Makale

AMERİKA'DA DİN VE TOPLUM

AMERİKA’DA DİN VE TOPLUM

Dr. Abdülbaki KESKİN

HRİSTİYAN Batının asırlar önce, devlet ile din arasına ördüğü laiklik duvarı yıkılıyor mu?
Papaz Pat Robertson’a göre, bugün Eski ve Yeni Dünyada hissedilir gibi olan bu gelişme belki, Doğu ve Batı Almanya’yı birbirinden ayıran utanç duvarının büyük gürültülerle, Kasım 1989’da çöküşü gibi değil; daha uzun vadede, daha sessiz ve fakat daha derinden olacaktır.

Politikacı Papaz Robertson, dünyadaki tüm Yahudilerin, İsrail’in işgal ettiği topraklar üzerinde bir araya gelmelerinden sonra, Hz. İsa’nın Kudüs’e ineceğini ve bu tarihî safhayı başlatacağını söylüyor.

Hristiyan din adamlarından, özellikle Protestanlardan önemli bir kesimin görüşünü yansıtan bu inanış, şüphesiz, Matthew İncilinin 22.bölümünün, 21. sözünde yeralan ve laikliğin oturduğu temel prensip olarak bilinen, "Sezar’a, (Caesar) ait olanı Sezar’a, Allah’a ait olanı Allah’a veriniz.." cümlesinin, Hz. Isa tarafından hangi şartlar altında, ne amaçla telaffuz edildiği, ne anlamlara geldiği, soruyu yönelten ve cevaba muhatap olan yahudi ve çevresindekilerin maksatlarının ne olduğu konusu etrafındaki tartışmalara ve bu açıdan insanlığın tarihî bir yanılgı içerisinde olup olmadığına dair yeni boyutlar getirecektir.

Ancak biz, burada meselenin tarihini ve teorisini, başka bir makalede ele almak üzere, bir tarafa bırakarak bugün Avrupa’da ve Amerika’da, din ve politika ilişkilerine nasıl bakıldığını bazı önemli olayları tahlil ederek açıklamaya çalışacağız..

Nisan 1991 tarihinde, İngiliz Kraliçesi Elizabeth İl tarafından, İngiltere’nin en eski ve en meşhur mabedi olan Canterbury Katedrali Başpiskoposluğuna atanan George Carey, dünyadaki 70 milyon Anglikan’ı temsil ediyor.

Carey, anılan göreve getirilişi dolayısıyla yaptığı ilk konuşmasında, "...Hz. İsa’nın Haç-, bizim; zulme uğrayanların, yoksulların, evsizlerin, fakirlerin ve yeryüzünde açlıktan ölmek üzere bulunan milyonların yanı başında yer almamızı gerektiriyor..." dedikten sonra, sözlerine şunları ekliyor, "...hürriyetlerin, insan değer ve haysiyyetinin tehdit edildiği tür zamanda, hiç bir kilise, politik görüş bildirmekten kaçınamaz ve kaçınmamalıdır.." (1)

George Careynin selefi ve halen Lordlar kamarası üyesi olan Dr. R.Runcie, Başpiskopos bulunduğu zaman, uzun bir süre devam eden, İngiliz Deniz İşçileri grevi dolayısıyla. Mrs Thatcer hükümetini tenkit etmiş, işçilere yapılanların, bunların, eş ve çocuklarına karşı bir haksızlık olduğunu ve insan haklarına aykırı bulunduğunu belirtmişti.

Başpiskoposun bu beyanını, İngiliz Muhafazakâr Partisi Genel Sekreterine hatırlatarak bu ifade, dinin, politikaya karıştırılması değil midir?, diyen gazeteciye, Genel Sekreter, "..politika da-, din de, hayatın ta kendisidir... eğer bir din lideri, hayatı ve insanı ilgilendiren konularda bir görüş belirtemiyorsa, o şahsın temsil ettiği dinin, insan ile bir ilgisi yok demektir.." (2) şeklinde cevap vermiştir.

Bilindiği gibi, İlahî dinler-, insanların, insanlarla-, insanların, Allah ile ilişkilerini düzenlemek beşeri fiilleri, ahlâki temellere oturtmak ve böylece, insanoğlunu mutlu etmek için gönderilmiş düsturlardır.

Din gerçeğine bu ağdan bakıldığı zaman, gerek bireysel ve gerekse toplum bazında, insanlann dünyevî işleri dediğimiz şeylerle, dinî düsturlar arasında koparılması imkânsız bağlar olduğu görülür.

Nitekim, Papa John Paul ıi’nin, Doğu Avrupada, Komünizmin yıkılışını izleyen günlerde hazırladığı ve 2 Mayıs 1991 tarihinde, "Centesimus Arınus" (3) başlığı altında yayınladığı 114 sayfalık mektubunda, sosyalizmin zaafına, marksist çözümün başarısızlığına işaret ederek insanların temel ihtiyaçlarının karşılanmasında, kapitalizmin de, moral prensiplere ve bunlara dayalı kanunlara göre idare edilmesi gereğini vurguluyor.

Batılı liderleri, komünizmin çöküşünün, kendi ekonomilerinin tek yanlı bir zaferi olarak görmemeleri hususunda ikaz eden papa. kontrolsüz kapitalizmin, marksizmle aynı zaaftan paylaştığına dikkati çekiyor ve her iki sistemin de, insanı, ekonominin ve materyal tatminin birer parçası derekesine düşürdüğünü kaydederek bu ülkelere, ekonomik sistemlerinde, moral prensipler istikametinde düzeltmemeler yapmaları konusunda çağrıda bulunuyor.(4)

Pek çok siyasî yorumcuya göre, papanın vatanı olan Polonya’da da, bugün, kilise, merkezi otorite olarak katolisizmi, komünizmin, yerine oturtmak çabası içerisindedir.

Diğer taraftan, Dayanışma Örgütünün, anılan rejime karşı verdiği on yıllık başarılı mücadelede, arslan payının kiliseye ait olduğunu, bu uğurda, teşkilâtının faal elemanlarından, papaz Rev. jerzy Popieluszko’nun, nasıl hunharca katledildiğini yakından bilen, Polonya’nın, korkusuz dinî lideri, kardinal Jozef Glemp, gündemindeki meseleleri kanunlaştırmak için parlementoyu açıkça sıkıştınrken, bu ülkede, ileri gelen diğer din adamları da, son kırk yılda, kilisenin, sadece, moral ve ahlâkî meselelerde değil, siyasî hayatta da, önemli rol oynadığına dikkati çekerek kilise devlet ayrımına son verilmesini istedikleri belirtiliyor. (5)

Eski Dünyadan yükselen bu seslerin, Yeni Dünyadaki yankılarının, meseleyi daha da, berraklaştırdığını görüyoruz..

Amerika’nın kültürü ve hükümet politikası konularında tanınmış bir profesör olan Garry Wills, en çok satan, "best-sellers" kitaplarından birinde (6), "... belki farkında değiliz.. Biz, gelişmiş ülkelerin en dindar milletiyiz.» Her on Amerikalıdan dokuzu, Allah’ın varlığından asla şüphe etmediğini söylüyor... Allah’ın günlük hayatımızdaki yeri ve önemi bakımından da, Malta’dan sonra ikinci durumdayız.. 0 halde, dinî değerlerimizin, politik oylarımıza yansıması neden bir sürpriz olsun.." diyen yazar Wills, "..ülkemizin kurucuları, atalarımızdan Madison ve Jefferson’nın laiklik görüşleri, yanlış anlaşılmıştır-. Amerika’da, gerçekte, din, hiç bir zaman politikadan ayrılmamıştır ve ayrılmayacaktır..."(7) şeklinde bir ifade kullanıyor.

Gerçekten de, bu iddiaların tezahürlerine, Amerikan siyasî arenasında her an gözlemek mümkün.

Mesela, Körfez kara savaşının, Amerikan askerlerinin öncülüğünde, fiilen başlamasından 48 saat kadar önce, Amerika Birleşik Devletleri Cumhurbaşkanı George Bush’un, fundamantalist papaz Dr. Billy Graham ile, Episcopal Kilisesi dinî lideri meşhur Papaz Edmond Brovving’i, Beyaz Saraya davet ederek anılan savaşın dinî normlar açsından meşru olup olmadığını sorduğunu, bu soruya meşru değildir istikametinde cevap veren papaz Brovvingln toplantıdan ayrılmasından sonra, papaz Dr. B. Graham’ın geceyi Beyaz Sarayda geçirdiğini, savaşın başlamasından hemen sonra da. Cumhurbaşkanı başta olmak üzere. Genel Kurmay Başkanı dahil, tüm kabine üyeleri ile birlikte kiliseye giderek papaz Edmond Bro-wing’in yönettiği ayine katıldıklarını ve ordunun başarısı için dua eniklerini basından okuduk ve televizyondan izledik.
Bilindiği gibi. ’Biz ancak Allah’a güveniriz, ifadesi, laik bir devlet olan Amerikanın bastırdığı paralar üzerinde bulunan bir cümledir. Bu ifade, acaba Amerikalıların gerçekten Allah’a inanan, güvenen, dindar bir millet oluşunun bir simgesi midir veya düne kadar "Atheism "i uluslarının ideolojisi haline getirmiş olan bir biokun temsilcisi süper bir güce karşı, Batı kültürünün temeli olan hıristiyanlığın, başka bir deyişle, inanan bir blokun liderliğini yapan başka bir süper gücün sadece ayına bir sembolü müdür diye düşündük ve araştırdık

Yaptığımız incelemelerde, temas ettiğimiz kurum, kuruluş, kişi ve kaynaklardan, bu ifadenin, 11 Nisan 1864’te yapılan bir kanunla madeni, 11 Temmuz 1955 de çıkarılan başka bir kanunla da bütün paraların üzerinde bulunması zorunluluğu getirilmiş ve 1957 den itibaren tüm kâğıt paraların üzerine yazılmış olduğu anlaşılmıştır.

Bu araştırma, bu ülkede laiklikle ilgili başka bir gerçeği de ortaya koymuştur. Şöyle ki, Amerika’da, laikliğin ihlali gibi görülen olaylarda, daha çok "Atheist’lerin seslerini yükselt-tikleri tesbit edilmiştir.

Mesela, meşhur "Atheist’ler den Texaslı bayan Madalyn O’Hair in, 31 yıl kadar önce, yukarıda tercümesini verdiğimiz, "İn God We Trust" cümlesinin paralar üzerinde bulunmasının laikliğe aykırı olduğu gerekçesi ile, kaldırılması için amansız bir mücadele verdiği, ancak başarılı olamadığı anlaşılmıştır.

Amerikan paralan üzerinde bulunan bu manidar cümle yanında, bu ülkenin mahkemelerinde, yeminlerin İncil üzerine yapıldığını, Cumhurbaşkanlarının, Kitabı Mukaddese el basarak and içtiklerini, siyasî birer kuruluş olan Senato ve Meclislerinde günün ilk toplantılarının, hep, papazların duaları ile başladığını, bugünkü Cumhurbaşkanı Bush’un, yemin merasimini takip eden günün, bizzat Cumhurbaşkanı tarafından tüm Amerikan milleti için dua günü ilan edildiğini, daha önce, "Laiklik ve Din" başlığı alunda yazdığımız bir makalede (8) etraflıca anlatmıştık.

Anılan yazımızda, ayrıca, laiklik adına daha da ilginç olanı, birtakım dinî sorunların, siyasî seçimlerin gündemlerine girdiğini ve bazı hallerde seçim neticelerini belirleyici rol oy-nadıklarını belirtmiş ve örnek olarak ta, son Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, tamamen dinî karakterde bir mesele olan kürtaj konusunun, Cumhuriyetçi Bush’un partisi ile, Demokrat Dukakis’in partisi arasında hararetle tartışılan konulardan biri olduğuna işaret etmiştik

Bütün bunlardan sonra, geçen yıl, New York’un meşhur kardinali John O’Connorun, anılan eyaletin valisi, demokrat Mario Cuono’yu, kürtaj-tan yana olduğu için dinden aforoz "excommunication" edeceğini açıkça ilan etmesi ne bizim için ve ne de buradaki toplum için bir sürpriz değildi..

Bize göre asıl şaşırtıcı olan, politika ile dinin iç içe yaşadığı,p apazların Cumhurbaşkanlığına soyunduğu, kiliselerin, savaşların meşru olup olmadığına ait fetvalar verdiği bu ülkeler bilinirken, Türkiye gibi bir İslâm ülkesinde camiye giden cuma cemaatinin kala balağından ürken, bir kaç I-mam-Hatip Lisesi mezununun, Siyasal Bilgiler veya Hukuk Fakültesini bitirmesinden korkan, hacca gidenlerin sayısının artmasından endişe eden, bir İslâm ülkesine, "Merhaba" dememizden kuşku duyanların sergilediği garip manzaradır...
***
(1) The Washington Post, April 20,1991
(2) Konu, bir kaç yıl dnce, tur vesile ite Londra’da tutunduğum bir sırada, Televizyonun, ’Good Morning Britain’programında, gürlük gazetelerin, başlıkarı ve önem» haberleri değerlendirilirken, TV. sunucusu ile anılan politikacı arasında geçmiş ve bizzat taralımdan izlenmiştir.
(3) "Yüzüncü Yıl", bu dokümanın bir benzeri, Vatikan taralından 15 Mayıs 1891 de yayınlanmıştır.
(4) The Washington Post, May 3.1991 ISI The Washington Post, June 2,1991
(5) Under God, Religion and American Politic, 1990.
(7) bd.
(8) A.KESKİN, Amerikadan Mektup, laMtk ve Din’, Diyanet Gazetesi, Mayıs-1990 sayı 375