Makale

ALPARSLAN'IN MALAZGİRT'TE PARLATTIĞI YILDIZ, SAKARYA'DA DESTANLAŞTI.. NİYAZİ YILDIRIMIN ŞİİRİ, SÜLEYMAN NAZİF'İN YAZISI İLE O GÜNLERDEN BU GÜNLERE...

ALPARSLAN’IN MALAZGİRT’TE PARLATTIĞI YILDIZ, SAKARYA’DA DESTANLAŞTI.. NİYAZİ YILDIRIMIN ŞİİRİ, SÜLEYMAN NAZİF’İN YAZISI İLE O GÜNLERDEN BU GÜNLERE...

Rıza AKDEMİR
Merkez valisi

Ağustos ayı Türk Milletinin şereflerle, zaferlerle, şanlarla dolu tarihinde "yıldızın parladığı andır."

26 Ağustos 1071 târihinde, kılıcı kutlu Alparslan’ın peşinde, Malazgirt’te beliren bahadırlar ordusu, kendisinden çok daha kalabalık Bizans Ordusunu müthiş bir bozguna uğrat-mış ve Anadolu’nun kapısını Türklere besmele ile açmıştır.

26 Ağustos 1071 târihi, imanın küfre, hilâlin salibe, Oğuz neslinin Grek soyuna galebe çaldığı târihtir.

26 Ağustos 1071 târihi beş asır boyunca devam eden bir fetih destanının ilk mısraıdır.

26 Ağustos 1071, Anadolu’nun iman saffetiyle, gaza heyecanı ile ışıklandığı tarihtir.

26 Ağustos 1071 târihi, Söğüt’te fidan, İstanbul’da haşmetli bir çınar olan Türk kökünün vatan toprağına temas ettiği gündür.

30 Ağustos 1922 târihi ise, başka bir zaferin, başka bir sevincin ifadesidir.

30 Ağustos 1922 tarihinde kirli çizmeleri ile vatan topraklarına giren Yunan Ordularının Sakarya’da perişan edildiği ve askerlerimizin bir sel gibi Akdeniz’in mavi sularına aktığı tarihtir.

1071 deki büyük zaferi destanlaştıran değerli şâirimiz Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, "Malazgirt Destanı" kitabının önsözünde: "Dokuz yüz yıl önce, bu toprakları, bize vatan yapanları anmak, biraz olsun, onların havasını soluyup kanmak, gönüllerinden ateşle yanmak, sevdiklerini sevmek, yerdiklerini yermek, inandıklarına inanmak ve ruhlarıyla donanmak, imkânını verebildimse bahtiyarım" diyor. Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nu şifa dilekleri ile anıyor ve onun "Malazgirt" şiirini sütunlarımıza alıyoruz.

Nesir olarak aldığımız parça ise kelimelere bir ateş sıcaklığı veren merhum Süleyman Nazif’ten... 250.000 Türk yiğidinin ölümle kucaklaştığı Çanakkale Savaşlarından bir tabloyu gözler önüne seriyor.

Çimentepe, Arıburnu, Conkbayırı, Kilitbahir millî hafızaya nakşolunmuş kutsal isimlerdir.
Türk çocuğu! Çanakkale’yi unutma...
Orada şehit düşenler senin ecdadındır.
Türk çocuğu! Çanakkale’yi unutma...
Orada Mehmetçiğin süngüsüyle yazdığı destan senindir.



BİR ŞİİR

Malazgirt

Aylardan Ağustos, günlerden Cuma, Çatışmak üzredlr küfr ile iyman.. "Bismillah" diyerek geçtik hücuma Ve Bismillah dedi cümle âsüman...

Alparslan buyurdu: Kurtlarım vurun!.. Ok çekin, gürz atın, pala savurun!.. Bileğinde kuvvet koman gâvurun... Koman şahbazlarım, koçlarım koman!..

Sıyrıldı biranda ellibln kılıç; Değdi bir birine, İki kızgın uç... Yerde yedi İklim, gökte dokuz burç, Dediler: El-aman... Sümme el-aman!

Nağramızı duyan, aklın yitürür. Gürz indiği yerden haber getürür... Al kanlar sel olmuş gövde götürür... Ufuklar kapkara, gökler toz-duman.

Ağustos güneşi altında kızgın Şahlanan atlan, tutmuyor dizgin.. Düşman saflarında belirdi bozgun. Böylesine bir cenk görmedi zaman...

Müjde gitti yurda gümüş tuğ raiı; Onsekizbin ölü, kırkbin yaralı, Esirler içinde Urum Kiralı... Zafer şenlikleri başlasın heman...

Bükülmez bileği Oğuz kolunun, Açtı kapısını Bizans yolunun.. Başlansın fethine Anadolu’nun; Kaderin hükmünde kalmasın güman.
Alparslan buyurdu: "Yaşayan ölür.. Geleceği ancak Tanrımız bilûr Balak Gazi derler bir yiğit gelûr Erlikteki ünü, sizden de yaman".

Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu

KELİMELER

Şitâbetmek: Koşmak
Mukannen: Belli belirti
Cihan âzâr: Cihanı inciten, üzen Tevcih: Çevirme, yöneltme, döndürme Atak: Ufuklar Anut: Ters, aksi Mütevallyen Devamlı olarak, mütemadiyen, biteviye Tahaffuz Korunma, sakınma Hatve: Adım
Sudur etmek: Çıkmak, belirmek, görünmek
Müheyya. Hazır
Teheyyüç: Heyecanlanma, coşma
Mûtttehil: Birleşmek, yekpare, bir
Savlet: Saldırma, hücum İst ima Dinleme, işitme Esilir Eski çağ destanları, mitoloji, uydurma hikâyeler
Nafid: Evlâd oğlu, torun x
Ervah: Ruhlar
Sermedi: Ebedî, sonsuz, sonu olmayan
İtham etmek. Tamamlamak
İstirdat: Gen alma
Yed: El
Münferit: Tek, biricik, bir tane Gulgule: Gürültü, şamata, bağırıp çağırma
Mefrin: linet okuma, sövüp sayma

BİR NESİR

Çemen Tepe’de

YAŞLARI yirmi ile yirmi beş arasında altı arkadaştırlar. Vatanın, kendi hayatını idâme için evlâtlarının hayatını sancak altına, silâh başına davet ettiği tehlike gününde, müdavim bulundukları mektepleri terkederek, zabit namzedi olmaya şi-tâbetmişlerdi. Yakacık’ta, Maltepe’de, Erenköyü’nde mukannen olan talim ve tedris devrelerini itmam ettiler. Ve Çanakkaleye gittiler...

İstanbul’u istibdad-ı cihan azarına ram etmek istiyen hodperest İngiltere, her va-sitai katır ü tahribi bu mübarek payitahtın kapılarına havale etmişti. Günün birinde Çemen Tepe önüne yirmi İngiliz zırhlısı geldi. Ve dakikada bin üçyüz altmış mermi serpen ikiyüz kırk topunu saatlerce bu mevziye tevcih etti. Güneş âfâkı mahkûmesinden hiçbir dakika eksilmiyen İngiltere, mağrur ve anut gayzına bu küçük tepeyi hedef etmiş, tâ ufuktan başlıyarak sahile ve karaya kadar ımtihat eden bir daireden mütevaliyen ateş ve ölüm yağdırıyordu. Hücuma, müdafaaya, tahaffuza imkânsızlıklar teslit eden bu şiddeti biâmân önünde Türkün azmi rezmiyle insanın hıfzı hayat hissi birkaç dakika mücadele eder gibi oldu. Tepeye hatve behatve ilerlemekte olan düşmanı, her ne suretle olursa olsun, eski mevzilerine atmak lâzımdı. Ve bir ân tereddüt, Türkün bu tarihî payitahtını, bu arşı Islâmı-neuzü billâhl-devirebilirdi. Mıntakanın kumandanı, en tehlikeli noktada bulunan bir alayın siperlerine doğru ilerledi. Ve hem rica, hem emreden bir sesle:
Bu alayı yerinden oynatıp düşmanın üstüne atacak zabitleriniz yok mu?.. Diye bağırdı.

Vatanın, kendi hayatını idâme için evlâdının hayatını sancak altına, silâh başına davet ettiği tehlike gününde zabit namzeti olmıya şitâbetmiş olan o altı genç, vicdanlarından sudur eden bir iradei seniye ile artık şehit namzedi olmıya terfii nefse-diyorlardı. Bir akşam evvel yazıp bestelemiş oldukları şarkıya...

Bu toprağı Türk’ün kanı yoğurdu
Annem beni bugün için doğurdu. Şarkısına bir ağızdan başlıyarak siperlerden dışarı fırladılar.
Bu işaret o askerin zaten müheyyayı teheyyüç plan hamaseti fıtriyesini cûşu huruş ettirmeye kifayet etmişti. Hepsi âni ve müttehit bir savletle ileri atıktılar. Ve o altı gencin mübarek nâşları üstünden -evet, altısı da şehit olmuştu!- ettikleri hücum ile İngilizler yedindeki mevzileri istirdat ettiler...

Muallim Sıraceddin Bey’in meşhud maceradan bizzat istima ile hayran ve giryân naklettiği bu menkıbei celâdet önünde idrâkim, muhakemem, hissim hayâlim duçarı ihtizaz olduğu dakikadan beri hiçbir şeyi imkânsız görmüyor, hiçbir iddiayı red ve tekzip edemiyordum. İnsaniyeti katile zekâsıyla binlerce sene veya asır zarfında icat ve ikmal edilen her silâhı taarruzun, Çanakkale’deki askerlerimizin göğüsleri üstünde kırıldığını gördüğüm ve işittiğim.günden itibaren, bir mecellei riyaziyenin sayfalariyle bir risale-i esatirin satırları kanaatime aynı itaati emrediyor. Türk ırkının, Osmanlı vatanının, Muhammet ümmetinin bu altı güzide şehidiyle onların ölen ve kalan arkadaşları gözlerimizin önünde bir tarihi esatir... Bir tarihi mevsuku esatir yaşattılar. Ve bunlar münferit fedakarlar değildirler; maceraları da münferit vakalardan olmadığı gibi!...

Ölüme karşı vakur bir cephe, mağrur bir sine ile şarkılar okuyarak ilerliyen bu hafitlerinin dasitanı hamaseti altı yüz sene evvel Süleyman Paşa ile birlikte o illere ilk defa ayak basmış olan Türk dilâverierinin ervahı mübahatine neler ilham ve ih-da etti bilmem. Fakat dünya ile âhiret arasında eğer bir rabıtai tahassüs varsa, o toprakların altındaki gulgulei tahsin ve aferin, üstündeki velvelei gayz ve nefrine elbette ve elbette galebe çalmıştır!...

Ey vatandaş, ey kardeş!... Çemen Tepeyi unutma... Çemen Tepe’ye müddeti ömründe birkaç haccı takdis ve haccı şükran borcun olsun... Çemen Tepe’nin samtı tahatturkârı, müebbeden susmuş olan o şühedayı muazzezinin ölürken okudukları şarkıyı kulaklarında ve vicdanında daima tekrar edecektir. Ben bile bu satırları yazarken,

-Payitahtımız emin olsun, biz Çemen Tepe’nin sermedi bekçileriyiz! Diyen sesleri işitiyorum!!
Süleyman NAZİF