Makale

Hicretin Yıldönümünde

Başyazı

Hicretin Yıldönümünde

622 Milâdî tarihi sadece son Peygamber Hz. Muhammed Aleyhisselam’ın öz yurdu olan Mekke’den Medine’ye göç etmesi olayı değildir. İslâm Dini’nin tarihinde de önemli bir yıldönümüdür. Baskı ve zulüm altında Mekke’de dini tebligatın yapılamayacağının kesin olarak anlaşılması üzerine, İlâhî takdirin tensibi dahilinde Evrensel Dinin, başka bir mekânda, değişik bir coğrafyada yeni bir yaşama ve tebliğ dinamizmi kazanmasıdır. Hicretten önce Akabe Biatla- rı ile tesis edilen yeni toplumsal dayanışmacı yapının, kuvveden fiile çıkmasıdır. Son İlâhî mesajın taşıyıcısı olan dinin, değişen şartlar ve zorlaştırılan ortam içinde, kendine has yeni özgür ortamlar ve sahalar bularak insanları aydınlatmaya devam etmesidir. Netice hakkın zaferi, hakikatin hurâfeye galibiyeti; aydınlığın karanlığa hakimiyetidir. Böylece; “Hak yükselir ve üstün gelir. Başka hiç bir şey O’nun üzerine yükselemez!” hakikati hicret-i nebevî ile birlikte bir kez daha ispat edilmiştir.
İnsanlık tarihinde pek çok göç ve yer değiştirme olayları mevcuttur. Ancak bunların çoğu iktisâdî, siyasî veya askerî amaçlı intikallerdir. Yeryüzünde insanlarla ilgili yer değiştirme, intikal ve nüfus hareketleriyle yakından ilgili bulunan “Demografi” bilimi, inanç ve fikir özgürlüğü amaçlı intikal hareketlerini “Dini amaçlı göç olayları” olarak tespit etmektedir. Zoraki sürgün olayları da bir başka kategori içinde mütalaa edilmelidir. İçinde yaşanılan sosyal çevrenin çeşitli imkanlarını ve kurulu şartlarının avantajlı durumlarını terk ederek; sırf inanmış olduğu Yüce Dinin öngördüğü serbest ve hür ortamı yakalayabilmek için, belirli tehlikeleri ve mahrumiyetleri de göze alarak göçmenliği tercih etmek, mümin kişiler için büyük bir imtihan vesilesi olmuştur. İkinci Halife Hz. Ömer (r.a. )’ın Müslümanlar için bir takvim başlangıcı tespit etmek için, hicret olayını bunun başlangıcı olarak kabul etmesi elbette tesadüfi bir davranış değildir. Hicret Olayı’nın İslâm Tarihi açısından taşıdığı önem ve dönüşüm açısından, bu büyük olayın tarih başlangıcı olduğu kesindir. Hicreti müteakip Hz. Peygamber’in (a.s.) hayatında Medine Dönemi başlamıştır. Bu tarihi olaydan sonra nazil olan Kur’an âyetlerine “Medenî” yani (Medine’de nazil olanlar) denilmiştir. Müslüman cemaatin sadece sayısal bir yekünden ibaret kalmayıp, bir toplum haline gelmesi de bundan sonra gerçekleşmiştir. Medine’de diğer din mensuplarıyla barış va hukukî sorumluluğa dayalı bir ortam teşkil edilmiştir.
Hicret Olayı, dinin ve İlahî vahyin mesajının tebliğ edilmesinde bütün zorluklara ve daralmalara rağmen, yeni bir çıkış noktası ve serbestlik sahası bulunabileceğinin de bir ispatıdır. İslâm mürşidleri ve tebliğcileri tarih boyunca irşad ve çağrı yolunda hiç bir özveriden geri kalmamışlardır. Tarih bunun örnekleriyle doludur.
Hicretin kolaylıkla gerçekleşmediği bizzat Hz. Peygamber’in (a.s.), Hz. Ebu Bekir’in ve Hz. Ali’nin pek çok hayati tehlikeler geçirdikleri, hicret eden Mekke’li Müslümanların Mekke’deki mal ve mülklerinin müşriklerce talan edildiği tarihen sabittir. Medine’li Müslümanlar (Ensâr) en büyük fedakarlıkları gerçekleştirmek suretiyle Dini Mübin-i İslâm’a ve Muhâcirlere destek olmuşlar ve medholunmayı lâyıkıyla hak etmişlerdir.
Günümüzde toplumlararası, hatta devletlerarası ilişkilerde önemli bir problem olarak gündemdeki yerini koruyan terör ve anarşiden söz etmeden geçemeyeceğim. Bir çeşit “Korkak Hesaplaşması” olan anarşi ve terör ondokuzuncu asırdaki Nihilizm cereyan’ın felsefî sonuçlarından biri olarak Dünya’da yaygınlaşmış; 1950-1970 yılları arasında egemen olan Soğuk Savaş Dönemi yıllarında bazı ülkelerin başvurduğu bir yöntem olmuştur. Çeşitli ideolojik akımlar, terör ve anarşiyi bir metot olarak kullanmışlardır. Sıcak savaş çıkarmanın çok zor olması da terörizmin yaygınlaşmasının şartlarını kolaylaştırmıştır. Anarşizm ve terörizm, hukuka saygılı bütün ülkelerde yaygın bir tepki ile karşılanmıştır.
Son onbeş-yirmi yıldan beri İslâm Dini’nin bütün Dünya’da hızlı bir canlanma göstermesi, klasik modemizmi temsil eden akımla itibar kaybetmesi dine yönelişi artırmıştır. Bu durumda bazı Batılı Ülkelerin İslâm Dini’ni terörizmle aynılaştırması, Müslümanları, potansiyel terörist eylemciler olarak göstermesi yeni bir çarpıtma girişimi olarak tezâhûr etmektedir. Evrensel İslâm Dini’nin öğretileriyle ve tarihî gerçeklerle bağdaşmayan bu yaklaşımı çürütmek İslâm Aydınlarının en önemli görevlerinden biridir.
Gelecek sayımızda buluşmak üzere...

Mehmet Nuri YILMAZ
Diyanet İşleri Başkanı