Makale

KUR" AN VE HADİS'E GÖRE ÂHİR ZAMAN FİTNESİ VE ANARŞİ

KİTAP TANITIMI

İ. Seyyid AVUKATGİL

KUR" AN VE HADİS’E GÖRE
ÂHİR ZAMAN FİTNESİ VE ANARŞİ
Doç.Dr. İbrahim CANAN

1968 yılından itabaren siyasî ve toplumsal literatürümüzde sıkça kullanılmaya başlayan kelimelerin başında, "anarşi" ve "terör" deyimleri gelmektedir. Bu tarihten itibaren gazete ve dergi gibi süreli yayınların sayfa ve sütunlannı dolduran konuların başında da bununla ilgili haber ve yorumlar yer almıştır. 1980’den itibaren ise bu konuyla ilgili kitapların yayınlanmaya başladığı görülmüştür. Farklı inanç ve düşüncelere sahip yazarlar, olayı, kendi açılarından yo-rumlamışlardır. İslami açıdan bu konuyu inceleyen eserlerin başında, Prof.Dr. İbrahim CÂNÂN’ın yazdığı: "KUR’AN VE HADİSE GÖRE ÂHjR ZAMAN FİTNESİ VE ANARŞİ" adlı kitap zikredilebilir; muhtevası, geniş hacmi, ana kaynaklara dayanılarak ha-zırlanmış olması vs. özellikleriyle -âdeta- bir ansiklopedi niteliği taşıyan bu kitap toplam olarak 512 sayfadan oluşuyor. Beş ana bölüm, bir sonuç bölümü olarak altı bölümlük bir çalışma şeklinde hazırlanmış... Birinci kısımda anarşi, fitne, fesâd; ikincisinde fitnenin vasıfları; üçüncüsünde fitnenin sebepleri, dördüncüsünde fitne sırasında başvurulacak tedbirler; beşincisinde Batı’da anarşi konuları işlenmiş. Hadisçi olan yazar, branşının da sağladığı araştırma imkânlarıyla, konuları ayrıntılı bir şekilde işlemiş, derlediği bilgileri ilmî usûllere uygun bir şekilde belirtmiştir.

Yabancı kökenli bir kelime olan "anarşi"ye tam olarak tekabül eden bir deyim, dinî terminolojimizde mevcut değildir. Tedhiş, hercü merc, fitne, fesâd, fevzâ... gibi tâbirler bu anlamda kullanılagelmiştir. Yazar, kitabının ilk bölümlerinde fitne ve fesad kelimeleri hakkında geniş izahlar yapıyor.

Fitne kavramına yakın bir anlamda kullanılan "fesat" kelimesi sözlükte; bozukluk aşırılık, taşkınlık anlamlarına gelir. Bunun tersi düzgünlük, ıslâh olma hali, ölçü üzere olmak gibi o-lumlu durumlardır. Fesad kelimesi çeşitli ayet ve hadislerde geçmektedir. Anarşi kavramına en çok tekabül eden, en ziyade uygun düşen kelime-, "HERC" lafzıdır. Yazar, bu konuda şöyle diyor:

"Bazı rivayetlerde, aslen Habeşçe olduğu ve kati (öldürme) mânâsına geldiği belirtilen bu kelime (here) için, Cevheri; here kelimesi, lügat açısından, bir şeyde çokluk manâsına gelir, der...

Teferruat bir tarafa, gerçek olan şu ki, Hz. Peygamber (a*) bu kelimeyi, kendisinin ölümünden sonra islam Cemiyetinde çıkacak ve galib vasfıyla, müminlerin biribirini çokça öldürmeleri seklinde tezahür edecek olan içtimai bozuklukları haber vermek maksadıyla sıkça kullanılmıştır. Bir başka ifadeyle, fitne kelimesiyle kati dahil her çeşit içtimaî bozukluk kastedilirken, here kelimesiyle de, içtimaî bozuklukların dahilî kırım hâlini alacak kadar ilerleyen had şaması kastedilmiş oluyor." (Sh. 38-39)

İslâm bilginleri fitne ve fesad konusunda hassasiyetle durmuşlar, tebliğ ve emr-i bilmâruf görevi îfa edilirken bile cemiyet içinde ve İslâm Cemaati arasında bozgunculuğa yol açılmasının zararları üzerinde durmuşlardır. Kâtip Çelebi’nin "Mizâ-nü’l-Hak" adlı eserinde bununla ilgili önemli bahislere yer verilmiştir, islâm Davet ve Tebliğ Usûlü ile ilgili yeni eserlerde de konunun önemi psiko-sosyal açıklamalarla gelirtiril-mistir. Bid’at ve münker işlerle mücadele edilirken de aynı titizlik gösterilmiştir. En üst düzeydeki İslâm Hukuk bilginleri olan müetehitler, yeni bir hüküm çıkarırken bu ölçü ve espiriye riâyet ederler. Fitneye, kargaşaya, kötülüğe yol açacak olan sebepleri yasaklamak., şeklinde a-pklanan bu metod. "Sedd-i Zerâyi" şeklinde ifade edilmiştir. Akaid (inanç) esaslarıyla ilgili metinlerde de bu konudaki hassasiyeti görmek mümkündür.

İslâm’ın bu konudaki yakın hassasiyeti, bütün ilâhi vahye dayanan semavî dinlerin ortak hedefi olan; dinin, canın, aklın, neslin ve malın korunmasıyla yakından ilgilidir. Hıristi-yanlıktaki, mistik ve pasif insaniyetçilik yerine, İslâm’da aksiyoner, bütüncül, kurumlaşmayı âmir gerçekçi bir insancıl anlayış vardır. Avrupa’da Rönesans, Reform hareketleriyle birlikte doğan dindışı, ferdiyetçi ve faydacı bir hümanist akım kişileri yalnızlığa ve bunalıma iterken, İslâm Dünyasındaki vakfiyye, imaret, tekke, zaviye... gibi kuruluşlar, fertlerin kendilerine ve cemaate yabancılaşmalarını önlüyordu. Böylece anarşizmin psikolojik kökenleri de kurutulmuş oluyordu.

Anarşizmin yirminci asırda bütün ülkelerde elde ettiği sonuçların tarihî boyutunda Makyavelizmin ve Nihilizmin izlerini görüyoruz. Gayeye ulaşmak için her türlü (meşru veya gayri meşru) yola başvurmayı normal gören anlayışla, inkarcılığı ve hiçliği benimseyen bir felsefenin karışımı ancak anarşizmi doğurabilirdi. Nitekim öyle de oldu! Bir kısım edebiyatçılar bile bu akımı benimsedi...

Yazar, Demokrasi ve Marksizm gibi sistemlerin anarşi karşısındaki tutumlarını da incelemiş ve çeşitli yorumlar yapmıştır. İhtilâlci ve sınıfçı marksizmin makyaj yapıp, yeni bir görünüm kazandığı son yıllarda, materyalistlerin klâsik ateizme ve dindışı hümanizme yöneldikleri görülüyor. (Sh. 400-408).

Yazar, anarşizmin doğuş sebeplerini araştırırken sadece iktisadî toplumsal konulardaki başkaldırıların değil, başka meselelerdeki isyankâr isteklerin temelinde de batı medeniyetinin temelindeki bozuklukların payını ve rolünü kabul etmek gerektiğini vurgulamış ve Batı toplumlarının özündeki ifrat-tefrit anlayışlarına dikkat çekmek istemiştir. (Sh.399)_

Batılı yazarlar ve şarkiyyatçılar kendi kültür ve uygarlıklarını eleştirmeyip, aksine Doğu-İslâm Dünyasını mütecessis bir nazarla etüd etmeyi âdet edinmişlerdir. Onlar fütüvvet ve ahilik gibi ahlâki-meslekî kuruluşların bile "Ayyârûn" denilen işsiz, güçsüz alt tabaka kesimlerinin katkısıyla ortaya çıktığını iddia edebilmişlerdir. Oryantalistler, İslâm Dünyasını, doğu despotizminin hüküm sürdüğü, insan haklarının sağlanmadığı bir coğrafya olarak görürken, İslâm Dünyasındaki tarihî gerçekleri görmezlikten gelmişler, Mezâlim Mahkemeleri-nin varlığını, ırkçılık ve sınıf anlayışının bulunmadığını, yükselme şansının herkese açık olduğunu ve başka hakikatları görmezlikten gelmişlerdir. Komünist Rus Ordularına karşı vatanlarını ve inançlarını korumak için savaşan Afgan Mücâhitlerini bile "gerilla" olarak telaffuz eden anlayıştan ne beklenir ki?... Birinci Dünya Savaşı sonunda Osmanlı Devleti’nin Ortadoğu’daki yönetimine son veren bu bölgede irili-ufaklı devletler kurulmasını sağlayan Batı Dünya’sı, bu sefer de, bölgeyi "Belirsizlik Coğrafyası" olarak ilan edip, İslâm Medeniyetini küçük göstermeyi amaçlamaktadır. Onlara göre Ortadoğu, siyasî anarşinin kaynağıdır.

Batı’nın son yıllarda İslâm’ın gelişmesi karşısında takındığı yeni bir tavır da, onu terörist eylemlerle aynılaştırmasıdır. Bazı İslam Ülkelerinde görülen demokratik gelişmeler bile, anarşik bir eylem gibi gösterilmekte, zihinler karıştırılmak istenmektedir.

Seküralist Arap aydınları İslâmî düşünce sahibi gibi gösterilmekte, İslâm’ın gelişmesi "İslâm’a Yayılmacılık" şeklinde telaffuz edilmektedir.

Anarşi ve terör konularının basın-yayın organlarında yeniden işlendiği şu dönemde, sayın İbrahim CÂNÂN, kitabını yeni basımlara hazırlamalıdır, diye düşünüyoruz. Kitabın bazı kısımlan çıkarılabilir, yeni bazı bölümler de eklenebilir. Ahkâmü’s Sultaniyye, Siyasetnâme. Nasihatü’l-Mülûk türünden kitaplarda konuyla ilgili pek çok bilgi bulunabilir.

BİR UZMAN BİR GORUŞ


İçki ve sigara üzerine(*)

İnsanların sağlıklarından sorumlu olan kişilerin bu sorumluluğa gölge düşürecek alışkanlıklardan vazgeçmesi lazım. Çünkü, insan için hayatî önem taşıyan ameliyat ve müdahalelere dinç vezinde olarak katılmak lazım.
Meselâ ben doktorluk mesleğine başladığımdan beri hiç içki ve sigara kullanmadım.
Çünkü, biz doktorların nezaman, nerede ameliyata çağrılacağı belli olmaz. Her an teftişe hazır birer asker gibi olmalıyız.
( * ) Karaciğer transplantasyonu uzmanı Prol. Dr. Münci KALAYOĞU nun TVdeki sohbet programından alınmıştır.


BİR SORU BİR CEVAP
Baslık ve Mehir*
İslami hükümlere göre, bir kadına evlenirken, kocası tarafından "mehr" verilmesi gerekir. Mehrin nikâhtan önce veya nikah esnasında peşin ödenmiş olanına "muaccel"; daha sonra ödenmek üzere anlaşılanına da "müeccel" denir. Bir kadına ödenecek mehrin, tamamı muaccel veya tamamı müeccel olabildiği gibi bir kısmı muaccel, bir kısmı da müeccel olabilir.
Mehir kadının hakkıdır, dilediği şekilde sarf eder. İster babasına, ister kocasına, ister başka birine bağışlar.
Bir kız evlendirilirken ’başlık’ adı ile alınan paranın bu kızın mehrine sayılıp kızın arzusuna uygun olarak sarf edilmesi caizdir. Kız ailesinin, kızları karşılığında hangi isim altında olursa olsun, kendileri için para almaları ise caiz olmayıp haramdır.
( * ) Din işleri Yüksek Korulu kararlarından