Makale

ÇEVRE

ÇEVRE

İSLAM’DA ÇEVRE VE ÇEVRECİLİK

Hazırlayan:
Mustafa BEKTAŞOĞLU

5 Haziran “Dünya Çevre Günü”. Bugün vesilesiyle Kur’an ve hadislerin konumuzla ilgili tavsiye ve ikazlarını da bilvesile serdetmiş olacağız. Tabiat ve insan sevgisini işlerken, tarih ve kültürümüzdeki örneklerden yararlanmanın, dini motiflerle desteklemenin çevre üzerinde etkin rol oynayacağı kanaatindeyim. “Yaratılanı hoş gör, yaratandan ötürü” vecizesi, bunun için güzel bir örnek teşkil eder. Kâinatın kitabı Kur’an-ı Kerim, insana kainatın nasıl yaratıldığını, niçin yaratıldığını, ondaki çeşitli varlıkların yapısı hakkında çok çeşitli genel bilgiler verir. Çeşitli ayetlerde, insanın yakın çevresine (yeryüzüne) ve uzak çevresine (uzaya) dikkatini çekmekte, onlar hakkında düşünmesini istemektedir. Bu itibarla; hiçbir kutsal kitap, Kur’an-ı Kerim kadar geniş olarak tabiat ve içinde bulunan varlıklardan bahsetmez. Kur’an-ı Kerim’in hem insanların kalplerine şifa, onları küfrün (şirk dahil) karanlığından temizlemek için, hem de bedenlerini temizlemek ve dünya işlerini düzene sokmak için geldiğini düşündüğümüzde, insanın manevi dünyası kadar maddi dünyası ile ilgilenmesi doğaldır. Her konuda olduğu gibi, çevre konusunda da Kur’an-ı Kerim Müslümanlara rehberlik etmiştir.
Tabiatın bir ölçü ve denge içinde yaratıldığı ve bu denge bozulduğunda her şeyin zarar göreceği gibi temel fikirler, şuurlu bir şekilde îslâm diniyle ortaya konmuştur. Kur’an-ı Kerim’de tabiatın korunmasına dair doğrudan emirler vardır. Bu emirlerin ışığı altında Hz. Peygamber, çevreyle ve onun korunmasıyla ilgilenmiştir. Bu konuda bize tabir caizse “Ekolojik Sünnet” bırakmıştır. O halde, İslam’ın doğuşuyla çevre, şuurlu bir şekilde problem olarak görülmüş ve o günün var olan çevre problemlerine karşı önlemler alınmıştır. Kısaca çevrecilik, İslâm ile başlamıştır. Ne yazık ki, tarih içinde îslâm’ın getirdiği çevrecilik, çoğu zaman göz ardı edilmiştir. (l) Senenin belli bir gününe tahsis edilen çevre ve çevrecilik ruhu, günlük yaşayışımızın her dakikasına şamil olması gerekir. İnsan çevreyle bir bütündür. Allah’ın bahşettiği tabiatın güzelliklerinden yararlanmayan insan düşünülebilir mi? O halde; son çeyrek asır içinde günlük kullanıma giren ve en çok kullanılmaya başlanan çevre kavramıyla ne kastedilmektedir? Hangi konular çevre tanımına dahildir? İnsanların çevreye müspet manada ne gibi katkıları olmalıdır? Amaçlanan hedefe ulaşılmış mıdır? Sorularına cevap aramakla gündemimizi teşkil eden Çevre ve Çevrecilik konusuna başlamış olacağız.

ÇEVRE
Çevre kavramı ilk bakışta ne kadar açık ve kolay anlaşılabilir görünmekteyse de, kavram incelendikçe, ilgi alanı belirlenmeye çalışıldıkça, kavramın o denli karmaşık ve sınırlarının çizilmesinin güç olduğu ortaya çıkmaktadır.
Genel bir tanımla çevre; insan faaliyetleri ve canlı varlıklar üzerinde hemen ya da süre içinde dolaylı ya da dolaysız bir etkide bulunabilecek fiziksel, kimyasal, biyolojik ve toplumsal etkenlerin belirli bir zamandaki toplamıdır. Böyle bir açıdan bakılırsa kapsamadığı hiçbir alan ve süreç kalmamaktadır. Kavramı belirgin kılmak için bu tanımı açıklamak gerekirse, şu temel öğelerin altı çizilebilir:
* İnsanla birlikte tüm canlı varlıklar,
* Cansız varlıklar,
* Canlı varlıkların eylemlerini etkileyen ya da etkileyebilecek fiziksel, kimyasal, biyolojik, toplumsal nitelikteki tüm etkenlerdir.
Bu öğeler göz önünde tutulursa çevre, canlı ve cansız varlıkların karşılıklı etkileşimlerinin bütünüdür. Çevrenin canlı öğeleri; yani insanlar, bitki örtüsü, hayvan topluluğu ve mikroorganizmalardan oluşur. Cansız öğeler ise; iklim, hava, su’dur. Cansız öğeler canlıları etkileyip, onların eylemlerini güçlendirirken, canlılar da cansızların konumlarını, yapılarını belirleyen etkilere sahip olmaktadır.
Tanım daha da açılarak yinelenecek olursa, çevre:
* İnsanın diğer insanlarla olan karşılıklı ilişkilerini, insanların bu ilişkiler sürecinde birbirlerini etkilemesini,
* İnsanın kendi dışında kalan bütün canlı varlıklarla, yani bitki ve hayvan türleriyle olan karşılıklı ilişkilerini ve etkileşimini,
, * İnsanın canlılar dünyası dışında kalan, ama canlıların yaşamalarını sürdürdükleri ortamdaki tüm cansızlarla, yani; hava, su, toprak, yer altı zenginlikleri ve iklimle olan karşılıklı ilişkilerini ve bu ilişki- 1er çerçevesindeki etkileşimini anlatır.
Bir başka tanıma göre çevre; evrensel değerler bütünüdür. Bitki ve hayvan toplulukları, cansız varlıklar, insanın tarih boyunca kurduğu uygarlık ve bunun ürünleri tüm insanların ortak varlığıdır. (2).
• Çevre deyince aynı zamanda, insanın içinde yaşadığı mesken ve şehirden tutunuz da, fabrikalar ve iş ’ yerleri, yollar ve sokaklar, ulaşım vasıtaları ve araç1ar gibi nesnelerdir. Hatta diğer insanların hayat tarzlarına varıncaya kadar bütün bu ortamlar da, çevre tanımına dahildir. Çevre en geniş manasıyla, kısaca insanın içinde yaşadığı maddi ve manevi ortamdır. Türk Çevre Mevzuatı’nın temelini oluşturan çevre yasasına göre de çevre şu şekilde tanımlanmaktadır: “Bütün vatandaşların ortak varlığı olup, hava, su, toprak, bitki ve hayvan varlığı ile doğal ve tarihsel zenginlikleri içermektedir.”
Çevrecilik ise; Tabii çevreyi korumaya, çevre krizine veya kirliliğine yol açan sebepleri ortadan kaldırmaya yönelik faaliyetlerin genelidir. Çevrecilik faaliyetinde bulunan kimseye de, “çevreci” denilmektedir. Bugün çevrecilerin üzerinde durduğu meselelerden hiç biri İslâm kaynaklarında ihmal edilmiş | değildir. Ancak bunlar, günümüzde olduğu gibi müstakil bir “çevre” başlığı altında değil, değişik bahislerde dağınık olarak gelir.
İslâm dünya görüşünün şu üç noktadan oluştuğu söylenebilir: Birincisi, Allah veya Tevhit inancı; İkincisi, Peygamberlik veya Nübüvvet; Üçüncüsü ise, Ahiret ve hesaba çekilme inancı. İşte bu sebeple Müslüman birey çevreye bakış açısını bu üç temel noktadan hareketle oluşturulan bir ahlâkî zemine oturtmak zorundadır.

EKOLOJİ VE EKOLOJİK DENGE
Ekoloji, organizmaların çevreleriyle olan ilişkilerini inceleyen bir bilim dalıdır. Ekoloji sözcüğünün basit sözlük anlamı ise “ev bilgisi” veya “mekan bilgisi”dir. Bugünkü kullanımıyla ekoloji, canlı varlıkların çevreleriyle olan ilişkilerini incelemeden başka, bütün çevre sorunlarını da konu alan bir bilim haline gelmiştir. Bugün çevrecilik ve ekoloji deyimleri çoğu zaman birbirlerinin yerine ve eşanlamda kullanılmaktadır. Fakat, ekoloji daha geniş kapsamlıdır ve çevreciliğin daha çok bilimsel yönünü ifade etmektedir. (3).
Çevrecilik tarihi açısından, insanlık tarihinin çok erken bir devrinde başlayan İslam’daki ekolojik hareketin ortaya çıkmasına sebep, hiç şüphesiz bizzat İslam dini olmuştur. Daha açık bir ifadeyle Kur’an-ı Kerim’in kendisidir.
Müslümanların çevreyi bir problem olarak gördüklerini şu misalden de anlamak mümkündür. İbn Sina ve Biruni gibi bilginler, yeni kurulacak bir yerleşim yeri için, önce suyu ve ulaşım durumu gibi bazı özellikleri dikkate alınarak bazı yerler belirlendikten sonra, bunlardan havası en temiz olan yere şehrin kurulmasının doğru olacağını söylerler. Dolayısıyla, onlara göre sağlıklı bir çevrenin en belirleyici özelliği havadır. (4). Yerleşim yerleri için aranılan bu şartlar, hastane yapımı için de geçerlidir. Nitekim Bağdat’ta bir hastane kurmak için şehrin çeşitli semtlerine et parçalan asıldığı ve bunların içinde etin en geç bozulduğu yere hastane yapıldığı bilinmektedir. (5).
Çevrecilikle ilgili olarak sıkça işittiğimiz ve Kur’an-ı Kerim’in kainatla ilgili olarak ısrarla üzerinde durduğu konulardan birisi de, “ekolojik denge” meselesidir. Bir başka ifadeyle “tabii denge”dir. Her ikisi de, tabiatta tabii olarak bir düzen, varlıklar arasında bir ahenk ve insicamın olduğunu, her şeyin tabiatta belirli bir ölçü ve miktarda bulunduğunu ifade ederler.
Birçok filozof ve düşünür, tabiatta tesadüfün olmadığını söylemişlerdir. Meselâ Pisagor, tabiat düzeninin aritmatik bir sayısal düzen içerisinde olduğunu kabul etmiştir. Kur’an-ı Kerim’de de bu husus vurgulanmış, birçok ayette “her şeyin bir ölçü ve miktar içinde yaratıldığı” (6) sıkça vurgulanmaktadır. Normal şartlarda tabiat kendi ekolojik dengesini muhafaza etmektedir. Fakat tabiatın insan eliyle aşırı tahribi ve kirletilmesiyle bu denge bozulabilmektedir. Nitekim, Rasûlüllah Mekke’yi fethettiği gün halka yaptığı konuşmada yer verdiği hususlardan biri, Mekke’nin tahrimidir. Yani orada kan dökülmez, hayvanları öldürülmez, otları yolunamaz, ağaçlan kesilemez. Bu, İslâm’ın çevre korumasında, meskun mahallerin tahribatının önlenmesinde, tabii dengenin muhafazasında aldığı ilk örnek tedbirlerden biridir. Taşıyla, toprağıyla, bitkisiyle mukaddes bilinen bu diyardan, hacılar teberrüken birer yaprak koparsalardı, o memlekette yeşillik diye bir şey kalmazdı. Haram ilan edilmesiyle Mekke bu tahribattan korunmuştur.
Yerde ve gökteki en küçük varlıktan en büyük varlığa kadar her şey, düşünen ve inanan insan için alelade bir şey değildir. Canlı olsun, cansız olsun her şeyin fiziki kıymetinin ötesinde manevi bir değeri vardır. Bu temele dayanarak, Müslümanlar çevreye her zaman sahip çıkmışlardır. Çünkü çevreye yapılan bir kötülük, Allah’a karşı yapılan kötülük olarak değerlendirilmiştir. Bu itibarla Allah, insandan tabii çevresini ve kainatı korumasını, onların tabii ve ekolojik dengelerinin bozulmamasını istemektedir. Aksi takdirde insanın doğaya yaptığı tahribatın neticesi olarak zarar göreceğini ifade etmektedir. Allah, kainatta tabii ve ekolojik dengenin varolduğuna dikkatlerimizi çektikten sonra, bunu korumamız istenmekte, aksi halde insanlığın istenmeyen durumlarla karşılaşabileceği belirtilmektedir. Kur’an-ı Kerim’de: “Göğü Allah yükseltti ve mizanı (dengeyi) O koydu. Sakın dengeyi bozmayın.” (7).
Şu ayette ise, Allah insanların tabii dengeyi bozmaları neticesinde zararım çekeceklerini haber veriyor:
"İnsanların bizzat kendi işledikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu, ki Allah yaptıklarının bir kısmını onlara tattırsın; belki de (tuttukları kötü yoldan) dönerler.” (8).
Görüldüğü gibi Allah, bu ayetlerde bize doğrudan doğruya kainatın tabii dengesini bozmamamızı, bozduğumuz takdirde zararını çekeceğimizi haber veriyor.
Yakın çevre olarak adlandırabileceğimiz; tabiatın, bitki, ağaç, ve hayvan gibi canlıların oluşturduğu ekolojik yapının tahribi, yavaş da olsa insanın tabiatı kullanmaya başladığı tarih öncesi devirlere kadar uzanabileceği kabul edilir. Tarihin o devirlerinden bugüne kadar çeşitli devirlerde ekolojik dengenin şuursuzca tahrip edildiği bir gerçektir. Toplu orman tahribi ve yangınları, kitle halinde hayvanların ve kuşların öldürülmesi ve hatta Kur’an-ı Kerim’in eski milletleri anlatırken dile getirdiği gibi, onların , gayr-i ahlaki davranışlarının ve despotik idarecilerinin bile tabii çevresinin bozulmasına neden olmuştur. Dolayısıyla, az ölçülerde de olsa, tabiatın ekolojik dengesi sürekli bir biçimde bozularak gelmiştir. (9).

DOĞA VE ÇEVRE SORUNLARI
Çevre ile birlikte anılan sözcüklerden biri de doğadır. İnsanın dışında oluşan, herhangi bir insan müdahalesi olmaksızın ortaya çıkan, gelişen her şey doğayı oluşturur. Örneğin; toprak, toprakaltı zenginlikler, su, hava, bitkiler, hayvanlar, vs. Günümüzde insan müdahalesine uğramamış doğadan söz etmek oldukça güçtür. İnsanoğlu en azından korumak, geliştirmek ya da işletmek amacı ile doğaya müdahale etmektedir. Zaman içinde insan faaliyetlerinin doğaya verdiği zarar, doğanın kendi kendini yenileyebilme gücünün üstüne çıkmış, doğanın bozulmasına yol açmıştır.
Çevre sorunları, insanları uzun süre meşgul eden konulardan biridir. Günümüzde çevre mühendisliği gibi müstakil bir fakültenin yanında, radyo ve televizyonlar da çevreyle ilgili programlar yayınlanmakta, gazete ve dergilerde çevre sayfaları yer almaktadır. Kamuoyu ise, çevre sorunları konusunda duyarlı davranmakta ve çevreyi korumak için toplumsal faaliyetler yapmakta, çevreci vakıflar, demekler kurulmaktadır. Bunlarla yapılmak istenen şey ise; çevreyi maruz kaldığı bozulmalardan korumak ve insanoğlunun temiz bir çevrede hayatını sürdürmesini sağlamaktır.
Çevre sorunları sözü, kimi insan için denizin bulanık rengi ve üzerindeki yüzen çöplerdir. Bir başkası için kışın teneffüs etmekte zorluk çektiği havadır. Bazı insanlar için yerlere atılan çekirdek kabuklarıdır. Bazısı için ise ozon tabakasında meydana gelen delinme ve fosil yakıtların yakılmasıyla atmosferde biriken karbondioksitin yol açabileceği iklim değişiklikleridir. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür.(10). ,
Çevre sorunları birdenbire ortaya çıkmamış; zaman içinde birikerek varlığını duyurmuştur. Çevrenin kirlenmesi ya da bozulması, çevreyi oluşturan ! öğelerin bu süreç içinde giderek niteliğinin değişmesi, değerinin yitmesidir. İnsan faaliyetleri sonucunda çevreye verilen zararlar, doğanın kendini yenileyebilme yeteneği sayesinde başlangıçta fark edilmemiş, hatta çevrenin zamanla bu kirliliği yok edeceği düşüncesi yaygınlaşmıştır. Ancak zaman içinde, sanılanın tersine, çevreye bırakılan kirliliğin nicel ve nitel olarak artması, çevrenin kendini yenileyebilme yeteneğinin çok üstüne çıkmış, çevre hızla bozulmaya başlamıştır.
Hava, su, toprak kirlenmesiyle başlayıp, bitki örtüsü ve hayvan topluluklarının yok olmasına kadar uzanan çevre sorunları, belli bir gelecek kaygısı uyandırdı. XX. Yüzyılda toplumların büyük ölçüde kentli toplum olmaları, yani kırdan kente olan göçün hız kazanması ve kentte oturan nüfusun artması, kentlerde geçmişle kıyaslanamayacak ölçüde kirlenmeye neden olmuştur. Sanayileşmenin yaygınlaşması, endüstriyel üretim sırasında ortaya çıkan kirlenmenin de yaygınlık kazanması ile sonuçlanmıştır.
Toplumsal açıdan bakınca, doğal kaynakların ve enerji kaynaklarının kıtlığı, hızlı nüfus artışı, dünyadaki toplam besin üretiminin artan nüfusu beslemeye yetmeyeceği varsayımı, kentleşme ve endüstrileşme ile kirliliğin artması, temel çevre sorunları olarak ortaya çıkmıştır. Sıralanan sorunlar herkesçe kabul edilmekle birlikte, farklı çıkarlar farklı değerlendirmelere yol açmıştır. Ancak üretilen değişik çözüm önerileri ne olursa olsun, hepsinin görünürde hedefi aynıdır: Dünyanın geleceğini korumak. (11)
Çevre krizini, çevre kirliliğinin insan ruhunda meydana getirdiği sıkıntı ve stres olarak tarif edebiliriz. Sağlıklı ve temiz bir ortam, insanı ruhen ve bedenen sağlıklı tutar. Pis ve kirli ortam ise, ruhu sıkar, bedenen de çeşitli hastalıklara maruz kalır. Kapalı ve kirli bir havanın insanı ne derece bunalttığını, trafik düzeni iyi işlemeyen bir şehrin, insanı gerek sürücü gerek yaya olarak nasıl sinirlendirdiğini, sıkça elektrik kesilmesinin veya açılan musluktan su yerine hava fısıltısının insanı ne kadar öfkelendirdiği, sızan radyoaktif maddelerin insanı tedavisi mümkün olmayan bedeni hastalıklara ve sakatlıklara maruz bıraktığını kim inkar edebilir? işte bütün bunlar birer çevre krizidir.
Çevre kirliliği deyince, bugün çevre krizine yol açan bütün maddi ve manevi olumsuz faktörleri anlamalıyız. Çevre kirliliği, sadece tabiatın sorumsuzca tahrip edilmesi sonucu tabii ekolojik dengenin doğrudan bozulması, sanayi ve teknolojik atıklarla suların kirletilmesi, havada ve atmosferde bir takım zehirli gazların yoğunlaşması değildir. Bununla beraber sağlıksız ve altyapısız kentleşme, aşırı gürültü, çağın gereği olarak insana sunulması gereken hizmetlerin yetersizliği de akla gelmelidir. Bugün bir fabrikada çıkan zehirli gaz ve pis duman kadar, geçim sıkıntısı da çevre krizine bir sebeptir. (12)
Çevre konusunda üzerinde ehemmiyetle durmamız gereken bir başka konu da temizliktir. İslâm, bütün beşeri sistemler ve diğer dini nizamlar arasında temizliğe en çok yer veren bir dindir. Bütün ibadetler ve her çeşit dini hayat temizlik üzerine kurulur. Hadis ve fıkıh kitaplan önce temizlik bahisleriyle başlar. İslâm’ın yarısı temizlik kabul edilir.
Temizlik, gerek maddi gerek manevi olsun bir Müslüman’ın mutlaka riayet etmesi gereken bir husustur. Hz. Peygamber (s.a.s.) “Temizlik imanın yansıdır.” (13), “Hiçbir namaz taharetsiz kabul olunmaz” (14) gibi beyanlarıyla, temizliksiz dindarlığın mümkün olamayacağını müminlerin vicdanına yerleştirmeye çalışmıştır. Şu halde kişi Müslüman olabilmek, Allah’a layık olabilmek için pek çok yönlerden, maddeten ve manen temiz olmak zorundadır. Sünnetteki açıklamalara göre zahirin temizliği deyince, sadece insan bedeninin temizliği söz konusu değildir. Elbisenin, meskenin ve hatta yaşanan muhit ve çevrenin de temizliği söz konusudur. Zira insan bu söylenenlerin hepsiyle birlikte gerçek bütünlüğünü bulmaktadır ve bunların her birisi insan üzerinde tesir icra etmektedir.
Çevre sorunlarını maddeler halinde ele aldığımız takdirde aklımıza belli başlı şu konular gelmektedir: Mesire yerlerinin temizliği, yolların temizliği, hava kirliliği, su kirliliği, ağaç ve ormanların tahrip edilmemesi, hayvanlara şefkat etmek gibi ana başlıklar yanında; eksoz gazı, radyoaktif kirlilik, kimyasal kirlilik, biyolojik kirlilik, fizyolojik kirlilik, gürültü... vs. gibi tâli başlıkları da sıralamak mümkündür.

MESİRE (PİKNİK) YERLERİNİN VE YOLLARIN TEMİZLİĞİ
Çevre sağlığı deyince, hatıra gelen mühim konulardan biri “mesire”dir. Mesireye çıkmak, günümüzde bilhassa şehirlerde yaşayanlar için normal hayatın bir parçası, hem de kolay kolay vazgeçilemeyen, neredeyse zaruri bir parçası halini almış durumdadır. Hafta sonlarında, bir haftalık çalışma hayatının sıkıntılarına karşı bir ferahlama, bir dinlenme fırsatı elde etmek üzere, imkân nispetinde kırlara, suyu, havası ve manzarası daha değişik, daha sakin yerlere gidilmektedir.
Mesire yerlerinde en ziyade aranan husus; güzellik, temizlik, emniyet ve sükûnettir. Ancak ne var ki, çoğu kere buraların daha önce gelenler tarafından çeşitli artıklarla kirletilmiş, koku ve manzarasının bozulmuş olduğunu üzülerek görüyoruz. Bilhassa yatıp yuvarlanarak oynamayı seven çocuklar için tehlikeli bir durum arz eden şişe kırıklarından temizlenmiş bir köşeyi beyhude arar dururuz.
Hz. Peygamber (s.a.s.)’in hadislerinde, çevrenin her çeşit rahatsızlık verici kirletmelerden korunmasıyla ilgili emirler gelmiştir. Müslim’in bir rivayetinde Hz. Peygamber (s.a.s.):
“Çok lânet ettiren iki şeyden sakının” buyurmuş. Ashap:
- “Bu çok lânet ettiren iki şey nedir ya Rasulal- lah?” demişler. Rasûlallah (s.a.s.):
“İnsanların yoluna veya gölgesine kaza-i hâcet edendir” buyurmuşlar. (15)
Kirletilmesi yasaklanan gölgeden murat, sadece meyveli ağaçların gölgesi değildir. Halkın tenezzüh ve dinlenmek için oturduğu bütün gölgeler yasağa dahildir. Ağaç gölgesi, duvar gölgesi vs. hepsi birdir. Ayrıca bir mü’min, hadiste ifade edilen yasağı sadece “abdest bozma” olarak anlamaz, her çeşit kirletmelere teşmil eder. Zira o devir için şişe, konserve kutusu, kâğıt, paket artığı gibi kirleticiler söz konusu değildi. Diğer yandan, gelip geçene rahatsızlık veren bir diken, bir dal parçasının, tek kelime ile “eza”nın kaldırılmasının önemi ifade edilmiştir. Bu çeşit hadislerin mânâ-yı muhaliflerini arayacak olursak, mesire yerlerini insanlara ve hatta hayvanlara rahatsızlık verecek şeylerle kirletmenin dinen ne kadar büyük bir hata olduğunu anlarız. (16).
Biraz önceki hadis-i şerifin yanı sıra, bir hadiste, rahatsızlık veren şeylerin -ki eza diye ifade edilir- yollardan kaldırılması “imandan bir şube” yani (olgun imandan) olarak tavsif edilmiştir: “İman yetmiş küsur şubedir. Bunların efdali “Lâilâhe illellah” sözü, en aşağısı da yoldan eziyet verecek şeyleri gidermektir. Hayâ da imanın bir şubesidir”. (17)
Yoldan “eza”yı temizlemek ne kadar ehemmiyetli, ne kadar değerli, sevaplı bir amel ise, onu kirletmek de o kadar kötü ve mezmum bir amel ol ıraktadır.

HAVA
Dünyayı canlıların yaşamasına uygun duruma getiren, dünyayı çevreleyen atmosferdir. Canlıların yaşamını sürdürebilmesi için gerekli olan solunum, sindirim, fotosentez gibi süreçlerin temel kaynağı havadır. Hızlı nüfus artışı, kentleşme ve sanayileşme sonucunda atmosfere bırakılan kirleticiler, zaman içinde belli oranlara ulaşmakta ve havanın doğal yapısını değiştirmekte, yani havayı kirletmektedir. Hava içindeki zararlı maddelerin yoğunlaşması ile hava, insan ve insanın doğal ve yapay çevresi üzerinde olumsuz etkiler yapmaya başlamaktadır.
Belli bir kaynaktan atmosfere bırakılan kirleticilerin, havanın doğal bileşimini bozarak, onu canlılara ve eşyaya zarar verecek bir yapıya dönüştürmesine hava kirliliği denmektedir. Hava kirleticileri, havanın doğal bileşimini değiştiren is, duman, toz, gaz, buhar ve aerosol durumundaki kimyasal maddelerdir. Bunların havadaki miktarlarının belirli öçülerin üstüne çıkması, hava kirliliğine yol açmaktadır.
Hava kirliliği yüzünden en fazla kirliliğe neden olan endüstri dallan şunlardır:
- Gübre endüstrisi,
- Enerji üretimi (termik santraller)
- Demir-çelik endüstrisi,
- Çimento endüstrisi,
- Kâğıt ve selüloz endüstrisi,
- Şeker endüstrisi,
- Tekstil endüstrisi,
- Petro-Kimya endüstrisi,
- Tarımsal mücadele ilaçlan,
- Deri endüstrisi.

Hava Kirliliğinin İnsan Sağlığına
Etkileri
Canlı yaşamının, özellikle insan yaşamının temel öğesi olan hava, insanlara solunum imkânı sağladığından, insan sağlığı açısından birinci derecede önem taşımaktadır. Kirli hava, insanların solunum yollarını etkileyerek doğrudan insan sağlığını tehdit etmektedir. Bronşların iltihaplanması ve daralması, kronik bronşit, anfızem, nefes darlığı ve akciğer kanseri, solunum yoluyla hava kirliliğinin insan sağlığı üzerindeki temel etkisini göstermektedir.

Doğaya Etkileri
Hava kirliliğiyle değişime uğrayan atmosfer şartları, iklimi etkilemektedir. Kentlerin üzerinde oluşan kirli hava katmanı, morötesi (ultraviole) ışınlarının kaybına, dolayısıyla gün ışığının azalmasına neden olmaktadır. Bu tür olumsuz gelişmeler, hava kirliliğinin doğal iklim dengesi üzerinde oluşturduğu bozulmaları göstermektedir.
Hava kirliliği hayvan türleri üzerinde de olumsuz etkilerde bulunmaktadır. İnsanlarda solunum yoluna bağlı olarak ortaya çıkan zararlı etkilerin pek çoğuna hayvanlarda da rastlanmaktadır.
Hava kirleticilerin bitki ve ağaçlar üzerine olan zararlı etkileri genelde yapraklar üzerinde olmaktadır. Asit yağmuru biçiminde toprağa ulaşan kirleticiler, bitki dokusunu bozmakta, toprağın verimliliğini azaltmakta, tarımsal üretimin düşmesine yol açmaktadır.
Hava kirliliği, yapıların taş ve metal kısımlarına ve makinalara da zarar vermektedir. Kükürt içerikli yakıtların yakılması sonucunda oluşan ya da kimyasal endüstri kuruluşlarından yayılan kükürt oksitler atmosferdeki nem ile birleşerek sülfürik aside dönüşmekte ve eşyanın bozulmasına, ömrünün kısalmasına sebep olmaktadır. (18)

Temiz Havaya Verilen Önem
İnsanlar ve hayvanlar oksijen teneffüs edip, dışarıya karbondioksit vererek tabiatı kirletmektedirler. Bu süreç aynen devam etseydi, yaşamın bir noktadan sonra tükenmesi ve devam etmemesi gerekirdi. Ancak, İlâhi hikmet ve kudret, bunun önlemini en güzel şekilde alarak dengeyi sağlamıştır. İnsan ve hayvanların dışarıya verdikleri karbondioksit gazını, yeşil, yani klorofilli bitkiler almakta, bunu güneş enerjisi vasıtasıyla su ile birleştirerek glikoz meydana getirmektedir. Bununla da kendi beslenmesini sağlamaktadırlar. Bilindiği gibi bu olaya fotosentez denmektedir. Böylece canlıların dışarıya verdikleri karbondioksiti alıp, dışarıya oksijen dengesinin devamını sağlamaktadırlar. Zaten hava kirliliği denilen olay, bu doğal dengenin temizleme ve geri döndürme, geri kazanma kapasitesinin aşılmasından başka bir şey değildir.
Allah, yeryüzünün huzur ve sükunetinin insan eliyle bozulacağını, bunun acısını ise yine insanın bizzat kendinin tadacağını Kur’an’da bizlere bildirmektedir:
“İnsanların bizzat kendi işledikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu, ki Allah yaptıklarının bir kısmını onlara tattırsın; belki de (tuttukları kötü yoldan) dönerler.” (19).
Görüldüğü gibi, tabii dengeyi bozacak ve insanlık için acı sonuçlar doğuracak hareketler konusunda Kur’an bizleri uyarmaktadır. Yaptıklarımızın acı sonuçlarım görmeden önce iyi düşünmemiz, yaptıklarımızın varacağı noktayı hem kendimiz, hem de ekolojik denge açısından çok iyi hesaplamamız gerekmektedir. Kur’an, dünyadaki ekolojik dengeyi ısrarla vurgulayarak ve bunu Allah’ın ilim, irade ve kudretinin bir eseri olduğunu açıklayarak, bizlerden bu dengeyi korumamızı istemektedir. (20)
SU
Hava gibi su da hayatın sürmesinde vazgeçilmez bir yere ve öneme sahiptir. Suların kullanılmaz hale gelmesi, hayat kaynağının kuruması, canlı hayatın yok olması anlamına gelir. Dünyanın 3/4’ünün sularla kaplı olduğu, tüm canlı yaşamın ağırlığının %75’inin sudan oluştuğu bilinmektedir.
Su kirliliği terimi, en geniş anlamı ile ekolojik yapının bozulmasını ifade eder. Bir başka anlatımla, su kaynaklarının kullanılmasını bozacak ölçüde, organik, inorganik, biyolojik ve radyoaktif maddelerin suya karışmasına su kirliliği denir. Suların kirlenmesi türlü insan faaliyetlerinden kaynaklanmaktadır.
Su kirliliğinin nedenlerini şu iki başlıkta sıralayabiliriz:
a) Tarımsal faaliyetlerin neden olduğu kirlilik: Her türlü tarımsal faaliyet sonucu ortaya çıkan katı ve sıvı atıkların neden olduğu kirliliğe tarımsal kirlilik denir. Tarımsal kirliliğin nedenlerinden biri olan toprak aşınımı (erozyon), yalnızca tarımsal faaliyetlerden kaynaklanmaz. Erozyona uğrayan tarım toprağının en verimli ve tarıma uygun olan üst kısmı sürüklenerek bazı su kaynaklarına yığılırlar. Göllerin, limanların, baraj göllerinin, göletlerin tabanları taşınan toprakla örtülür ve kullanma ömürleri kısalır.
İkinci olarak; bitki besin maddelerinin oluşturduğu kirliliktir. Tarla tarımında verimin artması, bitki besin maddelerinin kullanımına bağlıdır. Azot ve fosfordan oluşan yapay gübreler toprağa karışıp su kaynaklarını kirletirler. Azot ve fosfor belli miktarlar içinde tüm canlılar için yararlı olan kimyasallardır. Ancak yüksek miktardaki azot da azot zehirlenmesine neden olmakta, toplu balık ölümlerine yol açmaktadır.
Üçüncü olarak; Hayvan atıklarının oluşturduğu kirliliktir. Hayvancılık yapılan yerlerde ahır, ağıl vb. hayvan barınakları yağışlarla yıkanır, oralardaki hayvan artıkları yüzey sularına karışırlar. Tarlalara serilen gübrenin de yağışlarla yüzey sularına karışması su kaynaklarının kirlenmesinde önemli bir etken olmaktadır.
Dördüncü kirlenme sebebi ise; Tarımsal mücadele ilâçlarından kaynaklanan kirliliktir. Tarla ve bahçe tarımında yetiştirilen ürünlerin niteliğinin ve niceliğinin artması, bu bitkilere zarar veren yaban otları, asalaklar ve böceklerin yok edilmesi için kullanılan ilâçlar yıkanarak su kaynaklarına karışırlar. Tarımsal mücadelede kullanılan kimyasal ilâçlar hem kalıcı, hem de birikici özelliğe sahiptirler.
b) Sanayi faaliyetlerinin neden olduğu kirlilik: Sanayinin çevre sorunlarının ortaya çıkışındaki ağırlıklı etkisi, su kirliliğinde de kendini-göstermektedir. Sanayi ürünlerinin atıkları ile kirletmenin yanı sıra, sanayi kuruluşlarının sıvı atıkları ile doğrudan su kirliliğine yol açmaları, yaygın görülen bir durum olmaktadır. Bazı sanayi kollan kirleticilik bakımından ön sırayı alırlar. Petrol rafineri atıkları, kâğıt sanayii, tekstil sanayii, metal kaplama sanayii, deterjan sanayii, gıda sanayii, plâstik sanayii, ilâç sanayii ve deri sanayii atıkları başta gelen kirleticilerdir.
Tüm kullanılmış sular ya deniz, göl, akarsu gibi yüzeysel su kaynaklarına bırakılmakta ya da geçirim- li zeminlere dökülerek yer altı su kaynaklarına sızdırılmaktadır. Biyolojik kirlilik sonucunda sular önemli bir hastalık kaynağı durumuna gelmektedir. Tifo, kolera, sarılık, çocuk felci, amipli dizanteri ve basili dizanteri gibi hastalıklar bu suretle oluşmaktadır. Sulama suyu olarak kullanılan sulardaki mikroplar bitkilere geçmekte, bu bitkileri besin maddesi olarak kullananlar da hastalanmaktadırlar. (21).

TOPRAK VE ORMAN
Toprak, dünya eko sisteminin her parçasında yer almaktadır. Toprak, canlıların besin kaynağını oluşturan ortam olarak, kendisi doğal bir kaynaktır. Toprak kirliliği, genel bir tanımla, insan faaliyetleri sonucunda, toprağın fiziksel, kimyasal, biyolojik ve jeolojik yapısının bozulmasıdır. Toprak kirliliği; toprakta yanlış tanm teknikleri, ve fazla gübre ile tarımsal mücadele ilaçları kullanma, atık ve artıkları, zehirli ve tehlikeli maddeleri toprağa bırakma sonucunda ortaya çıkmaktadır.
Çevre korumanın ve çevreciliğin üzerinde önemle durduğu konulardan birisi hiç şüphesiz ormanların ve her türlü canlı türünün korunmasıdır. Bunda ormanların özel bir yeri bulunmaktadır. Bunun nedeni ise, ormanların dünyadaki eko sistemin düzenli bir şekilde sürebilmesindeki önemli rolünden ileri gelmektedir. Ormansız bir dünya, kaybedilmiş bir dünyadır. Bu ormanlar dünyanın yağmur dengesini de düzenliyor ve atmosfere oksijen sağlıyor. Dolayısıyla dünya iklimi üzerinde önemli etkisi vardır. Bir ekoloğun deyimiyle, tropik ormanlar, dünya eko sisteminin akciğeri görevini yapıyor. Ayrıca ormanlar; kullandığımız oksijenin kaynağıdır. Hava kirliliğini yok eder, zehirli gaz ve tozları tıpkı bir filtre gibi emerek yok eder. En büyük çevre sorunlarından biri olan erozyon, heyelan ve toprak kaymalarını önler.
Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.) ağaç dikmenin önemini şu hadislerde dile getirmektedir.
“Hiçbir Müslüman yoktur ki, o, ağaç diksin, yahut ekin eksin ve mahsulünden insan, kuş. kurt yesin de kendisi müstefit olmasın? Elbette o Müslüman da diktiğiyle, ektiğiyle müsâb olur.” (22)
Nebi (s.a.s.) (bir defa) Medine yahut Mekke bahçelerinden birinin yanından geçiyordu. Kabirlerinde azap gören iki insanın sesini duydu. “Bunlar azap görüyorlar, hem de azap görmeleri büyük bir şey için değildir. Bunlardan birisi, bevlinden sakınmazdı.
Öbürüsü de koğuculuk ederdi” buyurdu. Ondan sonra yapraklan soyulmuş taze bir hurma dalı istedi. Dalı TkT parça etti. Her birinin kabri üzerine birer parça dikti. “Ya Resulellah! Bunu niçin diktiniz?” diye sordular. “Bunlar taze kaldıkça belki (azapları) hafifler” cevabını verdi. (23)
Ağaç sevgisini Atatürk’ün yaşamından aktaracağım şu enteresan anektodda da görmek mümkün:
Atatürk bir gün çiftliğe gittiğinde, Köşk’ün hemen yanındaki ulu çınar ağacının dallarını kesmeye çalışan bir bahçıvan ile karşılaşır. Hemen bahçıvanı yanma çağırarak bunun nedenini sorar. Görevli bahçıvanın cevabı şöyledir: “Ağacın dalları uzamış, binanın duvarlarına dayanmış.” Aldığı cevaptan tatmin olmayan Atatürk, düşünülmesi bile imkânsız olan bir emir verir: “Ağaç kesilmeyecek, bina kaydınlacak”
Görev, İstanbul Belediyesi’ne intikal eder. Belediye Fen İşleri Yollar-Köprüler Şubesi sorumluluğu üstlenir. Başmühendis Ali Galip Alnar yanına aldığı teknik elemanlarıyla Yalova’ya gelerek çalışmalarına başlar.
8 Ağustos 1930 tarihinde önce bina çevresindeki toprak büyük bir dikkatle kazılıp yapının temel seviyesine inilir. İstanbul’dan getirilen tramvay rayları döşenir. Santim santim çalışılarak bina, yapı altına sokulan raylar üzerine oturtturulur. Bina, raylar üzerinde 4.80 m. kaydırılarak ağaçtan uzaklaştırılır. Bu olağanüstü ve riskli iş 10 Ağustos 1930 tarihinde tamamlanır ve ulu çınar ağacı da kesilmekten kurtulur. (24)

HAYVAN SEVGİSİ
İslâm’ın geleneksel ekoloji anlayışını, İslâm milletleri arasında en çok canlı tutan Selçuklu ve Osmanlı Türkleri olmuştur. Onlar bu geleneği, sadece “Yaş kesen baş keser” gibi bir çok atasözünde, erkek ve kadın için verdikleri tabiattan alınma Çiğdem, Nilüfer, Derya, Sümbül Baba, Gül Baba gibi isim ve lâkaplarla ifadesini bulan tabiat sevgisiyle değil, hayvan ve kuşların bakımı ve tedavisi için kurdukları vakıflar ve hastaneler, birçok ekolojik adetlerle de yaşatmışlardır. Türkler hayvanlara, kuşlara ve ağaçlara karşı beslenen sevgi o kadar ileri gitmiştir ki, adeta bunu bir dini vazife gibi saymışlardır.
Rasûlullah (s.a.s.) açlıktan karnı sırtına yapışmış bir deveye rastladı da: “Bu dilsiz hayvanlar hakkında Allah’dan korkunuz. Onlara (binmeye) elverişli hallerinde bininiz ve “yenmeye) elverişli hallerinde onları yiyiniz” (25). Buyurmuştur.
Resul-i Zişan efendimiz bu hadis-i şerifte hayvanların haklarına riayet etmenin önemine dikkatleri çekerek, onlan aç veya susuz bırakmanın, üzerlerine güçlerinin yetmediği yük yüklemenin Allah’ın gazabım ve azabını mucip kılacağını dile getirmiştir.
Hz. Peygamber, bir gün ensardan bir adamın bos-
tanına girdi. Bir de ne görsün? Bir deve. Rasûlullah (s.a.s.)’i görünce (deve) inledi, gözlerinden yaşlar aktı. Bunun üzerine Peygamber (s.a.s.) onun yanına gelip kulak kökünü okşadı, (hayvan da) sakinleşti. Peygamber (s.a.s.):
“Bu devenin sahibi kimdir, kimindir bu deve?” diye sordu. Ensar’dan bir genç gelip:
“Ey Allah’ın Rasulü o benimdir” dedi. Peygamber (s.a.s.)’de:
“Allah’ın, seni kendisine sahip kıldığı şu hayvan hakkında Allah’tan korkmuyor musun? Gerçekten bu hayvan senin kendisini aç bıraktığını ve yorduğunu bana şikâyet ediyor” buyurdu. (26).
Nebi (s.a.s.) “Hayvanlara işkence ve azap edene lânet etti” (27), “Kim av peşinde koşarsa gafil olur”
(28), “İçinde ruh bulunan hiçbir şeyi hedef etmeyiniz”
(29), “Hayvanlardan herhangi birisini hedef yapmak suretiyle (yani işkence ve azap etmekle) öldürülmesini yasaklamıştır.” (30).
Mutasavvıflara göre, kâinattaki varlıklar, sadece Allah’ın varlığına işaret ve delil olmakla kalmaz, bizzat kendileri de, inanan bir insan gibi, O’na kulluk ve ibadet ederler. O’na fiilen kendi içlerinde tanıklık ederler. Onlar bu görüşlerini yine Kur’an-ı Kerim’den alırlar. Meselâ bir ayette şöyle buyruluyor: “Yedi gök, yer ve bunlarda bulunan herkes onu teşbih eder. O’nu övgü ile teşbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Ne var ki siz onların teşbihini anlayamazsınız” (31).
Bilginler, tüm varlıkların şuurlu bir biçimde ve hakiki manada Allah’ı zikrettiklerini kabul ederler. Meselâ:
“Şol cennetin ırmakları,
Akar Allah deyu deyu,
Çıkmış İslâm bülbülleri,
Öter Allah deyu deyu” derken bunu dile getirmiştir.
Hz. Süleyman ve ordusu karıncaların yuvasını bozmak üzereyken, bir karınca gelen afetle ilgili olarak meydandaki karıncaları uyardı. Hz. Süleyman bunu duyduğunda, Allah’ın kendisinden yapmasını istediği iyi ve hayırlı şeyi yapması konusunda kendisine bilgi vermesi için dua etti. Hz. Süleyman apaçık bir şekilde bir çevre problemiyle karşı karşıyaydı ve ahlâki bir karara ihtiyaç duydu; yol göstermesi için Allah’a yalvardı. Bu husus Kur’an-ı Kerim’de şöyle ifade edilir:
“Nihayet karınca vadisine geldikleri zaman, bir karınca: “Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin; Süleyman ve ordusu farkına varmadan sizi ezmesin” dedi. (Süleyman) onun sözünden dolayı gülümsedi ve dedi ki: “Ey Rabbim! Beni, gerek bana gerekse ana-baba- ma verdiğin nimete şükretmeye ve hoşnut olacağın iyi işler yapmaya muvaffak kıl. Rahmetinle, beni iyi kulların arasına kat” (32) diyen Hz. Süleyman’ın çevreye ne kadar duyarlı olduğu günümüz insanlarına en güzel örnektir.
Konumuzun başlangıcından itibaren sıraladığımız çevre kirliliğine neden olan sorunlara ilâve olarak; her gün kullandığımız hava, su, enerji ve gıda maddelerini daha dikkatli olarak harcamalıyız. Dünyanın kaynaklarının sınırlı olduğunu, yaptığımız her yanlış hareketin faturasını diğer insanların ve torunlarımızın çekeceğini unutmamalıyız. Bütün bu yanlış hareketlerimizden dolayı gerek gelecek nesillerin vicdanında ve gerekse ahirette mesul ve mahkum olacağımız unutulmamalıdır.
İnsanların alışkanlıklarını değiştirmenin zor olduğunu kabul ediyoruz. Ancak, bu alışkanlıklarımızı değiştirmenin hem gezegenimizin geleceği için, hem de ekonomik durumumuz için gerekli olduğunu bir daha vurgulamak istiyoruz. Bu değişimi yapabildiğimiz takdirde; öncelikle daha temiz bir dünya için bir şeyler yapabildiğimizden dolayı bunun sevincini kalbimizde duyacağız. İkinci olarak da aile ekonomisine katkıda bulunacağız.
Dini ve kültürel boyuttan dolayı insanımız temizlik konusunda çok hassastır. En çok kullandığı tüketim maddesi de temizlik maddeleridir. Deterjan ve temizlik maddelerinin bilinçsizce kullanılması, dünyamızı ve doğal dengeyi yok etmektedir. Çamaşırlarımızı yıkarken kullandığımız deterjanlar fosfat içermektedir. Fosfatlar, içme suyu kanallarına, göllere, sulak alanlara, barajlara dolaylı ya da dolaysız olarak karıştığı zaman bu ortamlardaki su kalitesini bozarak su kaynaklarının kullanılmaz hale gelmesi- fic-flcdcR olurlar. Ayrıca fosfatlar deniz ve göllerde yosunların hızla çoğalmasına neden olurlar. Deniz yosunlan öldüğünde, çürümelerini sağlayan bakteriler, diğer deniz ürünlerinin ihtiyacı olan oksijenin büyük bir bölümünü kullanıyorlar. Bunun sonucu olarak da göl ve ırmaklar kurulup, yok olabiliyor. Ancak sıvı deterjanlar fosfat içermedikleri için bunları kullanmayı tercih etmeliyiz.
Buzdolabınızın kapağını sık sık açıp kapatmayınız. Kapağındaki lâstik şeridi, yapışma elastikiyetini koruması için pudralamayı unutmayınız. Dolabınızı gerektiğinden fazla soğuğa ayarlamayınız, çünkü enerji sarfiyatınız %25 oranında artacaktır. Banyo, mutfak ve tuvaletlerinizde kullanılan temizleme maddeleri olan tuz ruhu, çamaşır suyu vb. birbirine karıştırıldığında, insan sağlığı için çok zehirli olan klor gazı meydana gelir.
Evlerde, işyerlerinde, piknik alanlarında kâğıt peçete ve havlular yerine, yıkanabilen bez havluları; kullan at anlayışıyla üretilen plâstik veya kâğıt mutfak eşyalannı (tabak, bardak, çatal, kaşık vb.) yerine cam veya porselen olanları kullanınız. Deterjanlar yerine doğal bileşkelerden oluşan sabun ve şampuanları tercih ediniz.
Bir kere kullanıp atacağınız naylon poşetler yerine, sürekli kullanabileceğiniz bez torbalar, sepetler veya fileleri tercih ediniz. Eğer poşet kullanmak zorunda kaldıysanız, birden fazla küçük poşet yerine büyük ve tek bir poşet kullanarak bilinçli bir tüketici olabilirsiniz. Unutmayınız ki, naylon poşetler doğaya ve insan sağlığına zarar vermektedir. Zira plâstik doğada kısa sürede yok edilemez. Çevreyi kirleten plâstikler yakıldığında da hava kirliliğine neden olurlar. Bunun için plâstik ambalajlı ürünler yerine cam ambalajlı ürünleri tercih ediniz. Plâstik ambalaj doğada parçalanmadan beş yüz yıl kalabilmektedir. Cam ambalajlar ise, kalitesi bozulmadan yeniden kullanılabilir.

Dipnotlar:
1- Bayraktar, Mehmet, İslâm ve Ekoloji, 9-11, DİB. Yay., Ankara, 1992.
2- Keleş, Ruşen-Hamamcı, Can, Çevrebilim, 22, İmge Yay., Ankara- 1992.
3- Bayraktar, a.g.e., 18-19.
4- Bayraktar, a.g.e., 26.
5- Karakaş, Mahmud, Müspet İlimde Müslüman Alimler, 19, Kültür Bak. Yay., Ankara-1991.
6- Kalem, 49.
7- Rahman, 7-8.
8- Rum, 41.
9- Bayraktar, a.g.e., 9-10. I
10- Uslu, İbrahim, Çevre Sorunları, 17, İnsan Yay., İstanbul- 1995.
11- Keleş-Hamamcı, a.g.e., 15-16.
12- Bayraktar, a.g.e., 16.
13- Davudoğlu, Ahmed, S. Müslim Tere. Ve Şerhi, 2/269, Kita- bü’t-Tahare, 223.
14- Davudoğlu, a.g.e., 2/275, Kitabü’t-Tahare. 224. Bab: 2; Hati- boğlu, Haydar, S.İbn-i Mâce Tere. Ve Şerhi, 1/441, Kitabü’t-Tahare, Bab: 1, Hadis No: 271.
15- Davudoğlu, a.g.e., 2/381, Kitabü’t-Tahare, Bab: 20, Hadis no: 68 (269).
16- Canan, İbrahim, Kütüb-i Sitte Tere. Ve Şerhi, 10/390, Akçağ Yay., Ankara-1990.
17- Davudoğlu, a.g.e., 1/246, Kitabü’l-İman, Bab: 12, Hadis no:
58.
18- Keleş-Hamamcı, a.g.e., 82-89.
19- Rum, 41.
20- Özdemir, İbrahim-Yükselmiş Münir, Çevre Sorunları ve İslâm, 95.
21- Keleş-Hamamcı, a.g.e., 96-104.
22- S.Buhari, Tecrid, 7/121, Hadis no: 1044; Mollamehmetoğlu, OZ. S. Tirmizi Tere. 2/479, Bab: 40, Hadis No: 1400, Y.Emre Yay., İstanbul-Tarihsiz.
23- S.Buhari, Tecrid, 1/175, Kitabü’l-Vüdu, Hadis no: 163.
24- Yürüyen Köşk, 32-33, Çevre Bakanlığı Yay.
25- S.Ebu Davud Tere. Ve Şerhi (Komisyon), 10/38, Kitabü’l-Ci- had 15), Bab: 44, Hadis No: 2548, Şamil Yay., İstanbul-1990 (Sadece Ebu Davud rivayet etmiştir.)
26- S.Ebu Davud Tere., 10/39, Kitabü’l-Cihad (15), Bab: 44, Hadis no: 2549.
27- S.Buhari, Tecrid, 12/26, Kitabü’z-Zebaih, Hadis no: 1881; Sünenü’n-Nesei (Komisyon) 7/320, Kurban Bölümü, Bab: 41, Kalem Yay., İstanbul-1983.
28- S.Ebu Davud Tere., 11/38, Kitabu’s-Sayd (16), Bab: 24-25, Hadis no: 2859.
29- S.İbn-i Mace Tere., 8/532, Kitabü’z-Zebaih, Bab: 11, Hadis no: 3187.
30- S.İbn-i Mace Tere., 8/532, Kitabü’z-Zebaih, Bab: 11, Hadis no: 3188.
31- İsra,44.
32- Nemi, 18-19.

EROZYONUN ZARARLARI
* Erozyonun yarattığı en büyük zarar, yeniden oluşması için binlerce yıl gereken örtü toprağımızın elden çıkmasıdır.
* Ülkemiz her yıl, 1 milyar 400 milyon ton vatan toprağını erozyonla kaybetmektedir.
* Toprak erozyonu tarımdaki verimsizliğin en önemli sebebidir. Toprakları, erozyon ve amaç dışı kullanım nedeni ile hızla verimsizleşen, giderek yok olan tarım arazileri, hızla artan nüfusu besleyemez olmuş ve kırdan kente göç hızlanmıştır. Göçler şüphesiz ekonomide çok ağır yükler ve sıkıntılar yaratmaktadır.
* Kaybettiğimiz toprakların barajlarımızı doldurması ve ömürlerini kısaltması, milli ekonomimize büyük zarar vermektedir.
* 2000’li yıllarda suyun petrol kadar, belki daha da önemli bir meta olacağı kesinleşmiştir. Bitki örtüsü ve toprak olmadan kar ve yağmur sularımızın boşa akıp gitmesi önlenerek rezervlere indirilmesi, depolanması ve su kaynaklarının düzenli ve sürekli beslenmesi mümkün değildir.
* Bitki örtüsünün kalkması erozyonun başlıca sebebi olup, toprak kaymaları, taşkınlar, sel ve çığ felaketlerine ve korkunç zararlara yol açmaktadır.
* Toprağın kaybıyla bir daha yerine koyamadığımız orman varlıklarımızın milli ekonomideki yerini değerlendirmek için, bir ağacın ömrü boyunca ürettiği fonksiyonel değerler toplamının, odun değerinin 2000 katı olduğunu dikkate almak yeterlidir.
* Meraların kaybolması ise, hayvancılıktan ülkemizin kazanabileceği büyük gelir ve istihdamdan mahrum olmamıza sebep olmaktadır.
* Yeşil örtü ve toprağın elden gitmesi ile jeolojik dengelerle iklimin bozulmasının ve doğal varlıkların kaybolmasının yarattığı ekonomik zararların vahim sonuçları ortadadır.