yolun iki kenarına dizmişler, alemlerin yüzü suyu hürmetine yaratıldığı bu kutlu inşam taşlatmışlar; yara-bere ve kanlar içinde bırakmışlardı.I8) O, bütün bu yapılanlar karşısında dahi ümitsizliğe kapılmıyor, sebat ve metanet içinde üzerine tevdi edilen vazifeyi ifaya gayret ediyordu.
Hicret Hazırlıkları ve Akabe Biatları
Taift’e karşılaşılanlar ve Mekkelilerin inkardaki tnarçT îutumhrnnm anteştlması ü-zerine Peygambe-r Efendimiz, dini duyurmak gayesiyle yeni seçenekler araştırmaya başladı. Peygamberliğinin onbirinci senesinde, Hac gayesiyle Mekke’ye gelen Hazreç kabilesinden bir grup insanla karşılaştı. Kendisinin son peygamber olduğunu, getirdiği dinin esaslarını birer birer izah etti. Toplantıya iştirak edenlerden altı tanesi İslamiyetle şereflendi. Bu buluşmanın bir yıl sonrasında, Akabe mevkiinde yeniden bir araya gelindi. Biri kadın toplam on iki müslüman Rasülü Ekreme bağlılıklarını göstererek biatta bulundu. Gerçekleşen bu biata “Birinci Akabe Biati” denir.<9) “Allah’a ortak koşmayacaklarına, hırsızlık yapmayacaklarına, zina etmeyeceklerine, çocuklarını öldürmeyeceklerine, yalana baş vurarak kimseye iftirada bulunmayacaklarına ve Rasülüllah’a hiç bir hayırlı işte karşı gelmeyeceklerine” 1101 dair söz verdiler.
Sınırlı sayıdaki Medineli müslümanları eğitecek, dinlerini öğretecek, tebliğ görevini ifa edecek birine ihtiyaç vardı. Bu görev için Rasülü Ekrem Efendimiz Musab b. Umeyr’i görevlendirdi. Musab’ın gayretli çalışmaları neticesi bir yıllık bir zaman sürecinde Medine’de kabile başkanları da dahil pek çok kişi İslamiyetle tanışarak Müslüman oldu.
Rasülüllah’ın risaletinin onüçüncü yılında ise yetmiş üç kişilik büyük bir topluluk bulundu. Öyle anlaşılıyordu ki, Musab’ın samimi gayretleri artık meyvesini vermiş, Medine’de yeni bir toplumun temelleri atılmaya başlanmıştı.
Ve Hicrete İzin Veriliyor...
Medine’de Müslümanlar için müsait bir zemin oluşunca, Rasüllüllah Efendimiz, Allah’dan gelen hicret emrini ashabına duyurdu. Bu emri duyanlar Yesrib’e (Medine) hicret etmeye başladılar. Böylece tarihin en önemli hadiselerinden biri gerçekleşmeye başladı. Ashab-ı Kiram, ana ocağı - baba kucağı çok sevdikleri yurtlarını, ev ve barklarını, mal ve mülklerini, servet ve zenginliklerini geride bırakıp Medine’ye gidiyorlardı. Rızay-ı Bâri için maddi herşeyle- rini terk etmenin manevî hazzını doyarak yaşıyorlardı. Her ne kadar Medine Habeşistan kadar uzakta olmasa da, yine kendileri için yabancı bir memleketti. Müslümanlar, Mekke putperestlerinin tepkisini çekmemek için çıkışları gizli tutuyorlardı.
Medine’nin Sosyal Yapısı
Medine, Evs ve Hazreç adındaki iki Arap kabilesinin yanında Yahudi topluluklarını (Kaynuka, Ku- rayza ve Nadir) bünyesinde barındırmakta idi. Bu iki Arap kabilesi, çeşitli sebeplerle yüzyılı aşan bir süreyi kendi aralarında savaşarak geçirdi. Hicretten bir kaç yıl önce Buas yakınında yaptıkları harpde de her İki "taraf ağır insan kaybına uğramıştır-Savaş maktan, kan davası gütmekten artık bıkmış, barışa susamışlardı. Aralarındaki kin ve düşmanlığı ortadan kaldıracak birşeye ihtiyaç duymaktaydılar. İslamiyet sayesinde aralarında uzun yıllar cereyan eden adavetin son bulacağını düşünerek, bu yeni dine gönülden teslim oldular. Buas harbinin kabileler bünyesinde meydana getirdiği tahribatın, Medi- nelilerin İslam’a girmelerinde önemli bir âmil olduğu özellikle nakledilir. 011 Medine’nin, coğrafî konum olarak Mekke’ye göre daha merkezi konumda yeralmış olması, kervanların kavşak noktasında bulunuyor oluşu, Müslümanların buraya hicretini celbetmiştir.
Müslümanları Hicrete Götüren Sebepler Neydi?
Bu insanlar, niçin hicret etme ihtiyacı duymuşlardı? Doğup büyüdükleri, acısıyla tatlısıyla anılarının olduğu yurtlarını niçin terk edip gurbete çıkıyorlardı? Bütün bu soruların cevabı şu iki kelimede gizliydi: Din ve akide hürriyetinin olmaması...
İlk Muhacirler
Sahabe-i Kiramdan ilk hicret eden kişi, Ebu Seleme bin Abdulesed’dir. Musab b. Umeyr ve Abdullah İbn-i Ummi Mektum da ilk muhacirlerden sayılır. İslâmî terminolojide Mekke’den ayrılıp Medine’ye yerleşenlere Muhacir; Muhacirleri evlerinde barındırıp hertürlü ihtiyaçlarını temin eden Medineli Müslümanlara ise Ensar denir. Hicretin gizli yapılmasına genelde uyulurken, Hz. Ömer açıktan ve alenen Mekke’den ayrılmıştı. Ömer (ra) Kabe’yi tavaf etmiş, ardından müşriklerin içine korkusalan şu sözleri haykırmıştı: “Kim anasını ağlatmak, çocuklarını yetim, karısını dul bırakmak istiyorsa şu vadinin arkasında gelip bana yetişsin.”" ’ Bu sözleri işitenlerden hiç kimse onun peşine düşme cesaretini kendinde göremedi.
Ashabdan Talha b. Ubeydullah ve Suheyb bin Sinan er-Rumî birlikte hicret yolculuğuna çıkmışlardı. Suheyb sanatıyla zengin olmuş biriydi. Müşrikler, onun gidişini haber alınca bırakmak istemediler. O ise “Biliyorsunuz ki, ben, sizin en iyi ok atanınızım. Allah’a yemin ederim ki, bir çoğunuz ölmeden bana ilişemez. Beni kendi halime bırakın.” diyerek hicret konusundaki kararlılığını gösterince, yolunu kesenler gerçek niyetlerini açıkladılar: “Malını ve servetini bize bırakmak kaydıyla gidebilirsin.” "?l Suheyb’in gönül âleminde dünyalık şeylere yer olmadığı için, yanında taşıdığı para - mal ve ne varsa hepsini onlara bıraktı. Hatta Mekke’de saklı bulunan servetinin yerini söyleyip müşrikleri hayretler içinde bırakıvermişti. Suheyb ve arkadaşı böylece serbest kalarak yollarına devam ettiler. “İnsanlardan öylesi de varki, Allah’ın rızasını kazanmak için nefsini satın alır. Allah kullarına karşı çok merhametlidir.” 1141 mealindeki ayeti kerime Suheby ve benzerlerinin durumunu anlatmak üzere inzal buyrulmuştu.
Kısa zaman sonra ashab-ı kiramın büyük çoğunluğu Medine’ye hicret etti. Geride ise, Hz. Peygamber, Hz. Ebû Bekir ve aileleri; Hz. Ali ve annesi; ayrıca hicrete güç yetirememiş veya Mekke’den ayrılmalarına izin verilmemiş olan belli sayıda insan kaldı.
Müşriklerin Hain Planı
Müslümanların ekseriyetinin Medine’ye yerleşip, dinlerine uygun bir yaşayış sürmeleri Mekkeli- leri korkutmaya başladı. Hz. Peygamberin bir gün Mekke’den ayrılıp, ashabıyla yeni bir cemiyet hayatına başlayacak olma ihtimali müşriklerin önde gelenlerini Mekke’nin karar mercii DaruNedve’de hain bir plan hazırlamaya itti. Onların bu korkunç planlarını hazırlamak maksadıyla toplan dıklarını Kuran-ı Kerim bize şöyle haber verir: “Ey Muhammed! Hatırla, bir zamanlar kafirler seni yerinden kımıldatmamak veya öldürmek yahut sürüp çıkarmak için tuzaklar hazırlıyorlardı. Onlar sana tuzak kurarlarken, Allah da onların tuzağını boşa çıkarıyordu. Allah tuzakları bozanların en hayırlısıdır.” 1151 Ayette işaret buyurulduğu gibi, müşriklerin önünde üç seçenek vardı. Hz. Peygamberi ya hapsedecekler, yahut Mekke dışında uzak bir yere sürecekler veyahut da son bir çare öldüreceklerdi. Darun-Nedve’deki uzun tartışmaların ardından Ebû Cehilin teklifi dikkate alınarak Hz. Peygamberin öldürülmesine karar verildi. Bu karar her kabileden oluşacak bir grup silahşor tarafından icra edilecek; böylece Abdimenafoğullarının kan davası gütmesinin önüne geçilmiş olacaktı.
Tuzaklar boşa çıkıyor!...
İlmi ile kaniatı kuşatan, her şeyden her an haberdar olan Allah (cc), yapılan bu suikast planını peygamberine Cebrail vasıtasıyla bildirdi. Gelişmeler hakkında Hz. Ebû Bekir’i bilgilendiren Peygamberimiz, ona hicret için hazırlıklı olmasını söyledi. Hicret esnasında kılavuzluk edecek güvenilir birine ihtiyaçları olacaktı. Bu amaçla, kendisi henüz Müslüman olmamış ama, son derece güvenilir biri olan Abdullah b. Uraykıd isimli birini seçtiler. Hz. Ebû Bekir’in hicret için önceden hazırladığı üç deve, kılavuzluk edecek kişiye verilerek üç gün sonra Sevr mağarasında buluşmak üzere sözleşildi. Tekrar evine dönen Peygamberimiz, üzerinde emanet olarak bulunan para ve kıymetli eşyaları sahiplerine iade edilmek üzere Hz. Ali’ye teslim etti. Eve gelecek müşrikleri yanıltması için de Hz Ali’nin kendi yatağına yatması talimatını verdi.
Gece yarısına doğru evinden ayrılarak Hz. Ebû Bekir’in evine gitti. Bu sırada evi kuşatma altında olmasına rağmen, peygamberin ayrılışını kafirler fark edemediler. Nasıl göreceklerdi ki! Hakkı göremeyen gözler peygamberi de elbette göremezlerdi.
Peygamberimiz ve Hz. Ebû Bekir Hicretin ilk adımı olan Sevr Mağarasında üçgün boyunca gizlendiler. Sabah olup da peygamberi evinde bulamayan Mekke müşrikleri telaşa kapılıp çevreyi araştırmaya başladılar. Bir ara Peygamberimiz ve Hz. Ebû Bekir’in gizlendiği mağaranın ağzına kadar geldiler. Müşriklerin ayak seslerini duyup endişelenen Ebû Bekir’i Peygamberimiz, Kur’an’ın da ifadesiyle “Üzülme, elbette Allah bizimle” diyerek teskin etti. Kâfirler, mağaranın girişinde örümcek ağları ve güvercin yuvasını görünce içerde kimselerin olamayacağı kanaatına vararak dönüp gittiler. Kılavuz olarak sözleştikleri Uray- kıd üç gün sonra Sevr Mağarasına geldi. Normal zamanlarda Medine istikametine doğru izlenen güzergahın dışında bir yol takip edilerek yolculuğa başlandı.
Süraka’nın Atı Kumlara Gömülüyor
Suikasd planında başarıya ulaşamayan Kureyşin önde gelenleri, Hz. Peygamberin yakalanıp getirilmesi karşılığında yüz develik ödül verileceğini ilan etmişlerdi. Üdülün büyüklüğünü duyan kimseler her tarafta Peygamberimiz ve arkadaşlarının izini arıyorlardı. Süraka da bunlardan biriydi. Peygamberimiz ve arkadaşları Medine’ye doğru yol alırken bir ara kendilerini birinin atıyla takip etmekte olduğunu fark ettiler. Süraka bin Malik kafileye yaklaşmak isteyince atının ayağı kaymış, kendisi de yere yuvarlanmıştı. Tekrar kendini toparlayıp ileri atılmak isteyince bu defa atı kumlara saplanmıştı. Durumun fevkaladeliğini fark edip,
Peygamberimizden, I düştüğü acı durumdan kurtulması için dua talebinde bulunmuş, sonra aman dileyerek geri dönmek zorunda kalmıştı.(,7)
Hicret yolculuğu sırasında, Büreyde ibn-i Hasib ve beraberindeki bir grup da Peygamberimizin kafilesinin önünü kesmek istemiş; ancak Hz. Peygamberdeki nübüvvetin nurunu fark ederek İslam’a girmişlerdi.11,1
Medine istikametinde yola devam edilirken kafiledekilerin açlık hissettikleri bir anda birine ait koyun sürüsünden arda kalmış zayıf bir keçiyi Peygamber Efendimiz “Bismillah” deyip sağınca, orada bulunan herkese yetecek miktarda süt elde edilmişti.
Medinelilerin Coşkulu Karşılaması
Medineli Müslümanlar. Peygamberimizin Mekke’den ayrıldığını duymuş, ancak gecikmesinden dolayı endişelenip korkmuşlardı. Sabahları Medine’nin yüksek yerlerine çıkıyor, sıcak etkisini hissettirinceye kadar Peygamberimizi bekliyor; kimseleri göremeyince ümitsizliğe kapılıp evlerine geri dönüyorlardı. 8 Rebiulevvel (20 Eylül 622) Pazartesi günü de aynı şekilde beklemişler, sonra yine evlerine dönmüşlerdi. Ancak kısa bir süre sonra bir Yahudî kızı yüksekçe bir yerden, Medine’ye gelmekte olan bir kafileyi gördüğünü haykırınca; bütün Müslümanlar, sevinç içinde Harre denilen yere Rasülü Ekrem’i karşılamaya koştular.
Peygamber Efendimiz Küba’da birkaç gün istirahat ettiler. Bu süre zarfında “Kuba Mescidini” inşa ettiler. Bir Cuma günü buradan ayrılan Allah Rasülü, ilk cuma namazını Ranuna vadisinde kıldırdı. Namazı müteakip kısa bir yürüyüşün ardından Medine’ye geldiler. Rasûlüllahı karşılayan herkes büyük bir coşku ve sevinç içindeydi. Kadın erkek, yaşlı genç bütün insanların yüzlerinde büyük bir mutluluk okunuyordu. Genç kızların ağzından Peygamberimizi öven şiirler dökülüyordu:
Dolunay bizlere veda ediyor,
Allah’» şükürle dua etmemiz Ey Yüce peygamber! Safa oluyor;
Sünnetini her an eda etmemiz.
Bu sırada bütün ashabın en içten dileği, Rasülü Ekrem’in kendi evine misafir olmasıydı. Allah Rasülü kimsenin kırılmasına meydan vermeyecek bir yol takip etti. Devesi Kusva’yı serbest bırakıp, nereye çökerse oraya en yakın olan eve misafir olacağını bildirdi. Devenin, daha sonraları Mescid-i Nebevi’nin yapıldığı boş bir arsaya çökmesi üzerine, yakınında bulunan Ebû Eyyubi Ensari’nin evine misafir oldu. Rasülü Ekrem, yedi ay misafir edil-£5 dikten sonra, mescidin bitişiğinde inşa edilen hücre-i saadetine taşındı.
Hicretin İslam Tarihindeki Önemi
Hicret’in, İslâm tarihinde yeni bir dönemin başlangıcı olması sebebiyle bir dönüm noktası olduğunu yazımızın başında belirtmiştik. Gerçekleşen bu büyük hadise ile İslamiyet’in, fert, aile ve cemiyet hayatında daha müşahhas olarak tatbik edildiğini, yeni bir toplum modelinin ortaya çıktığını görüyoruz. Hicrete aktif olarak katılanlar ve onlara kucak açıp barındıranlar Kuran’da Rızay-ı ilahiyi kazananlar arasında takdim edilir. “Öne ilk geçen muhacir ve en- sarla, onlara güzellikle tabi olanlar, işte Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah’dan razı olmuşlardır. Allah onlara içinde ebedî kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte büyük kurtuluş budur.”
Medine’de başlayan bu yeni toplum hayatında, bir asırdan fazla bir zamandır Evs ve Hazreç arasında devam edip gelen kavga ve savaşların sona erdiğini, bu iki kabile arasında tarihten gelen düşmanlıkların bittiğini, din kardeşliği, inanç ve akide birlikteliğine dayalı yeni bir barış ve huzur döneminin başladığını görüyoruz. Ayrıca, Ensar ve Muhacirin arasında yardımlaşma ve dayanışmayı temel alan “muahat=kardeşlik” esasları dahilinde hayatın yeniden tesis ve tanzim edildiğine şahit oluyoruz. Yardımlaşma bu iki kesim arasında o kadar ileri—seviyelere- vardırılmıştı ki, kanbağına bağlı kardeşliğin dahi önüne geçmişti.
Varını yoğunu Mekke’de bırakıp gelen Muhacirlerin sıkıntıları böylece en aza indirilmiş olmaktaydı.
Hicretle beraber, Müslümanlar Medine toplumunun idari yapısında belirleyici konuma gelerek yönetimde inisiyatif sahibi olmuşlardı. Toplum hayatını tanzim eden yeni prensipler belirlenmiş, Müslümanlar ve Yahudilerin hak ve sorumluluklarını belirleyen, güvence altına alan meşhur “Medine sözleşmesi” imzalanmıştı. Buna göre, kimsenin tabii insan hakları keyfî şekilde ihlal edilemeyecek, kişilerin inandıkları dinin esaslarına göre yaşama serbestlikleri olacak; mala-cana tecavüzde bulunulmayacaktır.
Peygamber Efendimiz, Medine’nin hicret öncesinden gelen “Yesrib” adını, “hoş ve güzel” anlamına gelen “Taybe” veya “Tâbe” sözcükleriyle değiştirdi. Çünkü “Yesrib” kelimesi iyi bir manaya işaret etmiyordu. Adının değişmesiyle birlikte Medine yeni bir statüye kavuşmuş; Mekke’dekine benzer harem sınırları içine alınmıştır.
Mekke döneminde, tevhid inancı, nübüvvet ve ahirete iman esaslarını muhtevî ayetler nazil olurken, Medine’de ise, ferdî, ailevî ve İçtimaî hayatı düzenleyen ahkam ayetleri inmeye başlamış; on senelik bir zaman dilimi içinde dinin, hayatın çeşitli safhalarıyla ilgili prensipleri tamamlanmıştır. Bu devrede din hızlı bir şekilde Medine’de ve Medine dışında yayılmış, bir çok fetih hareketleri gerçekleşmiş, “büyük fetih” olarak nitelenen Hudeybiye Musalahası imzalanmış; akabinde Mekke’nin fethi müyesser olmuştur. Dinin duyulmasına ve anlaşılmasına engel teşkil eden baskı ortadan kalkınca İslamiyet gerçek hüviyetiyle insanlarca tanınma imkanına kavuşmuştur. Böylece İslam’ın adalet, huzur ve güven veren esasları iyice farketilmiş; büyük kitleler nezdinde hüsnü kabul görmüştür.
Hicretin bize verdiği pek çok dersler bulunmaktadır. Peygamberimizin de hayatında gördüğümüz gibi, inançlı kimselerin hayatında ümitsizliğe ve karamsarlığa asla yer yoktur. En zor ve kritik anlarda dahi sabır, azim ve metanetle meselelerin üstesinden gelen Allah Rasülü, kendinden sonraki asırlarda tebliğ görevini üstlenecek olanlara numune-i imtisal olmuştur.
Başarıya götüren maddi unsurlar yanında manevi faktörler de vardır. Müspet sonuca yalnızca maddi yollarla ulaşılacağını düşünmek fevkalade yanlış bir husustur. Her meselede sebeblere sarılmanın ötesinde, hükmü herşeye geçen, heran her- şeyi sevk ve idare eden Yüce Yaratıcı’ya tam bir teslimiyet esas olmalıdır.
Hicretle ilgili bu yazımızı bitirirken bir konuya daha işaret etmemizin gereğine inanıyorum. Allah Rasülü Medine’ye gelişinin hemen ardından mescidini inşa ederek bunun, müslüman bir toplumun hayatında icra edeceği fonksiyonu özellikle göstermek istemiştir.

1- İslam Ansiklopedisi,TDV. Yay. Ank. C. 17, S. 458.
2- Ankebut, 26.
3- Araf, 88.
4- Yunus 90; Taha, 77; Şuara, 52-67.
5- Peygamberimizin Hayatı, İ. Yücel, Dib. Yay. 1998, S.71.
6- Peygamberimiz, İslam Dini ve Aşe- re-i Mübeşşere, M. Zekâi Konrapa, Fatih Yay. İst, S. 148.
7- İslam Peygamberi M. Hamidullah, İrfan Yay. İst. 1993, C. 1,S. 154.
8- Peygamberimizin Hayatı, İ. Yücel, Dib. Yay. Ank. 1998, S. 73.
9- Hatemül Enbiya Hz. Muhammed’in Hayatı, A. H. Berki, O. Keskioğlu, Dib. Yay. Ank. 1998, S. 174.
10- İslam Peygamberi, M. Hamidullah, İrfan Yay. 1993. İst. C. 1,S. 154.
11- Peygamberimiz, İslam Dini ve Aşe- re-i Mübeşşere, Fatih Yay. İst. S.148.
12- Peygamber Efendimizin Hayatı, İ. Yücel, Dib. Yay. Ank. 1998, S. 89.
13- Kur’an-ı Kerim ve Meali, komisyon,TDV. Yay. Ank. 1991, Bakara 207. ayetin açıklaması.
14- Bakara, 207.
15- Enfal, 30.
16- Tevbe,40.
17- Hatemül Enbiya Hz. Muhammedin Hayatı, A.H.Berki, O. Keskioğlu,Dib. Yay. Ank. 1998, S. 193.
18- İslam Ansiklopedisi, TDV. yay. Ank. C. 17, S. 460.
19- A. g. Ansiklopedi, C. 17, S. 460.
20- Doğuştan Günümüze İslam Tarihi, Çağrı Yay. İst. C. 1, S. 255.





Röportaj: Mesut ÖZÜNLÜ

Hicret...
Hareket, göç, hayat, tarih, akış^7 Yoklukta batış, varlıkta doğuş... Dünyada ölüş, ukbada diriliş... Zulmetten kaçış, izzete vanş... Mekke’den uçuş, Medine’ye kaçış... Allah Rasûlü’nün Mekke’den Medine’ye göç edişinin özel adı...
İslam tarih ve medeniyetinin miladı... Bütün yönleriyle Hicret’in dünü ve bugününü, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. İbrahim SARIÇAM ile konuştuk.
Sayın hocam; isterseniz söze, Hicret kelimesinin sözlük ve terim manasını açıklayarak başlayalım...
Hicret kelimesi, sözlükte: Terketmek. bir yerden diğer bir yere göç etmek anlamına gelir. Terim olarak; genelde gayrimüslim bir ülkeden İslâm ülkesine göç etmeyi, özel olarak da; Hz. Peygamber’in ve Mekkeli müslümanların Medine’ye göç etmelerini ifade eder.
Göç edenlere "muhacir”, muhacirlere yardım eden Medineli müsliimanlara da “ensar” denilmiştir.
I Hicret kelimesinden çıkan anlamlara göre, Hic- dret’in özel bir amacının olduğu ortaya çıkıyor. O halde Hz. Peygamber’in hicretine zemin hazırlayan bir takım sebepler olmalı. Bunların neler olduğundan bahseder misiniz?
Mekke’de İslam davetinin önünün tıkanması üzerine Hz. Peygamber, İslam ’ı yaymak için merkez olabilecek bir yurt arayışı içindeydi. Nitekim bu amaçla Taif’e gitmişti. Daha sonra Akabe Biatları sayesinde, iki yıl zarfında planlı bir şekilde Med’ ie’ye hicret için zemin hazırlanmıştı. İkinci Akabe 1 ın’nda Hz. Peygamberle görüşmek üzere Mekke } ..f.elen miislümanların asıl amacı, Hz. Peygamber’i ve ıtıüslümanları Medine’ye davet etmekti. Nitekim bu davet gerçekleşti. Bu biattarı sonra Hz. Peygamber, sahabilere Medine’ye hicret etmeleri için izin verdi. Sahabiler de büyüklü küçüklü kafileler halinde hicret etmeye başladılar. Medine stratejik önemi haizdi. Üstelik Hz. Muham- med’in ve ailesinin Medine ile sıkı bağları vardı. Ab- dulmuttalib’in annesi Hazreçli idi. Bir araz1 meselesi yüzünden Abdulmuttalib ile amcası Nevfel arasında meydana gelen çekişmede, Medine’liler Abdulmuttalib’e yardıma gelmişlerdi. Hz. Peygamberin annesi Amine ve babası Abdullah Medine’de nıedfun idiler. Abbas’m Medinelilerle yakın dostluğu vardı. Bunlara ek olarak, Akabe Biatları ve başka sebeplerden; Medine’de İslam ’ın kökleşmesi ve yayılması için zeminin uygun olduğu anlaşılmıştı.
İkinci Akabe Biatından sonra Rebîülevvel ayma doğru Mekke’de; Hz. Peygamber. Hz. Ebû Bekir, onların aileleri. Hz. Ali ve hicret etmeye imkan bulamayan birkaç kişiden başka miislünıan kalmamıştı. Müslümanların az bir kısmı Habeşistan’da bulunmakla birlikte, çoğu Medine’ye hicret etmişlerdi.

Bütün bu gelişmeler olurken, Mekkeli müşriklerin; Müslümanlar’ın Medine’ye hicretlerine karşı tavırları ne olmuştur?
Müşrikler, İslam’ın Medine’de yayılmasından ve müslümanların da oraya hicretinden rahatsız oluyorlardı. Hz- Muhammed’in de hicret edeceğini tahmin ediyorlardı. Fakat müslümanların Mekke’den gitmesi müşrikler için yeterli değildi. Bilakis endişeleri daha da artmıştı. Esasında onlar, Medine’ye hicrete temelden karşıydılar. Nitekim bu yüzden Akabe Biatları gizli yapılmış, Hz. Ömer hariç diğer müslümanlar gizlice hicret etmişlerdi. Çünkü Hz. Muhammed de Medine’ye hicret eder ve burada İslam kökleşip yayılırsa, Mekkeliler için bu durum siyasî ve ekonomik açıdan tehlike arzederdi. Her şeyden önce Mekke’nin dış güvenliği tehlikeye girmiş olurdu. Bunun yanında Medine, Mekke’yi Suriye’ye bağlayan kervan yolu üzerinde olduğundan, Kureyş’in ticârî hayatını baltalayabilirdi.
Bütün bunlar, Kureyş müşriklerini derin derin düşündürüyordu. Fakat henüz fırsat ellerinden kaçmış da değildi. Hz. Muhammed hâlâ aralarında idi. Onu ortadan kaldırırlarsa tehlikeyi (!) önleyebilirlerdi. Onu öldürmek istiyorlardı; ancak Benî Hâşim ’den çekiniyorlardı. Çiinkü onu öldürürlerse, Benî Hâşim kan davasına kalkışır, Kureyş kabileleri arasında, belki bu kabilenin tarihinde ilk defa geniş katılımlı ve uzun yıllar sürebilecek bir iç savaş çıkabilirdi. Çok kan dökülürdü. Fakat müşrikler, sürekli çözüm (!) arayışı içinde bulunuyorlardı.
Kureyş müşriklerinin ileri gelenleri Dârunned- ve’de bir araya geldiler. Utbe b. Rebîa, kardeşi Şeyhe, Ebû Süfyan b. Harb, Ebû Cehil, Tuayme b. Adî, Cübeyr b. Mut’inı, Nadr b. Hâris, Ebu’l Bahteri, Zem’a b. Esved, Hakîm b. Hizam, Ûrneyye b. Halef, Nebîh b. Haccac, kardeşi Miinebbilı ve daha başka Kureyş eşrafının katıldığı toplantıda konuyu müzakere etmeye başladılar. Başlıca üç görüş üzerinde durdular.
Birincisi, Hz. Muhammed’i hapse atıp zincire vurmak ve ölünceye kadar burada tutmak. Fakat nıüslümanların gelip onu kurtarabileceği ihtimali göz önüne alınarak bu fikir beğenilmedi. İkincisi, onu Mekke ’den sürmek ve bir daha buraya sokmamak. Sürgün edildiği yerde bir çevre oluşturarak, Mekke’yi ele geçireceği düşüncesiyle bunun üzerinde durulmayıp bir başka görüşe geçilmesi istendi. Üçüncü olarak Ebû Cehil bk^ikir ortaya attı. Buna göre her kabileden birer güçlü kuvvetli genç seçilip. ellerine keskin birer kılıç alacak, tek kişinin vuruşu gibi hep birlikte Hz. Muhammed’in üzerine saldıracaklar ve onu öldüreceklerdi. O zaman Hâşimoğulları tüm kabilelere karşı kan davasına kalkışamazlar ve diyete razı olmak zorunda kalırlardı. Diyeti de bütün kabileler ortaklaşa öderlerdi. Bu fikir ittifakla kabul edildi ve uygulanmasına karar verildi.
Bu hususa, Kur’aıı-ı Kerim’de Enfâl sûresi 30’ncu ayette şöyle işaret edilmektedir. “Hatırla ki, kâfirler tutup bağlamaları veya öldürmeleri yahut seni yurdundan çıkarmaları için sana tuzak kuruyorlardı. Onlar sana tuzak kurarken Allah da onlara tuzak kuruyordu. Çünkü Allah, tuzak kuranların en iyisidir. ”
Müşriklerin almış olduğu karardan sonra Ceb- râil aleyhisselamın Hz. Peygamber’e gelerek, Allah Teâlâ ’nın hicret için kendisine izin verdiğini bildirdiği rivayet edilir. Bu arada, Kureyş’in suikast teşebbüsüne dair karar aldıklarını; komşularından duyup Hz. Peygamber’e haber veren kişinin, Abdül- muttalib’in kardeşinin kızı Rakîka (veya Rukayka) binti Sayfıy olduğu kaynaklarda kayıtlıdır.
Hz- Peygamber, müşriklerin kendisine suikast hazırladıklarından haberdar olunca nasıl bir strateji izlemiştir?
Hz. Peygamber, durumdan haberdar otur olmaz derhal Medine’ye hicret etmeye karar vermiştir. Bir öğle vakti Hz. Ebû Bekir’in evine gitmiştir. Hz. Peygamber, Hz. Ebû Bekir’in evine sabah ve akşam saatlerinde uğrardı. Bu defa alışık olmadığı bir saatte gelişinden önemli bir iş için geldiği anlaşılıyordu. Hicrete karar verdiğini Hz. Ebû Bekir’e açıklayarak beraber yolculuk yapacaklarını bildirdi. Hz. Ebû Bekir bu habere çok sevindi. Uzun süreden beri beslediği develerden birini Hz. Peygamber’e arzetti. Hz. Peygamber ise ancak parasını ödemek suretiyle deveyi kabul edebileceğini söyledi. Hz. Ebû Bekir develerin ikisini sekiz yüz dirheme satın almıştı. Hz. Ebû Bekir’in kızları Esmâ ve Aişe, yolculuk için azık hazırladılar.
Hz. Peygamber evine döndü. Üzerinde bulunan emanetleri Hz. Ali’ye bırakarak sahiplerine vermesini ve peşlerinden gelmesini söyledi. O gece kendi yatağında onun yatmasını istedi. Hz. Ebû Bekir’in evine gitti. Her ikisi de gece vakti evin arka kapısından çıkarak yaya olarak Mekke’nin beş kilometre güneyinde bulunan, Sevr dağındaki gizlenmeye elverişli bir mağaraya gittiler. Medine kuzeyde olduğu halde, güneye doğru gitmeleri hedef şaşırtma gayesine yönelikti. Mağarada üç gün üç gece kaldılar. Bu süre zarfında Hz. Ebû Bekir’in oğlu Abdullah geceleri gelerek Mekke’de olup bitenleri haber verir, Âmir b. Füheyre de kavunları bu bölgede otlatarak mağaranın yakınına getirir, onlar da sağıp taze süt içerlerdi.
Bu arada Kureyşli müşrikler de boş durmamışlardır tabii...
Kureyşli müşrikler, sabah olup Hz. Peygamber’in yatağında Hz. Ali’nin yatağını görünce hayal kırıklığına uğradılar. Suikastın başarısızlıkla sonuçlanması üzerine hiddetlendiler. Hz. Ali’yi önce Harem’e götürüp hapsettilerse de, daha sonra serbest bıraktılar. Ra- sûlüllah’ı öldüren veya esir eden kimseye ödül vereceklerini her tarafta ilan ettiler. Bu ödül Rasûliillah ve Ebû Bekir’in her biri için yüzer deve idi. Kureyşliler kendileri de boş durmadılar. Derhal onu aramaya koyuldular. Önce Hz. Ebû Bekir’in evine geldiler. Onu da evde bulamayınca beraber gittikleri kanaatına vardılar. Derhal Medine yolunu tuttular. Mekke’yi karış karış aradıktan sonra izlerini takip ederek mağaranın ağzına kadar vardılar. Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir endişelendi. Hz. Peygamber ona endişelenmemesini söyledi ve onların kendilerine zarar veremeyeceğini bildirdi.
Biraz da Sevr mağarasında geçen olaylar ve hic- Ü ret yolculuğu hakkında bilgiler verir misiniz?
İsterseniz sorunuzu Hz. Ebû Bekir’e ait bir rivayetle cevaplayayım. Hz. Ebû Bekir anlatır: "Bir ara başımı kaldırdığımda Kureyş casuslarının ayaklarını gördüm ve ’Ya Rasûlallah! Bunlar eğilip baksalar bizi görürler’ dedim. Rasûliillah ‘Sus yâ Ebâ Bekir! İki yoldaş ki, Allah onların üçüncüsüdür, hiç endişe edilir mi?’ buyurdu. Kur’an-ı Kerinı’de, Tevbe suresi 40. ayette bu hususa işaret vardır:
“Muhammed’e yardım etmezseniz, bilin ki, inkar edenler onu Mekke ’den çıkardıklarında mağarada bulunan iki kişiden biri olarak Allah ona yardım etmiştir. Arkadaşına “Üzülme, Allah bizimle beraberdir" diyordu. Allah da ona güven vermiş, görmediğiniz askerlerle onu desteklemiş, inkar edenlerin sözünü alçalt- mıştı.”
Müşrikler mağaranın ağzına kadar geldikleri halde içeriye bakmamışlar, onları başka yerlerde aramaya koyulmuşlardır. Hz. Peygamber ve Hz. Ebû Bekir mağaraya girdikten sonra ve müşriklerin gelmesinden önce bir örümceğin, mağaranın girişine ağ gerdiği ve bir güvercinin de yumurtlayıp kuluçkaya yattığı; bunu gören müşriklerin ise içeriye bakma ihtiyacı hissetmeden çekip gittikleri kaynaklarda kaydedilmektedir.
Peygamberimiz ile Hz. Ebû Bekir, Mekke’den ayrılmadan önce, yol kılavuzluğu ile ünlü Abdullah b. Üreykıt adlı şahsı kiralamışlardı. Bu şahıs henüz İslam ’( kabul etmemekle birlikte, güvenilir birisiydi. Aslen Dîl kabilesindendi; Kureyş’in de Sehm kolunun halîfı idi. Abdullah b. Üreykıt’a develeri teslim etmişler ve üç gün sonra Sevr’de buluşmak üzere sözleşmişlerdi. Kılavuz, sözleşilen saatte develerle birlikte geldi. Resûliillah, Hz. Ebû Bekir ve Amir b. Füheyre, Abdullah b. Üreykıt’ın kılavuzluğunda Medine ’ye doğru yola çıktılar.
Kafile, Medine’ye doğru yol alırken kervanların izlediği işlek yolu veya bilinen başka bir güzergâhı takip etmedi. Çünkü Peygamberimiz, Kureyş i müşriklerinin kendilerine yetişememeleri için gayret sarfediyordu. Şayet işlek yollardan birini izleselerdi, Mekke ’ye giden yolculardan birisi onları ihbar edebilirdi. Bu sebepten, kılavuz Abdullah b. Üreykıt’m tercih ettiği yoldan gittiler. Bu yol, Mekke ’nin güneyindeki Sevr dağından başlar. Cidde ’ye doğru kuzeybatı istikametinde bir müddet gidildikten sonra tekrar iç kısma döner. Mekke’nin kuzeyindeki Usfân ’dan itibaren asıl yolla dört defa kesişir. Tam yarı yolda, Cuhfe mevkiinde esas yolun Kızıldeniz tarafına geçer. Bu istikamette Medine’ye ulaşır. Cuhfe’den sonra da artık Kureyş’in nüfuz bölgesinden çıkılmış olur.
Bu arada Kinâne’nin bir kolu olan Müdlic oğullarından Sür âka b. Mâlik, Kureyş’in vadetmiş olduğu mükâfat haberini duydu. Hz. Peygamber ve arkadaşlarının, kabilelerinin yakınından geçtiğini öğrenir öğrenmez silahlanarak atına bindi ve harekete geçti. Rasûlüllah ve arkadaşlarına yaklaşınca atının ayakları sürçtü. Tekrar toparlanarak atını mahmuzladı. Bu defa atının ayakları kuma saplandı ve kendisi de yere düştü. Atını kendi çabasıyla kurtaramayıp olayda da fevkalade bir durum sezin, ce eman diledi. Çünkü durum nâzik idi. Sürâka dengesini kaybetmiş ve yaya olarak kalmıştı. Hz. Peygamber ve arkadaşları dört kişi idiler. İsteselerdi onu öldürebilirlerdi. Ama bunu yapmayıp onu affettiler. Onun eman istemesi üzerine Hz Peygam- ’ ber ve arkadaşları durdular, Sürâka ilerledi. O, atının Hz. Peygamber’in dua ettiği bir esnada düş. tüğünü söylemiştir. Hz. Peygamber, Sürâka’nın yaklaştığını görünce “Allah’ım onu düşür!" diye dua etmiş, atı kapaklanan Sürâka "Ey Allah ’ın nebisi f’Nr-rfi tersen emreyle" demiş, Rasûfttlhıh da “Sen geride dur, arkamızdan gelenleri bırakma" buyurmuştur. Sürâka verdiği bu sözü tutmuştur.
Ayrıca Sürâka kendisine bir emannâme verilmesini istemiştir. Hz. Peygamber de Âmir b. Füheyre ’ye bir emannâme yazdırarak kendisine vermiştir. Daha sonra Ebû Cehil Sürâka’nm hilesini öğrendiğinde ona çok kızmış ve hakkında bir hicviye söylemiştir.
Eşlem kabilesinin Sehm koluna mensup Büreyde b. Husayb, Mekke müşriklerinin va’d ettiği nıakâfatı duymuştu. Büreyde, arazisinden geçen Hz. Peygamber ve yanındakileri durdurup kimliklerini öğrenmek istedi. Hz. Peyganıber’in konuşmasından etkilenerek müslüman oldu. Hz. Peygamber’in Medine’ye bayraksız girmesini uygun görmediği için, kendi sarığını çözüp mızrağına bağladı. Arazilerinden çıkıncaya kadar onlara muhafızlık yaptı.
Hz. Peygamber 12 Rebîiilevvel 1/24 Eylül 622’de Medine’ye 3 mil uzaklıkta bulunan Küba’ya ulaştı. Burada Evs kabilesinin bir kolu olan Mâlikoğulları oturuyordu. Hz. Peygamber bunlardan Amr b. Avfoğullarına misafir oldu. Bu kabilenin reislerinden Kiilsûm b. Hidm. Hz. Peygamber’i on dört (dört olduğu da söylenir) gün ağırladı. Bu süre zarfında Kuba mescidi inşa edildi. Bu mescidin kıble cihetine gelen duvarına ilk taşı Hz.- Peygamber, onun taşının yanına ikinci taşı da Hz. Ebû Bekir koydu.
Hz. Ali, kendisine bırakılan emanetleri sahiplerine iade ettikten sonra yola çıkarak Küba’ya geldi ve burada Hz. Peygamber ile buluştu.
Hz. Peygamber bir Cuma günü Küba’dan Medine’ye doğru hareket etti. Sâlim b. Avfoğullarımn oturduğu Raııûna vadisinin ortasında, arka arkaya iki hutbe okuyarak yüz kadar müslümanın iştirakiyle Cuma namazı kıldırdı. Bu mescid bugün “Cuma Mescidi’’ olarak bilinir. Namazdan sonra kafile Medine’ye doğru yol alırken halk yolım iki tarafına dizilmiş sevinç gösterileri yapıyordu. Önünden geçilen kabilelerin temsilcileri, Hz. Peygamber’i evlerine davet ediyorlardı. Ancak Hz. Peygamber, devesinin kendi haline bırakılmasını istiyordu. Böylece Benî Sâlim b. Avf, Benî Bevâza, Benî Sâide, Benî Ziireyk ve Benî Hâris yurtlarından geçilerek Hazrec ’in bir kolu olan Neccaroğulları’nın yurduna (dâr) varıldı. Deve burada Benî Neccar’dan Sehl ve Süheyl adlarındaki iki yetim çocuğa ait bir arsanın üzerinde çöktü. Devenin çöktü- ğii yere evi en yakın olan Ebû Eyyûb el-Ensârî (Hâlid b. Zeyd), Hz. Peygamber’in eşyalarını alarak evine götürdü ve kendisini Mescidin ve yanındaki odaların inşaatı tamamlanıncaya kadar yedi ay müddetle misafir etti.
Hz. Peygamber hicret ettiğinde elli üç yaşındaydı. Şüphesiz bunun kamerî takvime göre elli üç olduğu unutulmamalıdır.
Sayın hocam; Hicret olayından çıkarabileceğimiz dersler, sizce neler olabilir?
Hicret hem İslam tarihinin hem de dünya tarihinin en önemli olaylarından biridir. Hicretin birinci yılı ile ilgili haberler o kadar fazladır ki, o yıl yeryüzünde meydana gelen olaylar arasında en fazla bilgi sahibi olunan bölgenin Hicaz olduğu söylenebilir. Bu da, dünyada o yıl meydana gelen olaylar içinde en önemlisinin, hicret olduğunu göstermektedir.
Medine’ye hicrette kalıcılık vardı. Yani orada kalmak maksadıyla gidiliyordu. Muhacirler, Mekke’den sadece yanlarına alabildikleri eşya ile hareket ediyorlar, yurt, ev-bark ve hayvan sürülerini Mekke ’de bırakıyorlardı. Dönülüp dönülmeyeceği veya ne zaman dönüleceği belli değildi. Bu bakımdan muhacirlerin mâlî kayıpları büyüktü. Bunu feda etmekten hiç çekinmiyorlardı.
Hicretin yegane amacı, işkence ve sıkıntılardan kurtulmak değildi. Bununla birlikte amaç bu olsa da’ hi yadırganacak bir durum yoktur. Çünkü İslam’da; dünyada da ahirette de iyilik, güzellik ve mutluluk esastır. Fakat Hz. Peygamber’i ve ashabını Medine ’ye hicret için harekete geçiren esas unsur, İslam ’in 1 oradaki parlak geleceğiydi. Yoksa müslümanlar Medine ’de de çeşitli sıkıntılara maruz kalmışlar ve güçlüklerle karşılaşmışlardır. İnsanoğlu için en büyük musibetlerden biri olan savaşla defalarca karşı karşıya bulunmuşlardır. Bedir, Uhud, Hendek ve Huneyn gazvelerinde hücuma maruz kalmışlar, ölüm-kalım savaşı vermişlerdir. Şu kadar var ki, sahâbîler kendi iç bünyesinde birlik ve dayanışma içinde olmuşlar ve huzurlu bir toplum oluşturmuşlardır.
Hicret, Rasûl-i Ekrem’in, sebeplere tevessüle son derece önem verdiğini göstermektedir. Evinden çıktığı andan itibaren Mekke halkının hile ve tuzaklarından kurtularak dakîk bir strateji sayesinde Medim-’ye- ulaşmıştır. Bu noktada Allah ’ın yardım ve desteğinin de unutulmaması gerekir. Fakat zâhirî sebeplere azamî ölçüde bağlı kalınmıştır.
Hicret’te, Rasûl-i Ekrem’in irade sahibi ve sabırlı olma, Allah’a sonsuz güven duyma, ümitsizliğe kapılmama, sükûneti muhafaza ve tedbiri elden bırakmama, hoşgörü, bağışlama ve cesaret gibi vasıflarından herbiri için davranış modelleri bulunmaktadır. Bunlar her miislüman için hayat düsturu olan hususlardır. Sıkıntılara göğüs germe, fedakârlık, İslam uğruna canını ve malını ortaya koyma, dünyevî ilişkileri ve menfaatleri bir tarafa bırakarak İslam kardeşliğini ve Allah ’m rızasını düşünme, ahde vefa ve dostluk örneklerinden tabloları hem sahâbîlerin ve hem de Rasûl-i Ekrem’in hicretinde müşahede etmek mümkündür. Nitekim öneminden dolayı hicret, Hz. Ömer zamanında (17/638) takvim başı olarak kabul edilmiştir.
Efendim, son olarak şöyle bir soru sormak istiyorum. Konuyu giiniimüz şartları muvacehesinde ele alırsak; Hicret olayını hangi aktüel değere oturtabiliriz?
Hicretle ilgili olarak düzenlenen konferans ve panellerde sık sık hicretin aktüel değeri ile ilgili sorularla karşılaşılmaktadır. Mesela, son yıllarda Çeçenis- taıı’da ve Bosna-Hersek’te meydana gelen olaylarla ilgili olarak, neden hicretin gündeme gelmediği konusu sorulmaktadır. Burada şunu belirtmek gerekir ki, müslümanlar, fevkalâde durumlar dışında, yüzyıllardır üzerinde yaşadıkları topraklan terketme yerine, bulundukları yerlerde güçlenmeye ve kendilerini savunmaya yönelik politikalar takip etmelidirler. Hicret bir zayıflık göstergesi ve zorluk karşısında kolayca başvurulacak yöntem olarak düşünülmemelidir. O zaman dünyada barınacak yer bulunmayabilir. Peygamberimizin Mekke’den Medine’ye hicreti, dayanılanıayacak olağanüstü şartların zorlamasıyla geçekleşmiştir. Peygamberimiz Medine ’ye hicret ettikten ve orayı yurt edindikten sonra müslümanlar, çok büyük tehlikelerle karşılaştıkları halde, Medine ’yi terketmeyi veya oradan bir başka yere hicret etmeyi değil, orayı ne pahasına olursa olsun, gerektiğinde hendeklerle ve gerektiğinde canları ve mallarını ortaya koyarak savunmayı tercih etmişlerdir. Kurtuluş Savaşı’ nda da milletimizin izlediği yol, ülkemizden hicret etmek ve hatta onu düşünmek bile değil, ne pahasına olursa olsun bu ülkeyi düşmana karşı savunmak olmuştur.
Sayın hocam; vermiş olduğunuz kıymetli bilgiler d için teşekkürler...
Ben teşekkür ederim.